Sosyalizm ithal ürünüdür!
Bunu biliyorum çünkü gazetelerde okudum. Ayrıca şu ana dek bulunduğum her ülkede, mülk sahibi sınıfların basın organlarından ve kürsüdeki sözcülerinden yüksek sesle ve ısrarla sosyalizmin yabancı kökenli olduğunun ilan edildiğini duyduğum için biliyorum.
İrlanda’da sosyalizm İngiliz ithalidir, İngiltere’de onun Almanya’da imal edildiğine inanırlar, Almanya’da İmparatorluğu çökertmek için Fransa’yla ittifak kuran hainlerin planıdır, Fransa’da Alsace ve Lorraine’i yeniden fethetmek isteyen orduyu itibarsızlaştırmak için düzenlenen melun bir komplodur, Rusya’da Rusya’nın Asya’ya yayılmasını önlemeyi hedefleyen bir İngiliz entrikasıdır, Asya’da Çin ve Japon endüstrisinin gelişmesini istemeyen Amerikalı düşmanlardan kaynaklandığı bilinir, Amerika’da ise sınır konulmayan yoksul ve suçlu göçünün zehirli meyvelerinden biridir.
Bugün tüm uluslar sosyalizmi reddetse de, sosyalist fikirler tüm ulusları ele geçiriyor. Ne zaman çaresizlere yardım etmek veya bireylerin elini güçlendirmek amacıyla toplumun kollektif gücünü kullanmak için bir şeyler yapmak gerekse, bu iş için doğru silah muhakkak sosyalistlerin entelektüel cephaneliğinde bulunuyor.
Tipik bir örnek
New York’ta, diğer tüm büyük Amerikan şehirlerindeki gibi, on binlerce aç çocuk vardır ve onlara yardım etmek için iyi niyetli çabalar harcanır. Yoksul bölgelerde bedava yemek dağıtılır, aş evleri kurulur ve hayır kurumları en kötü durumda olanları belirlemek için evleri ve okulları ziyaret ederler. Fakat tüm bunlar sadece yoksulluğun saçaklarına dokunuyor, üstelik bu hayır komitelerinden gelen her şey, genellikle hükümetin yaptıklarından on kat fazlasına maloluyor.
Ayrıca, tahkikatlar genelde, mağdurların ihtiyaçlarını karşılamaya yardım etmekten ziyade onlardaki son öz-saygı kırıntılarını da yok ediyor.
Bu zorluğun ortasında, New York Okullarının Başmüfettişi William Henry Maxwell, sorunu görüşmek için bir araya gelen on üç hayır kurumundan oluşan bir komiteye bir mektup göndermiş ve bu mektupta Paris Belediyesindeki sosyalist temsilcilerin uzun süredir önayak oldukları sefaleti azaltma yöntemini savunmuştur. New York World’den alıntılıyorum:
Okul çocuklarının beslenmesini daha etraflıca tahkik etmek ve bir sonraki toplantıda sunmak üzere yedi kişilik bir komite atandı. Okul Başmüfettişi Maxwell komiteye New York’taki okullarda öğle yemekleri için şehrin parasıyla mutfaklar kurulmasını, buralarda maliyetine yemek satılmasını ve muhtaç çocuklara diğer çocuklarınkiyle aynı biletlerin verilmesini, böylece hiçbir çocuğun, biletinin renginden arkadaşının yemeğinin şehir bütçesinden karşılandığını bilemeyeceğini savunan bir mektup gönderdi. Bu Paris’te uygulanmıştı.
Kapitalist aşevlerinin ve genel olarak hayır kurumlarının onur kırıcı yöntemleriyle karşılaştırıldığında, Başmüfettiş Maxwell tarafından onaylanan bu “yabancı sosyalistler”in planında, yoksul çocukların öz-saygılarının korunması için gösterilen bu özen dikkat çekiyor.
