

İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve bunu izleyen tutuklama dalgasının ardından kitleselleşerek yayılan rejim karşıtı eylemlerde üniversite gençliğinin oynadığı rol dikkat çekiyor. Eylemlerin başlangıcındaki ateşleyici etkilerinin yanı sıra gençler, rejimin binlerce insanı gözaltına alması ve yüzlerce üniversite öğrencisini tutuklamasına rağmen çeşitli eylemlerle protestolarını devam ettiriyorlar. Gemi azıya alan rejim ise yükselen hareketi bastırmak için her zamanki gibi zora başvuruyor. Polisin yanı sıra KYK yurtlarından YÖK’e tüm aparatlarını devreye sokuyor. Eylemlere katılan öğrenciler yurtlardan atılmaya başlanıyor ya da atılma tehditleriyle karşı karşıya bırakılıyor. 12 Eylül askeri faşizminin ürünü olan ve uzun zamandır Erdoğan faşizminin akademi üzerindeki sopası işlevini gören YÖK de üstüne düşeni yapmaktan geri durmuyor. Nitekim bu kurum son eylemlerin ardından da tüm üniversitelere, boykota katılan üniversite çalışanları, akademisyenler ve öğrenciler hakkında idari ve adli işlem başlatılması talimatı gönderdi. Ancak bu tehdit öğrencileri sindirmeye yetmediği gibi eylemlerin bayram tatili bitişinde canlanmasıyla önemli bir kazanım da elde edildi. Tutuklu arkadaşlarının serbest bırakılması için yükselttikleri ses toplumun çok geniş kesimlerinde yankısını buldu ve rejim bu tepki karşısında tutuklu öğrencileri serbest bırakmaya başlamak zorunda kaldı.
Rejim, polis terörüyle, gözaltı ve tutuklamalarla gençleri korkutmaya, sindirmeye çalışıyor. Gözaltına alınan gençler, darp, sözlü ve fiziksel taciz, saatlerce ters kelepçede tutma, aç-susuz bırakma gibi fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz bırakıldıklarını dile getiriyorlar. Faşist rejimin bu zorbalığının teşhir edilmesi ve bunun er geç hesabının sorulacağının sınıf düşmanımıza alenen hissettirilmesi sadece sosyalistlerin değil diğer muhalif kesimlerin de sorumluluğu ve görevidir. Tutuklu gençlerin medyaya verdikleri demeçlerde, yaşadıkları deneyimin kendilerini daha da güçlendirdiğini, korkuları kısa sürede aştıklarını, güçlü olanın halk olduğunu gördüklerini söylemeleri anlamlıdır.
Öte yandan ailelere baskı yapılarak gençler üzerine bir de bu dolayımla basınç bindirildiğine şahit oluyoruz. Polis telefonla arayıp gözdağı vererek ailelere çocuklarına “sahip çıkmalarını” buyuruyor. “Terörle mücadele” adı altında sayısız faşizan uygulamayı yasa düzeyine çıkaran AKP iktidarı altında, aileler üzerinden yürütülen pasifikasyon operasyonu rutine dönüştürülmüş durumda. Okullarda sosyalist öğrencilere, grevlerde mücadeleci işçilere aileleri üzerinden basınç bindirilmesini sağlamak, tehditlerle göz korkutmaya çalışmak ve böylelikle boyun eğdirip sindirmek, aslında sınıf mücadelesinde egemenlerin psikolojik savaş yöntemlerinin bir parçasıdır. Yükselen bu mücadelede de psikolojik savaşın en az cephe muharebeleri kadar önemli olduğunu bilen faşist rejim, bu yüzden elindeki her türlü aracı seferber etmiştir. Kuşkusuz medya bunun en etkili aparatıdır ve bu konuda yalanlarıyla, manipülasyonlarıyla, hatta tetikçiliğiyle üstlendiği rolü bilmeyen yoktur. Fakat tarihsel olarak haklı olan taraf apaçık ortadadır ve tam da bu nedenle elindeki devasa olanaklara ve baskı gücüne rağmen rejim henüz gençlere de emekçilere de geri adım attırmayı başaramamıştır.
