Meksika aylardır dehşet verici bir katliam nedeniyle sarsılıyor. Ülke, 26 Eylülden bu yana, son yılların en büyük kitle eylemlerine sahne oluyor. 26 Eylülde on binlerce öğrencinin, öğretmenin, işçi ve emekçinin katıldığı bir mitingin ardından Ayotzinapa Öğretmen Okulunda okuyan 43 öğrenci polis tarafından kaçırılmış ve uyuşturucu mafyasının da dahil olduğu bir operasyonla katledilmişti. İnanılmaz bir pervasızlıkla gerçekleştirilen bu vahşet Meksikalı işçi ve emekçi kitleler için bardağı taşıran son damla oldu. Meksika sokakları “ya me cansé” yani “yeter, bıktık” sloganlarıyla sarsıldı. Meksika aynasından, yalnızca içinde yaşadığımız kapitalist sistemin çürümesinin geldiği boyut değil emekçi yığınların kapitalizme karşı büyüyen öfkesinin boyutları da yansıyor.
Meksika’da ne oldu?
Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto geçtiğimiz sene Şubat ayında bir “eğitim reformu” açıkladı. Aynı yıl Mayıs ayında CNTE adlı öğretmen sendikası başta olmak üzere emekçiler bu yasaya karşı eylemlere ve grevlere girişti. Çünkü yeni yasa öğretmenlerin performanslarını ölçme bahanesiyle yeni sınavlar getiriyor, rekabeti arttırıyordu. Eğitim sisteminin kapitalistlerin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesini amaçlıyordu. Ayotzinapa öğrencileri de yeni yasaya karşı mücadelede yerlerini aldılar. Geleceğin öğretmenleri olarak, yoksul emekçi çocuklarının eğitim hakkının gasp edilmesine ve öğretmenlerin çalışma koşullarının ağırlaştırılmasına karşı çıktılar.
26 Eylülde Guerrero eyaletindeki Iguala kentinde gösterilere katılmak isteyen Ayotzinapalı öğrenciler, Iguala Belediye Başkanı Jose Luiz Abarca’nın karısının konuşmacı olduğu bir konferansı protesto etmek üzere otobüslerle yola koyuldular. Belediye başkanının gelecek dönem belediye başkan adayı olan karısı seçim kampanyası kapsamında konferansta bir konuşma yapacak ve ardından bir partiye katılacaktı. Öğrencilerin protestosu böyle bir durumda çok tatsız olurdu. Bu nedenle polise ve uyuşturucu mafyasına “şunlara hadlerini bildirin” talimatı verildi. Emri yerine getiren Guerreros Unidos (Birleşik Savaşçılar) adlı uyuşturucu mafyası yaşları 19 ilâ 22 arasında değişen öğrencileri kaçırarak katletti.
Önce iki otobüs halinde yola çıkan öğrencilerin önü polis tarafından kesildi ve otobüsler tarandı. Orada tam bir can pazarı yaşandı. 2 öğrenci öldü. Kurşunlardan kaçmak isteyen bir öğrenci ise ertesi gün olay yerinde gözleri oyulmuş ve yüzünün derisi soyulmuş olarak bulundu. 43 öğrenci polis araçlarına ve mafya liderlerinin araçlarına bindirilerek Cocula adlı bölgeye doğru yola çıkarıldılar. 15 öğrenci yolda havasızlıktan boğuldu. Geri kalan öğrencilerse kurşunlarla katledildi, yakıldı ve gizlice gömüldü. Delilleri yok etmek isteyen uyuşturucu çetesi üyeleri 14 saat boyunca canlı tuttukları ateşle tüm izleri ortadan kaldırdılar. Sonra uyuşturucu baronuna “görev tamam” şeklinde bir mesaj gönderdiler.
Başta kaybolan öğrencilerin aileleri olmak üzere halkın büyük bir kısmı ayağa kalktı, öğrencileri aramaya başladı. Iguala Belediye Başkanı, karısı ve bölgenin polis şefi tepkilerin büyümesi üzerine ortadan kayboldular. Belediye başkanının karısının ailesi ile sıkı bağları olan Guerreros Unidos’un bazı üyeleri katliamı ayrıntılarıyla anlattılar. Bunun üzerine ellerine kazma-küreklerini alan halk öğrencilerin gömülmüş olabileceği bölgelere aktı. Ardı ardına toplu mezarlar bulundu. Ama bu mezarlardan çıkan, yakılmış, işkence edilmiş cesetler öğrencilere ait değildi. Açılan her mezar başka bir caniliğe işaret ediyordu.
