Katalonya’da Eylül ayı başında bir kez daha bağımsızlık için referandum kararı alındı. Katalonya özerk yönetiminin parlamentosunda önce “Referandum Yasası” onaylandı[1], ardından da, Katalan hükümeti bu yasaya dayanarak 1 Ekimde referanduma gitme kararı aldı. Bunu takiben 700’den fazla belediye yönetimi de kararı desteklediklerini belirten ortak bir deklarasyon yayınladılar.
2014 Kasımında da referandum kararı alınmış ancak İspanyol hükümeti bunu yasal yollarla engellemişti. Bu kez de durum farklı değil. Katalonya’nın referandum kararının ardından Madrid hükümetinin başvurusuyla, Anayasa Mahkemesi bu kararı geçersiz sayarak, yerel meclisin kararını askıya aldığını ilan etti. Böylelikle bir kez daha referandum yasadışı ilan edildi. İspanyol başbakan Rajoy, kendilerinin yasal çerçevede hareket ettiğini, Katalonya’nın yasaları çiğneyip diktatörlüğe doğru gittiğini, bu referandumun gayri resmi de olsa yaptırılmayacağını, sandıkların kurulmasını gerekirse güç kullanarak engelleyeceklerini söyledi. Hükümet sözcüleri de askeri seçenek de dâhil olmak üzere her türlü yolla bu referanduma engel olacaklarını açıkladılar.
Nitekim savcılık, referanduma destek veren 712 belediyeye karşı soruşturma açarak belediye başkanlarını ifade vermeye çağırdı. Katalan meclisinin başkanı, başkanlık divanı üyeleri ve Katalan resmi televizyonu hakkında da soruşturma başlatıldı. Sayıştay 2014’teki gayri resmi referandum için yerel hükümetin yaptığı 5 milyon avroluk harcamayı dönemin yetkililerinin ödemesini isteyip, aksi takdirde hepsinin malvarlıklarına el konulacağını açıkladı. Madrid hükümeti ise, “yasa dışı referandum için 1 avro bile harcatmayacağız” gerekçesiyle Katalonya’nın yerel bütçesine el koydu, bundan böyle tüm yerel kamu harcamalarının (eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, memur maaşları vb.) İspanyol maliyesinden karşılanacağını ilan etti. Ardından da Katalan bölgesinde referanduma destek veren çok sayıda resmi yetkili gözaltına alındı, yerel hükümet binaları basılarak aramalar yapıldı, oy sandıklarına, pusulalara, mühürlere el konuldu.
Madrid hükümetinin bu adımlarına karşılık, Katalan hükümeti şu ana kadar geri adım atmış değil. Madrid hükümetinin karar ve uygulamalarının “özerkliği fiilen ortadan kaldırdığını” ilan ediyor ve Katalanları hem referanduma katılmaya hem de protestolara davet ediyor. Barcelona başta olmak üzere Katalan şehirlerinde protesto ve gösteriler devam ediyor.
Peki ne oldu da, Katalan temsilcilerinin de katılımıyla hazırlanan ve referandumda %88 oyla kabul edilen 1978 Anayasası bugün Katalan burjuvazisine yeterli gelmiyor? Zira Katalan ve İspanyol burjuvazisinin karşılıklı rızayla uzlaşmasının ifadesi olan bu anayasa, Katalan sorununun çözümü anlamına gelen çok geniş kapsamlı bir idari-mali-siyasi ve ekonomik özerkliği içeriyordu: “Bu özerk bölgelerin kendilerine ait parlamentoları, başkentleri, hükümetleri, bayrakları bulunmaktadır. Anadilde eğitim her kademede hayata geçirilmektedir. Özerk bölgelerde kullanılan diller ikinci resmi dil statüsündedir. Eğitim, sağlık, yargı, ulaşım, kültür, turizm, spor, tarım, ormancılık, sanayi, ticaret, çevre gibi konular özerk yönetimlerin yetki alanına girmektedir. Özerk bölgeler mali özerkliğe de sahiptirler. Merkezi hükümetin yanı sıra özerk hükümetlerin de vergi koyma ve toplama hakları bulunmaktadır. Bu bölgelerdeki polis gücü de özerk yönetimlere bağlıdır.”[2]
Sorunun cevabını, AB’nin oluşumuyla Katalan burjuvazisinin değişen ve gelişen çıkarlarında ve 2008 krizinin yarattığı iktisadi ve toplumsal koşullarda aramak gerekiyor. Kendi bencil çıkarlarını geliştirmek için çözülmüş bir sorunu kaşıyarak kitleleri milliyetçilikle zehirleyen Katalan burjuvazisinin tutumunda en ufak bir ilerici unsur bile bulunmamaktadır.
