24 Şubatta Rusya Ukrayna’ya karşı savaş başlattı. Öncelikle, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı giriştiği bu savaşın emperyalist bir savaş olduğunun ve Üçüncü Dünya Savaşının yeni bir halkasını oluşturduğunun altını çizelim. Emperyalist rekabetin Ukrayna fay hattında uzun süredir biriktirdiği gerilim, sonunda şiddetli bir şekilde patlamıştır. ABD emperyalizminin ve NATO’nun Ukrayna’yı Rusya’nın nüfuz alanını daraltmak ve emperyalist rekabette zayıf düşürmek üzere silahlandırması ve kullanması, bu temelde kışkırtıcı bir rol oynaması Rusya’nın emperyalist bir savaş başlattığı gerçeğini değiştirmez! ABD’nin emperyalist politikalarına ve işgal operasyonlarına karşı çıkarken, Rusya’nın emperyalist politikalarını ve işgal operasyonlarını haklı göstermeye dönük argümanlar üretmek Marksizm açısından kabul edilemez! Devrimci Marksistler, savaşın tarafı olan tüm ülkelerdeki işçi sınıfını bu haksız ve emperyalist savaşa karşı çıkmaya çağırırlar!
Rusya, 21 Şubatta Ukrayna’nın doğusunda yer alan ve 2014’te bağımsızlıklarını ilan eden Donbas bölgesindeki Donetsk ve Lugansk’ı resmen tanıdığını açıkladı. Rus nüfusun yoğun olarak yaşadığı bu bölgelerin bağımsız devlet olarak tanınması, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşa bir gerekçe, bir kılıf üretmekten başka anlama gelmiyor. Nitekim senaryoya uygun olarak, bağımsızlıkları tanınan bu bölge yönetimleri Rusya’dan askeri yardım istemiş ve Putin de Ukrayna’ya karşı onların yardımına koşmuştur! Gerçekte Donbas bölgesinin küçük bir kısmını elinde tutan Donetsk ve Lugansk yönetimleri, bölgenin tamamında hak iddia ediyorlar. Rusya da askeri operasyonun bu bölgelerle sınırlı olduğunu açıklayarak giriştiği işgali meşrulaştırmaya çalışıyor. Fakat Rus ordusu bir taraftan söz konusu bölgeyi ele geçirirken, öte taraftan da ülkenin tamamında Ukrayna’yı askeri olarak çökertmek, savaş gücünü yok ederek elini kolunu bağlamak üzere askeri bir operasyon yürütüyor. Rusya’nın bu hedefine ulaştıktan sonra nerede duracağı belli değildir.
Kuşku yok ki Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi emperyalist savaş sahasını genişletmiş ve en önemlisi, Türkiye’yi de derinden etkileyecek şekilde tüm bölgeyi çatışmalı ve belirsiz bir sürecin içine çekmiştir. Ukrayna savaşı, Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde önemli bir kırılma noktası olabilir. Zira ABD, Rusya, Çin ve Avrupalı emperyalistler bugüne kadar kozlarını doğrudan karşı karşıya gelmeden paylaştılar. Mesela Afganistan veya Irak’ın Ukrayna gibi bir durumu yoktu. Oysa Ukrayna ABD-İngiliz emperyalist blokunun silah yığınağı yaptığı ve Rusya’ya karşı doğrudan desteklediği bir devlettir. Rusya, kendi emperyalist hesapları doğrultusunda Ukrayna’yı işgal ederek, ABD ve NATO’ya çok sert bir şekilde sınır çizmektedir. Dolayısıyla emperyalist savaş Ukrayna’da sertleşip yeni bir boyuta yükselirken, aynı zamanda emperyalist devletlerin doğrudan karşı karşıya gelmesi olasılığını da daha fazla güçlendirmiştir.
Rusya ile ABD-İngiliz emperyalist bloku arasındaki gerilim, son yıllarda giderek artmaktaydı. Bu gerilimin temelinde, ABD-İngiliz emperyalist blokunun Ukrayna’yı NATO’ya alarak Rusya’ya karşı bir koçbaşı olarak kullanmak istemesi vardır. Nitekim bu doğrultuda daha önce Ukrayna’daki Rus yanlısı yönetimin devrilmesi için protestolar örgütlenmiş, faşist paramiliter güçler devreye sokulmuş ve Batı emperyalizminin çıkarlarının aracı haline gelen bir yönetim oluşturulmuştu. Rusya ise Kırım’ı ilhak ederek ve Donbas bölgesinde bağımsızlıkçı güçleri destekleyerek hamlesini yapmıştı. Dolayısıyla gerilim azalıp sorunlar çözülmediği gibi, özellikle Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra daha fazla tırmandı. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelen ve askeri olarak da giderek güçlenen Çin’i esas büyük tehlike olarak hedefine koyan ABD emperyalizmi, bir taraftan Asya Pasifik’e askeri yığınak yapıp yeni askeri paktlar oluştururken, öte taraftan da Rusya’yı sıkıştırmaya dönük hamlelerini arttırmıştır.
