Ekonomik yükselişin canlı ve uzun erimli yaşandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında, burjuva politikacılar önceki dönemin saldığı devrim korkusunun da etkisiyle, ister istemez topluma daha güzel bir dünya ve daha güzel yarınlar vaat etmek zorunda kalıyorlardı. O sıralarda kapitalist dünyanın öcüsü SSCB idi ve sosyalist düşünceye içsel olan daha güzel bir dünya özlemi, iki kamp arasındaki rekabette, burjuva politikacılar tarafından da kitle desteği kazanmak üzere istismar ediliyordu. Fakat SSCB'nin çöktüğü ve işçi sınıfının her alanda büyük bir yenilgiye uğrayıp örgütsüzleştiği 90'lı yıllarla birlikte, ne burjuvaziyi güzel bir dünya vaat etmeye zorlayan bir itici güç kaldı ne de kapitalizmin buna yetecek soluğu. O günlerden bu yana burjuva politikacılar bireysel kurtuluş hayalini körükledikçe körüklüyorlar. Ve artık vaatleri, insanları çeşitli biçimlerde somutlaştırdıkları düşmanlardan ve kötülüklerden korumak üzere daha güçlü bir devlet yaratmanın ötesine geçemiyor.
Kapitalizm insanlığı her geçen gün daha büyük felâketlerin içine sürüklerken, yoluna ancak, toplumun buna vereceği olağan tepkileri çeşitli mekanizmalarla ve yöntemlerle engelleyerek devam edebiliyor. Egemen sınıfın elinde, kitleleri isyan etmekten alıkoymak, daha rahat yönetmek, yönlendirmek, sindirmek ve gerektiğinde ilan ettiği reel ya da sanal düşmanlara karşı seferber etmek amacıyla pek çok aygıt var. Ve kuşkusuz bunların önemli bir bölümünü, devlette cisimleşen baskı aygıtlarından hiç de daha az güce ve etkinliğe sahip olmayan ideolojik aygıtlar oluşturuyor.
Kapitalist gelişmişlik düzeyi arttıkça ve dolayısıyla burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki daha belirgin hale geldikçe, ideolojik baskı aygıtlarının düzeni korumak yönünde oynadıkları rol de alabildiğine büyümektedir. Düzenle bütünleşen siyasal partiler, eğitim, medya, din, spor, sanat bu aygıtlardan birkaçı olmakla birlikte, bunlar arasında medya, özellikle günümüzde, burjuvazinin bilinç bulandırma ve yönlendirmeye dönük propaganda savaşında tartışmasız önemde bir role sahip. Başrolü de elbette görsel medya, yani televizyon oynuyor.
'Her yer tehditle dolu, evden dışarı çıkma!'
Günümüzde teknolojinin ve medya tekniklerinin ulaştığı düzey sayesinde, her türlü görüntü istenilen çarpıcılığa kavuşturulabilmekte ve bu yolla habere muazzam bir inandırıcılık kazandırılabilmektedir. Bütünden koparılarak defalarca peşpeşe gösterilen kareler, iyi uydurulmuş bir de metinle birleştiğinde, izleyicinin yalanın en kuyruklusunu bile afiyetle sindirmemesi için ortada hiçbir neden (güçlü bir bilinç faktörü dışında) kalmamaktadır. Burjuvazinin çıkarları doğrultusunda korku salma, sindirme ve yönlendirme harekâtı, böylece, günün 24 saati evlere servis şeklinde yürütülmektedir.
Örneğin, her 1 Mayıs öncesinde, kitlelere uygulanan devlet terörü görüntülerinin al baştan defalarca gösterilmesi, '1 Mayısın kana bulanacağı' yolunda kasıtlı söylentilerin ve düzmece haberlerin öne çıkarılması, ordu ve polisin yan kolu gibi çalışan burjuva medyanın bildik huylarından biri haline gelmiştir. Sadece 1 Mayıslar değil, her türden işçi ve öğrenci eylemi, ekranlara ve gazetelere benzer şekilde aksettirilmektedir. Devletin kolluk güçlerinin azgın saldırıları, bunların aslında kimin çıkarlarına hizmet ettiğini düşündürtmek üzere değil, tersine kitleleri korkutmak ve sindirmek amacıyla ekranlarda sergilenmektedir. Topluma verilen mesaj nettir: bu tür eylemlere teröristler gidiyor, başınıza her an bir şey gelebilir, mümkünse o günlerde sokağa dahi çıkmayın!
