AKP iktidarı, “çevreyi korumak gerek, plastik atıklarla doğayı mahvediyoruz” diyerek, bir doğruyu burjuvazinin çıkarları doğrultusunda suiistimal etmenin piri olduğunu bir kez daha ispatladı! AKP ve MHP’li vekillerin oylarıyla kabul edilen torba yasayla birlikte 2019’un ilk gününden itibaren alışverişlerde kullanılan plastik poşetler ücretlendirildi. Plastik poşetlerin çevre konusuyla ilişkilendirilerek doğayı koruma adı altında parayla satılması, iktidarın ikiyüzlülüğünü ve fırsatçılığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Keza gerek mevzu bahis yasanın iç yüzünden gerekse de AKP’nin 16 yıllık iktidar pratiğinden biliyoruz ki iktidarın “çevrecilik” söylemi, maskelemeden başka bir anlama sahip değil!
Öncelikle kamuoyunun henüz farkında olmadığı bir “ayrıntı” ile başlayalım. Yasayla birlikte çift kat kalınlığı 15 mikronun (mikron: milimetrenin binde biri) üzerinde olan plastik poşetler için 25 kuruş fiyat biçildi. 15 mikron günlük kullanımda o kadar küçük bir sınıra tekabül ediyor ki şeffaf manav poşetlerinden tutun sigara paketlerindeki jelatinlerin dahi fiyatlandırılmasının yasal zemininin döşendiği anlamına geliyor. Uygulamanın geniş kesimlerce öfkeyle karşılanması neticesinde şimdilik sadece market kasalarındaki poşetler satılıyor olsa da, zamanla tüm plastik poşetlerin ücretli hale getirilmesi mümkün bu yasaya göre!
Çevrecilik söylemini sos olarak kullanan iktidar, yasayı sermayeye kıyak yapmayı unutmayacak şekilde düzenledi. Poşet başına 10 kuruşun kasalarına girmeye başlamasıyla birlikte marketler, tanesini 2-3 kuruşa aldıkları ve daha önce ücretsiz verdikleri poşetler üzerinden ciddi kârlar elde etmeye başladı. Mesela her birinin ortalama 7 bin mağazası bulunan Türkiye’nin en büyük 3 market zinciri olan A101, BİM ve ŞOK’u düşünelim. Bu market zincirlerinden herhangi birisini örnek alacak olursak her mağazada günlük ortalama 500 işlem yapılması ve her müşteriye sadece bir adet poşet satılması durumunda marketin yıllık “poşet kârı” yaklaşık 130 milyon lira oluveriyor.
Öte yandan yasanın hazırlayıcısının çöp poşeti işiyle iştigal eden bir AKP milletvekili olduğunu da unutmayalım! Market poşetleri bundan böyle çok daha az çöp poşeti olarak kullanılacağı için bu zata da ballı bir kapı açılmış oldu. Uygulama devlete de poşet başı 15 kuruş vergi kesme avantası sağladı. Kesilen bu paralarla yıl sonuna kadar Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 2019 bütçesinin (2,5 milyar lira) üç katı oranında ek gelir elde edileceği tahmin ediliyor ve bu paralar Saray’ın kontrolündeki Hazine’ye aktarılıyor. Peki, Saray bu paraları hangi amaçla kullanacak? Sözde çevreci iktidar, katkı payı adı altında topladığı bu paraları çevre ile ilgili düzenlemelere harcayacak mı? Elbette hayır! Öyle ki muhalefet partilerinin poşetlerden elde edilen vergi gelirinin “atıklardan doğanın ve çevrenin korunmasına yönelik yatırımlara harcanması” yönündeki teklifi Mecliste tartışmaya bile açılmadan reddedildi!
İktidar çevrecilik söylemini gerek olası tepkileri minimize etmek gerekse de başta kendi şürekâsı olmak üzere sermayeyi ihya etme amacını maskelemek için kullanıyor. Fakat kimi zaman da bu maske suratlardan düşüveriyor. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un yasanın ayrıntılarının henüz belli olmadığı dönemde, katıldığı bir televizyon programında kendisine sorulan soruya verdiği cevap bu açıdan dikkat çekicidir. Gazeteci “markete gittiğimde naylon poşet kullanmayacak mıyım, az mı kullanacağım, ne alternatif öneriyorsunuz?” sorusunu sormuş, Murat Kurum ise gülerek “kullan ama öde!” mealinde bir cevap vermiştir.
Naylon önlem: naylon poşet satışı!
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sermaye, plastiği üretim sürecinde bol bol kullanmaktadır. Çünkü ekosistem açısından ciddi tehlikeleri olsa da, doğada parçalanıp yok olması yüzyıllar sürse de plastik daha az maliyetlidir! Sermaye de doğayı yok etme pahasına acımasız yasalarına uygun davranıp daha az maliyetli olanı tercih etmektedir. Resmi verilere göre Türkiye’de farklı sektörlerde toplam 8 milyon 612 bin ton plastik üretilmekte, 1 milyon 800 bin ton plastik ambalaj piyasaya sürülmektedir. Plastik poşet ise piyasaya sürülen plastik ambalaj miktarının %10’u bile etmemektedir! Keza doğaya verdiği zarar, en az plastik kadar fazla olan lastik üretiminde Türkiye’nin 8,6 milyon ton ile dünyada altıncı, Avrupa’da ise ikinci sırada olduğunu da unutmamak gerekir.