Katalan burjuvazisinin zengin milliyetçiliği
Katalonya, İspanyol ekonomisi içinde çok önemli bir yer tutuyor. 7,5 milyonluk nüfusuyla tüm İspanya nüfusunun yaklaşık %16’sını oluşturan Katalonya, 200 milyar avroyu aşan milli gelirle İspanyol ekonomisinin %20’sini oluştururken, ihracatının da %26’sını yapıyor. İspanya’nın sanayisi en gelişmiş ve en zengin bölgelerinden biri durumundaki Katalonya, kişi başı milli gelir olarak da ekonomisinin büyüme oranlarıyla da İspanya’nın geri kalanına fark atarken, diğer bölgelere kıyasla çok daha düşük bir işsizlik oranına sahip.[3]
Katalonya’da modern bir milliyetçi hareketin ortaya çıktığı 20. yüzyılın başlarından İspanyol İç Savaşının patlak verişine kadar, Katalan burjuvazisi emekçi kitleleri milliyetçilik temelinde kışkırtarak öne sürmüş, her seferinde onları yüzüstü bırakmış, ama emekçilerin dökülen kanları üzerinden İspanyol burjuvazisiyle pazarlık ederek kendisine ayrıcalık sağlama çabasından geri durmamıştır. Bunun çok tipik bir örneği, 1917 yazında yaşananlardır. Krallığa karşı demokratik bir reform ve özerklik talebiyle Kurucu Meclis çağrısında bulunan Katalan burjuvazisi işçilere de genel grev çağrısı yapmış ve bu çağrı Katalan işçi sınıfından coşkun bir destek bulmuştu. Katalan burjuvazisinin beklediğinin de ötesine geçen işçiler 1917 Ağustosunda genel greve gittiklerinde burjuvazi onlara sırtını döndü ve hükümetin onları ezmesine destek verdi. Katalan burjuva lider Cambo, anılarında şunları diyordu: “Bolşevizm tehdidi karşısında, özgürlük meselesi bir süreliğine bir tarafa bırakılmalıydı.” 1923’teki gerici askeri darbeyi de, 1936’daki Franco’nun faşist isyanını da desteklediler. İç Savaşın sonucunda iktidara gelen Franco faşizmi, İspanyol emekçi sınıflarını ezdiği gibi Katalan burjuvazisinin elindeki birikmiş siyasal kazanımları da silip süpürmüştü. Katalan büyük burjuvazisi İç Savaş boyunca Franco’nun faşist birliklerini desteklemiş, galip gelen Franco, 1930’larda şekillenen küçük-burjuva Katalan milliyetçiliğinin liderlerini ipe göndermekten geri durmamıştı. Diktatörlüğün yıkılması ve 1978 Anayasasıyla Katalonya’ya özerklik statüsünün verilmesiyle birlikte, özellikle 90’lardan itibaren Katalan burjuvazisinin milliyetçiliği körükleme girişimleri ve merkezi hükümetle at pazarlıkları tekrar canlandı. Buna sağlı sollu küçük-burjuva milliyetçi oluşumlar da eşlik etti, ediyor.
