İnternet erişiminin hızla arttığı günümüzde internet tabanlı sosyal iletişim ağları dünya üzerinde yüz milyonlarca insanı kapsayan ve üzerine pek çok tartışmalar yürütülen toplumsal bir fenomen haline gelmiş durumda. 2012 yılı itibarıyla 7 milyarlık dünya nüfusunun 2 milyarı internete erişiyor. Türkiye’de ise 2008’de 6 milyon internet abonesi varken, mobil internet erişiminin de etkisiyle bugün internet abonesi sayısı 18 milyonu geçmiş durumda. Türkiye’de her 2 evden birinde (%47,2) internet olduğu hesaplanıyor.
Myspace, Facebook, Twitter gibi sosyal ağlar, mobil internet erişiminin yaygınlaşmasıyla birlikte yüz milyonlarca insan tarafından her gün, hatta her an takip edilebilir hale geldi. Türkiye’de yaklaşık 32 milyon kişinin yani nüfusun %40’ının Facebook hesabı var, son 3 ayda Facebook’a eklenen hesap sayısı ise 1 milyona yaklaşıyor. Bu hesapların bir kısmının fake (uydurma/sahte) hesap olduğu söyleniyor. Pek çok aile yeni doğan bebek ya da evde besledikleri hayvan adına bile Facebook’ta hesap açıyor. Bunları 32 milyonluk sayıdan düşsek bile yine de sosyal ağ kullanımının hızla yaygınlaştığı su götürmez bir gerçek. Özellikle de genç kuşağın internete bir biçimde erişebilenlerinin büyük bir kısmı kendilerini sosyal ağlardan birine ya da birkaçına kaydediyor.
İnsanların iletişim araç ve imkânlarının gelişip çeşitlenmesi elbette çok önemlidir. Bu muazzam bir imkân sunuyor. Ancak bu konunun bir boyutudur. Diğer taraftan teknolojiyle alâkalı pek çok konuda olduğu gibi sosyal paylaşım sitelerine de kapitalizm damgasını vuruyor.
İnternet üzerindeki sosyal ağlar bazı kapitalist girişimcilerin çok küçük maliyetlerle kurdukları küresel dükkânlardır. Hatta bu ağlara yapılan her kayıt, sitenin sahibi şirketin sermayesine değer olarak eklenmektedir. Milyonlarca insanın kendilerini eklediği sosyal ağlar, onlarca milyar dolarlık birer reklâm alanına dönüşmektedir. Kullanıcı sayısı ve kullanma süreleri arttığı ölçüde bu sitelerde yer alan reklâm alanlarının piyasa değerleri de katlanıyor. Facebook geçen yıl 1 milyar dolar kâr açıkladı. Şirketin borsadaki hisselerinin değeri ise 100 milyar dolara ulaşıyor.
Şirketler internet üzerindeki web sitelerinin yanı sıra sosyal ağlar üzerinde de ürünlerini tanıtacak sayfalar oluşturuyor; hatta bu sayfaları müşteri hizmetlerini yürütebilecekleri interaktif platformlar olarak değerlendiriyor. Sosyal ağların burjuvaziye sunduğu olanaklar saymakla bitmiyor. Bazı şirketler işe alacakları personelin özel hayatı, geçmişi, ilgi alanları, sosyal çevresi ile ilgili bilgi edinmek üzere sosyal ağlardaki kayıtlarını inceliyor. Politikacılar güncel konulara ilişkin görüşlerini Twitter üzerinden “tweetliyor”. Gazeteciler intihar eden bir gencin Facebook’taki kaydından bilgi toplayarak haber yapıyor.
Durum öyle bir boyut kazanmış bulunuyor ki, sevgililer birbirlerinden ayrılmak istediklerinde bunu Facebook hesapları üzerinden duyuruyorlar. İnsanlar özel hayatlarıyla ilgili bilgilerinin (örneğin ilişki durumlarının) duyurularını, fotoğraflarını sosyal paylaşım sitelerinde yayınlıyor. İlginç bir görüntü, fotoğraf ya da çağrı bir anda yayılabiliyor. Bu yüzden ilginç durumlar da yaşanabiliyor. Geçtiğimiz günlerde Hollanda’nın küçük bir kasabasında 16 yaşına basan bir genç kız Facebook üzerinden doğum günü partisine yaptığı çağrının gizlilik ayarını yanlışlıkla herkese açık yapınca, parti daveti bir anda yayıldı. Partiye katılmak üzere 3 bin kişinin kasabaya akın etmesiyle birlikte olaylar çıktı.
