Kölelikten kurtulmak yetmiyor!
İç Savaşın sonunda köleliğin kaldırılmasıyla özgürlük dönemi başlamıştı. Büyük toprak sahipleri ağır bir darbe yemiş ve Kuzeydeki burjuvazi kendi iktidarını kurarak hızlı bir kapitalist gelişimin önünü açmıştı. Köleciliğe karşı canlarını vererek savaşan insanlar renk ve sınıf ayrımına bakılmaksızın özgür yaşayacaklarına inanmışlardı. Geçmişe ait kötü anılarını geride bırakmak üzere köle olarak çalıştırıldıkları plantasyonları terk etmişlerdi. Yasal haklarından yararlanmayı hayal ediyorlardı. Oy vermek, yargıç ve şerif olarak seçilmek, eyalet meclislerinde ve hatta Federal Kongrede temsilcilik gibi değişik görevlere gelmek, ücretsiz halk eğitiminden yararlanmak istiyorlardı. İlk etapta tüm bunlardan “radikal yeniden yapılanma” döneminde yararlandılar. Oysa burjuvazinin iktidarını sağlamlaştırmasından sonra bu özgürlükler döneminin devam etmeyeceği anlaşılacak, köle tutsaklığının yerini başka bir tutsaklık alacaktı.
İç savaş ve ardından gelen kısa süreli özgürlükler dönemi, siyahların hızla politikleşmesini sağlamış, yoksul beyazlarla birlikte tarım işçilerinin sendikalarında ve mesleki birlikler içinde örgütlenmişlerdi. Güneyli muhafazakâr çiftlik sahiplerinin ve ırkçı politikacıların tepkisi gecikmeyecekti. Aralık 1865’te yenilen Konfederasyon ordusunun artığı ırkçı subayların ve iç savaş öncesinde köle sahiplerinin kurduğu gizli cemiyetlerin üyeleri öncülüğünde Ku Klux Klan örgütü kuruldu. Bu ırkçı örgüt siyahların kazanmaya başladığı haklara ve siyah-beyaz eşitliğine karşı şiddet ve terör yöntemleri kullanarak savaşıyordu. Klan, siyahlara ve siyahlarla dostluk eden yoksul beyazlara karşı terör kampanyaları düzenliyordu.
1865-66 yıllarında Güney eyaletlerinde “Siyah Yasalar” (The Black Codes) adı verilen yasalar kabul edilmeye başlandı. Bu yasaların amacı siyahların özgürlüklerini kısıtlamak, bulundukları yerleri terk etmelerini engellemek ve onları düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakmaktı. Federal Hükümete bağlı “Azad Edilenler Bürosu” siyahların serseri haline gelmelerini engellemek ve sözleşmeli işlerde çalışmalarını sağlamak üzere Güneyin yerel otoriteleriyle işbirliği yapıyordu. Bazı yerlerde büro, gençlerin çırak olarak alınmasını destekliyordu. Özgürlükleri kısıtlayıcı yasaların kabul edilme tarihleri eyaletlere göre farklılık gösterir. Bu yasalarla siyahlarla beyazlar arasına kalın duvarlar örüldü. Irklar arası evlilik, birlikte yaşama, ırkları karıştıracak her tür ilişki yasaklandı. Azad edilen köleler hiçbir beyazdan bağış ya da miras alamayacaktı. Siyahların mülk sahibi olmasına, bir işi yönetmesine, toprak satın almasına veya kiralamasına, kamusal alanlarda serbestçe dolaşmasına sınırlamalar getiriliyordu. Devlet işsiz kalmayı, bir beyazın emri altında çalışmıyor olmayı suç kabul ediyor, serserilik yasaları uyarınca cezalandırıyordu. Siyahlar yıllık iş sözleşmelerini saklamak ve sorulduğunda ibraz etmek zorundaydılar. Pek çok eyalette siyahların silah taşıması da yasaklanmıştı. Mississippi ve Alabama gibi yerlerde kuralları uygulama işini ırkçı beyaz milisler üstlenmişti. Beyaz ırkın üstünlüğü yasalaşmıştı. Eskiden olduğu gibi plantasyonlarda siyahların el emeği sömürülüyordu. Bu durum, beyazların daha vasıflı işlerde çalışmak ya da güvenlik güçlerinde yer almak gibi küçük ayrıcalıklar elde etmesini sağlıyordu.
