Demokrasi ve Barış Konferansı Daimi Koordinasyonu’nun çağrısıyla, 12 Eylülde İstanbul Akatlar Kültür Merkezi’nde “Kürt Sorunun Çözümü İçin Müzakere ve Barış İçinde Yaşama Hakkı” başlıklı bir konferans düzenlendi. Demokrasi ve Barış Konferansının ilk iki toplantısı, çözüm sürecinin tartışıldığı, çatışmasızlığın devam ettiği dönemlerde gerçekleştirilmişken, üçüncü konferans savaşın iyice körüklendiği bir ortamda toplandı. Tartışmalara Ortadoğu’daki emperyalist savaş, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş, Kürt halkının özyönetim talebi, Cizre ve çeşitli bölgelerde devam eden şiddetli çatışmalar damgasını vurdu. Konferansa HDK eş sözcüleri Ertuğrul Kürkçü, Sebahat Tuncel, DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, HDP milletvekilleri, Rakel Dink, İmralı Heyeti üyesi Ceylan Bağrıyanık’ın yanı sıra birçok aydın, akademisyen, yazar ve siyasetçi katıldı.
Konferansın açılışını divana seçilen Demokrasi ve Barış Konferansı Daimi Koordinasyonu üyesi akademisyen Onur Hamzaoğlu yaptı. Hamzaoğlu, konferansta müzakerenin yeniden başlatılabilmesi, ölümlerin durdurulması, barışın tesis edilmesi için yapılabilecekleri görmek üzere tartışmalar yürütüleceğini dile getirdi. İlk konuşmayı yapan Rakel Dink, o günün 12 Eylül darbesinin yıldönümü olduğunu hatırlattı. Dink, “Yeter bu kadar dağlanmış yürek, bu kadar acı yeter. Bu kadar ölüm yeter, yeter! Edi Bese, Yutkunamıyoruz!” diye haykırdı.
Konferansta söz alan HDK Eş Sözcüsü Sebahat Tuncel, Cizre’de yaşananlarla ilgili bilgi verdi. Türkiye’nin içinden geçtiği sürecin “AKP hükümeti ve Erdoğan’ın sivil darbesi” nedeniyle yaşandığını belirten Tuncel, Kürdistan halkının direnişinin bu sivil darbeye karşı olduğunu söyledi. Tuncel’in ardından geçmiş dönemde TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi olan CHP milletvekili Rıza Türmen de, müzakere ve çözüm süreçleri ile ilgili bir sunum gerçekleştirdi, çözüm ve müzakere süreçlerinde işletilecek uluslararası hukuk hakkında bilgi verdi. Türmen “iktidar ne kadar paylaşılırsa o kadar demokratikleşilir. Kürt sorununun çözümü de bu yeni demokrasi anlayışında yatıyor” diye konuştu. Aynı oturumda kadınların barış süreçlerindeki rolüne ilişkin bir sunum gerçekleştiren Barış İçin Kadın Girişimi temsilcisi Nükhet Sirman, “Kadınlar barışta ısrarcı. Barışın bizim için önemli olduğunu söylüyoruz. Savaşın kadınlar üzerindeki yükünün ağır olduğunu biliyoruz. Çünkü yaşadık ve gördük” dedi. Sirman, savaşta bedel ödetilen kadınların müzakere süreçlerinde dışlandıklarını ifade etti. Buna rağmen kadınların güçlendiklerini, barışın ve çözümün öznesi olmakta kararlı olduklarını dile getirdi.
Konferansta İmralı Heyeti üyesi HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, “Kürt Sorununun Çözümünde Müzakere Süreci” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. 1993 yılından bu yana dolaylı ve doğrudan Kürt özgürlük hareketi ve devlet arasında diyalog kanallarının olduğunu belirten Baluken, 1993’ten bu yana gelişen ateşkes süreçlerine ilişkin hatırlatmalarda bulundu. Bugün “son terörist öldürülünceye kadar mücadeleye devam” diyenlerin daha önce “devlet pazarlık yapmaz” söylemi ve devlet kibri ile ateşkes süreçlerini heba edenlerle aynı tutumu aldığını ifade etti. Ateşkes süreçlerinin heba edilmesinin ardından ağır bedeller ödendiğini, acıların yaşandığını dile getiren Baluken, diyalog süreçlerinde de devletin hep tasfiye planını gündemde tuttuğunu vurguladı.
