“Arap Baharı” denilen süreçten bu yana burjuva ideologlar ve liberaller sosyal medyanın toplumsal hareketlerdeki rolü üzerine son derece abartılı bir propaganda yürütüyorlar. İşi “artık devrimler böyle olacak” demeye vardıran ve gerçekleşen toplumsal olayları da “twitter devrimi”, “facebook devrimi” diye adlandıran bu yaklaşımın amacının örgütsüzlüğü yüceltmek ve harekete geçen kitlelerde, özellikle de gençlerde örgütsüzlük fikrini yaymak olduğu açıktır. Burjuva ideologların bu kasıtlı propagandasının yanı sıra, bu propagandanın etkisine kapılan kimi küçük-burjuva solcular da işçi sınıfının mücadele yöntemlerini (tabii öncelikle işçi sınıfını) bir yana bırakıp, hatta onları modası geçmiş yöntemler olarak ilan edip, bilerek ya da bilmeyerek burjuvazinin örgütlü mücadeleye yönelik saldırısına payanda oluyorlar.
Bu abartmalar ve burjuva propaganda Gezi sürecinde de etkili olmuş ve aynı küçük-burjuva sol çevreler de bu akıntıya kapılmışlardır. Benzer şekilde, 17 Aralıktan yerel seçimlere kadar geçen süreçte AKP-Erdoğan karşıtı burjuva cephenin asıl olarak sosyal medya üzerinden başlattığı kampanyaya bu sol çevreler de var güçleriyle katılmış ve kitlelerde yaratılan yanılsamanın suç ortağına dönüşmüşlerdir. Sosyal medyanın gücü üzerine yaratılan bu yanılsama, insanları atıl bir konumda tutarak emekçi kitlelerin mücadelesinin yerine “tape savaşları”nı ikame etmiş, ardından da ciddi bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. Çünkü sosyal medyada kopartılan onca fırtınaya rağmen, yürütülen kampanya AKP’yi ya da Erdoğan’ı devirmeye yetmemiştir. Yani tek başına sosyal medyanın her şeye kadir olmadığı bir kez daha görülmüş, sanal gerçeklik toplumsal gerçekliğe bir kez daha yenik düşmüştür.
Peki, sosyal medya diye kodlanan iletişim araçlarının toplumsal hareketlerdeki gerçek rolü ve işlevi nedir, ne kadardır? İşçi-emekçi kitlelerin örgütlenmesinde, harekete geçirilmesinde ve özellikle de kitlesel ayaklanma ve benzeri süreçlerde devrimciler açısından işlevi ne olabilir? Bu soruların sağlıklı bir şekilde cevaplanması, genel medya araçları içindeki rolü gittikçe artan sosyal medyanın sağladığı olanakların devrimci faaliyetin yararına kullanılabilmesi ve fakat sahip olduğu dezavantajların da iyi bilinerek gerekli tedbirlerin alınabilmesi açısından elzemdir.
Sosyal medya dedikleri…
Evvelâ sosyal medyanın ne olduğunu ve dolayısıyla ne olmadığını kısaca hatırlatalım. Aklımıza ilk twitter, facebook, youtube gibi web sitelerini getiren sosyal medya kavramı literatüre 2000’li yıllardan sonra girmiştir. Sosyal medyanın temel özelliği, internetin ilk dönemindeki gibi sadece tek yönlü bilgi paylaşımı yerine çift yönlü bilgi paylaşımına olanak tanımasıdır. Bu sayede kişi veya gruplar internet üzerinden birbirleriyle gerçek zamanlı olarak diyaloglara girebilmekte, veri ve bilgi paylaşabilmektedirler. İnternet ve akıllı telefon teknolojilerinin gelişmesi de sosyal medyayı gün geçtikçe daha etkin kılmakta ve yaygınlaştırmaktadır. Bu sayede insanlar ve/veya gruplar kendi ürettikleri içerikleri başka insan veya gruplarla paylaşabilmekte, yani radyo-televizyon-gazete gibi geleneksel medya araçlarında olduğunun aksine sadece izleyici pozisyonundan çıkarak bir anlamda kendi medyalarını oluşturma olanağına kavuşabilmektedirler.
