Geçtiğimiz günlerde gencecik bir üniversite öğrencisi, Enes Kara intihar etti. Bıraktığı notta ve video kaydında ailesinin zorlamasıyla kaldığı cemaat yurdundaki baskılardan bunaldığını, buradaki dayatmalardan bıktığını, kendisini özgür hissetmediğini ve yaşam sevincini kaybettiğini anlatıyordu. Tıp fakültesinde okuyan Enes, doktorların çalışma koşullarının kötü olduğunu, başka bölüm okusa bu sefer işsizlik ve düşük ücretle karşı karşıya kalacağını da söylüyordu. Kendisini baskılanmış hisseden ve özgür olmadığını söyleyen Enes’in “Türkiye’de hiçbir genç geleceğe umutla bakamıyor” sözü gençliğin içinde bulunduğu durumun ve kendisini intihara sürükleyen koşulların bir özetiydi aslında. Enes’in intiharının ardından yapılan tartışmalar ağırlıklı olarak cemaat yurtları üzerinden yürüyor. Şüphesiz AKP döneminde, özellikle de ülkede faşist bir rejim kurulmasıyla birlikte sayısı sıçramalı olarak artan ve rejimin gençliği kendi ideolojisi çerçevesinde dönüştürme projesinin önemli bir ayağını oluşturan cemaat yurtları, ailelerinin zorlamasıyla buralarda kalan gençlerin yaşadığı sıkışmışlık duygusunu ve baskıyı arttıran bir faktördür. AKP iktidarı son derece bilinçli bir politikanın ürünü olarak yıllardır KYK yurtlarının sayısını sınırlı tutmakta ve öğrencileri cemaat yurtlarına yönlendirmektedir. KYK yurtlarının sayısının, kapasitesinin ve kalitesinin hızla arttırılarak yoksul emekçi çocuklarının cemaat yurtlarına mahkûm olmaktan kurtarılması, KYK yurtlarında ve okullarda dinsel baskılara son verilmesi, faşist rejime karşı yürütülen mücadelenin yakıcı başlıklarından biridir. Bununla birlikte meselenin cemaat yurtlarına indirgenmesi, çıkış yolu arayan gençliğin sorunlarının dar bir alana hapsedilmesini beraberinde getirmektedir. Zira gençliğin yaşadığı çıkışsızlığın ve büyüyen sorunların kaynağında esas olarak kapitalist sistemin derin bunalımı ve Türkiye’de bu bunalımı alabildiğine derinleştirip ağırlaştıran Türk-İslam tipi sivil faşist rejimin “dindar ve kindar” nesil yetiştirme politikaları, uyguladığı baskı ve zorbalık vardır.
Bir zamanlar gençlere gelecek hayalleri satmayı başaran kapitalist sistem girdiği tarihsel kriz döneminde artık bunu başaramıyor. Özellikle genç nüfusta işsizlik büyüyor. İş bulup çalışabilenler ise uzun çalışma saatleri, güvencesiz çalışma ve düşük ücretlere mahkûm ediliyor. Bir tarafta küçücük bir azınlığın sahip olduğu devasa servetle sürdüğü lüks yaşam, diğer tarafta bu serveti büyüten emek gücünün sahibi milyarlarca insanın giderek artan yoksulluğu tüm çıplaklığıyla ortada… İşsizlik, yoksulluk ve gelecek kaygısının yanında baskı ve yasakların, demokratik hak gaspların artması, özgürlüklerin hepten yok edilmesi gençleri nefessiz bırakıyor. Böyle bir yaşam sürmek istemeyen gençler ne yapacaklarını bilemedikleri için yani örgütlü olmadıkları için çıkışsızlığa sürükleniyorlar. Ne yazık ki çıkışsızlık ve umutsuzluk gençleri intihara itebiliyor. Ancak bu sorunlar aynı zamanda gençlikte kapitalizme karşı öfkeyi büyüterek isyanlara da yol açıyor. Nitekim son yıllarda pek çok ülkede ağırlığını gençlerin oluşturduğu kitlesel protestoların yarattığı fırtınaya tanık oluyoruz.[1]