Ama yine de, kapitalist toplumun yol açtığı sefaleti azaltmak için, kurbanlarına yardım ettikleri bu toplumu yıkmak isteyen başbelası ajitatörlerden ve de yabancılardan pratik örnekler almak çok korkunçtur. Anneleri ve çocukları yemek vermeden önce bir saat sokakta sıraya dizen kapitalist yöntem, embiryo Amerikan vatandaşlarında gerekli gurur duygusunu yaratmak ve onları babalarının ve ağabeylerinin oy vermelerinin istendiği sistemin ihsanlarına müteşekkir kılmak için çok daha ince bir hesaba dayanır.
Aç çocukların ve annelerin yemek için kaldırımda nasıl sabırla beklediklerini anlatan şu satırları oku ve büyük bir şehir gazetesinin beş yüz çocuğun “doyurucu bir öğle yemeği” yemesinin bir paragrafı hak edecek kadar dikkat çekici bir olay olduğunu düşündüğü böyle bir toplumsal sistemde yaşama olanağı verilmesinin keyfiyle coşup eğlen:
Doğu tarafındaki okullara giden beş yüz yetersiz beslenmiş çocuk, dün Canal ve Forsyth caddelerinde ilk çocuk yemekhaneleri açıldığında, doyurucu bir öğle yemeği yedi. Öğle vaktinden çok önce büyük bir çocuk kalabalığı vardı, bazıları anneleriyle birlikte kapıların açılmasını bekledi.
Enternasyonalizm
“Valla ben enternasyonlizmle ilgilenmiyorum. Bu ülke benim için yeterince iyi.”
Öyle mi? Moskova-Windau-Rydinsk Demiryolundan pay mı alıyorsun yoksa?
“Hayır, o da nerede?”
Sevgili dostum, bu demiryolunun nerede olduğu seni hiç ilgilendirmiyor. Yapman gereken tek şey bir hisse almak ve gidip keyfine bakmak; bırak, kim olduklarını bilmediğin, anlamadığın bir dilde konuşan, hiç görmediğin bir ülkede çalışan Rus demiryolu işçileri, alınlarının teriyle senin kâr payını üretsinler.
Tuhaf, değil mi?
Biz sosyalistler her zaman emeğin uluslararası dayanışmasından, tüm dünyada çıkarlarımızın bir olduğundan bahseder ve sık sık da coşkulu laflarımızı kapitalist sistemin ücretli kölelerini birleştirmesi gereken kardeşçe sevgi bağları üzerine bir nutukla bitiririz.
Ama başka tür bir bağ[1] da var, işçileri değil, dünyanın boş gezenlerini kardeşçe sevgide birleştiren ve kapitalist sınıfın üyeleri arasında bir çıkar özdeşliği, uluslararası dayanışma hissi yaratan, hakkında nutuk atmadıkları ama buna rağmen çok güçlü ve etkili bir bağ: Rus demiryolu bonoları.
Siz sosyalizmin uluslararasılığının güçlü olduğunu ama kapitalizmin uluslararasılığına bir karşıt ağırlık yaratmak için yetersiz ve aksak bir girişim olduğunu tam olarak anlamıyorsunuz.
İşte tipik bir örnek. Moskova-Windau-Rydinsk demiryolu, isminden de anlaşılacağı üzere, Rusya’nın bir tarafından diğer tarafına işleyen veya işlemesi planlanan bir demiryoludur. Bu demiryolunun sadece Rus halkını ilgilendirdiğini ve enternasyonal sempatilere sahip işçi sınıfı sosyalistlerine karşı çıkmaya her an hazır yurtsever kapitalist sınıfımızın ona asla bakmadığını ya da ilgilenmediğini düşünebilirsiniz.
Örneğin İrlanda’nın –ki bu ülkenin profesyonel yurtseverleri, kolay kandırılan emekçilere onun sermaye ve girişim eksikliğinden mahvolacağını söyleyip durur– bir Rus demiryolunu finanse etmek için para bulmak söz konusu olduğunda mükemmel bir ülke olduğunu düşünmezsiniz.
