Bangladeş’te kamuda istihdam kotası uygulamasının geri getirilmesine karşı Temmuz başında başlayan protestolar sonucunda, Avami Birliği Partisi iktidarı 5 Ağustosta devrildi. Başbakan Şeyh Hasina Vecid istifa ederek Hindistan’a kaçtı. Protestolar ilk olarak üniversite öğrencileri arasında başlamış ama kısa sürede ülke geneline yayılarak yüz binlerce kişinin sokağa çıktığı rejim karşıtı bir isyana dönüşmüştü.[1] Haftalarca süren ve katliama varan acımasız polis ve asker şiddeti, sokağa çıkma yasağına uymayanlar için polise “vur emri” verilmesi, gözaltı ve tutuklamalar, üniversitelerin süresiz kapatılması ve tehditler sabrı ve öfkesi taşan Bangladeşli gençleri durduramadı. Şeyh Hasina ve bakanları gösterilerin arkasında “dış güçler” olduğunu iddia etti, muhalefet partilerini göstericileri kışkırtmakla ve şiddetin sorumlusu olmakla suçladı. Oysa bu isyanın 15 yıllık ekonomik saldırıların ve siyasi baskıların yarattığı basıncın dışavurumu olduğu açıktı. İsyanı bastıramayan rejim, kota oranını düşürdüğünü açıklamak zorunda kaldı ama bu karar da emekçileri durdurmaya yetmedi. Gençler Şeyh Hasina’nın ve bakanların istifa etmesi, protestocuları katledenlerin cezalandırılması ve tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılması talebiyle sokağa çıkmaya devam ettiler. Birkaç hafta içinde çoğu öğrenci yüzlerce kişi hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı ve 10 binden fazla kişi gözaltına alındı.
5 Ağustosta emekçilerin Başbakanlık konutunu işgal etmesinin ardından Genelkurmay Başkanı, Hasina’nın istifa ettiğini ve ordunun geçici hükümeti kuracağını açıkladı. Hasina’nın istifa etmesini yüz binler sokaklara çıkarak kutladılar ancak askeri bir hükümet istemediklerini söyleyerek eylemlerini de sürdürdüler. Öğrenci liderleri geçici hükümetin başında ekonomist ve bankacı Muhammed Yunus’un olmasını istediklerini açıkladılar. Yunus, verdiği mikro kredilerle bilinen Grameen Bankın kurucusu, Avrupa’dan Nobel Barış Ödülü ve ABD’den Özgürlük Madalyası almış bir burjuva politikacı.[2]Hasina iktidarına muhalefet ettiği için rejimin hışmına uğrayan Yunus hakkında açılmış pek çok dava bulunuyor. Ülkenin çalışma yasalarını ihlal ettiği gerekçesiyle yargılandığı dava bu yılın başında yapılan seçimlerden birkaç gün önce sonuçlanmış ve Yunus 6 ay hapis cezası almıştı. Kendisi Fransa’da yaşıyordu.
Aynı gün Cumhurbaşkanı, aralarında Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) ve Cemaat-i İslami Partisinin de bulunduğu muhalefet partilerinin temsilcileri, ordu komutanları ve öğrenci eylemlerinin başını çeken Ayrımcılığa Karşı Öğrenciler Platformu liderleriyle bir toplantı yaptı. Toplantının ardından protestolar sırasında tutuklananların tamamının ve iktidara muhalif olduğu için tutuklu bulunanlarla 6 yıldır hapiste olan BNP lideri Begüm Halide Ziya’nın serbest bırakılacağı açıklandı. Sokağa çıkma yasağı kaldırıldı, kapatılan kamu kurumlarının, fabrikaların ve okulların açılacağı belirtildi. 6 Ağustosta ise geçici hükümetin başına Yunus’un getirileceği açıklandı. İki gün içinde yaşanan bu gelişmeler isyanı yatıştırmış görünüyor.
Bangladeş’te protestoların başlangıç noktası her ne kadar kamuda istihdam kotası olsa da aslında bu gerekçe bardağı taşıran son damla olarak görülebilir. Zira protestoların öğrenci hareketini aşarak bu kadar yayılmasının ve kitlesel bir isyana dönüşmesinin arkasında Hasina’nın 15 yıldır kesintisiz süren iktidarının giderek otoriter bir rejim haline gelmesi ve halkı yoksullaştırması var. Özellikle pandemi döneminde ekonomisi kötüleşen Bangladeş’te, o günden bu yana işçi ve emekçiler artan hayat pahalılığı ve işsizlik girdabından çıkamıyorlar. 170 milyon nüfuslu ülkede 18 milyon genç işsiz. Üniversite mezunlarının işsizlik oranı daha fazla. Dünya Bankasına göre Bangladeş’te kişi başına düşen gelir son 10 yılda üç katına çıkmış olsa da gerçekte Bangladeş’in büyüyen ekonomisinden payını alanlar yalnızca sermaye sınıfı ve iktidar sahipleri. Sermaye sınıfı kârına kâr katarken, yolsuzluk batağındaki iktidar sahipleri de sefahat içinde yaşıyor. Milyonlarca Bangladeşli işçi ve emekçi ise sefalet koşullarında yaşamaya çalışıyor.