Benzer operasyonlar ve toplum biçimlendirme çalışmaları sadece bu tür eylemler üzerinden yürümüyor kuşkusuz. Burjuvazi her türden olayı ve olguyu kendi uzun ya da kısa vadeli çıkarlarına tabi kılarak kullanıyor. Bu arada, gerekli çarpıtmalar ise ortalama insanın gözüne asla batmayacak şekilde ince ayardan geçirilerek yapılıyor. Medyanın yarattığı tehdit unsurlarından biri, bir dönem, sokaklarda binlercesinin elinde satır-bıçak dolaştığı ve gelen geçene saldırdığı izlenimi yaratılan tinercilerdi. Tiner kullanan çocuklar televizyonlarda toplumu tehdit eden katiller ve caniler olarak gösterilip bir korku faktörü olarak kullanıldılar. Tinercileri kapkaççılar izledi. Televizyonlarda her gün gösterilen birkaç kapkaç vakası sayesinde insanlar sokağa çıkmaktan, yolda tek başlarına yürümekten korkar hale getirildiler. Ve ardından sıra okullarda şiddet paranoyasına geldi. Son dönemlerde medyada sık sık karşılaştığımız bu abartılı haberlerin de, okullarda her gün onlarca çocuğun birbirini bıçakladığı, çocukların devlet okullarında hiçbir güvenliklerinin kalmadığı izlenimi yaratmak ve tüm toplumu korku ve endişeye sürüklemek üzere hazırlandığını görüyoruz. Okul yönetimlerinin ve ailelerin polisle işbirliği ve okullara kameralı takip sistemlerinin kurulması propagandası temeline oturtulan bu 'yararlı' yayınların küçük-burjuvazi üzerinde oldukça önemli bir etki yarattığına ve dersini içselleştirmesine hayli yardımcı olduğuna hiç şüphe yok. Çocukları gözlerinin önünden ayrılınca içleri rahat etmeyen, onları eve kapatıp saksı içinde yetiştirme çalışmalarında hayli yol kat eden bu sınıfın mensupları, pek muhtemelen, bu yıl hayata geçirilmesi planlanan teşvikli özel okul uygulamasının faidelerini de yeterince kavramışlardır!
Burjuvazinin kârı bu kadarla sınırlı değil elbette. Bunlar, liselerde artan politizasyonun önünü kesmek, gençliği denetim altında tutmak, polisin okulları karakol haline getirmesini meşrulaştırmak, bu yolla korku salıp tüm toplumu paniğe ve acz hissine sürüklemek ve sonunda devlet otoritesini talep eder hale getirmek gibi daha büyük hesapların sadece yan ürünleridir.
Egemen sınıfın kısa ya da uzun erimli politikalarına göre çarpıtılmış haberlerin konuları da değişmektedir. Nitekim okullardaki şiddete ilişkin yayınlar, tüm toplumu daha derinden kuşatacak ve burjuvaziye atacağı adımlarda yardımcı olacak bir korku kaynağı ilan etme gereği doğduğunda ağırlığını yitirdi. Yukarıda sözünü ettiğimiz acz duygusu ve otorite talebi, artık daha güçlü bir düşmanla, 'terör' öcüsüyle pekiştirilecekti. Diyarbakır'da yaşanan olayların ardından PKK'ye yönelik öfke kampanyası dört bir koldan hızla örgütlenirken, toplum 'terör'le terörize edildi. Ve kaşla göz arasında, uzun süredir dillere dolanan ama çıkarılmasına bir türlü güçlü bahaneler yaratılamayan terörle mücadele yasası gündeme getirildi. Başkaldırıyı bıraktık, en ufak bir hak arama eylemini bile 'terör' olarak değerlendirip yıllarca hapsi öngören 'terörle mücadele' yasalarının çıkacağı müjdesi verilirken, bu 'müjde' 240 bin askerle yürütüleceği söylenen 'sınır' operasyonu haberiyle taçlandırıldı. Bu arada, toplum okullarda artan şiddetin ve yükselen terörün derdine düşürülmüşken, kısa günün kârı, nur topu gibi bir Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunumuz olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. İşte size 'okullarda şiddet' ve 'artan terör' haberleriyle yaratılan korku ortamı ve ardından adım adım devreye sokulan baskı-saldırı yasaları ve katliam operasyonları!