Kuzeydeki egemen burjuva sınıfın, Güneyde devam ettirilen ırk ayrımcılığıyla ilgili bir sıkıntısı yoktu. Beyaz işçi daha fazla ücret isterse, yerine siyah işçi almakla tehdit ediliyordu. Anayasa’da ve federe devletin merkezinde ırk ayrımcılığını onaylayan bir yasa yoktu. Ama eyaletlerde ırkçılık kurumsaldı. Linçler ve yargısız infazlar siyahlar üzerinde ırkçı terörü sürekli kılıyordu. 1877 ilâ 1950 yılları arasında 4 bin siyah linç edildi. Bir polise “sir” (yani “efendi” veya beyefendi) diye hitap etmemek, savaştan döndüğünde askeri üniformasını çıkarmayı reddetmek gibi gerekçeler, siyahların linç edilmeleri için yeterliydi. Beyaz egemenliğine karşı çıkan, tutuklanabilir, dövülebilir, linç edilebilir ya da canlı canlı yakılabilirdi. Tüm bu insanlık suçlarını işleyen ırkçıların ceza almak gibi endişeleri yoktu. Yargıçların, polislerin, avukatların lince katıldığı, din adamlarının linci kutsadığı eyaletler vardı. Kamuya açık her yerde, işyerleri, otobüsler, okullar, parklar, restoranlar, barlar, sinemalar… Her yerde siyahlarla beyazların kullanım alanları ayrıştırılmıştı. Güneydeki eyaletlerde oy hakları zaten yoktu. Oy hakkı tanınan Kuzey eyaletlerinde de pratikte bu hakkı kullanamıyorlardı.
1890’ların başında Güney eyaletlerinde küçük-burjuva sol eğilimli Halkçı Parti, küçük çiftçiliğin kooperatifçiliğini savunuyor, siyah ve beyaz işçileri bir araya getiriyordu. Irkçılığın yoksulları böldüğünü, zenginleri güçlendirdiğini vurguluyordu. 1896’da Başkanlık seçimlerinde Demokrat Partinin adayını destekleyince Halkçı Parti çöküş yaşadı. Halkçı Partinin çöküşü siyahların durumunu daha da geriletti.
Siyahlar, 19. yüzyılın sonlarından itibaren linç karşıtı kampanyalar da örgütlediler. 12 Şubat 1909’da kurulan Siyahları Geliştirme Ulusal Derneği (National Association for the Advancement of Colored People /NAACP) linç karşıtı kampanyalar örgütlüyor, ırkçı beyazların işlediği suçları mahkemelere şikâyet ediyordu. O zamanlar siyahların uğradıkları haksızlıkları ve ayrımcılığı mahkemeye şikâyet etmeleri bile neredeyse imkânsızdı. Siyahların hukuki haklarını korumaya odaklanan bu burjuva reformist sivil toplum örgütü, halen varlığını sürdürüyor.
Jamaikalı siyah önder Marcus Mosiah Garvey, ABD’de ilk kitlesel siyah hareketini örgütledi. Evrensel Siyahları Geliştirme Derneği (Universal Negro Improvement Association /UNIA) ve Afrika Toplulukları Birliğini kurdu (1 Ağustos 1914). Afrika’da siyahların yönetiminde bir ülke kurmayı amaçlıyordu. 1916’da ABD’ye giden Garvey, çok geçmeden Harlem’de ve Kuzeydeki öteki gettolarda UNIA’nın şubelerini açtı. 1919’a gelindiğinde 2 milyona ulaştığını öne sürdüğü UNIA üyeleri arasında siyah Musa olarak anılıyordu. Konuşmalarında renginden onur duyan yeni bir siyah insan temasını işliyor; Negro World adlı gazetesinde siyah kahramanların başarılarını ve Afrika kültürünün parlaklığını vurguluyordu. Siyahların ancak ekonomik olarak güçlü olduklarında saygı göreceğini ileri sürerek siyahlar için burjuva kurtuluşun mümkün olduğunu savunuyor; işçi mücadelesine karşı çıkıyordu.