İlk heyetlerinin 3 Ocak 2013’te PKK Lideri Öcalan ile görüşmelere başladığını aktaran Baluken, bu görüşmenin toplumda büyük beklenti yarattığını, ancak bundan beş gün sonra Paris’te üç devrimci Kürt kadının katledilmesiyle Oslo’dan sonra yaratılan kırılmanın aynen tekrarlandığını dile getirdi. Öcalan’ın önerdiği üç aşamalı çözüm planına göre devletin atması gereken “geri çekilme yasası” ve “yol temizliği” adımlarının atılmadığını, demokratik siyasetin önünün açılmadığını ifade etti. Bütün bunlar çözülmesi gereken sorun alanlarıyken bunların üzerine devletin Rojava politikasının da eklendiğini anlatan İdris Baluken, “Türkiye bugün de tüm Suriye politikasını, Cerablus’un Kürtlerin eline geçmemesi üzerine kuruyor” dedi. 6-7 Ekimde toplumun AKP’nin Rojava politikasına tepkisini savaş gerekçesi yapan, İç Güvenlik Yasası çıkaran, seçimleri yok sayarak darbe düzenleyen AKP’yi eleştiren Baluken, “savaşa karar vermişler ama bunun için de ısrarla gerekçeler üreten bir hükümet pratiği ile karşı karşıyayız” dedi. Baluken, barış için toplumsal bir direniş gösterilmesi gerektiğini belirterek sözlerini şöyle noktaladı: “Hem ateşkesle ilgili hem savaşla ilgili hem de barışla ilgili top Ankara’dadır.”
Sunumlardan sonra verilen aranın ardından tartışmalara geçildi. Tartışmaların tamamlanmasıyla konferansın sonuç bildirgesi yayınlandı. Sonuç bildirgesinde şu hususlar yer aldı:
1. 22 Temmuz Suruç katliamıyla yeniden alevlenen ve yüzlerce yurttaşımızın hayatına mal olan silahlı çatışma, var olan sorunları içinden çıkılmaz hale sokmakta, Kürt ve Türk halklarının birlikte yaşam olanaklarını adım adım tüketmektedir. Bu çatışmanın daha vahim boyutlara ulaşmadan, daha fazla can kaybı ve düşmanlığa yol açmadan sona erdirilmesi zorunludur. Bu amaçla, çatışan tarafları derhal ateşkes ilan etmeye ve çatışmasızlık ortamına dönmeye çağırıyoruz.
2. Ocak 2013’ten başlayarak iki buçuk yıl süren çatışmasızlık hali, toplumun büyük çoğunluğu ve farklı kesimlerince benimsenmiş, büyük bir huzur sağlamış ve İmralı’da süren görüşmelerde barışa yaklaşıldığına dair umutlar doğurmuştu. Çatışmasızlığın sona erdirilmesi ve gençlerimizin yaşamlarının savaşta feda edilmesinin hiçbir anlaşılır ve haklı nedeni yoktur. Gelinen aşamada çatışmanın kim tarafından ve ne şekilde yeniden başlatıldığına ilişkin karşılıklı iddiaların hangisinin haklı olduğuna dair bir tartışmanın, içinde bulunduğumuz vahim durumu ortadan kaldırmak bakımından hiçbir yararı ve anlamı kalmamıştır.
3. Geçmişte olduğu gibi bu kez de çatışma süreci toplumsal dokuyu ciddi biçimde etkilemeye başlamış, özellikle kadınların toplumsal konumunun değişmesine neden olmuştur. Her çatışma sürecinde olduğu gibi, kadınlar bir kez daha yeni rollere, yeni çevrelere, yeni ilişkilere savrulmaya başlamış; bir yandan ağır kayıplar yaşarken, diğer yandan toplumdaki eski konumlarını kabul etmez duruma gelmiştir. Çatışma süreci aynı zamanda ormanların yakılması ve ekolojik dengenin altüst edilmesi ile birlikte doğanın dokusunu da tahrip etmeye başlamıştır.
4. Toplumsal dokunun onarılması, kadını erkeği, genci yaşlısıyla toplumun barış ve refahının sağlanması sorumluluğunun esasen Anayasa ve uluslararası hukuk çerçevesinde devletin asli görevi olduğu tartışmasızdır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 15 Aralık 1978’de oybirliğiyle kabul edilen bildiride, “Her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir” denilmektedir.
