Uzaktan “eğitimi” devam eden okulların üç haftalık tatili 22 Ocakta başladı. Okulların Şubat ayında yüz yüze açılacağı haberleri de medyada yer almaya başladı. Daha Ocak ayı içinde “5 Şubatta koronavirüs tablosuna bakılacak, Bilim Kurulunun tavsiyelerine uyulacak” diyen Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, “15 Şubattan itibaren okulların mümkün olduğu kadar daha yüksek bir kapasiteyle açılması gerektiği noktasında bir kararlılığımız var” diyerek okulların açılma startını vermiş oldu. Peki ne oldu da şimdi bu kadar hızlı bir şekilde hem de daha yüksek bir kapasiteyle okulların açılmasına karar verildi? Bakan Selçuk tablet ulaştıracağını iddia edip ulaştırmadığı milyonlarca öğrenciyi kendine dert edinmiş olamaz. Çünkü edinseydi bu sorunun çözümünde bir ilerleme olurdu. Neredeyse bir yıl geçtiği halde bu sorun hâlâ yerinde duruyor! Yoksa kendisi de bir eğitim patronu olan Bakanın dert edindiği başka birileri mi vardı? Bunlar eğitim patronları olmasın sakın?
Son yıllardaki derin kriz koşullarında milyonlarca insanın yaşamı her alanda giderek daha fazla zorlaşırken, emekçiler ekonomik yükün altında daha fazla ezilirken, iktidarın sermayeyi krizden korumak için ona daha fazla destek çıktığı gözlerden saklanamıyor. Özellikle eğitim alanındaki her uygulamanın altından özel okul patronlarına çekilen kıyaklar, eğitimle ilgili her politikanın altından özel okul destekçiliği kabak gibi ortaya çıkıyor, adeta “kral çıplak” diyor.
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ile Türkiye Özel Okullar Derneği (TÖZOK) Başkanı Zafer Öztürk biraraya geldi. KDV indiriminin sürmesi ve özel okullara can suyu olarak teşvikler istendi. Ziya Selçuk da özel okul patronlarının taleplerini Maliye Bakanlığına iletti. Zafer Öztürk, MEB’e sunduğu raporda timsah gözyaşları dökerek kapanan özel okullarla beraber 5 bin civarında eğitim çalışanının işsiz kaldığına işaret ediyor, velilerin de KDV indirimiyle teşvik edilmesini istiyordu. Sanırsınız ki özel okul patronları eğitim işçilerini ve çocuğunu özel okula gönderemeyecek aileleri düşünüyor!
Geçtiğimiz iki dönemde de salgının faturası özel okul çalışanlarına kesildi. Haftada en az 35-40 saat çalışan öğretmenler kısa çalışma ödeneği adı altında düşük ücretlere razı edildi. Oysa online eğitim olmasına rağmen öğrencilerin ailelerinden alınan ücretlerde bir indirim yapılmamış ve bu ücretler öğretmenlere döndürülmemişti. Kriz fırtınasında özel okul patronları iktidarın desteğiyle yüklerinden kurtuluyordu. Pandemi sürecinde yüz yüze eğitim başlatıldığında da hem okula çağrılan hem “kısa çalışma ödeneği”ne talim ettirilen özel okul öğretmenleri daha ucuza ve daha yoğun çalışarak böyle bir dönemde bile patronlarının yüzünü güldürdüler. Bu arada TÖZOK’un bir önceki başkanı Nurullah Dal, Haziran ayında, özel okul öğretmenlerine “kötü örnek olan” devlet okulu öğretmenlerini toplumun hedefine oturtmaya kalkışmıştı. Öğretmenler okulların yüz yüze eğitime her açıdan hazır hale getirilmeden açılmak istenmesine, turizm sezonunun hemen öncesinde (!) birdenbire yasakların kaldırılarak seminer gerekçesiyle okula çağrılmalarına tepki göstermişlerdi. Kendisi daha sonra Covid-19’a yakalanarak hayatını kaybeden Nurullah Dal, o dönem öğretmenleri çalışmadan para kazanmak istemekle suçlamıştı. Öğretmenler çalışmadan para kazanmak istiyor, sendikaları da suyu bulandırıyordu! İşin doğrusu öğretmenler yaratılmış olan korku ikliminde öğrencileri ve kendileri için sağlıklı bir eğitim ortamı istiyorlardı. Sendikalara gelince suyu bulandırdıkları doğruydu! Ama işçi ve emekçilerin lehine olmayan özel okulların değirmenini döndüren eğitim politikalarının suyunu bulandırıyorlardı!
