Türkiye, Erdoğan’ın “saray darbesi” ile oluşturmaya çalıştığı fiili başkanlık rejimi altında adeta bir iç savaş ortamına sürüklenirken, Ortadoğu ve özellikle Suriye’deki emperyalist savaş da olanca hızıyla devam ediyor. Seçimlerin hemen sonrasında yaşanan Suruç katliamı, bu savaş ortamının ve Erdoğan-AKP’nin kirli planlarının bir tezahürü olarak ortaya çıkmış; bu katliamın ardından da Türkiye ile IŞİD arasındaki ilişki tekrardan gündeme gelmiş, sorgulanmaya başlanmıştı.
Erdoğan-AKP iktidarı bugünlerde tam bir ikiyüzlülükle terörün her türlüsüne karşı olduğunu söylemekte, Kürt ulusal kurtuluş hareketi ile IŞİD’i aynı kefeye koymakta ve güya teröre karşı koymak adına ülkede, özellikle de Kürt illerinde tam anlamıyla bir devlet terörü estirmekte, kirli bir savaş sürdürmektedir. Oysa IŞİD denilen belâyı Ortadoğu halklarının başına saranların, besleyip büyütenlerin başında bu iktidar gelmektedir. Hem içerde hem dışarıda basınç altında kalan AKP’nin IŞİD’e yönelik başlattığı sözde operasyonlar da Türkiye ile IŞİD arasındaki kirli ilişkiyi örtmeye yetmemiştir, yetmeyecektir.
Erdoğan-AKP iktidarı ile IŞİD arasındaki ilişkinin boyutlarını göz önüne sermek ve hatta konuyu biraz daha geniş boyutta ele almak için, Özgür Gündem gazetesinin “Adıyaman Gerçeği” adıyla yayınladığı yazı dizisine bir göz atmak iyi bir başlangıç olacaktır.
Bu yazı dizisi Adıyaman kenti üzerinden, IŞİD denilen kanlı örgütün Türkiye’de faaliyet yürütmesine, adam toplamasına, propaganda yapmasına devlet tarafından nasıl göz yumulduğunun, hatta bizzat devlet görevlilerince IŞİD’e yardım ve destek toplandığının anlaşılması için çarpıcı örnekler sunuyor.
Bu araştırma, Adıyaman’daki IŞİD faaliyetlerinin Suriye’deki iç savaşta radikal İslamcıların yükselişe geçmesiyle eş zamanlı olarak başladığına dikkat çekiyor. İlk olarak şehrin meydanında IŞİD’e yardım toplayan stantlar açılmaya başlanmış, üstelik stantlar Valiliğe 150 metre uzaklıktaymış. Ardından bizzat polis müdürleri yerelde faaliyet yürüten İslamcı örgütlenmelere giderek IŞİD ve El Nusra gibi Suriye’de savaşan hareketlere destek ve yardım toplamaya başlamışlar.
İslamcı bir insan hakları örgütü olan Mazlumder’in şube başkanının söyledikleri bu açıdan son derece çarpıcı. Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesinden polisler gelerek güya Suriyeliler için yardım istiyorlar: “Yardım çalışmasına siz de katılın dediler. Biz de dedik ki; biz Suriyeliler için zaten yardım topluyoruz. Yardımları da ya kendimiz kamplara götürüyoruz, ya da resmi kanallarla gönderiyoruz. Aralarından biri, ‘Sadece Suriyeli sığınmacılar yok ki, başkaları da var’ dedi. Hemen anladım. ‘Biz yardım toplayacağız, sen bunları IŞİD’e, El Kaide’ye verecek, onları besleyeceksin. Biz şimdi veririz ama sen 6 ay sonra, 1 sene sonra gelip, bizi IŞİD’e yardım ve yataklıktan içeri atarsın. Olmaz bu iş’ dedim. Hiçbir şey demediler, gittiler.”