Baskılarıyla ve izlediği politikalarla toplumu ayağa kaldıran rejim, attığı adımların yaratacağı tepkinin boyutunu kestiremeyecek kadar körleşmiştir. Nitekim rejimin Türkiye’nin en iyi öğrencilerinin gittiği liselerdeki kadrolaşmasını tahkim etmek üzere attığı son adım lise öğrencilerini de çileden çıkarmıştır. Bu okullarda çalışan deneyimli öğretmenler görev yılını doldurduklarında genelde görev süreleri uzatılarak çalıştıkları okula yeniden atanırken, bu kez binlerce öğretmenin ataması yapılmamıştır. Rejim böylelikle bu okullara kendi kadrolarını yerleştirmenin zeminini hazırlamaya girişmiştir. Fakat bu haberin duyulmasıyla liseler ayağa kalkmıştır. Son birkaç gündür Türkiye’nin dört bir yanındaki liselerde gördüğümüz gibi, öğrenciler öğretmenlerini savunmak için dersleri boykot ediyorlar, okul bahçesinde oturma eylemleri yapıyorlar. Bu eylemlere veliler ve mezunlar da katılıyor. Böylelikle üniversitelerden başlayan hareket liselere de yayılmış, hatta kent meydanlarında üniversite öğrencileriyle birlikte ortak eylemler gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Birkaç gün içinde yayılan bu hareket karşısında rejim öğrencilere, öğretmenlere ve velilere tehditlerle gözdağı vermeye çalışarak liselerdeki hareketin önüne geçmeye çalışmaktadır. Fakat öyle görünüyor ki, değişen toplumsal havanın başta gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimlerine yayılmasını bu baskı önlemleriyle engellemek artık son derece güçtür. Aksine bu doğrultudaki adımlar ters tepmekte ve eylemli tepkinin rejimin el attığı her alana sıçramasına yol açmaktadır. Üstelik binlerce insanın gözaltına alınmasına, tehditlere, göz korkutmalara rağmen insanlar yenilgi psikolojisi içinde değildir. Tersine şaşkınlık içinde kalan kesim rejim güçleridir. Toplumsal tepki karşısında tutuklu gençleri serbest bırakmak zorunda kalmaları da buna delâlettir. Serbest bırakılan gençler, dışarıdaki kamuoyu baskısının içerideyken kendilerini çok güçlü kıldığını, bu baskının hapishane yönetimi ve gardiyanlar üzerinde de bariz bir şekilde frenleyici etki gördüğünü dile getiriyorlar. Gözaltı ve tutukluluk sırasında yaşadıkları zorluklara rağmen bıraktıkları yerden devam edeceklerini vurguluyorlar.
Hareketin şu ana kadarki gidişatına bakacak olursak, CHP liderliğinin izlediği çizgi bu süreçte önemli bir rol oynamıştır. Sosyalist hareketin zayıflığı nedeniyle hareketin başlangıcından bu yana önderlik bu burjuva muhalefet partisinin elindedir. Fakat onu ileri iten şeyin aşağıdan gelen basınç olduğu da göz ardı edilmemelidir. Sosyalist örgütler kitle hareketinin bütünü içinde önemli bir rol oynayamasalar da, öğrenci hareketinin öncü kesimleri içinde belli bir etki yaratabilmişlerdir. Emekçi kitlelerin biriken öfkelerini kararlı bir şekilde dışa vurmaları da aşağıdan gelen basıncın bir diğer unsurudur. Öte yandan CHP’nin etkinliğinin hareket içinde yarattığı Kemalist etki çok barizdir. Zafer Partisinin gençliği sosyalist yönelimlerden uzak tutmak ve Kürtlerle kaynaşmayı engellemek için giriştiği milliyetçi provokatif tutumlar da ortadadır. Söz konusu partinin niteliği dikkate alındığında, bunun devletin tepesinden gelen planlı bir müdahale olduğu çok açıktır.
Burjuvazinin iç kapışması ve sınıfsal hesapları onu ilgilendiredursun, faşizme karşı yükselen mücadelenin emekçilerin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi noktasında asıl belirleyici olan unsur, sendikaların harekete geçirilmesi ve işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanma temelinde mücadeleyi yükseltmesi olacaktır. Fakat ne yazık ki şu ana dek işçi sınıfı harekete örgütlü gücüyle katılmış değildir. Bu noktada, hareketin istim kaybetmeden devam etmesi ve sendikaların aşağıdan bindirilen basınçla harekete geçmeye zorlanmaları belirleyici olacaktır.