O zaman gerçeklere bakalım. 12 Haziran 1899 Pazartesi günü tüm Dublin gazetelerinde bu uzak Rus demiryolunun tanıtımı yer aldı. Bu tanıtımı İrlandalı kapitalistlerin yatırımına sunansa, parayı, özgürce avlanmaya alışmadıkları sularda balık yakalamaya çalışmakta harcamayacak kadar kurnaz olan bir Londra borsa şirketiydi.
Ve Rus devriminin (1905) ortasında Çarın ajanları, yeni doğan Özgürlüğü boğmanın bedelini ödemek için Birleşik Devletler’deki neredeyse sınırsız hazineleri ele geçirmeyi başarmışlardı.
Tıpkı Rus demiryolu hisselerinin İrlanda’da, Rus bonolarının Amerika’da satılması gibi, Amerikan madenleri, demiryolları ve fabrikalarının hisseleri de tüm Avrupa ve Asya borsalarında Amerika’yı hayatlarında hiç görmemiş insanlar tarafından alınıp satılmaktadır.
Şimdi, bunun her yerde hüküm sürdüğünü akılda tutarak durumu inceleyelim; kapitalist gazetelerimize göz atarken şu başlıkla karşılaşabilirsin:
“SERMAYE ULUSLARARASIDIR”
Rus demiryollarının, Afrika madenlerinin, Nikaragua kanallarının, Şili gazlarının, Norveç kerestelerinin, Meksika su tesislerinin, Kanada kürklerinin, Avustralya kanaka köle ticaretinin, Hint çay plantasyonlarının, Japon keten fabrikalarının, Çin pamuk fabrikalarının, Avrupa’nın ulusal ve belediye borçlarının, Amerika Birleşik Devletleri’nin verimli çiftliklerinin hisseleri her gün alınıp satılmaktadır. Bunları alıp satanların çoğu paralarını yatırdıkları ülkeleri hiç görmemiştir bile ama yine de, yatırım yapmakla, kapitalist sistemde ücretli işçilerden sökülüp alınmışlardan oluşan bir yağmadan pay alma yasal hakkına sahip olurlar, o işçiler de kemikleri ve kaslarıyla, bu beylerin satın aldıkları bonolara ait kâr paylarını üretirler.
Yatırımcı sınıflarımız herhangi bir ülkede herhangi bir kapitalist şirketin hisse senedini satın aldıklarında, bunu faydalı bir sanayi inşa etmek için değil, bu satın alış onlara da emekten sıkılıp alınması tasarlanan ganimetten bir pay alma beklentisi sunduğu için yaparlar.
Bu nedenle, yatırımcı sınıfların her üyesi, mevcut veya geleceğe yönelik yatırımları ölçüsünde, tüm dünyada emeğin boyunduruk altına alınmasıyla ilgilenmektedir.
Bu, sermayenin ve kapitalizmin uluslararasılığıdır.
Bu sistemde ücretli işçi, binlerce kilometre uzakta yaşayabilen ve isimlerini bilmediği bir kapitalist yatırımcılar sınıfının çıkarları için ezilmektedir.
Bu yüzden dünyanın her tarafındaki işçi isyanlarına ilgi duyar; zira bu isyanların hedefindeki kişiler, kapitalist sistemin mükemmel mekanizması sayesinde –hisse senetleri, bonolar, ulusal ve belediyelere ait borçlar vasıtasıyla– onun kanını da emen asalaklar olabilir.
Bu, emeğin enternasyonalizminin ve sosyalizmin esin kaynağı olan temel olgulardan biridir.
Ama sosyalist öneriler, diyorlar onlar, işçinin bireysel karakterini yok edecektir. İşçi kendi çabaları yerine topluluğa dayanacaktır.