Faşist bir rejimin iktidarda olduğu Türkiye’de ise gençliğin isyan dinamizmi henüz açığa çıkabilmiş değil. 1980 askeri faşist darbesinin toplumda yarattığı derin tahribatın üzerine eklenen sivil faşizmin yol açtığı toplumsal bozulma, kurduğu baskı ve yapay kutuplaşma temel engelleyici faktörlerden biridir. İşçi sınıfının örgütsüz, sendikal ve sosyalist hareketin güçsüz olduğu, burjuva muhalefetin ise düzeni koruma güdüsüyle burjuva demokratik çerçevede bile alan açamadığı koşullarda, özellikle genç kuşakların tepkisi akacak kanal bulamamakta ve depresyon eğilimi güçlenmektedir. Ancak tüm bu olumsuz faktörlere rağmen rahatlıkla söyleyebiliriz ki Türkiye toplumunda çok boyutlu bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmaktadır. 1990’larda yüzde 60’larda olan kent nüfusunun bugün yüzde 90’ın üzerinde olması sadece niceliksel bir değişimi anlatmıyor. Kent yaşamıyla birlikte çeşitlenen toplumsal ihtiyaçlar, çalışma hayatına katılan kadınların sayısının artması, eğitimli ama işsiz genç nüfusun büyümesi gibi faktörlerin etkisiyle, özellikle AKP’nin oy tabanını oluşturan muhafazakâr kesimlerde niteliksel bir dönüşüm yaşanıyor. Bu süreç rejimin bugüne kadar üzerinden yürüdüğü yapay kutuplaştırma siyasetinin etkisinin zayıflamasıyla paralel ilerliyor.[2] Egemenler tarafından yaratılan yapay kutuplaşma ortamında kendisini etnik, dinsel, kültürel kimlikler üzerinden ifade eden emekçiler gerçek kutuplaşmanın sınıfsal olduğunu yaşayarak görüyor. Gençlerde ise toplumun geneline göre çok daha hızlı ve köklü bir değişim olduğunu görüyoruz. Gençler kendi kabuklarından çıkmak ve özgür olmak istiyor, alışkanlıkları ve tercihleri değişiyor, seküler yaşam tarzına sempati duyuyor. Ancak bu isteklerinin karşısında rejimin sopasını ve aile baskısını buluyorlar. Aynı zamanda genç işsizliğinin giderek artması, yoksulluğun büyümesi ve başta iktidar olmak üzere din istismarı yaparak zenginleşenlerin yaşadığı yozlaşma ve çürümenin ifşa olması gençlerin tepkisini büyütüyor.
Genç kuşaklardaki değişim ve dönüşümün farkında olan rejim, özellikle son 10 yıldır “dindar ve kindar nesil” yetiştirme projesini hayata geçirmek için bütün imkân ve araçlarını seferber ediyor. Eğitim sisteminin yap-boz tahtasına çevrilmesi, tarikat ve cemaat yurtlarının yaygınlaştırılması, Milli Eğitim Bakanlığı-tarikat protokolleriyle tarikatların okullarda öğrenci avlamasının önünün açılması, imam-hatip okullarının sayısının katlamalı olarak arttırılması, din derslerinin sayı ve çeşidinin arttırılması, sıbyan okullarının açılıp özellikle emekçi semtlerinde yaygınlaştırılması gibi uygulamalar bu amaçla hayata geçirildi. Ne var ki bunların hiçbiri rejimin istediği sonucu vermedi. Üstelik ekonomik krizin derinleşmesi ve siyasal İslamın ipliğinin pazara çıkmasıyla birlikte gençlerin rejime yönelik tepkisi daha da büyüdü. AKP’nin “dindarlığını” ve kurumsal dini sorgulayan gençlerin sayısı arttı. Zira “AKP tabanındaki muhafazakâr ailelerin çocuklarından bir kısmı kendilerine anlatılanla pratik arasındaki tutarsızlıkları, çelişkileri, yozlaşmayı, çürümeyi kendi çevrelerinde çok daha iyi bir şekilde gözlemliyorlar. En somutunda her gün ekranlarda bir tarafta dillerinden «Allah, din» düşmeyen öte yandan yolsuzlukla, rüşvetle, devlet kaynaklarının sınırsızca yağmalanmasıyla akıl almaz servet sahibi olan «büyüklerini» izliyorlar.”[3] İşte bu çelişkileri gören gençler arasında bir tepki olarak ateist, deist, agnostik eğilimler artıyor. 2019 yılında KONDA’nın yayımladığı bir araştırmanın sonuçları son 10 yılda kendisini dindar muhafazakâr olarak nitelendiren gençlerin oranının yüzde 28’den 15’e gerilediğini ortaya koyuyordu. Aynı araştırmaya göre gençlerin inanç seviyesi ve örtünme oranı ülke geneline göre daha düşüktü. 2008’de hayat tarzını “modern” olarak tanımlayan gençlerin oranı yüzde 34 iken bu oran 2018’de yüzde 43’e yükselmişti.
