Devletler sahip oldukları savaş araçları ile övünmekte, işçi sınıfının sömürüsüyle elde edilen zenginliğin azımsanmayacak bir bölümünü silahlanmaya yatırmaktadırlar. Savaş patlak verdiğinde bu devletlerin burjuvaları için kadın-erkek milyonlarca emekçi öne sürülecek piyonlarından başka bir şey değildir. Cephelerde öldürmeye gönderilen de her gün binlerle ölen, sakat kalan, tacize tecavüze uğrayan, göç yollarına sürülen de emekçilerden başkası değildir.
Burjuvazi özellikle İkinci Dünya Savaşında cephelerde birbirine kırdırılan erkek işçilerin fabrikalardaki yerlerini onların eşleri, kız kardeşleri ve çocuklarıyla doldurdu. Erkek işçiler cephelerde ölürken, emekçi kadınlar yoksulluğun, cehennemin içine itildiler. On binlercesi ucuz işgücü olarak fabrikalarda ölümüne çalıştırılıp sömürülürken, açlığa mahkûm edilen, karın doyurabilmek için tarlalarda çalışan kadın ve kız çocuklarının durumu da ağırdı. Maalesef sefalet ve zorluklar bununla da bitmiyordu, emekçi kadına çok ağır bir fatura ödetiliyordu.
Sınıflı ve erkek egemen dünya yıkılmadıkça onun yarattığı savaş ve yoksulluk cehennemi son bulmayacak. Sefalet ve savaş koşullarında egemenlerin kadınlara onur kırıcı, insanlık dışı uygulamaları durdurulamayacak. Geçmişte de, bugün de bunun pek çok kanıtı var. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon emperyalizminin, işgal ettiği Burma, Tayland, Vietnam, Malezya, Tayvan, Kore, Endonezya, Doğu Timur gibi ülkelerden binlerce kadını, “rahatlama merkezleri” adını verdiği yerlere kapatıp askerlerin cinsel ihtiyaçları için köleleştirmesi bunun tarihteki trajik örneklerinden biridir.
Japon askerlerinin kadınları evlerini basarak zorla alıkoyduğu, bir kısmını iş ve aş arama çabasını istismar ederek, fabrika ve restoranlarda çalışacaklarını söyleyerek bu merkezlere getirdiği o günleri yaşamış kadınların tanıklığıyla ortaya çıkmış. İlk merkezi Şangay’da 1932 yılında kuran Japonya ordusu, işgal ettiği topraklardan binlerce kadını açtığı bu merkezlere getirmek üzere kaçırmış. Sayıları yüz binleri bulan yoksul ve savaş mağduru kadınların yaşadığı acıların Japon egemenlerinin nezdinde bir önemi yok. Japon makamları sanki suçlarını hafifletirmiş gibi kadınların sayısını 20 bin diye açıklamış. Bu kadınlara “ComfortWomen, rahatlama kadınları” diyenler de onlar. İzledikleri karanlık siyaseti sinsi bir dille yumuşatmaya, meşrulaştırmaya çalışmaları yaşananların üstünü örtmeye yetmemiş. Mağdurlardan hayatta kalanlar uzun süre çeşitli protestolarla seslerini duyurmaya çalışmış. Japon egemenleri yaşananları önce inkâr etmiş ancak kanıtlar uluslararası medya aracılığıyla daha görünür olmaya başladıkça, olanları küçük göstermeye, olağanlaştırmaya çabalamışlar. Onların meşrebine uygun bu tutuma rağmen pek çok kanıt gün yüzüne çıkmış.
Japon ordusunun 70-80 Koreli kadını topladığı merkezlerden biri Tengçong denilen yerde kurulmuş. Savaşın bitiminde ulaşılan bu merkezden sadece 23 kadın sağ olarak kurtarılabilmiş. Şiddet, tecavüz ve ağır baskı koşullarında hayatını kaybetmiş ya da öldürülmüş pek çok kadının gömüldüğü toplu mezarlar uzun yıllar sonra ortaya çıkmış. Bu merkezlerde tutulan kadınlara yönelik insanlık dışı muamelenin dehşetli anıları hayatta kalanların hafızalarından çıkmamış. Birisi şöyle anlatıyor: “Tanımadığım bir kadın, askerler tarafından bir odaya alınmak istendi fakat kadın şiddetle karşı çıktı. Daha sonra kadını herkesin önünde dövmeye başladılar ve zorla odaya aldılar. Birkaç dakika sonra kadının kafasını kılıçla bedeninden ayırdılar ve vücudunu parçalara ayırıp, önümüze attılar.” Hayatta kalan bir başka Çinli kadınsa Japon askerleri evlerini basıp onu kaçırdıklarında sadece 15 yaşında olduğunu anlatıyor.