Yasa göstermelik bir biçimde sadece plastik poşeti öne çıkarıyor. Poşet, petrol türevi olan plastiğin oldukça yaygın ve pratik şekilde kullanılan bir ürünü olmasına rağmen, iktidarın sözde yakındığı plastik atık dağlarının oldukça küçük bir bölümünü oluşturuyor. Yani poşet, sadece buzdağının görünen kısmı! Geçtiğimiz yıl dünya genelinde yapılan temizlik kampanyalarında en fazla sigara izmaritleri, gıda ambalajları ve plastik şişeler gibi plastik çöp türlerine rastlanmış. Plastik pipet atıkları, plastik poşetlerle neredeyse eşit düzeydeyken köpük olarak nitelenen türdeki çöplerin sayısı ise tüm plastik çöplerden bile daha fazla çıkmış!
Meselenin bir de geri dönüşüm boyutu var. Plastik şişelerin de dâhil olduğu plastik atıkların geri dönüşümü için hiçbir bütünlüklü önlem getirilmezken, kitlelere geri dönüşüm kültürü de verilmemektedir. Zaten belediyelere çöpleri ayrıştırarak toplama zorunluluğu bile getirmeyen bir iktidarın kitlelere böyle bir kültürü vermesini beklemek de abes olurdu! “En büyük çevreci benim” diyen Erdoğan’ın başında olduğu bu “çevre dostu” hükümet, aynı zamanda Türkiye’yi İngiltere’nin en büyük plastik çöp alıcısı haline getirmiş durumda. Bir yandan plastik atıkları geri dönüştürme konusunda en başarısız 20 ülke arasında yer alan ve kendi çöpünün yüzde birini bile geri dönüşüm sürecine sokamayan Türkiye’nin, 2018’de İngiltere’den gelen 80 bin ton plastik çöpü ne yaptığı da belli değil!
Bıraktık geri dönüşümü, tüm dünyada kapitalizm, “tüket-at” kültürünü hayatın her alanında yaygınlaştırmaktadır. Doğanın “insan” eliyle yok oluşa sürüklenmesinin bir nedeni de budur!
Her yıl ortalama 25 milyar adet naylon poşet kullanıldığı düşünülen Türkiye’de paralı poşet uygulamasının poşet kullanımını azaltacağı öngörülüyor, ancak bu durum yukarıda da belirttiğimiz üzere plastik atık yığınlarından arınılacağı anlamına gelmiyor. Neredeyse 25 yıldır bunu uygulayan Avrupa ülkelerindeki plastik kirliliği, poşetin paralı satılmasının çözüm getirmediğini ortaya koyuyor. Kapitalist üretime değil, tüketimin bir kısmına (o da göstermelik şekilde) sınırlandırma getirmeyi hedefleyen bu tip yasalar, dünyanın kanayan yarasına merhem olmaktan çok uzaktalar. Bu durumun gayet farkında olan egemenler ise kapitalist üretim ilişkilerinin doğayı tahrip eden doğasının(!) üzerinden atlayarak plastik atıkların kabahatini emekçilere yüklüyorlar.
İktidarın “çevrecilik” karnesi!
Kamuoyunda sadece bir başlığı tartışılsa da, aslında poşetlerin parayla satılmasını da öngören kanun farklı maddeleri içeren bir torba yasa olarak çıkarıldı ve yerinde tabirle torbanın içinden doğanın dizginsiz talanı çıktı! Mesela yapacağınız bir yapının çevreye zararlı olup olmadığını belgeleyen ÇED (Çevresel Etki Değerlendirilmesi) raporlarına itiraz etme hakkı ortadan kaldırıldı. “Çevre dostu” sermaye devleti, güya “kamuoyunda oluşan yanlış algıyı düzeltmek” amacıyla zaten baştan savma hazırlanan ama itiraz da edilebilen ÇED Raporlarına ilişkin uygun bir kılıf ayarladı; “ÇED Gerekli Değildir” ibaresi yerine “ÇED Olumlu” ibaresi getirildi. Aynı torbanın içinde yaban hayatını koruma alanlarında önceden izin verilmeyen yapılar, köprüler, yollar inşa edilebilmesinden tutun, kıyılar ve denizlerin enerji sektörünün kullanımına açılmasına varıncaya kadar pek çok “çevre dostu” uygulama da bulunuyor!