Mazlumder şube başkanına diğer İslamcı örgütlenmelerin tavrı sorulunca şöyle cevaplıyor: “Yaptıkları ortada. Bu yıla kadar Suriye’ye ayda en az 20 TIR yardım götürüyorlardı. ÖSO’ya yardım etmezler, Kürtlere etmiyorlar, Türkmenlere de bu yoldan yardım götürülemez, nereye götürdüklerini de siz bulun.” Gazetenin araştırmasına göre, Mazlumder gibi belki bir iki grubun haricinde neredeyse tüm İslamcı örgütler zamanla ve bizzat devletin kontrolü ve yönlendirmesi altında, adeta IŞİD’in yerel şubeleri haline gelmişler. Dershane, çay ocağı, cami, internet kafe gibi çok çeşitli mekânlar gençlerin siyasi eğitimi ve ardından Suriye’ye gönderilmesi için kullanılıyor. Yani gerek Diyarbakır’daki HDP mitinginde gerekse de Suruç katliamında bombacı olarak kullanılan gençlerin Adıyaman’dan çıkması bir tesadüf değil.
Tüm bunlar aleni biçimde yapıldığı ve yüzlerce aile çocuklarının IŞİD’e katılmak üzere Suriye’ye götürüldüğünü yahut kaçırıldığını söyleyip şikâyetçi olduğu halde savcılık en ufak bir işlem dahi yapmamış.
CHP’nin hazırladığı raporda da durum farklı örnekler üzerinden tekrar tekrar tespit ediliyor. Yerel İslamcı örgütlenmelerin nasıl da devlet eliyle IŞİD’in irtibat bürosu haline dönüştürüldüğü, IŞİD’e nasıl insan ve maddi yardım toplandığı, bunların yine devletin kontrolü altında sınırdan nasıl ambulanslarla geçirildiği anlatılıyor. Ayrıca raporda, Suriyeli göçmenler için bölgede kurulmuş olan kampların da IŞİD ve El Nusra gibi kanlı örgütler için insan kaynağı olarak kullanıldığı da detaylı biçimde ortaya konulmuş durumda.
Her iki raporda vurgulanan önemli bir husus da, toplanıp Suriye’ye götürülen gençlerin bir bölümünün (hayatta kalabilenlerin) kente geri döndüklerinde de IŞİD adına propaganda faaliyetine devam ettikleri ve kentte estirilen terör nedeniyle halkın korkutulup sindirildiğidir.
Adıyaman benzeri bir diğer örnek de Ankara’nın Hacıbayram semtidir. Ankara’nın en yoksul semtlerinden biri olan Hacıbayram’da da tıpkı Adıyaman’da olduğu gibi İslamcı örgütlenmeler son yıllarda önemli ölçüde etkin hale gelmişlerdir. Ve yine bu örgütlenmeler aracılığıyla çoğu işsiz ve lümpen genç, çeşitli yollarla kandırılarak IŞİD saflarında savaşmak üzere Suriye’ye gönderilmiştir. Bu semtte de kimi İslamcı örgütlenmeler, bizzat devlet görevlilerinin kontrolü altında yaygın biçimde eğitim, örgütlenme ve propaganda faaliyetleri yürüterek IŞİD’e insan ve maddi yardım toplamaktadırlar. Çeşitli tartışma grupları, sokak toplantıları, kahve ve cami grupları bu amaçla kullanılmaktadır.
İş öyle bir noktaya gelmiştir ki, Bursa’da herkesin tanıdığı mütedeyyin bir esnaf, bir süre sonra ortadan kaybolup IŞİD’in hazırladığı Türkçe bir videoda konuşabilmektedir. Adana’da MİT’le ilişki içerisinde oldukları anlaşılan şahıslar 2 bin dolar aylık karşılığında özellikle işsiz, uyuşturucu kullanan, aşırı dindar kız ve erkekleri “öldüğünüzde cennete gideceksiniz” gibi vaatlerle Suriye’ye götürmektedirler. İstanbul’un Bağcılar semti dâhil olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde IŞİD bayrağını açıktan kullanarak stantlar açmak, sokak toplantıları düzenlemek, dernekler kurmak vb. olağan hale gelmiştir.