Rusya, Batılı güçlerin SSCB dağılırken NATO’nun genişlemeyeceğine dair verdikleri sözleri tutmadığı argümanı üzerinden kendi politikalarını meşrulaştırmaya çalışıyor. O süreçte Batılı emperyalist güçler başta Doğu Almanya’nın sorunsuz teslim edilmesi olmak üzere, Rusya’nın Doğu Avrupa’dan askeri olarak çekilmesi karşılığında NATO’nun oralara genişlemeyeceğinin sözde garantisini vermişti. Ama bu sözler asla tutulmadı ve NATO ısrarla bu bölgelere yayılma stratejisi izledi, buraları silahlandırdı. Yani Batılı emperyalist güçler yaptıkları anlaşmaları açıkça çiğnemişlerdir ama emperyalist rekabet ve çatışmanın olduğu bir dünyada başka türlüsünün olması da zaten mümkün değildir.
Emperyalist rekabet ve savaş kapitalizmin doğasının bir sonucudur. ABD emperyalizmi kendi hegemonyasını korumak ve rakiplerini etkisizleştirmek için nüfuz alanlarını genişletmeye çalışırken, Rusya, Çin veya bir başka emperyalist güç de doğal nüfuz alanı gördüğü bölgeleri korumak üzere hareket etmektedir. Marksistler açısından birisinin haklı ve diğerinin haksız olması durumu söz konusu değildir. Kuşku yok ki kendine has biçimler alarak genişleyen Üçüncü Dünya Savaşının startını veren, sarsılan hegemonyasını yeniden tesis etmek üzere harekete geçen ABD emperyalizmidir. Ancak ABD emperyalizminin saldırganlığını ortaya koyup teşhir ederken, Rusya veya Çin gibi güçlerin hareket tarzının emperyalist doğaları tarafından belirlendiğini de unutmamak lazım. Eski SSCB ülkelerinin yer aldığı coğrafyayı Rusya’nın doğal nüfuz alanı ve arka bahçesi olarak kabul etmek, ABD’nin buraya burnunu sokmasını bu kabul üzerinden eleştirmek Marksist bir yaklaşım olamaz. Ya da tersinden, Latin Amerika da ABD’nin arka bahçesi olarak kabul edilip benzeri değerlendirmeler yapılamaz.
ABD’nin başını çektiği Batı ikiyüzlü bir politika izliyor. Afganistan ve Irak’ı işgal edip büyük acılara yol açan ve bunu “demokrasi ve özgürlük” olarak sunan ABD emperyalizmi ve Batı medyası, aynı emperyalist yöntem Rusya tarafından kullanıldığında bunu istila ve işgal olarak sunuyor; Putin’i Hitler’e benzeterek Batı’nın emperyalist politikalarını emekçilerin gözünde meşrulaştırmaya çalışıyor. Keza Putin ve Rus egemenleri de, Batı’nın ikiyüzlü politikasını kendi yayılmacı emellerini meşrulaştırmak için kullanıyor. 21 Şubatta Donetsk ve Lugansk bölgelerinin bağımsızlığını tanıyarak hamlesini yapan Putin, konuşmasında, halkların kendi kaderini tayin hakkını savunmuş olan Lenin’i suçladı; Ukrayna’yı Lenin’in yarattığını, bu ülkenin bağımsız bir devlet olmasının tarihsel bir hata olduğunu söyledi ve Çar’dan bugüne gelen büyük Rus şovenizminin temsilcisi olarak yayılmacı emellerini meşrulaştırmaya çalıştı. Putin’in, bugünkü sorunların temelini atan Stalin’in politikalarını değil de Lenin’i eleştirmesi elbette tesadüf değil. Çünkü Lenin Ekim Devrimini, halklar hapishanesi Çarlık Rusya’sının yıkılmasını ve Çarlığın şovenist politikalarının çöpe atılmasını temsil ediyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla birlikte yeni bir soğuk savaşın başladığı, dünyanın yeniden iki kutuplu hale geldiği değerlendirmeleri yapılıyor. Oysa milenyum dönemecinden bu yana dünyamız gitgide yükselen emperyalist sıcak savaşın alevleri içinde bulunuyor. Afganistan’dan Irak’a bölgesel savaşlar, askeri darbeler, iç savaşlar, ticaret savaşları, devlet dışı güçlerin kullanılması, tüm ülkeleri etkisi altına alan emperyalist rekabet ve nüfuz mücadeleleri Üçüncü Dünya Savaşının kendine has biçimlerinden başka bir şey değildir. Kapitalizmin tarihsel tıkanma dönemine denk gelen emperyalist sistemin bugünkü hegemonya krizi, emperyalist sistemin bağrında yeni ve büyüyen sorunlar üreterek derinleşiyor.