Garvey iş yaşamındaki başarısızlıklar ve bulaştığı yolsuzluk yüzünden gücünü kaybetti. İki yıl hapis yattı ve ardından sınır dışı edildi. Troçki’ye göre, Garvey’in elde ettiği geçici başarının sırrı, siyah toplumun beyaz egemenliğine son verme isteğiydi. İlerleyen yıllarda da burjuva ve küçük-burjuva siyah örgütler ortaya çıkacak, kapitalist sistem içerisinde siyahların beyaz egemenliğinden kurtulma ümitlerini politik güce dönüştürecekti. Ancak bunların, ezici çoğunluğu yoksul olan siyah emekçilerin derdine derman olması, ırkçılıktan beslenen kapitalizmi ya da kapitalizmden beslenen ırkçılığı alt etmesi mümkün değildi.
Bitmeyen kavga
ABD’de 19. yüzyıl sonlarında mesleki temelde örgütlenen sendikalar asıl olarak vasıflı beyaz işçileri örgütlüyordu. Mesleki darkafalılıkla sakatlanmış bu sendikalar vasıfsız işçileri ve siyahları örgütlemekten uzak duruyordu. Böylelikle sendikalar daha baştan ırkçılığa teslim oluyordu. 1930’lara kadar işçi hareketinin geneline hâkim olan bu türdeki sendikaların oluşturduğu Amerikan İşçi Federasyonu (AFL) idi.
Elbette burjuva ideolojisine teslim olmayan, sosyalist militanların etkin olduğu, “sınıfa karşı sınıf” anlayışıyla örgütlenmiş sendikalar da kurulmuştu. 1890’da kurulan, Amerika Birleşik Maden İşçileri (United Mine Workers of Amerika /UMWA) sendikasının 20 bin siyah üyesi vardı. Bu sendikalar siyah ve beyaz işçilerin iş ve ücret farklılıklarına karşı mücadele ettiler. 1902’de kurulan dok işçileri sendikasının üyelerinin üçte biri de siyah işçilerdi
AFL’nin gerici ve uzlaşmacı anlayışına karşı çıkan 43 grup 1905’te Şikago’da, Dünya Sanayi İşçileri (Industrial Workers of the World /IWW) sendikası çatısı altında birleşti. Bu sendikanın saflarındaki sosyalist militanlar sendikaların meslek ya da vasfa değil, işkolu temeline dayanması gerektiğini savunuyordu. Din, dil, ırk, renk, cinsiyet ya da vasıf gözetmeksizin tüm işçiler birleşmeliydi. 100 bin siyah işçi sendikaya üye oldu. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde toplam üye sayısı 1 milyona ulaşmıştı. IWW, ABD’nin bu savaşa katılmasına da karşı çıkmıştı. 1910’ların ikinci yarısında düzenin baskıları ve AFL’nin darbeleriyle güç kaybetti.
Amerikan ordusuna alınan yüz binlerce siyah asker, orduda da ayrımcılığa uğramaktan kurtulamamıştı. En alt kademelerde, en zorlu işlerde, en ön cephelerde yine siyahlar kullanılıyordu egemenler tarafından.
20. yüzyıl başlarında Kuzeydeki kentlerin sanayileşmesi hız kazanmıştı. Siyahlar Kuzeyde gelişen sanayi kentlerine göç ediyordu. Önceleri büyük çoğunluğu Güneyde yaşayan siyah nüfusun artık önemli bir bölümü Kuzeydeki sanayi kentlerinde yaşıyordu. Ancak ırk ayrımcılığı Kuzeyde de siyah emekçilerin yakasını bırakmayacaktı. Dünyanın dört bir yanından Amerika’ya göç etmiş beyaz işçiler bir arada yaşarken siyahların mahalleleri ayrı yerlere kurduruluyor, siyahların çocukları ayrı okullara gidiyor, siyah işçilerle beyaz işçilerin kaynaşmamasına özen gösteriliyordu. Kapitalistler vasıflı işlerde beyazları çalıştırıyor, beyazlarla siyahlar arasında rekabeti körüklüyor; yeri geldiğinde siyah işçileri grev kırıcı olarak kullanıyorlardı. Dolayısıyla siyahların payına yine en ağır işler, en düşük ücretler, işsiz bırakılıp yedek işgücü olarak kullanılmak, ayrımcılık ve sınıf kardeşlerinin de dâhil edildiği ırkçılık düşüyordu.
