

Hasan Boğuldu Şelalesi ve Göletine farklı tarihlerde dört defa gittim. Sabahattin Ali, bölge insanlarından, özellikle Yüksekobalı Hacer isimli genç dağlı kızın anlattıklarından, kendi hikâyeciliğini de katarak, 1930’lu yıllarda Hasan Boğuldu hikâyesini kaleme almıştır.
Sevda ve Emek: Hasan ile Emine’nin trajik hikâyesi
Emine ve Hasan’ın trajik hikâyesini, ilk gidişimden çok önce Sabahattin Ali’den okumuştum. Ama doğrusu, Hasan’ın küçücük bir gölette boğulmasına değil, Emine’nin kendisini asmasına daha çok üzülmüştüm. Çünkü Emine, sevdanın temelinde emek olduğuna inanıyordu. Hasan, Emine’nin kolayca taşıdığı 40 okka (yaklaşık 50 kg) tuz çuvalının altında kalmıştı. Ama aslında mesele çuvalın ağırlığında değildi. Hasan kendisinin Emine’nin yaşadığı zorlu doğa koşullarına uygun olmadığını, bu yükü kaldıramayacağını fark etmiş olmalıydı.
Bunun üzerine, Emine’ye yar olamayacağını anlayıp bilinmeze doğru yürüyüp gitmiş, izini kaybettirmişti belki de... Ama örgütsüz insanlar, gerçeklerden çok rivayetlere ve efsanelere inanma eğilimindedir. Gerçeklerin zihinlerde yer edinmesi zahmetli bir iştir. Sadece duymak yetmez; sorgulamak, anlamak, kavramak gerekir. Bu da ancak sınıf temelinde örgütlü olan işçilerin başarabileceği bir şeydir.
Rivayetler ve gerçekler: Mardin’den bir örnek
Bir arkeolojik kazı ve araştırma çalışmasını anlatan bir makalede, Mardin’deki Kasımiye Medresesi hakkında bir efsaneye rastlamıştım. Rivayete göre, medreseyi yaptıran Kasım Paşa, medresede namaz kılarken amcası Hasan Paşa tarafından başı kesilerek öldürülmüş. Kasım Paşa’nın kız kardeşi Esma Hatun, kanı avuçlayıp duvara fırlatmış ve ağıt yakmış. Ancak yapılan bilimsel çalışmalar, duvardaki kırmızılığın aslında bir tür kök boya olduğunu kanıtladı.
Fakat ne oldu? Devlet görevlileri, valiler, kaymakamlar bu gerçeğin açıklanmasını engelledi. Çünkü efsanenin turistik değer taşıdığını, akçeli işlerin döndüğünü biliyorlardı. Ve bölgenin yoksulları, yüzyıllardır duydukları rivayeti sorgulamaya bile yanaşmadılar. Mardinli Gurbet Teyze’ye bu konuyu sorduğumda, gözlerini sıkıca kapatarak şöyle demişti: “Yok, yok, o boya değil, Kasım Paşa’nın kanıdır!” Gerçeklere gözlerini kapatan bir zihin, onları asla kabul etmez.
Hasan kaçtı mı, boğuldu mu?
Edremit’e son gidişimde, çalışkan, cevval bir mücadele arkadaşımız Hasan Boğuldu hikâyesi hakkında ilginç bir yorum yaptı: “Hasan, küçücük bir gölette boğulmuş olsaydı, en azından bir parçası bulunurdu. Ama Hasan’dan geriye hiçbir şey kalmamış. Emine’nin yemenisi çınar ağacında asılı bulunmuş ama Hasan’dan eser yok. Yükün ağırlığını görünce sıvışıp gitmiş olmasın Hasan?” Bu sözler çok anlamlıydı. Çünkü örgütlü mücadeleye sevdalı olanlar, yükün altında nasıl dik durulacağını bilirler.
Eğer sınıf mücadelesinden ve sınıf bilincinden nasiplenmemişsek, duyduklarımızı sorgulamadan kabul ederiz. Efsanelere inanırız. Gerçekleri duyunca kulaklarımızı tıkarız. Gerçekleri anlatmaya çalışanları sustururuz. Oysa bilime ve özellikle işçi sınıfının bilimine inanmalıyız. Çünkü mücadeleyi aşkla ama aynı zamanda aklıyla sevmeyen, ömür boyu mücadelenin bir parçası olamaz. Aynı şekilde, iki kişilik sevdanın temelinde de emek ve yük altında dik durabilmek şarttır.
Sevda, emek ve sınıf mücadelesi
Bu mektubu, sevmek, sevda, emek ve sırtımıza aldığımız yükü taşırken dizlerimiz titrese de menzile varmanın haklı gururunu paylaşmak için yazdım. Emine ve Hasan’ın hikâyesine, Atmaca ile değirmencinin sakat kızının trajik öyküsüne bir de Cengiz Aytmatov’un “Cemile” hikâyesini ekledim.
Danyar, sakat bacağı titreyerek dev çuvalı sırtında taşır. Cemile, onun bu dirayetini gördüğünde ona sevdalanır. Çünkü sevda, emek ister.
Özetle, örgütlü mücadeleyi aşkla sevenler, iki kişilik sevdalarında da en güzelini yaşarlar. Ve umut, her daim yoldaşımız olur. Tıpkı Elif Çağlı’nın “Umudum” şiirinin son kıtasında dediği gibi:
“Ya elimde kızıl bir bayrakla karşılayacağım seni,
Ya da o gün yoldaşlar kızıl bir karanfil dikecekler başucuma...”

link: İzmir’den MT okuru bir işçi, Kırk Okka Tuzu Taşımadan Sevda Olur mu Hasan?, 4 Mart 2025, https://marksist.net/node/8458
Marx’ın Kapital’ini Okumak / III. Cilt /19
Burjuvazinin Nüfus Problemleri