Sıcak savaşın olduğu yerde onun tarafları da vardır. Sarsılan ve aşınan hegemonyasını yeniden tesis etmek üzere Afganistan’a saldırarak emperyalist savaş sürecini tırmandıran ABD ile İngiltere liderliğindeki Batı emperyalizmi bir kutbu, yıllar içinde giderek daha fazla güçlenen ve son dönemde daha fazla işbirliği yapan Çin ve Rusya emperyalizmi ise diğer kutbu temsil etmektedir. Bu noktada AB’nin motor gücü konumunda olan Almanya’nın farklı bir yaklaşım sergilemeye çalıştığına dikkat çekmek lazım. Tam da bu yüzden ABD ve İngiliz emperyalizminin Ukrayna’yı kullanarak Rusya ile gerilimi tırmandırmasının nedenlerinden biri, Almanya’ya hiçbir manevra alanı bırakmamak ve onu arkalarına takmaktı. Ukrayna’da savaşın başlamasıyla birlikte ABD-İngiliz ortaklığı Fransa ve Almanya’yı Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlarda arkalarına almayı başarmıştır. Almanya Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattının inşaatını durdururken, AB Rusya’ya karşı ABD ile birlikte geniş kapsamlı yaptırım uygulayacağını açıklamıştır. Ancak Rusya’ya karşı uygulanan ekonomik yaptırımlar hem dünya hem de Avrupa ekonomisini derinden etkileyecektir. Zira dünyanın 11. büyük ekonomisi olan Rusya, Avrupa’ya giden enerji borularının vanalarını elinde tutuyor.
Erdoğan rejimi de bu savaşta kendi iktidarının bekası ve sermayenin çıkarları doğrultusunda saf tutuyor. Fakat bir yandan ekonomik alanda ve Suriye konusunda Rusya karşısında elinin serbest olmaması, diğer yandan NATO ülkesi olması ve Ukrayna’yla ekonomik-askeri ilişkilerini derinleştirmeye çalışması onu çelişkili bir pozisyonda bırakıyor. Bu nedenle Ukrayna’nın yanında yer aldığını vurgularken, Putin’i de kızdırmamaya çalışıyor. Erdoğan iktidarının savaş alevleri içine atılan Ukraynalı emekçileri zerrece umursamadığı ortadadır. O, nicedir içinde bulunduğu zor durumu bir nebze olsun hafifletmek üzere bu savaşı kendi lehine kullanmaya çalışacaktır. Türkiyeli emekçiler burjuvazinin hem NATO’cu hem de Avrasyacı kesimlerinin yalanlarına, manipülasyonlarına karşı uyanık olmalıdır. Burjuva güçlerin tüm kesimlerinin halkların barışı değil sermayenin çıkarları temelinde hareket ettikleri unutulmamalıdır.
Bu savaş sadece Ukrayna’da milyonlarca emekçinin canını tehlikeye atmakla kalmayacak, Türkiye halkları da dâhil olmak üzere tüm bölge halklarını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyecektir. İşçi sınıfının emperyalist ve haksız savaşlardan hiçbir çıkarı olamaz. Bu yüzden Ukrayna’yı da sarsan emperyalist savaşa karşı çıkmak; başta Rusya olmak üzere tüm dünya işçi ve emekçilerinin acil görevidir.
Emperyalist Savaşa Hayır!
Rusya ve NATO Elini Ukrayna’dan Çek!
link: Marksist Tutum, Ukrayna’da Emperyalist Savaşa Hayır!, 25 Şubat 2022, https://marksist.net/node/7581
Komintern Döneminde Cephe Taktikleri ve Pratikleri /2
Brezilya’daki Sel Felâketinin Gösterdikleri