Poşet başı 25 kuruşa çevre duyarlılığımızın arttığı aynı günlerde hükümetten iki adım daha geldi. Otomobillerde egzoz emisyon yüksekliği “ağır kusur” sayılıp araç muayenesinden geçememeye neden olurken, bu kusur sessiz sedasız “hafif kusur”a, yani aracın muayeneden onay alarak geçmesini engellemeyecek bir kusura dönüştürüldü. Aşırı karbon salımıyla havayı çok daha fazla kirleten dizel araçların pek çoğunun bu açıdan problemli olduğu biliniyor. Bu problemin otomobil tekellerinin maliyetten kısmak için gerekli donanımı değiştirme yoluna gitmemesinden kaynaklandığı, neredeyse tüm tekellerin egzoz emisyon değerlerini olandan çok daha düşük gösterdiği, bizzat bu tekellere son yıllarda yağdırılan cezalarla ortaya çıkmıştı. AKP hükümeti şimdi attığı bu adımla, Türkiye’yi AB’nin kabul etmediği yüksek karbon emisyonlu dizel araçlar için büyük bir pazar haline getirmiş de olacak. Sözde çevreyi koruma adına dizel yakıt fiyatları fahiş miktarlarda arttırılırken, böyle bir adımın atılması da ikiyüzlülük ve fırsatçılığın bir başka örneğidir. Bulgaristan’da ve Fransa’da burjuva hükümetlerin emekçileri ayağa kaldıran ikiyüzlülüğünün bir benzeri de burada yaşanmaktadır. Ama “en büyük çevreci”ler bununla da yetinmeyip, termik santrallere baca gazı filtre zorunluluğunu da 2021’e kadar erteleyecek bir yasayı Meclise getirmek üzeredir. İktidar; Çanakkale, Kahramanmaraş, Karabük, Kütahya, Manisa, Sivas, Şırnak ve Zonguldak’ta bulunan kömürlü termik santrallere baca gazı filtresi olmadan zehirli gazlarla havayı kirletme özgürlüğü tanımaya hazırlanmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde, dalga geçercesine, “Denizlerimizin kenarlarında, orman alanlarında buraları betona çevirme gayreti içinde olanlar var. Bu kapitalizm nelere muktedir. Orman falan kesiyor, götürüyor” sözlerini sarf eden Cumhurbaşkanı, bu açıklamasının üzerinden üç gün geçmemişken ormanlar başta olmak üzere çevreye verdiği zararlar mahkeme kararlarıyla kesinleşen BMC şirketinin Karasu fabrikasının açılışını bizzat gerçekleştirmiştir.
Tarihi ilçe Hasankeyf’i sular altında bırakmalarından Karadeniz yaylalarını beton ve asfalta gömen yeşil yol projesinin mimarları olmalarına kadar iktidarın “çevrecilik karnesi” takdire şayandır! İstanbul’daki 3. Havalimanı, 3. Köprü, çevre yollarının inşaatları gibi projelerle, Türkiye’nin çeşitli illerindeki HES ve çeşit çeşit santrallerle doğa katliamlarına imza atanlar, “en büyük çevreci” onlardır! Mersin Akkuyu’da nükleer santral temelini atanlar, Dersim’de çıkan orman yangınlarına malûm(!) sebeplerle haftalarca müdahale etmeyenler, Türkiye’de faal olan 186 organize sanayi bölgesinden 105’inin atık su arıtma tesisi bile olmayışı karşısında kılını kıpırdatmayanlar, plastik poşetlerden dem vurup çevrecilik pozu kesmektedirler. Hava kirliliği sebebiyle Kocaeli/Dilovası’nın bölgedeki emekçiler tarafından “kanserovası” olarak anılmasında payı olan, Sağlık Bakanlığının kamuoyundan gizlediği kanser raporunu yayınladığı gerekçesiyle Bülent Şık hakkında 12 yıla kadar hapis isteyen “yerli ve milli çevreciler” büyük bir alkışı hak etmektedir!
Kapitalizm, doğayı denetimsiz sanayiyle, yasak getirilmeyen gereksiz plastikleşmeyle, tüm canlılarla birlikte havayı, toprağı ve suyu katleden termik santrallerle yok ediyor. Sosyal yardım adı altında emekçileri kendine bağlama stratejisinin bir aracı olarak da kullanılan ucuz-kirli kömürlerle havayı solunamaz hale getirenler, açgözlü burjuvazinin ve onun sömürü-yağma-talan sistemi olan kapitalizmin sorumluluğunu, “poşetlerle, plastikle doğayı siz katlediyorsunuz” diyerek, suçu tek tek emekçilerin sırtına yıkarak kendilerini aklamaya çalışmaktadırlar. Trump’ın göstermelik çevre anlaşmalarına bile tahammül göstermeyip “biz bildiğimizi okuyacağız” demesiyle, “yerli ve milli” iktidarın yaptıkları arasında hiçbir fark yoktur! Hepsi de burjuvazinin çıkarları uğruna, daha fazla kâr uğruna dünyayı yaşanmaz hale getirmekte birbirleriyle yarışmaktadır. Kim ki bu gidişatın dünyayı mahvettiğini ve buna dur demek gerektiğini düşünüyorsa ve gerçekten samimiyse, kapitalizmi yıkmak için seferber olmak zorundadır.
link: Yılmaz Seyhan, İktidarın Seçmeci “Çevreciliği”, 10 Şubat 2019, https://marksist.net/node/6599
Emekçi Kadınlar Emperyalist Savaşlara Karşı Çıkmalıdır
Bir Mezar Taşının Anlattıkları