Hacıbayram semtinden çıkarak IŞİD’e katılan bir genç, 10 arkadaşıyla birlikte savaşmak üzere Suriye’ye gittiklerini, IŞİD’in merkezi olan Rakka şehrinde askeri eğitim aldıklarını, savaştıkları süre boyunca günde 150 dolar ücret aldıklarını, onlarca insanı katlettikten sonra hayatta kalırlarsa Türkiye’ye geri döndüklerini anlatıyor. Bu arada her büyük savaş için ayrıca 1000 dolar ödül alıyorlar ve savaşta öldürdükleri insanlardan ve yağmaladıkları yerlerden elde ettikleri ganimetler de kendilerine kalıyor. Sadece Hacıbayram semtinden savaşmak için IŞİD’e katılanların sayısının son bir yılda 100’den fazla olduğu söyleniyor.
Kuşkusuz Türkiye’nin IŞİD’le ilişkisi bu tip örneklerle sınırlı değil. Örneğin yurt dışından gelip IŞİD’e katılmak isteyen insanlar için de Türkiye “güvenli” geçiş olanağı sunuyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinden (özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’dan), ABD’den ve en çok da Rusya’dan gençler IŞİD’e katılmak üzere önce Türkiye’ye geliyor, sonra da rahatlıkla Suriye’ye geçiyorlar. IŞİD’in Türkiye’deki “becerikli” avukatları ve organizasyonları da bu işte onlara yardımcı oluyor. Ve tüm bunlar devletin bilgisi dâhilinde ve MİT-polis istihbaratının gözü önünde oluyor.
Türkiye, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta hatta Libya’da ele geçirdiği bölgelerden elde ettiği petrolün de en büyük alıcılarından. Yapılan tahminlere göre IŞİD petrol ihracatından günlük 1 ilâ 4 milyon dolar arası gelir elde ediyor. Bu gelirde son zamanlarda azalma olsa da, bu gelirin IŞİD gibi bir örgüt için halen son derece yüksek bir meblağda olduğu açıktır.
Türkiye sınırları içerisinde IŞİD’in katillerinin yetiştirildiği silahlı eğitim kampları olduğu da artık herkesin bildiği bir olgudur. Türkiye-Suriye sınırı IŞİD için kolay ve güvenli bir geçiş hattıdır. IŞİD’liler Suriye’de savaşmakta ve istedikleri zaman Türkiye’ye geçip ücretsiz tedavi olmakta, dinlenmekte ve sonra geri dönmektedirler. Urfa ve Hatay gibi sınır kentleri IŞİD’lilerle dolu haldedir. Üstelik bu IŞİD’liler bir nevi devlet koruması altında olduklarından, esnaf ve yerel halkta da ciddi bir korku yaratmış durumdadırlar.
IŞİD’e ve benzer diğer örgütlere silah götürürken yakalanan TIR’lar da halen akıllardadır. Türkiye’nin IŞİD’e yaptığı silah sevkiyatı sadece Suriye ile sınırlı da değildir. Libya’dan Yemen’e kadar çeşitli ülkelerde Türk gemileri bu silah sevkiyatını sürdürmektedir. Özellikle Kobané direnişi sırasında Türkiye’nin IŞİD’e verdiği askeri desteği de unutmamak gerekir.
Kuveyt ve Katar gibi devletlerin yardımları da Türkiye üzerinden IŞİD’e ulaşmaktadır. “İnsani yardım kuruluşu” adı altında çeşitli vakıfların asıl işi, IŞİD’e ve diğer bazı İslamcı örgütlere bu yardımları ulaştırmak haline gelmiştir. Bu çerçevede İHH’nın ismi özellikle anılmakta, Erdoğan’ın bizzat oğlu Bilal Erdoğan’ı bu vakfa fon sağlamak konusunda görevlendirdiği, ana finansörler arasında ismi bir zamanlar El Kaide ile anılan Yasin El Kadı’nın da bulunduğu söylenmektedir.