Mart ayında uzaktan eğitime geçildiğinde, salgının seyrine göre bir yol haritası çizileceği söylenmişti. Mayıs ayının ortalarında ise –turizm sezonuna girildiğinde– turkuaz tablodaki veriler kanıt sayılarak, okulların açılmaya hazır olduğu, Haziran ayında öğrencilerin okula geleceği yönünde beyanlar verilmişti. Oysa okullar belirlenen sağlık kriterlerine ucundan kıyısından yaklaşamıyordu. Okullarda çalışan temizlik işçilerinin çoğu sağlık kuruluşlarına gönderilmişti. Okullara yeterli düzeyde maske, temizlik ve hijyen malzemeleri gönderilmemişti. Okulların kendi bütçeleriyle –yani öğrenci velilerinden temin edilecek bütçelerle– bu tür malzemeleri temin etmeleri istenmişti. Eğitim için yeni binalar, daha fazla derslik, daha fazla öğretmen ve sağlıklı ulaşım olanakları sağlamaya ise hiç girişilmemişti. Nihayetinde, okulların açılıp, öğrencilerin sınavlar için okullara getirilmesine öğretmenlerin, muhalif sendikaların ve muhalefetin verdiği tepkilerden sonra, öğrenciler de öğretmenler de okula getirilmemişti.
Bir yıl öncesine kadar özel okullara yaklaşık olarak 1,5 milyon öğrenci gidiyordu. AKP iktidara geldiğinden beri bir yandan devlet okullarındaki eğitimin içini alabildiğine boşaltmış, bir yandan da türlü yollarla özel okulları teşvik etmişti. Ayrıca her alanda olduğu gibi eğitim alanında da emekçilere hayaller pompalanmıştı. Tüm bunların sonucu olarak, düşük gelirli aileler bile banka kredisi çekerek, borç harç çocuklarını özel okullara göndermeye başlamıştı. Fakat 2018 kriziyle birlikte hayaller yıkılmaya başlarken, 2020 krizi bunun üstüne tuz biber ekti. Mart ayından itibaren pandemi gerekçesiyle kapanan işyerleri, artan işsizlik, ücretsiz izinler, ekonomide yaşanan ciddi sorunların alım gücü üzerindeki derin etkisi ve uzaktan eğitim modeli, özel okul kayıtlarını da doğal olarak etkiledi. Ailelerin bir kısmı çocuklarını özel okullardan alıp devlet okullarına kaydetmeye başladı. Özel okullar genelde bir sonraki yılın kontenjanlarını Mayıs ayında tamamlarken, Eylül ayına kadar hâlâ kayıt oranları %50’lerin üzerine çıkmış değildi. Özel okul patronları zam oranlarını minimum düzeyde tutuyorlar, Covid-19’dan etkilenen ailelere özel indirimler yapıyorlardı. Ama nafile!
MEB, özel okul patronlarının “mağduriyetini” en aza indirmek için çabaladı durdu. Önce 31 Ağustos 2020-6 Haziran 2021 tarihleri arasında 8. ve 12. sınıflar için sınava hazırlık kursları açma hakkı tanındı. Daha önce özel okullar ücretli sınav hazırlık kursları açamıyorlardı. Bu hazırlık kurslarının açılmasıyla özel okullara tereddütlü bakmaya başlayan ailelerin bir kısmı “yola getirildi”. Özel okullarda söz konusu sınıflardaki öğrenciler okula gitmeye devam ederken, devlet okullarında yüz yüze eğitimin ertelenmesiyle aileler bir kez daha özel okullara mecbur bırakıldı. Yine aynı günlerde, uzaktan eğitime geçişle birlikte, evinde uzaktan eğitim için gerekli bilgisayar ve internet olmayan öğrencilerin okulun olanaklarından yararlanacağı bildirildi. Bazı okulların önüne “EBA Destek Noktaları” tabelaları konuldu. Bu uygulamayla bir taşla iki kuş vuruluyordu. Hem çocuğu uzaktan eğitime ulaşamayan milyonlarca ailenin gözü boyanıyor, hizmet sunuluyormuş gibi yapılıyor hem de –ve asıl olarak– özel okulların öğrencilerini okula çağırarak yüz yüze eğitim yapabilmesinin yolu açılıyordu.