Kısacası sosyal paylaşım siteleri yüz milyonları kapsayan ve özellikle internete erişebilen tüm genç kuşağı giderek daha fazla sarmalayan bir fenomen haline geldi.
“Bilgi çağı”nda bilgi kirliliği ve dezenformasyon
İnternet bilgiyi çok hızlı ve kolay erişilebilir hale getirdi. Ancak bu durum insanların doğru bilgiye ulaşabildikleri anlamına gelmiyor. Bir konuyu araştırmak üzere harcanan emeğin yerini “ilahi bilge” Google arama motoru aldı. Araştırılan konuya ilişkin o güne değin en çok tıklanmış veriler herkesin sorgulamaksızın kabul ettiği bilgi kaynağı haline geldi. Çok az insan internetteki bilgi kirliliğinin içerisinden doğru bilgiyi süzebiliyor. Kaynağı belirsiz, doğrulanmamış pek çok yalan haber ya da dedikodu internet üzerinden çok kısa bir süre içinde yayılabiliyor.
Bazı burjuva yorumcular internetin bilginin paylaşılma ve yayılma olanaklarını genişletmesi sayesinde artık hiçbir şeyin gizli kalamadığını, bilgi tekelinin kırıldığını ileri sürüyorlar. Oysa gerçeklik hiç de propaganda edildiği kadar parlak değil. Egemen güçler kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtılmış verileri ya da yalan haberleri çok hızlı biçimde dolaşıma sokabiliyorlar. Burjuvazinin yazılı ve görsel medyası, sanal âlemde sayısı çok daha fazla olan haber siteleri marifetiyle enformasyon alanındaki hâkimiyetini pekiştiriyor. Sosyalist basının burjuva basın karşısındaki durumu neyse, benzer bir durum sanal dünyada da devam ediyor. İnternet medyasının geleneksel yazılı ve görsel basından tek farkı sosyalist medyanın da çok çok düşük bir maliyetle bilgiyi paylaşıma sunma olanağı bulmasıdır.
Rakip burjuva güçler, aralarındaki çekişme şiddetlendiğinde kamuoyunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek üzere internet cephesinde de şiddetli bir enformasyon savaşı yürütüyorlar. Emperyalistlerin Libya operasyonunun zeminini hazırlamaktan, Suriye’deki sürece müdahaleye kadar enformasyon araçlarını ne kadar etkin olarak kullandıklarını izleyebiliyoruz. Türkiye’de birkaç yıl önce AKP ile generaller arasındaki iktidar çekişmesinin nasıl bir enformasyon/propaganda savaşı eşliğinde yürüdüğüne şahit olduk. Ergenekon davasında, generallerin hükümeti yıpratmak üzere internet siteleri kurdurduğu, psikolojik savaş uzmanı ekiplerin internette gazetelerin okur yorumları yapılan kısımlarını yorum bombardımanına tutmaktan yalan haber yaymaya kadar kamuoyunu yönlendirmek üzere pek çok faaliyet yürüttükleri açığa çıktı. Bu tür faaliyetleri sadece Ergenekoncular değil tüm burjuva klikler icra ediyorlar. İnternet, enformasyon/propaganda savaşlarının en önemli cephesi haline gelmiş durumda. Dolayısıyla internet sayesinde toplumun özgürce bilgilenebildiği ve gerçekleri öğrenebildiği iddiaları gerçeklerle bağdaşmıyor.
Sanal örgütlen, gerçekten örgütlenme!
Burjuva ideologlar insanların sanal âlemde hızla birbirlerini bularak örgütlenebildiğini, böylelikle devletin şeffaflaştığını, demokrasinin geliştiğini iddia ediyorlar. 1999’da Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantısına karşı gelişen protestolardan Arap Baharı’na kadar bütün toplumsal hareketlerin internet sayesinde gerçekleştiği ısrarla propaganda ediliyor.