Saydığımız ve sayamadığımız pek çok örnek ve Erdoğan-AKP iktidarının IŞİD konusunda şimdiye kadar izledikleri genel çizgi, Türkiye ile IŞİD arasındaki ilişkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Peki, bu ilişkinin başlangıcı ve sebepleri nelerdir? Sonuçları neler olacaktır? Gelinen noktada Türkiye, IŞİD karşıtı koalisyonda daha aktif biçimde yer alacağını beyan etmiş, IŞİD’e yönelik birtakım “operasyonlar” başlatmış, IŞİD’e karşı savaşta kullanılmak üzere ABD’ye İncirlik üssünü açmıştır. Bunların anlamı nedir?
IŞİD “Yeni Osmanlı” projesinin paramiliter kolu mu?
Bu soru, Amed Haber Ajansının IŞİD’le ilgili bir haberinde ortaya atılmış ve Independent gazetesinin önemli yazarlarından Patrick Cockburn’ün IŞİD’le ilgili bir yazısında da dillendirilerek IŞİD tartışmalarında yerini almıştır. Soru, Türkiye-IŞİD ilişkisinin boyutlarının ve niteliğinin anlaşılması bakımından önemlidir ve bu yüzden de üzerinde durulmayı hak etmektedir. Ancak soruyu cevaplamadan önce, Türkiye-IŞİD ilişkisinin bir özetini yapmak yerinde olacaktır.
Bir kez daha hatırlatalım ki, Türkiye-IŞİD ilişkisi kavramıyla kastettiğimiz aslında Erdoğan-AKP iktidarının IŞİD’le olan ilişkisidir. Bu ayrımı yapmamız önemli ve gereklidir, çünkü IŞİD’le yürütülen ilişki Erdoğan-AKP iktidarının Ortadoğu’ya yönelik emperyalist siyasetinin bir parçasıdır. Devlet ve burjuvazi içinde hem genel olarak bu siyasete hem de IŞİD’le kurulan ilişkiye karşı olan kesimler vardır, bu yüzden bu ayrımı yapmak gereklidir.
Erdoğan’ın Türkiye’yi bölgenin hâkim gücü ve hatta küresel bir güç haline getirme planlarının stratejik hedefi, Türkiye’nin İslam âleminin lideri haline gelmesidir. Bunun ideolojik dayanağını da “İslam birliği” fikriyatı oluşturmaktadır. “İslam birliği”ni sağlamanın ve İslam âleminin lideri olmanın tarihsel dayanağı da Osmanlı’nın geçmişinde bulunmakta, Osmanlı gibi tüm bu coğrafyaya siyasi nüfuz açısından tekrar hâkim olmanın hayalleri kurulmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’nin bölgesel anlamda en büyük rakibi ise Şii İran’dır. İran aynı zamanda Türkiye’nin dâhil olduğu emperyalist Batı kampının karşısında yer alan Rusya’nın bölgedeki müttefiki konumundadır. Bu yüzden Türkiye başından beri Şii-Sünni ekseninde bir cepheleşmenin oluşması ve derinleştirilmesi için çaba sarf etmektedir. Bu maksatla AKP iktidarı sürekli olarak Ortadoğu’daki Sünni ve “Şii olmayan” İslamcı grup ve hareketlerle sıkı ilişki içinde olmuş, onların hamisi rolünü üstlenmeye çalışmıştır. Filistin meselesinde Hamas’la geliştirdiği özel ilişki, Mısır başta olmak üzere hemen her Arap ülkesinde tabanı bulunan Müslüman Kardeşler hareketiyle köklü bağlantıları buna örnektir.