Yapılan birçok uygulamaya rağmen kayıtların istenen düzeye ulaşmaması, üstelik devlet okullarına doğru kayışların devam etmesiyle, iktidar kesenin ağzını eğitim patronları için açarak, özel okullarda korona önlemleri kapsamında 1 Eylül 2020 ile 30 Haziran 2021 arasında geçerli olacak şekilde KDV’yi %8’den %1’e indirdi. Aynı karar özel üniversiteler için de alındı. Özel okulların geçmiş yıllara oranla daha az zam istemeleri, KDV oranının düşürülmesi, devlet okullarında kesintiye uğrasa bile özel okullarda bir şekilde eğitimin devam edeceği yanılgısının oluşturulması ve en önemlisi özel okulların hijyen açısından daha sağlıklı olduğunun propagandası bir ölçüde işe yaradı. Nitekim Milli Eğitim Bakanı ile TÖZOK başkanının en son görüşmesinden sonra TÖZOK Yönetim Kurulu Üyesi Mina Akçen, basına verdiği demeçte, ellerini ovuşturarak, sabırsızlıkla okulların açılmasını beklediklerini, gerek hijyen, gerek donanım, gerek hedeflenen eğitim kazanımları anlamında eğitime hazır olduklarını belirtiyordu. Elbette ilk sıraya hijyeni koyarak, ailelerin asıl olarak korktukları konuya dikkat çekip, varolan öğrencileri kaybetmemeye, mümkünse yeni müşteriler kazanmaya çalışıyordu.
Fakat ne yapılırsa yapılsın, hangi önlemler alınırsa alınsın özel okullar bir çöküş sürecine sürüklenmekten kurtulamamıştır. TÖZOK verilerine göre son bir yılda 936 özel okul kapanmış, bir kısmı devretmiş ve 300 bin öğrenci de kayıt sildirmiştir. O zaman gerekirse öğrencileri buralarda zorla da olsa tutmak gerekiyordu! Kasım ayındaki ara tatilde koronavirüs tedbirleri çerçevesinde okullarda yüz yüze eğitime 4 Ocağa kadar ara verilmiş ve bu süreç içinde özel okullar dâhil tüm eğitim kurumları arasında nakil işlemleri de durdurulmuştu. Yani öğrenciler kayıtlarını başka okula almak isterlerse yapamayacaklardı. Bu süreçte devlet okulunda okuyanlar için çok fazla bir şey ifade etmeyen bu uygulama, özel okuldan devlet okullarına kayıtları engellemek, velileri özel okullara ücret ödemeye mecbur bırakmaktan başka bir amaç içermiyordu! Yani özel okul patronları ne istiyorsa iktidar veriyordu! Nitekim geçtiğimiz günlerde okulların yeniden açılacağının açıklanması da buna hizmet etmektedir. Tatilin başladığı hafta özel okullar 15 Şubatı beklemeden 8. ve 12. sınıflara yönelik yüz yüze takviye kurslarını derhal başlatma kararı almışlardır.
Eğitimi özelleştirme politikası tam gaz devam ediyor
2019 yılında 13 bin civarında özel okul vardı. Yıllık 25-30 bin TL skalasında ücret alan özel okul sayısı 10 bin civarındaydı. Devletin özel okul teşvik politikası ve dershanelerin özel okula dönüştürülmesi, özel okul sayısını arttırdıkça arttırdı. Aileler maddi imkânlarını zorlayarak, hayatlarından birçok şeyi kısarak çocuklarını bu tip okullara gönderiyor. Ne yazık ki güzel bir makyaj ve ambalajla, pazarlama harikası özel okullarla, çocukların başının göğe ereceğine inandırılıyor aileler. Devlet okullarındaki eğitim koşulları, dönem başlarında kimi zaman 60-70 öğrenciyi bulan sınıf mevcutları adeta aileleri özel okulların kucağına atıyor.
AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte her türlü devlet imkânıyla palazlandırılmaya girişilen özel okulların sayısı yıldan yıla arttı. Üvey evlat muamelesi uygulanan devlet okullarının tüm yüküyse büyük çoğunluğu düşük gelirli olan emekçi ailelerinin sırtına bindirildi. Sınıf geçme yönetmeliğiyle, müfredatıyla ve daha birçok sorunuyla devlet okullarının içi boşaltılıp, çocukların buralarda harcanacağı duygusu yaratıldı. Bunun tek istisnası ise imam-hatip okulları oldu. Bunlar AKP’nin istediği “dindar ve kindar” nesli yetiştirmek üzere pıtrak gibi çoğaltıldı. Zeki çocuklarının burada “harcanacağını” düşünenler içinse “Proje İmam-Hatip Okulları” icat edildi. Fakat tek adam rejimi tüm çabalarına rağmen imam-hatip okullarını cazibe merkezi haline getirmeyi başaramadı. Aslında Milli Eğitim Bakanlığının politikalarına baktığınızda devlet okulları yaşayan bir ölüdür adeta! Eğitimle ilgili hangi sistem ve yönetmelik değişikliğine bakarsanız bakın, devlet okullarının altının boşaltılmak istendiğini görürsünüz. Sınav sistemleri ve müfredat başta gelmek üzere eğitimle ilgili her değişiklik, özel okullara ve imam-hatip okullarına giden yolu daha fazla genişletmek içindir. Kalan “dar şerit” içindeki okullarsa tabelasız imam-hatip okullarına ya da özel okullara çevrilmeye çalışılmaktadır. İster Anadolu, ister Çok Programlı, ister Mesleki ve Teknik, hangi tabela altında olursa olsun liselerin büyük bir kısmında seçmeli ders adı altında din içerikli derslerin sayısı yıldan yıla artmaktadır. Kimi devlet okullarında ise, özel sınıflar, proje sınıfları kurularak, buradan elde edilen gelirin bir kısmıyla okul giderleri döndürülürken, bir kısmı da İlçe Milli Eğitim Müdürlükleriyle paylaşılmaktadır. Bu sınıflar adeta devlet okulları içindeki özel okullar gibi çalışmaktadır. Daha az sayıda öğrenciye, daha iyi öğretmenlerle, daha iyi eğitim verildiği bu sınıflarla devlet okullarında da eğitim giderek paralı hale getirilmektedir.
Eğitim paralı hale getirildikçe, özel okulların sayısı ve ücretleri arttıkça, bu alandaki sorunlar da katlanarak büyüyor. Özel okulların sayısındaki artış doğrudan eğitimin kalitesine yansımadığı gibi, merdiven altı denilebilecek özel okullar bile el yakacak ücretler almaya başlıyor. Bu durum, gelir düzeyleri giderek azalan emekçilerin özel okullardan giderek daha büyük bir hızla uzaklaşmalarına yol açıyor ve şişen özel okul balonu patlamaya başlıyor. Nitekim bir yıl önce öğretmenlerinin ücretlerini vermeyen Doğa Koleji, özel okul gerçeğine projeksiyon tutmuştu. O dönemde bile 200’ü aşkın özel okulun iflasın eşiğinde olduğu, kiminin devlet desteği alarak en az zararla kendini kurtarmaya çalıştığı ortaya çıkmıştı. Bu koşullara rağmen özel okul balonu şişmeye devam ederek 2019-2020 eğitim yılında 1115 özel okul daha açılmıştı. Aynı dönemde açılan devlet okulu sayısı ise yalnızca 166! Şimdiye kadar bir kısmı devletin desteği ve teşvikleriyle ayakta kalan özel okullar, pandeminin etkisiyle derinleşen krizde domino taşı gibi devrilmeye başladılar. Eh Milli Eğitim Bakanlığı da asli işi olarak gördüğü eğitim patronlarının sorunları için daha fazla kolları sıvamış durumda. Özel okulların giderlerini azaltıp, gelirlerini arttırmak için elden ne gelirse yapıyor.
Artık daha fazla borçlanarak yaşamak zorunda kalan, faturalarını ödeyemeyen ve hatta evine ekmek götüremeyen insanların dertlerine bir de eğitim sorunu daha fazla büyüyerek eklenmiştir. Ne yazık ki çaresizliğe düşen insanlar çalacakları kapı bulamıyorlar karşılarında! Sıra sermayeye geldiğinde derhal seferber olup ona kol kanat geren iktidar, emekçilerin sorunları söz konusu olduğundaysa körleşip sağırlaşmaktadır. Ama bu gerçek giderek çok daha geniş bir kitle tarafından görülmekte ve muktedirlerin kurbanlık koyun gibi kaderlerine razı olmalarını beklediği işçi ve emekçilerin tepkisi içten içe birikip büyümektedir.
link: Aylin Dinç, Özel Okul Patronları İstiyor, MEB Veriyor!, 28 Ocak 2021, https://marksist.net/node/7163
Pandemi Süreci, Artan Çelişkiler ve Aşı Turizmi
Boğaziçi’ne Boyun Eğdirme Taarruzu Sürüyor