Son döneme dek, ekonomik olarak İspanyol pazarına dayanan Katalan burjuvazisi, kendi çıkarlarını merkezi İspanyol devlet aygıtı aracılığıyla daha iyi koruyabileceğini düşünüyordu. Milliyetçiliği körüklerken asıl gayesi de, bağımsızlık değil, İspanyol politikasında daha fazla söz hakkı ve ekonomik ayrıcalıklarını arttırmaktı.
Ancak onun önüne farklı bir seçenek çıkartmış görünen bir başka dinamik de sözkonusudur: AB’nin varlığı ve AB dâhilinde, sermaye, mal ve hizmetlerin dolaşımının önündeki tüm engellerin kalkması, para birliğinin sağlanması, devasa bir ortak pazarın ve ortak mali sistemlerin oluşması gibi faktörler, Katalan burjuvazisinin Madrid bürokrasisine olan ihtiyacını azaltmaktadır. İspanya’nın bir parçası olarak dolaylı bir şekilde AB’nin bir parçası olmaktansa, Madrid bürokrasisinin fazladan oluşturduğu yüklerden kurtularak doğrudan AB’nin bir parçası olmak onun açısından günün koşullarında çok daha çekici görünüyor. Bu eğilimi, 2008 krizinin yarattığı iktisadi ve toplumsal durum daha da güçlendiriyor. Diğer bölgelere göre çok daha zengin ve iyi durumda olan Katalan burjuvazisi, İspanya’nın daha yoksul bölgelerinin “oluşturduğu yükü” taşımak istemediğini açıkça ifade ediyor. Katalan burjuvazisi sahip olduğu zenginlikten vergi vb. mekanizmalarla İspanya’nın geri kalanına pay aktarılmasına karşı çıkıyor. Onun zengin milliyetçiliğinin açığa çıktığı nokta burasıdır. Tıpkı İskoç, Flaman ya da kuzey İtalyan burjuvazisi gibi Katalan burjuvazisi de, “verdiğimizden çok daha azını alıyoruz” söylemini pompalıyor. 2008 kriziyle ortaya çıkan sorunlar için de, Katalan hükümetinin uyguladığı neoliberal kapitalist politikalar için de bahaneleri hazır: bunlar İspanyol merkezi hükümetinin dayatmaları. Örneğin, Katalonya Başkan Yardımcısı Oriol Junqueras, İspanyol hükümetinin ekonomik anlamda Katalonya’yı “felâketin eşiğinde” bıraktığını iddia ederek şunları söylüyor: “Katalonya’da vatandaşların sandığa giderek oylarıyla karar vermesini sürekli engelleyen İspanyol devletinin politikalarıyla, sosyal güvenlik fonlarında büyük kayıp oluştu, kamu açıkları büyüdü, yatırımlar durdu, altyapı projeleri engellendi.” Hatırlanacağı gibi, İskoç burjuvazisi de bağımsızlık referandumu öncesinde işçi-emekçilere aynı aldatıcı söylemle sesleniyordu: Londra’dan ayrılalım, sonra refah gelecek!
Burjuvaziyi ayrılıkçı milliyetçiliği körüklemeye sevk eden bu faktörler, iki karşıt faktör tarafından da frenleniyor. Birincisi, “siyasal bağımsızlık” için sahip olunan devasa zenginliği riske atmak, katlanılacak bir fatura değildir burjuvazi için. İkincisi, bağımsızlığın sonuçları da belirsizdir, çünkü AB kendi geleceğini korumak için, dağılma eğilimlerini güçlendirir kaygısıyla, bu tür ayrılıkçılığa prim vermiyor. İskoçya’ya olduğu gibi Katalonya’ya da verdiği mesaj, yerinizde oturun şeklindedir.