Kapitalizm gençliğin bugününü de yarınını da çalıyor
Öğrencilerin çeşitli eylemlerde dikkat çektikleri hususlar, dile getirdikleri talepler ve çağrılar birçok açıdan önemlidir. Öncelikle üniversitelerden yükselen ve liselere yayılan hareket, öğrenci gençliğin hızlı bir politikleşme süreci yaşadığını göstermektedir. Bu elbette nesnel koşullardaki hızlı değişimin ürünüdür. Çıkışsızlık içindeki kapitalizm, işçisi, emeklisi, genci, yaşlısıyla milyarlarca emekçinin bugününü zindana çevirdiği gibi yarınlarını da karartmıştır. Bu durum tüm emekçilerin kaderini ortaklaştırmaktadır. Küçük bir sömürücü azınlığın akıl almaz zenginliğini sürdürebilmesi için, emeklilerin huzur içinde geçirecekleri yılları, gençlerin ise gelecekleri ellerinden çalınmıştır. Türkiye’de faşist rejim baskı ve zorbalığın yanı sıra tümüyle sermayenin çıkarlarına endekslenen politikalarıyla da bu tabloyu çok daha ağır hale getirmektedir. Bu yüzden gençlerin en sık dillendirdikleri şey geleceksizliktir. Bu eylemler öncesinde gençlerin geleceğe dair umutları giderek azalmış, büyük bir kısmı iyimserliğini terk etmişti. Hayal ettikleri geleceğe ulaşmak bir yana, iş bulma umutlarını bile yitirmişlerdi.
Aslında son birkaç yılda gençlerin ruh halinde büyük bir değişim yaşandığını görüyoruz. 90’ların başlarında hayata gözlerini açan çocuklar, bebekliklerinden başlayarak büyük bir illüzyon dünyası içinde yaşatılmışlardı. Burjuvazinin küresel ideolojik bombardımanı altındaki aileler, özene bezene yetiştirdikleri bu çocuklardan, isterlerse ve biraz çaba harcarlarsa kendileri için her şeyin ulaşılabilir olduğunu düşünen bir “ben nesli” yaratmışlardı. Hiçbir derdi tasası olmayacağını düşünen, olduğunda da ailelerin koruyucu kanatları altına giren bu kuşak, kendileri apolitik olan aileler tarafından bilinçli bir şekilde politikadan da uzak tutuldu. Fakat kapitalizmin krizinin ağırlaşmasıyla değişen sosyo-ekonomik koşullar yeni gelen genç kuşakların ruh halini belirgin bir şekilde değiştirmeye başladı.
Özellikle 2020 krizinin bu süreçte ciddi bir kırılma noktası oluşturduğunu söyleyebiliriz. Kapitalist saldırıların arttığı, işsizliğin sıçramalı bir şekilde yükseldiği, yoksulluğun derinleşip yaygınlaştığı bu dönemde, kafasını gerçeklik duvarına vuran emekçi çocukları ilk önce abandone olup depresif semptomlar göstermeye başladılar. Yüksek öğrenimin bırakalım yüksek ücreti, iş bulmayı bile garanti etmediğini bizzat yakın çevrelerinden görerek öğrendiler. Ekonomik tablo giderek ağırlaşırken gençlerin “çakraları” açılmaya başladı. “Okuyup da ne yapacağım” tepkisi yaygınlaşırken, maddi sorunlar yüzünden okuyamayan ve çalışmak zorunda kalanların sayısı bariz bir şekilde arttı. Türkiye’de son birkaç yılda karşı karşıya kalınan tablo işte bunun sonucudur: örgün lise eğitimini ve üniversiteyi terk edenlerin sayısındaki çarpıcı artış, üniversite sınavlarına girenlerin oranlarındaki çarpıcı düşüş ve devasa oranlardaki okumuş genç işsizliği! Resmi verilere göre 2020’den bu yana üniversiteyi terk eden öğrencilerin sayısı yıllık 110 binin altına düşmemiş, kimi yıllarda 136 bine kadar çıkmıştır. On binlerce öğrenci de kaydını dondurarak öğrenim hayatından kopmuştur.
Bu tabloyla çıplak biçimde karşı karşıya kalmak gençliğin ruh halini de değiştirmiş, depresyon yerini artık büyük oranda gerçeklik algısına ve bunun getirdiği bir öfke ve tepkiye bırakmıştır. Türkiye’deki faşist rejimin geleceksizlik ve güvencesizlik iklimini iyice ağırlaştırması nedeniyle gençlerin yurtdışına kaçış eğilimlerinin bir dönem zirve yaptığını biliyoruz. Ama bu konuda da bir değişim söz konusudur. Yurtdışına gidebilenlerin gittiği, kalan büyük çoğunluk içinse bunun bile ulaşılamayacak bir hayal olduğu artık kabullenilen bir hakikat haline gelmiştir. Siyasi iktidar hiç istemese de, gerçekliği algılayan ve bu ilk adımın ardından onu sorgulama ve yargılamaya da başlayan bir gençlik filizleniyor. Dahası, henüz azınlık oluştursalar da, bunların bir bölümü, o gerçekliği değiştirmek için harekete geçiyor.