Üretilen bir içeriğin (fotoğraf, video, yazılı bir metin vb.) sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulması, geleneksel medya araçlarına nazaran çok daha basit, masrafsız ve en önemlisi de daha az sansüre tâbidir. Bireyler veya grupların sosyal medya üzerinden yayın yapmaları için, diğerlerinde olduğu gibi, bir lisansa, izne veya yatırıma ihtiyaçları yoktur. Diğer medya araçlarına göre internet ortamının devlet veya hükümetler tarafından denetlenmesi ve kontrol altına alınması çok daha zor olduğu için, üretilen veya elde edilen içerikler çok daha serbest bir şekilde dolaşıma sokulabilmekte ve azımsanamayacak sayıda insana kolaylıkla ulaştırılabilmektedir.
Bu ve benzeri özelliklerinden kaynaklı olarak önce internet sonra da sosyal medya hızlı bir biçimde çeşitli toplumsal muhalefet odaklarının, gruplarının ve kurumlarının, örgütlenmelerin de ilgisini çekmiş ve yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Tamamen devletlerin ve tekellerin kontrolünde olan geleneksel medyaya karşı internet ve sosyal medya ortamları alternatif bir seçenek haline gelmiştir. Bu sayede muhalifler veya düzen karşıtları, egemenlerin duyulmasını ve yayılmasını istemedikleri bilgilerin insanlara ulaşmasını sağlayabilmişler, seslerini çok daha rahatça duyurabilmişlerdir. Dünyanın herhangi bir köşesinde meydana gelen bir olaydan, örneğin Çin’deki bir sokak gösterisinden, anında dünyanın öbür ucundaki insanlar haberdar olabilmektedir. Ya da devletin onca baskısına, yasağına ve engellemesine karşın İran’da yaşayan gençler dünyanın diğer yerlerindeki gelişmelerden haberdar olabilmektedirler.
Kısacası internet ve sosyal medya, toplumdaki birey ve gruplar arasındaki iletişimde devrim mahiyetinde bir dönüşümün temelini atmıştır. Küreselleşmenin zeminini oluşturan iletişim ve ulaşım alanındaki teknolojik gelişmelerin zorunlu bir sonucu olarak, insan toplulukları arasındaki iletişim ve paylaşım da, eskiye nazaran muazzam ölçüde artmıştır. Dolayısıyla üretici güçlerdeki bu ve benzeri gelişmeler, sosyalist bir toplumun maddi temellerinin oluşması bakımından da son derece önemlidir.
Ancak üretici güçlerdeki benzer her devrimsel gelişmede olduğu gibi, kapitalist sistem kısa sürede tedbirlerini alarak bu alanda da kendi aleyhine olan veya olabilecek durumları bertaraf etmeye girişmiştir. İnternet ortamında başlangıçta çok daha fazla olan özgürlük ve serbestlik giderek kısıtlanmakta ve bundan nasibini alan sosyal medya da her geçen gün daha fazla devletlerin ve çeşitli burjuva güç odaklarının müdahalesine maruz kalmaktadır. İnternet ve sosyal medya da devletlerin veya istihbarat örgütlerinin elinde muazzam bir fişlemenin, teknolojik takibin, kitlelerin manipüle edilmesinin ve adeta “büyük birader” toplumunun yaratılmasının aracı haline dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bu tür gelişmeler daha önce hiç yaşanmamış gibi, internete ve sosyal medyaya haddinden fazla anlam yükleyen ve umut bağlayan kimi solcuların veya liberallerin hayal kırıklıkları bir yana, üretim araçlarının mülkiyetini ve dolayısıyla kontrolünü elinde tutan burjuvazinin bunu hızlıca gerçekleştirmesi hiç de sürpriz değildir.