Bu durumda, Katalan burjuvazisi bir yandan bu zengin milliyetçiliğini (sağlı sollu küçük-burjuva milliyetçi örgütler aracılığıyla da) körüklerken, diğer taraftan gelişen milliyetçi hareket üzerinden Madrid’e şantaj yaparak daha fazla iktisadi ve siyasi ayrıcalık koparmaya çalışmaya devam edecektir. Birçok yorumcu, Katalanların “tüccar bir halk olduğunu”, aslında Madrid’i ayrılık tehdidiyle federasyona razı etmeye çalıştığını söylüyor. Katalan burjuvazisinin at pazarlığı dediğimiz geleneksel tutumunu düşündüğümüzde bu yorum doğruya yakın gözüküyor. Ama şunu da eklemek şartıyla: Katalan burjuvazisi emekçi halkın gerçek iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunlarının üstünü örtmek, emekçilerin kapitalist sistemin krizine duyduğu tepkiyi farklı kanallara akıtabilmek için Katalan kimliğini suiistimal ediyor.
Dolayısıyla bugün Katalan milliyetçiliğinin bağımsızlık savunusu, işçi sınıfı tarafından desteklenmesi gereken ilerici bir karakter (iktisadi açıdan da, siyasi açıdan da, toplumsal açıdan da) taşımıyor. Tersine, bu ayrılıkçılık, bir “zengin milliyetçiliği” anlamına geliyor. Biliyoruz ki, Katalonya yalnızca İspanya’nın en zengin bölgesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda köklü sınıf mücadelesi geleneklerine sahip, militan karakterli bir işçi sınıfına da ev sahipliği yapıyor. 2008 krizinin ardından patlak veren kitle gösterilerinde de Katalan işçi sınıfı hep en öndeydi. Bugün de bu protestolar devam ediyor. Ne var ki, tüm dünyada olduğu gibi İspanya’da da gerileyen komünizm, zayıflayan proleter örgütlülükler, işçi sınıfının sol söylemli küçük-burjuva milliyetçiliğin tuzağına düşmesine yol açıyor.
Katalan işçi sınıfı
Katalan işçi sınıfı bugün bağımsızlık konusunda bölünmüş durumda. Madrid hükümetinin referandumu yasaklamasının ardından Katalonya ulusal gününde yapılan ve yarım milyondan fazla (Katalan polisine göre 1 milyon) insanın katıldığı yürüyüş bağımsızlık yanlısı bir gösteriye dönüştü. Bununla birlikte Katalan hükümetine bağlı anket kurumlarından birinin yaptırdığı son anket, aslında Katalan halkının çoğunluğunun ayrılıktan yana olmadığına işaret ediyor. Ankete katılanların yaklaşık %68’i referandum yapılmasını ve bu referanduma katılmak istediğini belirtirken, bunların %49’u bağımsızlık istemediğini söylemiş, bağımsızlık yanlısı olanlarsa %41’de kalmış.
Tarihsel olarak kapitalistleşme (ve uluslaşma) yoluna girmiş, modern sınıfların yeni oluşmaya başladığı ve bu nedenle genelde yoksul ve siyasal boyunduruk altındaki halkların ulusal taleplerle ayağa kalkması önemli bir tarihsel ilerlemeye işaret eder. Dünyanın çeşitli bölgelerinde, geçmişten günümüze sarkan ve bu temelde gelişen ulusal hareketler sayısı az da olsa varlıklarını koruyor ve mücadelelerini sürdürüyorlar. Ama Katalonya’da bu öğelerin hiçbiri yoktur: “İlhak ve işgal durumlarında yeniden alevlenen ulusal sorun bir tarafa bırakılacak olursa, Marksistler bu nedenle ulusal sorunu, burjuva demokratik devrimler bağlamında ele almışlardır. Oysa İskoçya, Katalonya, Flandra, Quebec vb. sözkonusu olduğunda, böylesi tarihsel bir bağlam hiçbir biçimde sözkonusu değildir. Bu halkların yaşadığı bölgeler, kapitalist açıdan son derece gelişmiş, belirli idari-siyasi-kültürel özerkliği olan bölgelerdir. Hal böyleyken, küçük-burjuva