Oysa toplumsal hareketler sanal değil gerçek toplumsal güçlere dayanır. Bir toplumsal eylemin bilgisinin yayılması, ona katılan toplum kesimlerinin haberleşmek üzere interneti kullanması, eylemin kendisi değildir. Sanal iletişim araçlarının toplumsal çelişkilerin ve patlamaların mayalanmasının ve açığa çıkmasının biricik aracı olarak sunulması, maksatlı bir ideolojik propagandadır. 1848 devrimleri tüm Avrupa’ya yayılırken ne mobil iletişim olanakları vardı ne de internet. Komünist Yazışma Derneklerinin mektupları at arabalarıyla taşınıyordu. 1. Enternasyonal’in çatısı altında birleşen işçi örgütlerinin dayanışması sanal bir dayanışma değil örgütlülüğe ve eylemselliğe dayalı somut bir birliktelikti. 3. Enternasyonal’in varlığı sayesinde inşasına girişilen komünist partiler, işçi sınıfı militanlarının devrimci umutları üzerinde yükseliyordu. Kapitalistlerin kâbusu haline gelen proletarya örgütleri, öncü işçilerin ve sınıf devrimcilerinin sabır ve sebatla ter akıtması sayesinde hayat buldu. Oysa bugün sendikaların yetki krizini aşması için işçilerin sendikalara internet üzerinden üye olmasına imkân verilmesini öneren/talep eden sendika bürokratları bile türemiş durumda. İşçiyi hayatında bir kere bile sendikasına uğramaması, dolayısıyla işçinin fiilen örgütsüz, sendikanın da fiilen işçi sınıfının basıncından azade olması anlamına gelecek bu tür hoppalıkları ileri sürenlerden sınıf hareketinin sorunlarını ciddiyetle ele almaları beklenemez.
Günümüzde sınıflar mücadelesinde iletişim imkânlarının muazzam ölçüde artmasının ötesinde, öz itibarıyla değişen bir şey yok. Seattle’daki kitlesel gösterilere imza atan küreselleşme karşıtı gruplar, sanal gruplar değildi. İnternet sadece haberleşmelerini, etkileşmelerini kolaylaştırdı. Tunus ve Mısır’da gelişen halk ayaklanmalarında kitleler diktatörlere karşı kavgayı sanal âlemde parmaklarının ucundaki bilgisayar tuşlarıyla değil, sokaklarda ve meydanlarda göğüs göğüse çarpışarak yürüttüler. İsyana kalkışan genç işsizlerin ve yoksul emekçi kitlelerin pek azının internete erişme olanağı vardı. Örneğin Mısır’da kıvılcımı çakan şeyin, bir grup gencin internet üzerinden yaptıkları eylem çağrısı olduğunu kabul edelim, peki sonuç ne olmuştur? Mübarek sonrasında iktidara gelenler kimler olmuştur? Eylem çağrıcılarının da aralarında bulunduğu özgürlükçü, demokrat, laik, fakat alabildiğine örgütsüz olan kesim mi, yoksa onyıllardır sıkı bir örgütlenmeyle geniş bir taban elde eden ve tabanları itibariyle belki de internete en uzak kesimi oluşturan Müslüman Kardeşler benzeri burjuva güçler mi?
Burjuva ideologlar bu gerçekleri gayet iyi bilirler. Ancak burjuvazi muhalif hareketleri, işçi sınıfını ve gençliği gerçek örgütlerde değil, sanal birliktelikler içinde yer almaya, yani örgütsüzlüğe bilinçli bir biçimde yönlendirmektedir. Gelişen her kendiliğinden hareket örgütlenme sorununu daha da yakıcı bir biçimde ortaya koyarken burjuvazi, sanal gruplaşmaları, tam da bu ihtiyaca yanıt olarak propaganda etmektedir. Bu tür gruplaşmalar hem gerçek birliktelikler gibi tehlikeli olmayacaktır, hem de devletlerin ilgili güvenlik birimleri tarafından kolayca takip edilebilecektir. Nitekim kapitalist devletler internet polisliği yapan birimler organize etmiş durumda. CIA bünyesinde yüzlerce uzman Arapçadan Çinceye kadar birçok dilde internet yazışmalarını izliyor. Sosyal ağlardan elde ettikleri bilgileri yerel gazeteler, haber kanalları ve internet sohbet odalarından topladıkları bilgilerle karşılaştırarak, yaklaşan siyasi krizlerle ilgili öngörüler geliştiriyor. 11 Eylül sonrasında terörle mücadele gerekçesiyle kurulan birimler 2009 yılında İran’da gelişen kitle hareketlerinden bu yana, sosyal medyayı çok daha yoğun biçimde gözlem altında tutuyor.
Devletler muhalif hareketlerin etkilerinin internet üzerinden hızla yayılabilmesi tehlikesine karşı da önlemlerini alıyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın “sosyal medya büyük toplulukları gaza getirebiliyor. Bu bir tehdittir. Tedbir alınması lazım” sözleri üzerine bakanlık acil durumlarda Facebook ve Twitter’ı anında durdurmak üzere hazırlık yapıyor.