Örneğin ülkenin en büyük sektörlerinden biri olan ve 3500 fabrikanın bulunduğu tekstil sektöründe işçi ücretleri son derece düşük. Geçtiğimiz yıl Ekim ayında 75 dolar olan aylık ücretlerine zam yapılması talebiyle binlerce tekstil işçisi greve çıkmış, çoğunluğu kadın olan grevci işçilerin eylemlerine saldıran polis 4 işçiyi katletmiş, onlarcasını yaralamıştı. İşçiler, en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ücretlerinin en az 208 dolara çıkarılmasını talep ediyorlardı. İşçilerin talepleri kabul edilmedi ama tekstil patronları yine de ücretleri 114 dolara yükseltmek zorunda kaldı. Ne var ki greve çıkan işçilerden adeta intikam alan tekstil patronları iktidarın desteğini de arkalarına alarak yüzlerce işçiyi işten attı. Ancak saldırılar bununla sınırlı kalmadı, gösterilerden iki ay sonra işçi sendikaları binlerce işçinin halen tutuklanma tehdidiyle yüz yüze olduğunu ve polis tarafından arandığını açıklamıştı.
Asya’nın demir leydisi olarak bilinen Şeyh Hasina’nın iktidarı döneminde hem emekçilere hem de genel olarak muhalefete yönelik baskı ve saldırılar hep oldu. Yıllar içinde otoriterleşmenin ve baskıların dozu arttı. Hiçbir muhalif sese tahammülü olmayan Hasina, burjuva muhalefet liderlerini yolsuzluk suçlamasıyla hapse attırarak ya da savaş suçlusu olarak idam ettirerek bertaraf etti, iktidarını böyle korudu. Bu yılın Ocak ayında yapılan genel seçimleri muhalefet partileri boykot etmiş, seçimlere katılmamışlardı. Seçim öncesinde binlerce muhalefet üyesi tutuklanmış, sonrasında da muhalefetin örgütlediği protestolara polis sert müdahale etmişti. Bu yolla muhalefeti bastıran Hasina’nın partisi Avami Birliği neredeyse rakipsiz girdiği seçimlerde birinci gelmiş, Hasina da beşinci kez başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Ne var ki Hasina bu yolla seçimleri bir kez daha almış olsa da, emekçi kitlelerde, gençlerde kendisine karşı biriken öfkenin açığa çıkmasını engelleyemedi. Rejimin zorbalığı kendisini bitiren faktöre dönüştü ve zulüm ile abad olanın akıbeti berbad oldu. İsyanın durulmayacağını, daha da şiddetleneceğini gören ordu da ekonomisi zaten çökme noktasına gelen ülkenin siyasi istikrarsızlık nedeniyle daha büyük bir krize sürüklenmesi tehlikesi karşısında Hasina’nın istifasının ve ülkeden kaçmasının önünü açtı.
Kuşkusuz Bangladeş’te birkaç hafta içinde yaşanan olaylar bir kez daha emekçilerin gücünü göstermesi bakımından önemlidir zira Hasina’yı ülkeden kaçmak zorunda bırakan şey kitleselleşerek isyan düzeyine gelen protestolardır. Ama aynı zamanda devrimci bir önderlikten yoksun olan işçi sınıfının burjuvazinin peşine takılmaktan kurtulamayacağı gerçeği de bir kez daha doğrulanmıştır. Nitekim ordunun devreye girmesi ve Hasina hükümetinin sona erdiğinin, burjuva partilerinden oluşan bir geçici hükümetin kurulacağının ve tutuklanan gençlerin serbest bırakılacağının açıklanması protestoları yatıştırmıştır. Oysa Muhammed Yunus önderliğinde seçimlere kadar görev yapacak olan geçici hükümetin tartışmasız sürdüreceği politikaların başında Hasina döneminde IMF ile yapılan 4,7 milyar dolarlık kredi anlaşmasının gereği olarak kemer sıkma ve özelleştirme programları geliyor. Yani emekçiler, iktidara hangi burjuva güç gelirse gelsin krizin faturasını ödemeye devam edecekler.
Diğer bir önemli husus, her zaman söylediğimiz gibi dünyadaki hiçbir gelişmenin kapitalizmin tarihsel sistem krizinden ve şiddetlenen emperyalist hegemonya kavgasından bağımsız değerlendirilemeyeceği gerçeğidir. Bengal Körfezine kıyısı olan ve Hindistan ve Myanmar ile sınır komşusu olan Bangladeş konumu itibariyle emperyalist güçlerin odağında olan bir ülkedir. Özellikle başını Çin ve ABD’nin çektiği iki emperyalist blok arasındaki hegemonya mücadelesinin giderek kızıştığı, Asya-Pasifik’te gerilimin iyice tırmandırıldığı son yıllarda Bangladeş’in durumu daha hassas hale gelmiştir.