milliyetçi romantizmle bezeli bağımsızlık talebinde ilerici görülebilecek bir unsur bulunmuyor. Bu tarz hareketler, emekçi kitleleri zaten çoktan oluşmuş ve pekişmiş sınıf kimliğini bir tarafa bırakarak, akıldışı bir milliyetçilik temelinde bölmekten ve birbirine yabancı hale getirmekten başka bir anlama gelmiyor. (…) Çünkü bu tarz burjuva hareketler, geliştikleri ülkelerde, proletarya içerisinde önemli ölçüde yaşanan kaynaşmayı ve zaten varolan mücadele birliğini parçalar, iki halkın işçilerine zaten mevcut olan sınıf bilincinin yerine gerici burjuva milliyetçilik bilincini ve burjuva bencilliği aşılar.”[4]
Ayrılıkçı milliyetçiliğin kışkırtmaları bir tarafa bırakılırsa, Katalan halkının gündelik yaşantısında kendi kimliğinden kaynaklanan bir sorun yaşamadığını görmek gerekiyor. Geniş bir özerkliğe ve kendi kurumlarına sahip olan bir halk olarak Katalanların temel gündelik sorunları, ulusal baskı, asimilasyon, kültürel yasaklamalar, devlet terörü, modernleşmenin sancıları vs. değildir. Katalan toplumu çoktan beridir sınıflar temelinde bölünmüş ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının damgasını bastığı modern bir kapitalist toplumdur. Bu toplumun emekçilerinin gündelik yaşamlarındaki yakıcı sorunların neredeyse tamamı kapitalist sömürüden kaynaklıdır, ulusal baskıdan değil. Katalan işçiler yaşadıkları sorunların kaynağında Katalan olmalarının değil, işçi olmalarının ve sömürünün yattığını bilecek kadar mücadele deneyimine sahipler. İspanyol işçi sınıfı içerisinde Katalanlar ve İspanyollar arasında aşılması güç karşılıklı ulusal önyargılar, ulusal aşağılanma vb. de sözkonusu değildir.
İşin doğrusu, Katalan işçilerin çoğunluğunun kendisini, bir Katalan burjuvasından ziyade İspanyol işçisiyle kader birliği içinde gördüğünü, İspanya sınıf mücadeleleri tarihinden de biliyoruz. Gerici Bourbon hanedanına, Franco faşizmine ve kapitalist sömürüye karşı yıllarca omuz omuza aynı sendikalar ve aynı devrimci örgütler içerisinde mücadele vermiş İspanyol ve Katalan işçilerin birliklerini korumaları, geliştirip pekiştirmeleri, İber yarımadasının işçileri için en uygun yoldur. Bağımsız ama kapitalist bir Katalonya, Katalan emekçilerinin hiçbir sorununun çözümüne hizmet etmeyecek, tersine onlara da İspanyol sınıf kardeşlerine de çok büyük şeyler kaybettirecektir.
[1] 135 vekilden oluşan bölge parlamentosunda, ayrılıkçı “Junts pel Si” (Evet için Birlikte) ve sol eğilimli “Halk Birliği Adaylığı” (CUP) partisi çoğunluk oluşturuyor. Toplam 72 vekil yasa lehine oy kullanırken, 11 vekil çekimser kalmış, yasaya karşı olanlar ise oylamayı boykot edip meclisi terk etmişlerdir.
[2] İlkay Meriç, Kürt Halkının “Demokratik Özerklik” Talebi, Ağustos 2011, http://marksist.net/node/2708
[3] Son iki yıldır Katalan ekonomisi İspanya’nın toplam ortalama büyümesinin iki katı bir oranla %3,5 büyürken, Katalonya’da kişi başına milli gelir İspanya ortalamasından yaklaşık 3600 avro daha fazladır. İspanya’da ortalama işsizlik %18 civarındayken, Katalonya’da bu oran %13.
[4] Oktay Baran, İskoçya’da Bağımsızlık Referandumu, Eylül 2014, http://marksist.net/node/3527
link: Oktay Baran, Katalonya’da Referandum , 22 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5900
Faşizmin Panzehiri Devrimci Dirençtir
Nuriye Gülmen’e Yoğun Bakım İşkencesi