Aslında, tüm olumlu yanlarına ve potansiyeline rağmen internet ve sosyal medya ciddi dezavantajları da içinde barındırmaktadır. Toplumsal ilişkilerin sanallaşması, yani insanla insan arasındaki direkt ilişkinin azalması sonucu bireylerin giderek asosyalleşmesi ve sosyal olandan, dolayısıyla da örgütlülükten uzaklaşması tehlikesinin baş göstermesi bir örnektir. Kaynağı, doğruluğu, objektifliği belirsiz bilginin hızlı biçimde yayılması ve bu tür içerik paylaşımlarının çok fazla olması nedeniyle son derece kafa karıştırıcı bir bilgi kirliliğinin ortaya çıkması ise ikinci örnek olarak verilebilir. Doğru, tam bilgi edinmek ve ondan sonra fikir üretmenin yerini, kısa ve haplaştırılmış “bilgi”ye dayalı malumatfuruşçuluk ve bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak almaktadır. En ciddi meselelere bile “yaratıcı espri” adı altında gayri ciddi yaklaşılabilmekte, seviye düşmektedir. Sanal özgürlük gerçek özgürlüğün yerini almaktadır. Ve bu haliyle internet ve sosyal medya ortamları burjuva devletlerin manipülasyonlarına son derece açık bir haldedir.
Demek ki sosyal medyanın olanaklarının haddinden fazla abartılması da, küçümsenmesi de yanlıştır. Doğru bakış açısının nirengi noktası, bu tür araçları kimin, ne için kullandığıdır. Kapitalizm altında, internetten de sosyal medyadan da en fazla devlet aygıtlarıyla ve tekelleriyle kapitalistlerin yararlanacağını unutmamak gerekir. Bu durumun yaratacağı olumsuz etkileri görmezden gelmek büyük hata olacaktır. Ancak buradan yola çıkarak internetin ve sosyal medyanın sağlayacağı avantajları görmezden gelmek de hatadır. Marifet bu tür olanakları devrimci faaliyetin hizmetine koşabilecek hünere ve örgütlü güce sahip olabilmektedir.
Twitter devrimlerinden tape savaşlarına
Birkaç sene önce burjuva ideologlar Tunus ve Mısır’da meydanları dolduran gençlerin twitter veya facebook üzerinden organize olduklarını, bir twitter mesajıyla binlerce insanın sokaklara döküldüğünü, siyasi bir parti veya örgüte ihtiyaç olmaksızın da kitlelerin devrim yapabileceklerini söylemişlerdi. Bu yüzden de bu halk ayaklanmalarına “twitter devrimi” adını takmışlardı. Nitekim diktatörlük rejimlerinin önce sosyal medya sonra da tüm internet üzerine getirdiği yasaklar da sosyal medyanın gücünün bir kanıtı olarak sunuluyordu. Sınıf mücadelelerinin tarihinden süzülen gerçekler ise burjuva ideologlarınca kasıtlı olarak göz ardı edilmekteydi.
Neydi bu gerçekler? Kitlelerin sokaklara dökülmek ve hatta devrimci ayaklanmaları başlatmak için illâ da devrimci bir parti ya da örgüte bağlı olmalarının gerekmediği, aslında Marksistlerin pekiyi bildiği bir gerçekti. Bıraktık interneti, henüz Avrupa içinde bile bir mektubun bir ülkeden diğerine haftalar hatta aylar sonra ulaştığı bir çağda, 1848 devrimlerinin tüm Avrupa’yı sarsan dalgaları arasında halk kitleleri sokaklara dökülüyor, özgürlükler ve demokrasi uğruna egemenlerin tahtını sallayan devrimci ayaklanmalara girişiyorlardı. Bunun için gerekli olan, o zaman da 2010 yılı sonunda da twitter veya facebook değil, kitlelere “artık yeter” dedirten toplumsal koşullardı.
Tarihin öğrettiği daha önemli bir ders ise şuydu, kitlelerin kendiliğinden hareketi bir ayaklanmayı ya da devrimi başlatabilir ama nihai zafere ulaştıramaz. İşte bunun için gerçekten kitleleri peşinden sürükleyebilen bir devrimci parti gereklidir. Ne internet ne de sosyal medya işçi sınıfının bağımsız siyasi örgütlülüğünün yerini tutabilir. Bu örgütlülük de sosyal medya üzerinden yaratılamaz. Devrimci bir önderliğin yokluğunda en radikal taleplerle başlayan devrimci ayaklanmalar dahi eninde sonunda ezilir, burjuva güçlerin dümen suyuna girer ya da sönümlenir. Nitekim Tunus veya Mısır’da yaşanan da bu oldu.