“Arap Baharı” denilen, Arap halklarının başlattığı isyan dalgasına kadar Türkiye’nin genel politikası, İran ve Suriye gibi Batı-ABD karşıtı ülkeleri de kucaklayan ve onların hamisi rolüne bürünen sözde “barışçıl” bir çizgide ilerlemiştir. Bu süreçte Türkiye’nin IŞİD veya El Kaide benzeri radikal İslamcı gruplarla pek fazla içli dışlı olduğunu söylemek mümkün değildir. Pek fazla diyoruz çünkü gerek Türkiye gerekse de bölgede iş çeviren diğer bölgesel ve küresel güçler her daim bu tür örgütlerle şu veya bu düzeyde bir irtibat veya ilişki içinde olmuşlardır, bu emperyalizmin doğası gereğidir.
Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikalarında kırılma noktası ise “Arap Baharı” olmuştur. Arap halklarının isyanı sonucu Tunus, Libya ve Mısır’daki yönetimler değişmiş, isyan dalgasının tüm Ortadoğu’ya yayılması sonucu da siyasi dengeler değişmiştir. Başlangıçtaki şaşkınlıklarını hızlı biçimde üzerlerinden atan küresel ve bölgesel güçler, bu isyan hareketlerinden kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmak üzere ivedi biçimde harekete geçmişlerdir. Libya bunun ilk örneğidir. Libya’da yeterince hızlı davranmadığı için pişman olan Türkiye, isyan Suriye’ye sıçradığında aynı hatayı tekrarlamamak adına hemen harekete geçmiş ve Suriye’deki muhalif güçleri destekleyerek, onlara ev sahipliği yaparak Esad sonrası Suriye’si için daha baştan müdahil olma yolunu seçmiştir. AKP iktidarı ilk yatırımını her zamanki gibi Müslüman Kardeşler’in Suriye koluna ve onun benzeri “ılımlı” İslamcı örgütlere yapmıştır. Ancak kısa bir süre sonra bunların Rusya ve İran destekli Esad rejimine karşı istenen başarıları sağlayamadığı, sağlayamayacağı ortaya çıkmış ve tam da bu sırada devreye IŞİD denilen yeni bir güç girmeye başlamıştır.
Esad rejimini devirmeyi bir kere hedef tahtasına oturtmuş olan AKP, gerek bu amaçla gerekse de Rojava’da Irak’taki gibi bir Kürt yönetiminin oluşmasını engellemek amacıyla IŞİD’le ciddi bir ilişki ve işbirliği içine girmiştir. IŞİD de Türkiye’nin kendisine sağladığı muazzam yardımın ve desteğin karşılığı olarak Rojava’da Kürtlere karşı ciddi bir saldırı hatta kırım başlatmıştır. Kısacası, ülke içinde yürüttüğü “müzakere süreci” yüzünden açıktan Kürt hareketine yönelik saldırılarda bulunmayı göze alamayan AKP için IŞİD bulunmaz bir müttefik olmuştur. IŞİD Suriye’de Kürtlere saldırmakta, Irak’ta da İran’a yakın duran ve Türkiye’yle arası bozuk olan Maliki hükümetine karşı savaşmaktadır. Bu da Türkiye’nin çıkarlarına tastamam uygun bir durum olmuştur.
Erdoğan-AKP iktidarı, IŞİD’e sadece insan, silah, lojistik, para yardımı yapmakla kalmamış, kimi iddialara göre 2 bin civarında MİT veya benzer istihbarat elemanını da IŞİD içine yerleştirerek örgütün karar mekanizmalarında da bizzat etkin olmaya, en azından örgütü manipüle etmeye çalışmıştır. Hatta denildiğine göre kimi durumlarda bizzat Türk askerleri, kuşkusuz gayri resmi biçimlerde, Suriye içinde IŞİD’le birlikte askeri saldırılar organize etmişlerdir.
Bu tablodan çıkacak sonuç, IŞİD’i Türkiye’nin kurdurduğu ya da IŞİD’in tamamen Türkiye’nin kontrolünde bir örgüt olduğu değildir. Ama çıkar ortaklığı üzerinden IŞİD ile Türkiye arasında kirli ve kanlı bir ilişkinin oluştuğu da aşikârdır. Baştaki soruya dönecek olursak, IŞİD, Türkiye’nin emperyalist politikalarının hayata geçirilmesi açısından önemli bir araçtır ve bu bağlamda emperyalist dış siyasetin ifadesi haline gelmiş bulunan “Yeni Osmanlı” projesinde de önemli bir işlevi vardır.