Gençliğin yeri işçi sınıfının saflarıdır!
Yukarıda çalışmak zorunda kalan öğrenci sayısının bariz bir şekilde arttığını belirttik. Kabaca bir oran vermek gerekirse, bugün Türkiye’de her üç üniversite öğrencisinden biri okuyabilmek için yarı ya da tam zamanlı işlerde çalışmaktadır. Yani karşımızda sayısı yüz binlere ulaşan bir işçi-öğrenci gençlik kitlesi bulunuyor. Geçmişe göre önemli bir sosyolojik değişimi ifade eden bu durum, zihinsel bir dönüşüme de yol açıyor. Rejimin ve üniversite yönetimlerinin estirdiği terör yüzünden öğrenci hareketinin uzun süredir son derece zayıfladığı biliniyor. Şu anda ise hem kitlesellik hem de siyasi içerik olarak bariz bir değişim görülüyor. Bu eylemlerde çeşitli siyasal taleplerin yanı sıra işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanmasına, genel greve, sendikaların mücadeleye katılmasına vurgu yapılması ise ayrıca önem taşıyor. Bu tür sloganların ve taleplerin hareketin gündemine sokulması, tartışılması, emekçi gençlerin hapsedilmek istendikleri burjuva siyasetin ve çeşitli türden küçük-burjuva sol siyasetlerin dışına çıkmaları açısından önemli bir işleve sahiptir.
Hızlı sosyo-politik dönüşümlerin yaşandığı içinden geçtiğimiz benzeri dönemlerin, tarihsel örneklerini de gördüğümüz üzere gençlikte de hızlı bir politikleşmeye yol açtığını biliyoruz. ‘68 gençliği ve 80’lere kadar onun açtığı yoldan ilerleyenler bunun en çarpıcı örneğini oluşturdular:
“Fransa’dan başlayıp dünyanın diğer ülkelerine yayılan, tarihe 1968 hareketi olarak geçen devrimci dalga yükselmeden önce dönemin egemenleri genç kuşağın kendilerine sorun çıkarmayacak, kolay yönetilecek bir kuşak olduğundan bahsediyorlardı. İkinci Dünya Savaşının yarattığı dehşetin geride kalması, ilerleyen yıllarda görülen ekonomik büyüme, iki kutuplu dünyada gençlerin düşleyebileceği demokrasi ve özgürlükleri kapitalist dünyanın temsil ettiği şeklindeki şişirilmiş propaganda burjuvazinin kendine güvenini arttırıyordu. Oysa rüzgâr kısa zamanda tersine döndü. 68’de başlayıp dalga dalga farklı ülkelere yayılarak 80’lere kadar süren bir toplumsal canlanma dönemi yaşandı. Gençlerdeki uyanışın işçi sınıfındaki uyanışın işaret fişeği olduğu görüldü. Bu dönem boyunca iyi üniversitelerde okuyan öğrenci gençler, daha mütevazı ailelerden gelen, mütevazı okullarda okuyan gençler, fabrikalarda çalışan gençler genel olarak toplumcu değerlere, dünyayı değiştirme idealine yöneldiler. Üniversiteyi iyi dereceyle bitirip parlak bir kariyer sahibi olma hayalleri yerine toplumcu düşüncelerle devrimci mücadeleye katılmak, bu uğurda ter akıtmak gençler arasında yaygınlaştı. Fransa’dan Yunanistan’a üniversite işgalleri dalgası, ABD’de Vietnam savaşına karşı gerçekleşen kitlesel protestolar o dönemin gençler bakımından nasıl bir dönem olduğunu anlatan en iyi örneklerdir. Türkiye de ‘68 rüzgârından derinden etkilenmiştir. O yıllarda gençlerin devrimci fikirlere yönelmesi, sosyalist örgütlerde yer alması, bedelini göze alarak Filistin’e savaşmaya gitmesi, üniversite işgalleri dalgası vs. dünyadaki genel yükselişten, dönemin atmosferinden bağımsız düşünülemez. Arka planı son derece muhafazakâr olan gençler dahi bu hegemonyanın etkisiyle solculaşıyor, sosyalistleşiyordu. Mesela Harun Karadeniz’in Olaylı Yıllar ve Gençlik kitabının girişinde şu cümle dikkat çekicidir: «Biz, 1960 sonrasının gençleri başlangıçta kafa yapısı olarak sağcıydık. Yurt sorunlarıyla ilgilendik sadece. Fakat o sorunlar bizi aldı ve yoğura yoğura sosyalist yaptı.»”[1]
İçinden geçtiğimiz dönemde de ABD’den Avrupa’ya, Asya’dan Afrika’ya tüm kıtalarda ve sayısız ülkede yaşananlar, günümüz gençliğinin ciddi bir uyanış içinde olduğunu gösteriyor.[2] Gençler işsizliğe, yoksulluğa, adaletsizliğe, barınma sorununa, Siyahlara yapılan ayrımcılığa, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulme, savaş politikalarına, yükselen faşizme, kadınlara yönelik şiddete ve ayrımcılığa, çevre sorunlarına vb. karşı ayağa kalkıyor. Yaşanan bütün bu sorunların kapitalizmle bağını kurup sosyalist arayışlar içine girenlerin sayısı artıyor.