Burjuvazinin sosyal medya araçları üzerinden örgütsüzlük propagandası yapmasının sebebi de buydu zaten. Kitlelere, özellikle de gençlere (toplumsal hareketlerin ön saflarında her zaman gençler yer almıştır), devrimci veya sosyalist partilerden, örgütlenmelerden uzak durmalarını salık vererek burjuvazi aslında onları burjuva önderliklerin kuyruğuna takmanın hesaplarını yapıyordu. Çünkü burjuva güçler, ki bunları sadece ulusal güç odaklarından ibaret görmemek gerekir, ellerindeki son derece gelişkin imkânlarla gerek sosyal medya gerekse de geleneksel medya araçları üzerinden kitlelere yön verebilmekte ve onların hareketini manipüle edebilmekteydiler.
Özellikle ABD emperyalizminin ve onun istihbarat örgütü CIA’nın bu konudaki gücünü ve deneyimini asla küçümsememek gerekir. İnternet ve sosyal medya üzerinde muazzam bir dinleme-izleme-yayın yapma ağına sahip olan CIA, farklı ülkelerdeki toplumsal hareketleri manipüle etmede bu alanı oldukça etkili biçimde kullanmaktadır. Gerek Tunus’ta gerekse de Mısır’da, özellikle de kentli ve okumuş gençlerin oluşturduğu gruplara bu alan üzerinden “yardım yapmış”, güya onları özgürlük mücadelelerinde desteklemiştir.
Sosyal medyanın toplumsal hareketlerdeki rolünün abartılması durumu Gezi protestoları sürecinde de yaşanmıştır. Burjuva ideologlarından ve liberallerden oluşan bir koro aracılığıyla, sosyal medya güzellemeleri eşliğinde örgütsüzlük propagandası yapılmış, “masum çevreci gençlerle marjinal grupların bir araya gelmemesi” için her türlü gayret sarfedilmiştir. Ve bunda başarılı da olunmuştur. Burada da örgütsüzlük propagandasının temel argümanı, artık bu tip “modası geçmiş” örgütlere ihtiyaç duyulmadığı, yeni kuşak gençliğin hiçbir otorite tanımayarak sosyal medya üzerinden örgütlendiği ve sokakları doldurduğu olmuştur. Ve yine benzer şekilde gençler, hem geleneksel medya hem de sosyal medya üzerinden bir güzel manipüle edilerek hareket burjuva muhalefetin kuyruğuna takılmıştır. Bu tuzağı fark edemeyen küçük-burjuva sol çevreler ise, sosyal medya güzellemeleri düzmekte burjuva ideologlarına eşlik etmişlerdir.
Tüm bu süreçlerde solun atladığı temel gerçeklik şu olmuştur, örgütlü bir güç olunmadan bu tür olanaklardan faydalanarak toplumsal hareketlere yön vermek, hele de burjuvaziyle yarışmak mümkün değildir. Sosyal medya örgütlenmenin alanı değildir ve olmayacaktır da. İnternet ya da sosyal medya gibi olanaklardan yararlanmak başka şeydir, buralarda örgütlenmeye çalışmak başka şey. İnsanı örgütleyecek olan yine insandır, sanal ağlar değil. İkincisi ham hayaldir. Bu ham hayali yaratan şey ise, sosyal medyanın yarattığı yanılsamadır.
Bu yanılsama o kadar etkilidir ki, 17 Aralıktan itibaren sosyal medya üzerinden başlatılan AKP’yi yıpratma kampanyası sürecinde bizzat burjuva güçler (ki buna ABD’yi de katmak yanlış olmayacaktır) hayallere kapılmışlardır. AKP karşıtı burjuva cephe, sosyal medyada ifşa ettiği tapelerle ve bunun üzerinden oluşturduğu gündemle Erdoğan’ı devirebileceğini zannetmiş, sonra da boyunun ölçüsünü almıştır.