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir, emperyalist güçler (Türkiye de bir alt-emperyalist güçtür) planlarını hayata geçirmek için her zaman ve her fırsatta bu tür yerel güçlerle ve/veya devletlerle ittifaklar içine girebilir, işbirlikleri yapabilirler. Bu, kimi zaman açıktan olur, kimi zaman da üstü örtülü bir şekilde gerçekleşir. Hatta kimi zaman, tıpkı El Kaide ve IŞİD örneğinde olduğu gibi, açıktan bir ilişki kurulmadan ve hatta bu güçler “terörist, düşman” gibi sıfatlarla adlandırılarak, istihbarat örgütlerinin marifetleri ve daha pek çok yolla manipülasyonlar gerçekleştirilir.
Özellikle ABD ve İngiltere’nin, El Kaide ve IŞİD başta olmak üzere sayısız radikal İslamcı örgütle bu türden bir ilişki içinde olduğunu söylemek mümkündür. Emperyalist güçler bazen göz yumarak, bazen önünü açarak, bazen örgüt içine ajan yerleştirerek, çoğu zaman da bunların hepsini birden yaparak bu örgütlerden kendi planları uğruna faydalanmaktadırlar. IŞİD’i yaratan nesnel temel ABD’nin Irak’ı işgalidir ve uzun bir süre IŞİD, Irak’taki ABD güçleriyle savaşmıştır. Ama belirli bir noktadan itibaren ABD, gerek Maliki’yi yola getirmek, gerek Suriye ve Irak’ın kendi planları doğrultusunda şekillenmesi için IŞİD’den faydalanmaya başlamıştır. Afganistan’dan Nijerya’ya kadar emperyalist paylaşım savaşının konusu olan geniş bir bölgede, ABD, askeri varlığını, işgallerini, “terörist” olarak adlandırdığı IŞİD veya benzeri radikal İslamcı güçlerin varlığıyla gerekçelendirmektedir.
İşin aslına bakılırsa, Suruç katliamı sonrası Erdoğan-AKP iktidarının yapmaya çalıştığı şey de özde farklı değildir. Suruç katliamını gerçekten IŞİD’in mi düzenlediği ya da bizzat MİT tarafından mı organize edildiğinin aslında pek fazla bir önemi yoktur. Her halükârda Erdoğan-AKP iktidarı bu katliamdan siyasi fayda elde etmek üzere harekete geçmiştir. Bu katliamı bahane ederek IŞİD’e yönelik ülke içinde ve dışında göstermelik operasyonlar yapmış, güya IŞİD karşıtı koalisyonda daha aktif yer almaya başlamış, ABD’ye İncirlik üssünü açmıştır. Ama gerçekte, saldırılarının hedefinde IŞİD değil Kürt hareketi bulunmaktadır.
Ülkeyi erken seçime götürmek suretiyle AKP’nin oylarını arttırmak için gerilimi tırmandırma ve Kürt hareketinin önünü kesme noktasında IŞİD’den de etkin biçimde faydalanılmaktadır. Bugün için AKP’nin IŞİD’le ilişkiyi kesmek veya ondan kurtulmak gibi bir niyeti yoktur. Ama bu, yarın çıkarlar ve planlar değiştiğinde, bizzat Erdoğan-AKP iktidarının gerçekten de IŞİD’e karşı savaşmayacağı anlamına da gelmeyecektir. Nasıl ki El Kaide’nin yerini IŞİD almışsa, IŞİD’in yerini de başka bir örgütün (muhtemelen de yine El Nusra, yani El Kaide’nin) alması gayet mümkündür. AKP tek başına iktidar olduğu sürece, Türkiye IŞİD’i gözden çıkarsa bile, başka örgütler, gruplar, taktikler vb. söz konusu olacak, ama ana hedefler değişmeyecektir. Erdoğan-AKP’nin Ortadoğu’ya dönük emperyalist siyasetinin genelinde kısa ve orta vadede bir değişiklik olması zordur.