Hasina iktidarının ülkeyi demir yumrukla yönettiği son 15 yıl bir yana Bangladeş kurulduğu 1971’den itibaren sayısız darbe ve darbe girişiminin yaşandığı bir ülkedir. Darbelerle değişen yönetimlerle birlikte ülke ya Hindistan’ın çizgisinde olmuş ya da Çin’e yüzünü dönmüştür. Diğer taraftan da Çin ile ABD arasındaki hegemonya mücadelesinin kızışmasıyla Batı’nın özel olarak ilgi gösterdiği ülkelerden biri olmuştur. Denge politikası izleyen Şeyh Hasina ise Hindistan’la sıkı bağları olmakla birlikte Çin, Japonya ve Batı ile ekonomik, ticari, askeri anlaşmalar yapmaktan geri durmamıştır. Şeyh Hasina, ABD’nin Asya’daki en büyük müttefiki olan Japonya ile de görüşmeler yapmıştır. Geçtiğimiz yıl Japonya Başbakanı Kişida ile görüşen Hasina, ABD’nin Çin’e karşı oluşturduğu ve yürütücülüğünü Japonya’nın yaptığı “Serbest ve Açık Hint-Pasifik” planının parçası olmaya hazır olduklarını söylemişti. Öte yandan Bangladeş ekonomisinde önemli bir yer tutan tekstil sektörünün büyük çoğunluğu Batılı şirketlere iş yapıyor. Ülkenin 55 milyar dolara ulaşan dış ticaret gelirinin yüzde 85’ini tekstil sektörü sağlıyor.
Ancak Bangladeş’in Çin’le geliştirdiği askeri, ticari ve ekonomik ilişkilerin Batı’yla olan ilişkilerinin önüne geçtiği de bir gerçektir. Çin Bangladeş’in en önemli silah tedarikçisidir ve en çok ticaret yaptığı ülkedir. 2016 yılında Bangladeş ile Çin arasında Kuşak Yol projesi kapsamında 24 milyar dolarlık yatırım anlaşması imzalanmıştır. Bu kapsamda Çin’in en çok yatırım yaptığı ülke Pakistan’dan sonra Bangladeş’tir. Protestoların ilk günlerinde, 11 Temmuzda Çin’e giden Şeyh Hasina, burada yeni ticaret anlaşmalarına da imza atmıştı. Bu ziyaretinde Cumhurbaşkanı Şi Jinping ile de görüşme yapmış ve iki lider “Çin-Bangladeş ilişkisinin kapsamlı stratejik işbirliği ve ortaklık seviyesine yükseltileceğini” açıklamıştı. Şi aynı zamanda “Bangladeş’i bağımsız dış politika uygulama, kendi koşullarına uygun bir kalkınma yolu izleme, ulusal egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü koruma ve her türlü dış müdahaleye karşı çıkma konularında desteklediklerini” vurgulamıştı.[3]
Tüm bu gerçekler yeryüzündeki ülkelerin birçoğu gibi Bangladeş’in de emperyalist hegemonya mücadelesinin önemli bir konusunu oluşturduğunu gösteriyor. Diğer taraftan hegemonya mücadelesinden bağımsız olarak derinleşen ekonomik krizin faturası Bangladeşli işçi ve emekçilere, gençlere yoksulluk, açlık ve işsizlik olarak ödetildiği sürece en “istikrarlı” gibi görünen otoriter rejimlerin bile ilelebet sürmeyeceğini de yaşananlar göstermiştir.
Hiç kuşkusuz işçi sınıfının mücadelesi bakımından Bangladeş’ten çıkarılabilecek en önemli sonuç, tüm dünyada devrimci önderliğe duyulan yakıcı ihtiyaçtır. Bugün gerek emperyalist kapitalist ülkelerde gerekse de hegemonya mücadelesinin kapışma alanı olan ülkelerde kapitalizmin yol açtığı sorunlarla boğuşan emekçiler peş peşe ayağa kalkıyor. Son iki ay içinde Kenya, Bangladeş ve Nijerya’da meydana gelen kitlesel protestolar, Avrupa ve ABD’de İsrail’in katliamına ve yükselen faşist tehdide karşı sokaklara dökülen yüz binler kendilerine yol gösterecek bir devrimci önderliğe ihtiyaç duyuyor. Çok açık ki devrimci önderliğin yaratılamadığı koşullarda sosyalist hareketin boş bıraktığı alanı burjuvazi doldurarak ayağa kalkan emekçi kitleleri peşinden sürükleyecek ve emekçilerin isyan dalgası sönümlenip gidecektir.
[1] bkz. Yılmaz Seyhan, Bangladeş’te Öğrenciler Ayakta, 30 Temmuz 2024, https://marksist.net/node/8324
[2] bkz. Oktay Baran, Mikro Kredi ve Makro Yalanlar, Aralık 2006, https://marksist.net/node/1267
link: Demet Yalçın, Bangladeşli Emekçiler Hasina Rejimini Yıktı, 10 Ağustos 2024, https://marksist.net/node/8332
İngiltere’de Faşist Yükseliş ve Faşizme Karşı Mücadele
Çin’in Siyasi Atakları Hızlanıyor