5 Kasımda 100 bin kişinin yürüdüğü bir gösteri oldu. Öğrenciler ve öğretmenler okullara gitmediler. Göstericiler ellerinde “ya senin oğlun 44’üncü olsaydı?” dövizleri taşıdılar. Birkaç gün sonra Guerrero’nun en büyük kentinde havaalanı işgal edildi. 9 Kasımda öfke daha da büyüdü. Çünkü soruşturmayı yürüten başsavcı Jesus Murillo olayla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısı sırasında gelen sorular üzerine “Ya me cansé” demişti. Bir kez daha sokaklara dökülen insanlar, “yeter, dibine kadar suça batmış hükümetten usandık”, “ülkedeki cezasızlıktan usandık”, “şiddetten usandık” sloganlarını haykırdılar. Katliamın sorumlusu devlettir, hükümettir” dediler. Kaçırılan öğrencilerin akrabaları, yürüttükleri adalet mücadelesine desteği büyütmek üzere ülkeyi baştanbaşa dolaştılar, gösterilere öncülük ettiler ve 20 Kasımda başkent Meksiko’ya ulaştılar. Burada yapılan gösteride genel grev çağrısı yapıldı. Başkan Nieto, 43 öğrencinin sağ bulunmasını isteyen aileleri ve göstericileri ülkeyi karıştırmakla suçladı. 23 Kasımda ailelerin, uyuşturucu mafyası mağdurlarının katıldığı bir toplu mezar arama eylemi gerçekleştirildi. Çünkü yetkililer bu işi yapmayı reddediyorlardı. Aileler kendilerine çıkarılan tüm zorluklara rağmen çok sayıda mezara ulaştılar. Ülkede bunlar gibi pek çok toplu mezarın bulunduğu biliniyor.
1926 yılında kurulduğu günden beri Ayotzinapa Öğretmen Okulu solcu öğrencilere ev sahipliği yapmıştı. Bu okuldan işçi ve öğrenci eylemlerine katılım hep yüksek oldu. Daha önceki yıllarda da mitinglerde, gösterilerde pek çok Ayotzinapa öğrencisi katledilmiş, Meksika devletinin, polisinin kıyıcılığından nasibini almıştı. 26 Eylülde gerçekleşen katliam daha öncekilerden kat be kat büyük bir zalimlikle gerçekleştirildi. Meksika’da uyuşturucu mafyasının estirdiği terör ve katliamlar eksik olmuyor. Mafyanın 2010-2013 arasında işlediği cinayetlerde 15 binden fazla insan yaşamını yitirdi. 6 Haziran 2010’da Meksika’nın karteller arasındaki savaşa en çok sahne olan sınır kenti Ciudad Juarez’de bir günde 13 kişi öldürüldü. O gün kentin 8 farklı kesiminde çatışma çıkmıştı. Temmuz ayında Tlatlaya’da sözde esrar yetiştiricileri ile asker arasında çıkan çatışmada 22 kişi öldü. Çatışmanın ardından bol miktarda silah ele geçirildi. Bu olayların ayrıntıları henüz açığa çıkarılmadan, mahkemeler sonuçlanmadan 26 Eylül katliamı yaşandı. Devletteki çürümeyi ve devletin uyuşturucu çeteleri ile nasıl iç içe geçtiğini anlatan bu olaylar 2006 yılındaki uyuşturucu savaşlarından bile daha çok tepki çekti. İşte Meksika’nın yoksul işçi ve emekçilerinin sokaklara dökülmesinin ardında Ayotzinapa öğrencilerinin başına gelenler kadar bu çürümenin, kitlelere reva görülen sefaletin yarattığı birikmiş öfke de var.
Muz cumhuriyeti değil, “büyüyen Meksika”!
Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen Ayotzinapa katliamı, savaşın sürdüğü bir coğrafyada, geri kalmış bir ülkede ya da bir “muz cumhuriyeti”nde değil, bir G20 ülkesi olan Meksika’da yaşandı. 2012’de göreve geldiğinde, Meksika devlet başkanı Enrique Pena Nieto’nun, 10 yıldır durgun olan, krizlerle boğuşan ülke ekonomisini ayağa kaldıracağı ve düzeni sağlayacağı iddia ediliyordu. Uluslararası tekeller, pek çok doğal zenginliği ile ABD’nin hemen dibinde olan Meksika’ya büyük ilgi gösteriyor ve her fırsatta Nieto’dan ümitli olduklarını ifade ediyorlardı. Nieto, gerçekten de aradan geçen zamanda burjuvazinin çıkarları doğrultusunda pek çok değişikliğe imza attı. Latin Amerika’nın 2., dünyanın 13. büyük ekonomisi olan Meksika’yı ilk 10 ekonomi arasına taşımak ve bölgedeki en büyük rakibi Brezilya’yı geride bırakmak Nieto ile beraber burjuvazinin de hayallerini süslüyor.