Korkunun ecele faydası yok
İnsanlar içine sürüklendikleri panik havası sonucunda akılcılıktan uzaklaşarak her türlü akıldışı düşünceye açık hale gelirler. Burjuvazinin egemenliğini sürdürmek için başvurduğu yöntemlerden biri de, kitlelerin kolayca yönlendirilebilmelerine zemin hazırlayan bu toplumsal psikolojiyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktır. Kapitalist sistemde, örgütlü korku, toplumu icat edilen ortak düşmana karşı devletin temsil ettiği otorite etrafında birleştirmek için kullanılan çok güçlü bir araçtır.
Egemen sınıfın çıkarlarına göre, korku unsurları ülkeden ülkeye, dönemden döneme değişmektedir: diğer uluslar, göçmenler, komünistler, Siyahlar, Yahudiler, Müslümanlar, Kürtler, Çingeneler, terör, tinerciler, kapkaççılarâ?¦ Bazen biri, bazen birkaçıâ?¦ Burjuvazi, bu aracı kullanarak, sorgulamayan, itaat eden, kendisinden beklenen tepkileri düğmesine basıldığı anda ve basıldığı süre boyunca gösteren ve istendiğinde yine kabuğuna çekilen ortalama insanlar yaratmayı amaçlar. Bireylerin örgütlenerek bu tehditlerle başa çıkmalarının mümkün olmadığı, polisiyle, askeriyle, mahkemesiyle, hapishanesiyle güçlü bir devlete ihtiyaç olduğu ve ancak devlet otoritesinin bunlarla baş edebileceği düşüncesi ne kadar yaygınlaştırılabilirse, kapitalist sistemin devamı da o ölçüde sigorta altına alınır.
Olağanüstü burjuva rejimlerin yürürlükte olduğu dönemlerde ya da bu olağanüstülüğün pek çok unsurunun dünya ölçeğinde olağanlaştırıldığı gericilik dönemlerinde (tıpkı içinden geçmekte olduğumuz dönem gibi), toplumsal paranoya, burjuva devletlerin sistematik saldırıları ve propaganda kampanyaları sayesinde alabildiğine tırmandırılır. Sınıf mücadelesinin keskinliğinin, sınıfın örgütlülüğünün, güven duygusunun, fedakârlığın, dayanışmanın doruklara vardığı devrimci dönemlerin tersine, bu tür dönemlerde, örgütsüzlük, atomizasyon, dağınıklık, bireycileşme, bencilleşme, içe kapanma ve derin bir güvensizlik duygusu ağır basar. Bu nesnel zeminden kaynaklı olarak toplum, her türden burjuva propagandasına ve provokasyonuna açık hale gelir ve böylesi dönemlerde toplumun kaderini burjuvazi tayin eder. Kuşkusuz toplumun bu kadere razı oluşunda korku çok büyük bir role sahiptir.
Burjuvazinin yarattığı korku atmosferinden işçi sınıfı bir nasiplenirse küçük-burjuvazi bin nasiplenir. Bu yüzden, burjuvazinin yoğun ideolojik bombardımanlarından en çok etkilenen toplumsal kesim küçük-burjuvazidir. Evi, arabası, ailesi, işi, onun kutsallarıyken ve tek yaşam felsefesi 'kokmaz-bulaşmazlık' iken, egemen sınıfın yarattığı öcülerden duyduğu korku küçük-burjuvazinin hayatını kolay kolay bilincine çıkaramadığı bir cehenneme çevirir.
Bu sınıfın tepkileri aslında çok tipiktir: Yolda çocuğunun başına bir şey geleceğinden korkup onu lise çağlarına kadar her gün kendi elleriyle okula getirip götürmeye çalışmak; depremden korkup her sarsıntıda panik ataklar geçirmek; kapkaççıdan, hırsızdan, terörden, şiddetten korkup tek başına sokağa adım atamaz ya da evde tek başına duramaz hale gelmek; yiyeceklerdeki, havadaki, sudaki, topraktaki kanserojen maddelerden korkup, organik gıdalarla, vitaminlerle vs. sağlıklı beslenebileceği zehabına kapılmakâ?¦ Ama iş bu sorunları yaratan kapitalizme karşı mücadeleye geldiğinde, koca kıçını yerinden kaldırmadığı gibi, mücadele etmek isteyen herkese de engel olmaya çalışır. O, bütün bu çabalarının, korktuğu ne varsa başına geleceği bir eceli kendi elleriyle hazırlamaya hizmet ettiğinin bilincinde değildir.