1910-1945 yılları arasında işgal ettiği Kore yarımadasında da benzer merkezler kuran Japon ordusunun zulmüne rağmen hayatta kalmayı başarabilen 50 kadar kadın, uzun süre Seul’deki Japon Büyükelçiliği önünde eylemler yapmıştı. Japon politikacı Haşimoto, yaptıkları işkenceleri şu sözlerle aklamaya çalışmıştı: “Mermilerin yağmur ve rüzgâr gibi uçtuğu koşullarda savaşan ve hayatını ortaya koyan askerlerin dinlenmeye ve rahatlamaya ihtiyacı vardı. Bu nedenle ‘konfor kadınları’ sistemi bir ihtiyaç haline dönüşmüştü. Bu durumu herkes anlayabilir.” Bu merkezlerde silah zoruyla ve çoğu durumda kadınların ölümüyle sonuçlanan koşulları normal görmek, hangi ulustan olursa olsun aşağılık burjuvazinin harcı olabilir.
Bu acımasız şiddet ve saldırganlığın kurbanı olmuş ve şans eseri hayatta kalmayı başarabilmiş kadınlar artık yaşlanmışlar. O yıllarda yakalandıkları hastalıklar nedeniyle çok acı çekmiş bu kadınlar, yaşadıklarını kimseyle paylaşamadıkları gibi hayatları boyunca bu izleri bedenlerinde ve ruhlarında taşımaya devam etmişler. Çoğu ömrünü yoksulluk ve sefalet içinde tamamlamak zorunda kalmış. Kalan hayatlarını da kapitalizmin yarattığı sömürü koşulları onlardan çalmış. Bir kısmı yaşlanmasına rağmen toplumsal önyargılara, dışlanmışlık ve aşağılanmalara karşı durup, yaşadıklarının bilinmesi, çalınan hayatlarını geri alamasalar da birilerinin bunun sorumlusu olduğunun ortaya çıkması için uğraşmaya devam etmiş.
Ezilen sınıfların kadınlarının mahkûm edildiği trajediler tüm savaşlarda aynıdır. 1994 yılında emperyalist devletlerin kışkırttığı iç savaşta Ruanda’da yaşanan soykırım sırasında yüz binden fazla, Sierra Leone’de 1991-2002 yılları arasında 60 bin, Liberya’da1989-2003 yıllarında 40 bin, Kongo’da 1998-2008 yıllarında 200 bin kadının cinsel saldırıya maruz kaldığı Birleşmiş Milletler’in raporlarında yer alıyor. Elbette bunlar sadece bilinenler yani buzdağının görünen yüzü. Gerçek rakamları düşünmek bile zor. Bugün de başta Ortadoğu olmak üzere emperyalist savaşlar birçok bölgede devam ediyor. Bunun bedelini de ezilenler ödüyor. Suriye, Yemen, Filistin’den daha pek çok coğrafyaya emekçiler bombalarla can veriyor, açlığa mahkûm ediliyor, göç yollarında ölüyor ve kadınlar Boko Haram, IŞİD gibi örgütlerin kölesi olarak tecavüz kurbanı oluyor.
Bütün bu gerçeklerin farkında olsa hiçbir emekçi emperyalist savaşların destekçisi olmaz, olamaz. İşte o zaman hiçbir kuvvet onlara, burjuvazinin çıkarı için evladını ölmeye ve öldürmeye göndermeye ikna edemez.
link: İstanbul’dan bir kadın işçi, Emekçi Kadınlar Emperyalist Savaşlara Karşı Çıkmalıdır, 15 Şubat 2019, https://marksist.net/node/6598
Faşizmin Din ve Aile Üzerinden Tahakkümü
İktidarın Seçmeci “Çevreciliği”