Türkiye-IŞİD ilişkisi emperyalist siyasetin sonucu ve parçasıdır
Net bir şekilde söylemek gerekir ki, Türkiye ile IŞİD arasında inkâr edilemez ve kanlı-kirli bir ilişki, bir ittifak mevcuttur. Bu durum, Erdoğan-AKP iktidarının izlediği emperyalist siyasetin sonucu ve parçasıdır. Türkiye, başından beri Ortadoğu’da ve özellikle de Suriye’de yürüyen emperyalist savaşın tarafı konumundaydı. Devlete bağlı resmi ve gayri resmi güçler, Suriye’de savaşmaktadırlar. Son dönemde de Türkiye, IŞİD’le mücadele adı altında, Suriye sınırı boyunca “güvenlikli bölge” oluşturmaya çalışmakta, buraya güya Türkmen gücü adı altında asker yerleştirmektedir. Aslında fiili ve kısmi bir işgal planı söz konusudur. ABD ise, her ne kadar “güvenlikli bölge” veya benzeri kalıcı oluşumları kabul etmeyeceğini beyan etmiş olsa da, çeşitli gizli pazarlıklar neticesinde elde ettiği tavizler sonucu şimdilik Erdoğan-AKP iktidarıyla uzlaşmış görünmektedir. Bu kapsamda da Türkiye’nin saldırılarına göz yummaktadır.
Tablo bu kadar açıkken, AKP’nin ve Erdoğan’ın, “Türkiye’nin IŞİD’e hiçbir desteği yoktur ve olmamıştır” ya da “Batı önümüzü kesmek için bu iddiaları ortaya atıyor” yollu açıklamalarına inanmak mümkün değildir. Ortada iddialar değil, bariz gerçekler bulunmaktadır. Kendileri de IŞİD veya benzeri radikal İslamcı örgütlerle her türlü kirli ilişkide bulunan emperyalist güçlerin Türkiye’yi suçlamaları kuşkusuz ikiyüzlülüktür, ama bu gerçekliği değiştirmez. Emperyalist emeller güden her devlet gibi o da bu tür örgütlerle, yerel güçlerle, devletlerle her türlü kirli ilişkiye girmiştir, girecektir. Yani ortada Batı’nın bir komplosu değil, Türkiye burjuvazisinin belli bir kesiminin kendine özgü emperyalist politikaları ve savaş bulunmaktadır.
Öte yandan burjuva muhalefet partilerinin yaptığı gibi meseleyi Erdoğan-AKP iktidarının “hatalı dış politika”sına indirgemek de doğru değildir. İzlenen emperyalist siyaset, bir yönüyle Türkiye kapitalizminin ulaştığı düzeyin bir sonucudur. Hangi siyasetin izleneceği, kimlerle ittifak içine girileceği ayrı bir konudur. Ama sonuçta hangi burjuva parti başa gelirse gelsin, özü emperyalist nitelikte olan bir siyaset izlenmeye devam edilecektir. Emperyalizmden temiz bir siyaset beklemek saflıktır.
Erdoğan’ın zorla dayattığı erken seçim ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, Türkiye’yi daha da artan bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ortamı beklemektedir. Kürt illerinde AKP iktidarı eliyle zaten bir savaş yürütülmektedir, Suriye’deki durum ortadadır. Emperyalist savaş her yönüyle Türkiye içinde de daha fazla hissedilir hale gelecektir. İşçi sınıfının örgütlü gücü sahneye çıkmadığı sürece, bu tablonun değişmesi mümkün olmayacaktır.
link: Kerem Dağlı, Bir Yalanın Anatomisi: “Türkiye’nin IŞİD’e Desteği Yok”, 8 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4429
Sermayenin Çıkarları İçin Dökecek Kanımız Yok!
AKP “Muhbir Vatandaş”tan Medet Umuyor