Sosyal medyada “sosyalleşme”
İnsanlar arası iletişimde internet temelli teknolojilerin hızla yaygınlaşması, sosyal medyanın sosyal paylaşım alanı olarak kendi gerçekliğini yaratmasına yol açıyor. İnternetin sağladığı iletişim olanakları elbette yadsınamaz. Ancak internet üzerinden iletişim kuran ve bilgi paylaşımında bulunan insanların gerçekte ne kadar sosyalleştiği ciddi bir tartışma konusudur. Sosyal medya üzerinden gelişen iletişim sosyal hayatın dolaysız bir yansıması, buradaki araçlar da sosyal iletişimin basit birer araçları olarak kalsaydı elbette böyle bir tartışmaya gerek kalmazdı. Oysa sosyal medya zemininde yaratılan sanal ilişkiler yüzyüze iletişimin yerini alıyor. Gerçek insanlar değil giderek onların suretleri, yani internet üzerinde kurguladıkları kişilikler aralarında iletişime geçiyor. Sanal dünya, kişinin gerçek hayatta karşılaşmadığı ve belki ömür boyu karşılaşmayacağı kişileri sosyal ağlarına “arkadaş” olarak eklemesine olanak tanıyor. Gerçek hayatta fazla arkadaş edinemeyen bir genç Facebook’ta “arkadaş” listesine yüzlerce, hatta binlerce kişiyi ekleyebiliyor. Onlara kendisiyle ilgili veriler sunarak gerçekten arkadaşlık kurduğu yanılgısına kapılıyor.
Özellikle gençlerin sosyal medyaya sundukları kişilikleri, gerçek kişiliklerinden giderek uzaklaşabiliyor. Kişinin kendi gerçeği sanal dünyaya çarpılarak yansıyor. Sanal dünya bu çarpılma için son derece elverişli bir zemin sunuyor. Gerçek hayattaki gerçek sosyal ilişkiler, etraflarında farklı imaj oluşturmaya çalışan kişileri kolayca ele verir. Yüz yüze bakan, iç içe yaşayan insanlar birbirlerine kolay yalan söyleyemez. Yalanı ortaya çıktığında yaşayacağı utancın basıncı altında kalır. Gerçek dünyada insanların birbirlerini sınama ve birbirlerine güvenme imkânı vardır. Gerçek dünyada insanlar birbirlerine karşı sorumluluk taşır. Oysa sanal dünyada edinilen sözde arkadaşlara karşı sorumluluk taşımaya gerek yoktur. Hoşuna gitmeyen bir durum olduğunda biri diğerini “arkadaş” listesinden siler, kendi sayfasına erişimini engeller, olur biter. Zaten hemen her gün listeye birkaç kişi daha eklenmektedir. Sanal arkadaşlarla dertlerini değil komik videoları ya da görüntüleri paylaşırsın; kuru ekmeği paylaşamazsın. Üzüntülerini ya da sevinçlerini birlikte yaşayıp birlikte hissedemezsin. Elini bir kez bile sıkmadığın, gözlerinin içine bakmadığın birine gerçekten güvenemezsin. Onun için fedakârlık yapmayı seve seve göze alamazsın. Sosyal ağlarda her gün saatlerini harcayan gençler giderek sanallaşan dünyaları içerisinde gerçek arkadaşlığı, gerçek sosyalleşmeyi yaşayamadan binlerce arkadaşa sahip olduğu yanılsamasına sürüklenebiliyor.
Okul derslerine ya da kurslarına internet üzerinden katılan, karşı cinsle internet üzerinde tanışan ve iletişime geçen, “arkadaşlarını” Facebook’tan edinen ve iletişimini de bu platformdan sürdüren bir kişi gerçekte ne kadar sosyalleşebilir?
Muhalif düşüncelerini sosyal ağlarda paylaşarak “mücadele ettikleri” yanılgısına sürüklenenler, sanal dünyada muhalif gruplara katılarak örgütlendiklerini zannedenler, burjuvazinin onlara sunduğu sanal dünyaya kendilerini hapsettiklerinin farkına varmalıdır. Sanal dünyada sanal ilişkilerle vakit harcamak yerine gerçek dünyada gerçek ilişkiler kurmak, gerçek insanlarla gerçek adımlar atmak üzere çaba sarf etmek… Dünyayı değiştirme iddiasında olanların izleyeceği yol bu olmalıdır.
link: Zehra Aras, İnternet ve “Sosyal Medya” Üzerine, Ekim 2012, https://marksist.net/node/3116
Avrupa Otomotiv Endüstrisi Krizde!
HDK’dan Basın Açıklaması: Artık Ölüm Öncesi Çığlık Vakti!