Meksika ekonomisi turizm ve işçi dövizlerinin yanı sıra büyük oranda petrol gelirlerine dayanıyor. 75 yıldır petrol ve gaz arama, çıkarma ve işleme yetkisi devlete bağlı tekellerin elindeydi. Nieto, enerji sektörünün kapılarını yerli ve uluslararası özel şirketlere açtı. Özel şirketler dünyanın ilk 10 petrol üreticisi arasında bulunan Meksika’da kuyu kazmaya ve petrol üzerinden büyük vurgunlar yapmaya hazırlanıyor. Gümrük vergilerinde ve ticaret kontrollerinde gevşemeye giden Meksika, 1994’ten bu yana 44 ülkeyle serbest ticaret anlaşması yaptı. Bu rakam dünyanın diğer bütün ülkelerinden fazla. Meksika Latin Amerika’nın en büyük ihracat ve ithalatçısı konumunda bulunuyor.
Meksika dünyanın süper gücü ABD’nin kapı komşusu. Bu nedenle ABD, ihtiyaç duyduğu ucuz malların önemli bir bölümünü Asya’da ürettirip oradan taşımak yerine, bu işi Meksika’da gerçekleştirmeyi çok daha kârlı buluyor. Bu durum Meksika burjuvazisini ihya ediyor. Meksika ABD’ye gidecek malları en ucuza üreten ülke konumunda olmanın avantajlarını yaşıyor. Meksika’da nitelikli ve ucuz işgücü bulma sıkıntısı bulunmuyor. Bu durum tüm metal, otomotiv ve petrol devlerini ülkede yatırım ve üretim yapmaya teşvik ediyor. Meksika bu yıl içinde 3 milyon araç üreterek dünyanın dördüncü büyük otomobil ihracatçısı olmayı, petrol üretimini arttırmayı, yeni madenler açmayı ve işgücü maliyetini daha da düşürmeyi planlıyor.
“Büyüyen Meksika”dan işçilerin payına düşenler
Meksika 2020 yılına kadar dünyanın en büyük 10. ekonomisi olmayı hedefliyor. Bu hedefine ulaşmak için pek çok yasal düzenleme yapıyor. Devlet işletmelerinin hızlı biçimde özelleştirilmesi için yeni programları hayata geçiriyor. Bankacılık sektörü ve kredi mekanizmaları yeniden düzenleniyor. Nieto hükümetinin izlediği politikalar sermaye sınıfını ihya ederken işçi sınıfı için korkunç bir baskı ve sömürü anlamına geliyor.
Çin’in artık eskisi kadar ucuz olmaması, Meksika’da düşen işgücü maliyetleriyle beraber Meksika sermaye sınıfını rahatlatıyor. 2000 yılında Çinli bir imalat işçisini çalıştırmanın saati yalnızca 0,32 dolarken, Meksika’da bu fiyat 1,51 dolardı. 2013 itibariyle Çin’deki ücretler beş katına, yani 1,63 dolara yükselirken, Meksika’dakiler yalnızca 2,10 dolara çıktı. Artık Şanghay ve Qingdao’da asgari ücret Meksiko ve Monterrey’dekinden daha yüksek.
Meksika’da büyüyen ekonominin en büyük bedellerinden biri artan iş cinayetleri. Devlete ait petrol ve gaz tekeli Pemex’in işletmelerinde sık sık iş cinayetleri meydana geliyor. 30 Eylülde Teksas sınırı yakınında yer alan Reynosa’daki gaz patlamasında 30 kişi hayatını kaybetmişti. Meksika Körfezi, 2010 yılında Amerika’nın en büyük petrol sızıntısına sahne olmuştu. BP’ye ait petrol tesislerinde gerçekleşen patlamada 11 işçi ölmüş, 17 işçi yaralanmıştı. Körfez ve Mississippi Deltası tam bir ekolojik yıkım yaşamıştı. Önümüzdeki süreçte her yerde petrol aranırken doğa daha da tahrip edilecek. Özel sektörün devreye girmesiyle yeni açılacak petrol kuyuları ve rafineriler yeni işçi katliamlarına yol açacak. Gelirleri devlet gelirlerinin üçte birini oluşturan Pemex, Meksika Körfezi’nin altında yaklaşık 30 milyar varil, yani ülke rezervlerinin yarısından fazlasının olabileceğini ve her ne pahasına olursa olsun bu kaynağın kullanılması gerektiğini düşünüyor. Hükümet, özel sektörü devreye sokabilmek için 2013’te petrolü milletin malı olarak tanımlayan anayasayı değiştireceğini açıklarken tüm bunları Meksika halkının refah düzeyini arttırmak için yaptığı yalanlarını savurmaktan geri durmadı.