Korkma, mücadele et!
Kapitalizm, milyarlarca işçi ve emekçinin bir avuç sömürücüyü zengin etmek üzere posası çıkıncaya kadar çalışmak zorunda olduğu dünya ölçekli bir sömürü sistemidir. Sermaye, daha fazla kâr için sadece insanları değil doğa da dahil olmak üzere bulduğu her şeyi sömürerek büyümeye programlanmış bir makine gibidir ve hiçbir insancıl ya da ahlâki engel tanımaz. Bu uğurda havaya, toprağa, suya, besin maddelerimize, şifa diye sunduğu ilaçlara bin bir türlü ölümcül zehir karıştırmaktan çekinmez. Söz konusu zehirli maddelerden dolayı kanser de dahil olmak üzere pek çok ölümcül hastalığın patlamalı bir hızla yayılmasına ve milyonlarca insanın salt bu nedenle hayatını kaybetmesine aldırış etmez.
Bütün insanların sağlıklı ve güvenli konutlarda barınmalarına yetecek gelişmişlikte bir üretici güçler düzeyi olmasına rağmen, kâra endeksli bu sömürü sistemi nedeniyle, milyonlarca insan kirli sulardan, önüne geçilebilecek hastalıklardan, sağlıklı olmayan barınaklardan, depremlerden, sellerden ya da diğer doğa olaylarından dolayı ölmeye yazgılıdır.
Bu sömürü sisteminin işleyiş mekanizmalarından kaynaklı olarak yüz milyonlarca insan, aç, yoksul ve işsiz kalmaya mahkûmdur. Ve bu durum, kapitalizm devam ettiği müddetçe, hırsızlığın, fuhuşun, uyuşturucu satıcılığının ve bilumum pisliğin, yine burjuvaziyi zengin edecek kârlı sektörler olarak devam etmek zorunda olduğu bir nesnel zemini kendiliğinden yaratmaktadır.
Kapitalizm, emekçi insanlara zarar verecek her türlü şiddeti de bilinçli bir şekilde üretir, kullanır ve yaygınlaşmasını sağlar. Burjuva medya tarafından gayet sistemli olarak körüklenen şiddetin, çocukların elde bıçak birbirlerine saldırmalarına ve Rambolara, Polat Alemdarlara özenerek televizyonlarda gördüklerini kendi arkadaşları üzerinde tatbik etmelerine yol açtığı açıktır. Ne var ki bundan çok daha önemlisi, yaratılan şiddet ortamının, toplumun korkutulup sindirilmesine, paniğe sürüklenmesine ve kurtarıcı bir güç olarak, aslında tüm bunların başlıca sorumlusu olan burjuva devlete sarılmasına hizmet etmesidir.
Evet, kapitalizm dünyayı, insanlığı ve tüm canlı hayatı yok oluşla tehdit ediyor. Onun yarattığı yıkımdan, savaşlardan, çürük binalar nedeniyle kitlesel ölümlere yol açan depremlerden, hastalıklardan, artan suç oranlarından, şiddetten duyulan korku hiç de yersiz değil. Ne var ki, hiçbir insanın, pasif kalarak, susarak, kendisini ve ailesini doğrudan ilgilendirmediğini düşündüğü meselelere ilişmeyerek, kendi kabuğuna çekilerek bu sorunlardan kaçması da mümkün değil. Aksine sakınan göze daima çöp batar. Bugün insanlığın önünde iki seçenek duruyor: Ya kapitalizmin cehenneme çevirdiği ve korku duvarlarıyla ördüğü bu hapishanede, dünyanın adım adım yok olmasına seyirci kalmak ya da bu sömürü düzenini yıkmak için mücadele etmek!
link: İlkay Meriç, Korkunun Ecele Faydası Yok, 13 Mayıs 2006, https://marksist.net/node/7201
Kara Panterler
Fransa ve 68 Dersleri