Bu araştırmanın yapıldığı 2018 yılından bu yana geçen dört yıl içinde gençlerdeki sorgulamayı arttıracak pek çok şey yaşandı iktidar cenahında. “İktidar gücünün nimetlerinden yararlanan İslamcı burjuva kesimler ve siyasi iktidar kol kola girerek kâr ve rant uğruna, doğayı yağma ve talana girişmekle yetinmediler. Para uğruna, inandıklarını iddia ettikleri ahireti unutup «haram, günah» saydıkları ne varsa onun öznesi haline geldiler… İktidar yalakaları, ikbal düşkünleri, çapsız, liyakatsiz kimseler adam kayırmacılıkla, rüşvetle, yolsuzlukla bürokraside mevki makam sahibi oldular… Sıradan bir memur gibi görünen kimseler haksız kazançla milyonluk araçlara binmeye, yat kat sahibi olup sefa sürmeye başladılar… Kokain kullanırken çekilen görüntüleri ifşa olan Kürşat Ayvatoğlu, kripto para borsası vurguncusu Faruk Fatih Özer, birkaç yıl öncesindeki Çiftlik Bank vurguncusu Mehmet Aydın vakası ve daha niceleri… AKP iktidarı döneminde yetişen ve onun tabanından gelen 25-30 yaşlarındaki bu kişiler, rejimin dindar değil, ama «pudracı, vurguncu» bir nesil yarattığının cisimleşmiş isimleri oldular.”[4]
“Dindarlık” maskesi düşen siyasi iktidar istediği kadar din propagandası yapsın açık ki gençler nezdinde fazla karşılığı bulunmuyor. Keza KONDA’nın araştırmasına göre toplumun yüzde 80’inden fazlasının çocuklarını cemaat yurtlarına göndermek istememesi de gösteriyor ki, rejimin anlatısına kendi oy tabanındakilerin önemli bir bölümü de artık teveccüh göstermiyor. AKP’nin oy tabanındaki erimenin önemli bir kısmını muhafazakâr emekçi ailelerin çocukları oluşturuyor. Yapılan araştırmalar genç kuşakların yüzde 70’inin AKP’yi desteklemediğini ortaya koyuyor. 2013 yılında AKP’nin muhafazakârlık salgısının artmasının arka planını anlattığımız yazımızda şöyle demiştik: “AKP sadece muhalif gençlik kesimlerini değil, kendi tabanını oluşturan ancak hızlı kentleşme ve modernleşmeyle birlikte raydan çıkmaya başladığını düşündüğü gençlik kesimlerini de zapturapt altına almaya çalışıyor. Kapitalizmi geliştirmek için hırsla uğraşan AKP, bunun kültürel ve düşünsel sonuçlarına katlanamıyor ve bastırmaya çalışıyor. Muhafazakârlık ve din ise ideolojik cephaneliğin başlıca araçları olarak kullanılıyor… Giderek otoriterleşen AKP, tüm demokratik hak ve özgürlüklere saldırarak toplumu dar bir muhafazakâr kalıba hapsetmeye çalışıyor. Fakat Türkiye kapitalizminin mevcut gelişmişlik düzeyinin yanı sıra kendine özgü sosyal-kültürel-politik eğilim ve dengelerinin şekillendirdiği toplumun böylesi bir gerici cendereye sıkıştırılmasının olanaksız olması nedeniyle bu politika eninde sonunda iflas etmeye mahkûmdur.”[5]
O günden bu yana yaşananlara baktığımızda diyebiliriz ki siyasi iktidarın “dindar ve kindar nesil” politikası iflas etmiştir. Muhafazakâr bir ailenin çocuğu olan Enes Kara’nın intiharı bu politikanın iflasının sembolü olmuştur. Ama aynı zamanda değişim ve dönüşüm sancısı yaşayan ve kurumsal dinden uzaklaşan gençlerin yaşadığı “arada kalma” durumunun yarattığı sıkışmışlığı aşamamasının acı bir örneği de olmuştur.
