

Merhaba, güzel kardeşim...
Bu mektubu sana hiçbir zaman gönderemedim. Ama içimde taşıdım, yıllardır hem zihnimde hem yüreğimde seninle birlikte büyüttüm.
2004 yılında, avukatımın itiraz süresini kaçırması sonucu cezam kesinleşmişti. Kimlik kontrolü sırasında öğrendim bunu, gözaltına alındım ve tutuklandım. Sonra o hücreye atıldım, 27 gün boyunca. Yan yana dizilmiş, tek kişilik, soğuk duvarların arkasında nice insan vardı. Herkes yalnızdı, kimse kimsenin yüzünü göremiyordu. Ama biz birbirimize ses olmayı başardık. Hücre duvarlarını tıklatarak, seslenerek, birbirimize nefes olduk.
Sen karşı hücredeydin. Sesini ilk duyduğumda “Merhaba, güzel kardeşim” demiştin. Adını ve soyadını söyledin, siyasi mahpus olduğunu ve 35 yıl ceza aldığını. Sigara tiryakisiydin, ben de öyle. Ama “Burada sigara aklıma bile gelmiyor” demiştin. “Mücadele, böylesi zamanlarda irade, azim ve sabır ister bizden…” O 27 gün boyunca benim de sigara aklıma gelmedi. Sesin bana güç verdi.
Sesin... O şarkılar... Hele Kürtçe söylediğin zamanlar, hücre duvarları sarsılırdı adeta. Yüzünü hiç görmedim. Ama sesin hâlâ kulaklarımda yankılanıyor. Sonra seni bulmak için yıllar boyu İHD’ye gittim. Cezaevinden cezaevine sürgün edildiğini öğrendim; Bolu, Rize, Kocaeli... Sürekli hücre cezaları, görüş yasakları, mektup kısıtlamaları…
Defalarca yazdım sana, ama mektuplar hep içimde kaldı. Sonuncusuna senin sözlerinle başladım: “Merhaba güzel kardeşim...” Hatırlıyor musun, sesimizi bastırmak için bangır bangır o faşist şarkıyı çalarlardı. Ama biz sözlerini değiştirip haykırırdık: “Biz de maruz kaldık tazyikli suyuna, gazına, bombasına. Bin selam olsun sesimizi duyan dostlara!”
O polis şefinin “Bu pis teröristlerin bıktığını görsem ölsem gam yemem” lafına ne çok gülmüştük! Sonra hep bir ağızdan haykırmıştık: “Bu duvar, duvarınız, vız gelir bize vız!”
Evet, senin cezan 35 yıldı. Ve infazını yakarak o 35 yılın tamamını sana dayattılar. Belki bir gün sokakta karşılaşsak tanımayız birbirimizi. Ama sesini bin kişi arasında bile tanırım. Yüzünü hiç görmedim. Ama hayalimde senin bir yüzün var. Beni hayal ettin mi, bilmem...
Son haberin yüreğime hançer gibi saplandı. Ölümcül bir hastalıkla boğuşurken bile tahliye edilmemişsin. Hastaneye bile göndermemişler. Cansız bedenin ne zaman çıktı o beton duvarların ardından, bilmiyorum. Ailen Diyarbakır’daydı ama seni “kimsesizler mezarlığı”na gömmüşler. Avukatlara bile haber vermemişler. Çünkü bu düzen senin gibi devrimcilerin hem dirisinden hem ölüsünden korkuyor, kardeşim!
Korksunlar! Çünkü hiçbir şey boşa değil. Bu alçak sömürü düzeni elbet hesap verecek. Günü geldiğinde örgütlü işçi sınıfı ve ezilen halklar bu hesabı soracak!
Güzel kardeşinden, güzel kardeşinin anısına saygı ve özlemle...

link: İzmir’den bir MT okuru, Bir Mahpusa Gönderemediğim Mektubum, 25 Mart 2025, https://marksist.net/node/8479
Atlantik’in İki Yakasında Faşizm Yükselişte
Rejimin 19 Mart Saldırısı ve Yükselen Toplumsal Tepki