1943 Haziran ayında otomotiv sanayiinin merkezi Detroit’te siyahlara yönelik pogroma dönüşen ırkçı bir ayaklanma yaşandı. Detroit, savaş sanayiine çalışıyordu. İş bulabilme umuduyla iki yıl içinde 400 bin insan kente göç etmişti. Örgütsüz, bilinçsiz, ırkçı önyargılarla zihinleri sakatlanmış işçiler konut ve iş bulabilmek için yarışıyor, korkunç bir rekabet çukuruna itiliyordu. Bu rekabetin kışkırttığı beyaz işçiler, güney eyaletlerinden gelenler siyahlara saldırdılar. Çıkan olaylarda 34 kişi öldü, 400’den fazla insan yaralandı. Haziran ayı başlarında da Texas’ta ırkçı bir ayaklanma yaşanmıştı. Savaş döneminde Los Angeles, California ve Alabama’da benzer ırkçı kalkışmalar gerçekleşmişti.
20. yüzyılda ırkçılık ve sosyalistler
Irkçılığa karşı tavizsiz mücadele, Marx’tan, Engels’ten ve I. Enternasyonal’den sosyalist harekete miras kalmıştı. 1917 Ekim Devrimiyle başlayan devrimci fırtına 1919’da III. Enternasyonal’in kuruluşuyla yeni bir merhaleye ulaşmıştı. Aynı yıl ABD Komünist Partisi kurulmuş, kuruluşundan itibaren siyahlara yönelik ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeyi benimsemişti. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde dile getirilen “tüm uluslara ve ırklara özgürlüğünü bahşedecek proleter devrim” fikri, ABD’deki radikal siyah aktivistler arasında yankı uyandırmıştı. 1920’deki 2. Kongrede ulusal sorun çerçevesinde ABD’deki siyahlardan da söz edilmişti. Tüm ezilen ulusların, sömürgecilikle köleleştirilmiş halkların, eşit haklardan yoksun bırakılanların (İrlandalılar ve ABD’deki siyahlar gibi) özgürleşmesi için mücadele kararı alınmıştı. Komintern’in 1922’de toplanan 4. Kongresinde “siyahlar üzerine tezler” kabul edildi. Komünist Partinin siyah üyesi McKay kongreye delege olarak katılmış ve ABD’de siyahların ve işçi hareketinin durumunun doğru anlaşılmasını sağlayan konuşmalar yapmıştı. Önceki kongrelerde Komünist Parti delegeleri siyahların ezilmesi sorununu detaylandırmamışlardı. McKay, Güney eyaletlerinde siyah işçiyle beyaz işçiyi yan yana getirmenin hem yasadışı hem de neredeyse imkânsız olduğunu anlatmıştı:
“(…) beyaz bir yoldaşımızı Güneye gönderirsek genellikle beyaz oligarşi tarafından sınırdışı ediliyorlar. Eğer zamanında orayı terk etmezlerse ırkçı çeteler devreye giriyor. Kırbaçlarla dövüp, katran ve kuş tüyüne bulayıp gönderiyorlar. Şayet siyah bir yoldaşımızı gönderirsek bir daha geri gelemiyor. Linç edilip yakılıyor.”
Komünist Enternasyonal, Amerikan seksiyonunun siyahların özel durumlarına özen göstermesi, ırkçılığa karşı mücadele etmesi ve siyahları beyaz işçilere karşı da savunması konusunda ısrar edecekti. Siyah sorunu üzerine tezler, ABD’nin siyah proleterlerinin öncü rollerinin önemine vurgu yapıyordu. “Siyahların savaştan sonra sanayiye büyük oranda katılımı; kurbanı oldukları baskı ve şiddet, onlardaki isyan ruhunu uyandırdı ve her şeyden öte, Kuzey Amerika siyahlarını, Afrika’nın baskı ve zulme karşı mücadelesinin öncüsü yaptı” deniyordu.