Boşlukta sallanan gençliğin tek çıkış yolu sosyalizm mücadelesidir
Kapitalist sistemin büyüttüğü sorunların cenderesinde sıkışan gençler, çıkış yolunun düzenin yarattığı sorunlara karşı mücadele olduğunu göremedikleri sürece adeta boşlukta sallanıyorlar. Yaşadıkları sorunlar toplumsal olmasına karşın bireysel çözüm yolu bulmaya çalışıyorlar ancak böyle bir yol yok. Girdikleri yolun çıkmaz yol olduğunu gördüklerinde ise umutsuzluk ve çıkışsızlık hissi artıyor. Özellikle içinde doğup büyüdükleri muhafazakâr ve dindar zemini sorgulayan gençler daha büyük bir boşluk yaşıyor. Zira belirli bir yaşa kadar üzerine basarak geldikleri zemini terk ettiklerinde yerine neyi koyacaklarını bilmiyorlar. Ailelerini ve sosyal çevrelerini karşılarına alabilmek için ihtiyaç duydukları gücü kendilerinde bulamıyorlar. Adeta yıpratıcı ve yorucu bir “ikili yaşam” sürmek zorunda kalıyorlar. Bu “ikili yaşam”dan kurtulup “bağımsızlıklarını” ilan edebilirlerse elbette rahatlıyorlar. Ancak bu “bağımsızlık” hali dertlerine derman olmak için yeterli değil.
Çünkü kapitalist sistemin yarattığı cehennemin içinde ve faşist rejimin artan baskılarıyla yaşamaya devam ediyorlar. İşte bu noktada laik, muhafazakâr, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, dindar, ateist fark etmeksizin bir bütün olarak emekçi gençliğin sorunları ortaklaşıyor. Elbette sorunların çözüm yolu da… Asla unutmayalım; insanlığın büyüyen sorunlarına sırtını dönen genç kuşaklar, tüm sorunların kaynağı olan kapitalizmin ideolojik prangalarını kırmadıkları müddetçe, itildikleri bunalımdan kurtulamazlar! İşsizlik, yoksulluk, gelecek kaygısı, yalnızlık, umutsuzluk, çaresizlik… Bütün bu sorunlardan kurtulmak isteyen emekçi gençlik için tek bir çıkış yolu var: İşçi sınıfının devrimci mücadelesine katılmak. Sınıfların ve sömürünün olmadığı, barış ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir dünya kurma mücadelesinin yani sosyalizm davasının saflarında yerlerini almak! Böylece hem kendilerini bulabilecekleri ve gerçekleştirebilecekleri bir zemine kavuşacaklar hem de kapitalist sistemi alaşağı edecek olan işçi sınıfının devrimci mücadelesine güç vereceklerdir!
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. Demet Yalçın, Kapitalizm Sorunları Büyütürken, İsyan Fırtınası Sürüyor, marksist.com
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Hakan Sönmez, AKP’nin Kutuplaştırma Siyasetinin Sonu Geliyor, marksist.com
[3] Gülhan Dildar, Rejimin “Dindarlık” Maskesi Düşüyor, marksist.com
[4] Gülhan Dildar, age
[5] İlkay Meriç, Sıkışan AKP’nin Muhafazakârlık Salgısı Artıyor, marksist.com
link: Demet Yalçın, Rejimin Dinci Kuşatma Politikası Gençlerin Sorunlarını Katlayarak Arttırıyor, 15 Ocak 2022, https://marksist.net/node/7555
Covid-19 ve Sağlık Sistemindeki Çöküş
Benzemiyoruz