Evet: İngiltere’de Emeklilik Aylığı Komitesi önünde ifade veren milletvekili Sir John Dorrington şu kanaati dile getirdi: “Emekli Aylıklarının devlet tarafından sağlanması yarardan çok zarar getirirdi. Bu sakıncalı bir ilkeydi ve israfa yol açardı.”
İşte böyle! Devletin işçi sınıfına “savurganlık” alışkanlığı kazandıracak ya da kendilerine “zarar” verecek hiçbir şey yapmaması gerektiğini kaygıyla dillendiren birilerini her zaman her yerde görürsünüz, bir İrlandalı devrimcinin “ikiyüzlü, besili sınıflar” dedikleri işte onlardır. Ne saygın ve iyi kalpli ruhlar!
Haklarını verelim, çok tutarlıdırlar. Hem kamusal hem de bireysel çabaları cansiperane bir şekilde hep aynı yöne meyleder: savurganlığı engellemek; elbette BİZE DÖNÜK VE BİZİM CENAHTAKİ SAVURGANLIĞI!
Ücretlerimizi düşürürler, tabii ki savurganlığı engellemek için. Kiralarımızı arttırırlar, savurganlığı engellemek için. Savurganlığı engellemek için düzenli aralıklarla bizleri işten çıkarırlar ve onların hizmetindeyken takatsiz kalır kalmaz bizleri neredeyse kürek mahkûmu olarak İşliklere[2] gönderirler, orada bilimsel olarak açlıktan ölüme mahkûm ediliriz.
Emeklilik aylığı bize zarar verebilir. Evet, tabii ki! Ama yine de bir düşünelim, emeklilik aylığı birçok insan tanıyorum ve bu onlara hiç de zarar vermiyor. İlginç, değil mi?
Tüm Kraliyet Ailesi emeklilik aylığı alıyor ve bu pek de onlara zarar veriyormuş gibi görünmüyor; kraliyet bebekleri aslında aynı şişeden hem süt hem de emeklilik maaşı içiyorlar.
Sonrasında süt içmeyi bırakırlar ama asla maaşları kesilmez, şişeden de mahrum edilmezler.
Tüm yargıçlarımız da ikinci bir maaşa bağlanmıştır ama bu yüzden yozlaşmış değiller –en azından alışılageldiğinden fazla değil! Gerçekte hükümet kurumlarında ya da yerel yönetimlerde çalışan tüm iyi ücretli yüksek memurlar da ikinci bir maaş alırlar, ama bu fazladan aylıkların onlara zarar verebileceğine dair bir kaygının dillendirildiği görülmemiştir.
Düşük ücretli, aşırı çalışan ücretli köleye gelince. Ona bir emeklilik aylığı bağlamak onun ahlâki yapısını bozabilir, dayanıklılığını zayıflatabilir, erkeklik şerefini lekeleyebilir, sağlamlığını bozabilir, yozlaştırabilir, basiretini bağlayabilir, karakterini zayıflatabilir, ülküsünden vazgeçirebilir, kararlarını boşa çıkarabilir, özgüvenini yıkabilir, dürüstlüğünü ortadan kaldırabilir, erkeklik gücünü aşındırabilir vesaire vesaire.
Çeviri Tarihi: Haziran 2020
İngilizce orijinali:marxists.org
[1] İngilizcede “bond” sözcüğü hem “bağ” hem de “bono” anlamına geliyor –çn.
[2] Workhouse: 19. yüzyıla kadar yoksulların yiyecek ve kalacak yer karşılığında, başka kimsenin yapmak istemediği işleri yapmak zorunda bırakıldıkları, bir çeşit çalışma kampı.
link: James Connolly, “İşyeri Konuşmaları”ndan, 1909, https://marksist.net/node/6976
ABD’de İsyan Büyüyor, Tarihsel Kavga Devam Ediyor /2
Heykeller Yıkılırken!