“Büyüyen ekonomi” için kullanılmayı bekleyen diğer kaynaklar arasında, doğa için büyük tahribat anlamına gelen kaya petrolü ve kaya gazı var. Çevre örgütlerinin ve yerli halkın protestoları Meksika hükümetini ve burjuvazisini engellemeye yetmiyor. Geçtiğimiz aylarda Meksika’nın batısındaki bir gölde 50 ton ölü balık bulunması karşısında hükümet üç maymunu oynamış ve kirliliğin nedenini açıklamaktan kaçınmıştı. Yaşam alanlarına sahip çıkmak isteyen yoksul emekçiler tonlarca balığı kendi çabalarıyla toplamak ve imha etmek zorunda kalmışlardı.
Meksika, dünyada gelir dağılımı adaletsizliğinde 126 ülke arasında 103. sırada bulunuyor. Bir tarafta derin bir sefalet birikirken diğer tarafta devasa servetler birikiyor. Dünyanın en zengin adamı olan Carlos Slim, Meksika’nın telekomünikasyon alanını tek başına elinde tutuyor. Mafya, tekeller ve devlet öylesine iç içe geçmiş durumda ki gayrı resmi yollardan büyük işler bağlanıyor. Bu durum “tekelleşmeyi” daha da arttırıyor. Ayotzinapa protestoları sırasında ortaya saçılan gerçekler buzdağının yalnızca görünen yüzünü teşkil ediyor. Devlet başkanının ve eşinin taşındığı 7 milyon dolarlık evin ve daha pek çok zenginliğin kaynağı yoksul halk için “sır” olmaya devam ediyor.
Ülkedeki işsizlik oranları da son derece yüksek, ancak ABD’ye yoğun göçler bu oranları belli bir düzeyde tutuyor. Amerika, Meksika’dan göçleri engellemek için sınırda her türlü güvenlik önlemini alsa da Amerika’daki en büyük göçmen grubunu Meksikalılar oluşturuyor. ABD’de çalışan Meksikalılar her türlü baskı ve aşağılamaya rağmen kendi ülkelerine geri dönmeyi düşünmüyorlar. Geri dönmek onlar için işsizlikten ölmek ya da uyuşturucu kartellerinin avucuna düşmek anlamına geliyor. Tüm bu faktörler, son damla olan Ayotzinapa’dan önce bardağı dolduran damlalar, isyan fırtınasının geldiğini haber veren gelişmelerdir.
Meksika’da hükümet 43 kayıp öğrencinin bulunması ve adaletin yerine gelmesi için kılını kıpırdatmadığı gibi, kitlelere “şiddete hayır” çağrısı yapıyor, polisi halkın üzerine salmaya devam ediyor. Tıpkı “kamu güvenliği” adına Kürt gençleri katleden AKP gibi, tıpkı polis tarafından vahşice öldürülmek istemeyen siyahları kınayan Obama gibi, Nieto da halka boyun eğmeleri çağrısında bulunuyor. Öğrencilerin vahşice katledilmesi ile öfkeli halkın cam çerçeve kırmasını bir tutuyor. Devlet ve mafya terörüne kitlelerin sessiz kalmasını istiyor ve hunharca canları alınanlar isyan ettiğinde “düzenin bozulacağı” yaygarası yapıyor. Aileleri ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemekle suçluyor. Aileler böyle bir istikrar istemediklerini şu sözlerle haykırıyorlar: “43 gencimiz için ağlamayacağız. Onların ölümü bu ülkeyi değiştirme mücadelemizde bize güç verecek!”
Ayotzinapa katliamının gizlenemez bir biçimde yeniden ortaya çıkardığı bir gerçek, iki ayrı sınıf için iki ayrı Meksika olduğu gerçeğidir. Sermayenin “büyüyen Meksika”sı ve yoksulların kanını emen çürümüş kapitalist Meksika! Kitleler, sermayenin Meksika’sından bıkıp usandıklarını, başka bir Meksika istediklerini isyanlarıyla ortaya koydular. Onlar başka bir Meksika istiyorlar, onlar başka bir dünya istiyorlar. Bu dünyayı yaratmak üzere verilecek savaş için olgunlaşıyor, ustalaşıyorlar.
link: Ezgi Şanlı, Meksika Aynasında Çürüyen Kapitalizm, 26 Aralık 2014, https://marksist.net/node/3857
Bu Düzen İlelebet Payidar mı Kalacak?
Büyüyünce Ne Olacaksın?