III. Enternasyonal siyahların mücadelesini öncelikli görev olarak tanımladı. Sendikaların siyasi ve sosyal eşitlik sağlamak üzere siyahları kabul etmeleri için mücadele etmek Parti üyelerinin göreviydi. Sendikaların siyahları kabul etmesi sağlanamazsa siyahların kendi sendikalarını kurmalarına da yardım edilmeliydi.
1929 büyük buhranıyla beraber yeni bir dönem açılıyordu. 1930’larda işçi sınıfı ayağa kalkmış, beyaz ve siyah işçiler daha önce hiç olmadığı kadar yan yana gelerek birlikte mücadele verebilmişti. 1930’ların militan kitle mücadeleleri, beyaz ve siyah öncü işçilerle Komünist Partiyi buluşturmuştu. Kitle mücadelesi Beyazlarla siyahlar arasına örülen duvarları yıkıyordu.
Komünist Parti, 1931 yılında iki beyaz kadına tecavüz ettikleri iftirasıyla yargılanan 8 genci kurtarmak için uluslararası kampanya yürüttü. Gençlerin beraat etmesini sağlaması, siyah kitleler nezdinde Komünist Partiye itibar kazandırdı.
1930’lu yılların başlarında komünistler, siyahların özerkliğini savunuyordu. Çoğunlukta oldukları Güney bölgelerinde özerk bir idari yapı altında siyah ulusu oluşturarak kendi kaderlerini tayin etme haklarını kullanabilecekleri savunuluyordu.
Troçki de özerklik hakkını, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde değerlendiriyor, Amerikalı yoldaşlarına bütün ezilen halkları savundukları gibi siyahları da savunmalarını öğütlüyor, “siyahlara ve Asyalılara eziyet eden, değersiz gören, linç eden alçaktır” diyordu. 1933 yılında, kendi akımından Amerikalı militanlarla yaptığı bir tartışmada, siyahların kendi kaderlerini tayin etme hakkını var güçleriyle savunmalarının gerekliliği üzerinde ısrarla durmuştu. Öte yandan Sol Muhalefet içindeki siyah komünistlerin “siyah ulus” olarak ayrılmayı talep etmemesi gerektiğini düşünüyordu.
Çarlığa karşı ayaklanan Rusların Avrupa’nın siyahları olduğunu, ABD’deki siyahların patlamaya hazır devrimci potansiyele sahip olduğunu, siyahların beyaz işçilerle birleşmeden önce kazanacakları bir özerk bölgede işçi iktidarı kurabileceklerini düşünüyordu.
SSCB’de işçi devleti karşı-devrimci bürokrasi tarafından adım adım tasfiye edilmişti. Bu şartlar altında Komünist Enternasyonal de artık, Stalinist bürokrasinin elinde uluslararası alanda gerektiğinde kullanılacak bir karta dönüşmüştü. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında SSCB bürokrasisi Hitler’e karşı ABD ile ortaklık kurmuştu. Savaş devam ederken siyahların hakları için Washington’a doğru yürüyüşü Stalin’i, dolayısıyla da Enternasyonal’e bağlı ABD Komünist Partisini ilgilendirmiyordu. Grev hakkından medeni haklara değin her şey SSCB ile ABD arasındaki askeri ittifaka endekslenmişti. ABD Başkanı Roosevelt linç karşıtı yasalara karşı çıkıyor, Komünist Parti Roosevelt’e destek veriyordu. Yüzlerce siyah militan partiyi terk ediyordu. Zaten 1943’te Komintern, 1944’de ABD Komünist Partisi feshedilecek, SSCB bürokrasisi “barış içinde bir arada” yaşayacağı kapitalist devletlere artık dünya proleter devrimi gibi hedeflerinin olmadığını resmen ilan edecekti!
İsyankâr militan siyah devrimci işçilerin komünist hareketten kopması, yoksul siyah emekçilerin beyaz emekçilerden tamamen koparak siyah cemaatler halinde örgütlenmesine yol açacaktı. Bu durum siyahlarla beyazlar arasında örülmüş duvarları daha da yükseltecekti. Afro-Amerikalıların mücadele tarihinde yeni sayfalar İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında yeniden açılacaktı.
link: Serhat Koldaş, ABD’de İsyan Büyüyor, Tarihsel Kavga Devam Ediyor /2, 7 Haziran 2020, https://marksist.net/node/6975