5. Öte yandan 10 Aralık 2010’da kabul edilen Santiago Bildirisi’nin 13. maddesinde “Barışı ve barış içinde yaşama hakkını koruma yükümlüğü”nün devlete ait olduğu kayıt altına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, her iki bildirinin de imzacısı olarak yurttaşları karşısında barışı sağlama ve koruma yükümlülüğü altına girmiştir. Bu ilkeler ışığında barış içinde yaşama hakkının ayrımsız bütün yurttaşlarımız için sağlanmasını devletten talep ediyoruz.
6. Santiago Bildirisi’nin 5. maddesinin birinci fıkrasında belirtildiği gibi, “bütün halklar ve bireyler herhangi bir devlet tarafından düşman olarak görülmeme hakkına sahiptir.” Aynı yerde belirtildiği şekilde “tek tek veya herhangi bir topluluğa mensup bireylerin barış için tehdit oluşturan eylemlere karşı sivil itaatsizlik ve vicdani red hakkı vardır.”
7. Hükümetin “terörle mücadele” adı altında, sivil halkın yaşam alanlarında sürdürdüğü operasyonlar hukuk devletinin temellerini ve insan haklarını vahim bir biçimde ihlal etmektedir.
Nitekim Cizre’de son 2 haftada cereyan eden olaylar bunun çok açık bir örneğidir. Hükümetin operasyonlar için gerekçe gösterdiği “hendek kazılması”na orantısız bir şiddetle karşılık vererek hiçbir anayasal dayanağı olmaksızın Cizre’de 9 gün boyunca sokağa çıkma yasağı ilanı; sivil halkın yaşam alanlarını topa tutması; tıbbi yardımı engellemesi; elektrik, su, iletişim ve temel gıdaya erişimi önlemesi ve sonuçta aralarında kadın ve çocukların da olduğu 23 sivilin öldürülmesi “barış içinde yaşama hakkı” da dahil olmak üzere, bir dizi temel insan hakkının vahim ihlalidir.
8. Türkiye’nin, devletin temel görevlerini inkâr ve yurttaşların temel haklarını ihlale devam ederek bu şekilde yönetilmesi imkansızdır. Cizre’de halk devletin ihlallerine karşı uluslararası hukuktan doğan direnme hakkını kullanmıştır. Ancak, aslolan devletin yurttaşlarının barış içinde yaşama hakkını güvence altına almasıdır. Süregiden çatışma, devletin bu hakkı sistematik olarak ihlaliyle daha da derinleşmektedir.
9. Öte yandan HDP’nin, mutlak iktidar ve 400 milletvekili hedefi güden anlayış tarafından hedef gösterilmesi sonrasında, HDP binalarının ve Kürt esnafın planlı bir biçimde saldırgan toplulukların linç, kundaklama ve yağmasına maruz bırakılması çözümsüzlüğü bütün topluma yaymaktadır. Üstelik bütün bu ihlallerin güvenlik güçlerinin destek ve yönlendirmesiyle gerçekleştirilmesi çatışmanın çözümünü daha da güçleştirmektedir.
10. Bütün bu gerçeklerin gösterdiği gibi, çatışmasızlıktan her uzaklaşma savaşın canlanmasına ve halklarımız arasında nefret ve kin duygularının doğmasına ve toplumsal dayanışmanın çökmesine yol açmaktadır. Bu duruma son verilmesi için tarafları,
- 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı zeminine dönüşe çağırıyoruz.
- Sayın Öcalan’a uygulanan tecride son verilerek özgür ve eşit koşullarda ve kadın temsilinin de sağlandığı şekilde müzakere yürütülmesini,
- Müzakerelerin ve varılacak mutabakatların yasal güvenceye kavuşturulmasını talep ediyoruz.
12 Eylül darbe Anayasası’nın halen hüküm sürdüğü ve darbenin 35. yıldönümünde, 12 Eylül 2015’te 150 delegesiyle toplanan Demokrasi ve Barış Konferansı olarak, barışın toplumsallaşması ve gerçekleşmesi, tekrardan barış dilinin ve söyleminin kullanılması ve hakim kılınması, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir anayasa yapılması için adımlar atılması doğrultusunda tüm demokrasi, emek ve barış güçlerini, STK’ları, yurttaş girişimlerini, demokratik örgütleri, aydınları, sendika ve meslek odalarını, siyasi partileri, akademik çevreleri ve vicdan sahibi bütün yurttaşları ortak ve birlikte mücadeleye çağırıyoruz.
link: Marksist Tutum, Demokrasi ve Barış Konferansı Müzakere ve Barış Talebiyle Toplandı, 14 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4452
Şahruk Zamani İran Zindanlarında Katledildi
Haykırış!