Gençler ellerinden çalınan geleceklerini istiyorlar. Oysa kapitalizm gençliğe en ufak bir aydınlık kırıntısı vaat etmiyor, tam tersine burjuvazi onlar için çok daha kara planlar hazırlıyor. Gençlerin bu planları çöpe atmalarının ve hayal ettikleri güzel yarınlara kavuşmalarının yolu, düzen partilerinin onları oyalama ve kandırma tuzaklarına düşmeyip devrimci mücadeleye atılmalarından geçiyor.
“Gençlik dönemi heyecan, coşku ve duyarlılıkla yüklüdür. Kapitalizmin tarihi boyunca, dünyanın neresinde olursa olsun, devrimci mücadeleye katılan gençlik bu olumlu özelliklerini kavga alanına taşımıştır ve de taşıyacaktır. Gençliğin devrimci romantizmi, gözüpekliği ve fedakârlığı olmasaydı devrimin safları donuk ve kuru olurdu” diyen Elif Çağlı gençlere şöyle sesleniyor:
“Marksizm, işçi sınıfının genç kuşaklarını ve yürekleri kapitalist düzenin yarattığı haksızlıklara karşı öfkeyle dolan genç insanları mücadeleye çağırıyor. İşçi sınıfının devrimci dünya görüşü, bugüne kadar bütün ezilenlerin içinde çırpındıkları maddi ve manevi esaretten çıkış yolunu gösteriyor. Genç kuşakların yaşamını ve geleceğini, bu köhnemiş düzeni yıkacak devrimci mücadeleye atılmanın onuru kadar değerli ve anlamlı kılacak başka hiçbir şey yok! (…) Kapitalizmi aşarak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum yolunda ilerlemeye azimli devrimci proletaryanın tarihsel mücadelesi onlara sesleniyor: Marksizmle aydınlan! Örgütlü devrimci mücadeleyle kenetlen!”[3]
[1] Suphi Koray, Kapitalizmin Gerçekleri ve Gençliğin Mücadelesi, 23 Ağustos 2024, marksist.net
[2] Sadece geçen yıl yaşanan birkaç örneğe bakıldığında bile gençlerin mücadeleleriyle nasıl ciddi siyasi değişimler yarattıklarını görmek mümkündür. Gençlerin Kenya, Bangladeş ve Sırbistan’da yaşanan halk isyanlarındaki rolünün yanı sıra ABD ve Avrupa’da İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği soykırıma karşı üniversitelerden ve meydanlardan yükseltilen sesin tüm dünyada yankılandığını da anımsayalım.
G.E., Sırbistan’da Başbakan Devrildi, Sırada Ne Var?, 26 Şubat 2025, marksist.net
Demet Yalçın, Bangladeşli Emekçiler Hasina Rejimini Yıktı, 10 Ağustos 2024, marksist.net
Yılmaz Seyhan, Bangladeş’te Öğrenciler Ayakta, 30 Temmuz 2024, marksist.net
İlkay Meriç, Kenya’da Halk İsyanı Egemenleri Titretiyor, 1 Temmuz 2024, marksist.net
[3] Elif Çağlı, Marksizm ve Gençlik, 8 Mart 2004, marksist.net

link: İlkay Meriç, Gençlik Geleceği İçin Eylemde, 22 Nisan 2025, https://marksist.net/node/8498
“Fontamara” ve Mühim Bir Soru: Ne Yapmalı?