30 Marttaki yerel seçimlerden sonra yayınlanan bir araştırmanın sonuçları, bu yanılsamayı açıkça ortaya koymak için yeterlidir. Bu araştırmaya göre 52 milyon seçmenin sadece 9,3 milyonunun yani %17’sinin internet erişimi vardır. Bunların içinden sosyal medyayı düzenli kullananların sayısı ise kuşkusuz daha azdır. Yani sosyal medya üzerinden yürütülen “tape savaşları”nın etkilediği seçmen sayısı pek de fazla olmamıştır. Başta CHP olmak üzere AKP karşıtı cephe ve bu cephenin kuyruğuna takılan sol, sosyal medya ortamlarında nefes tüketirken, AKP işçi-emekçi ve yoksul halk kesimleri arasındaki örgütlenmesine hız vermiş ve sonuçta ipi göğüsleyen de o olmuştur.
Bu örneğin de gösterdiği gibi sosyal medyada boy göstermek, sükseli kampanyalar yapmak bıraktık düzen karşıtı mücadeleyi, yerel seçimlerde vasat bir sonuç elde etmek için bile yeterli olmamaktadır. Oysa 30 Mart gecesine kadar küçük-burjuva sol çevreler de dâhil olmak üzere bu cephenin tamamı, Erdoğan’ın sıkı bir darbe alacağından son derece eminlerdi. Çünkü sadece politik faaliyetleri değil zihinleri de sosyal medyadaki sanal ortama hapsolmuştu. Sanal ortamdaki sosyal ağların dar çeperleri içindeki havayla gerçek dünya arasında ise muazzam bir açı vardı. Küçük-burjuvalar sosyal medyada yaratıcı esprilerini sergiledikleri “caps”lerle birbirlerine hava atarken, işçi-emekçi semtlerindeki insanların yaşam ve çalışma koşulları hakkında hiçbir fikirleri yoktu.
Örgütlenme sanal değil gerçek bir faaliyettir
Gezi süreciyle başlayıp 17 Aralık süreciyle devam eden sosyal medyayla imtihanı, solun işçi ve emekçi kitlelerin örgütlenmesinin ne kadar uzağında olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Kuşkusuz işçi sınıfının içinde örgütlenmek kolay iş değildir ve bugünden yarına hızlı sonuçlar alınamayacağı da açıktır. Ama her şeyden önce bir zihniyet değişikliği gereklidir ve bu da sosyal medya olgusunun nasıl kavrandığıyla yakından ilgilidir.
Sol hareketin, meşakkatli bir iş olan sınıf devrimciliğinden yüz çevirerek, işçi sınıfının mücadele yöntemlerini demode ilan ederek, sosyal medya ve benzeri araçlar üzerinden küçük-burjuva zihniyetin damgasını vurduğu toplumsal kesimlere yönelmesi, ona hâkim olan sınıf karakterinin bir sonucudur. Küçük-burjuva solculuğunun Türkiye sosyalist hareketinin çoğunluğu üzerindeki hâkimiyeti maalesef devam etmektedir. Burjuva ideologların ve liberallerin propagandalarına bu kadar çabuk kapılınmasının temel sebebi budur.
Yine aynı sebepten dolayı sol hareketin kadrolarının çoğu küçük-burjuva kesimlerden devşirilmekte ve örgütler bu küçük-burjuva zihniyet ve alışkanlıklarla mücadele etmek yerine onlara prim vermektedirler. Dolayısıyla sol hareketin kadrolarının önemli bir kısmı ne ruh dünyaları ve zihniyetleri, ne de yaşantı ve alışkanlıkları bakımından işçi sınıfıyla uyuşmaktadır. Arada ciddi bir kopukluk vardır. Tabiri caizse bu kadrolarla işçiler farklı dünyaların insanları haline gelmişlerdir.
Hal böyle olunca sol hareketin kadroları işçi-emekçi semtlerinde, fabrikalarda ve sendikalarda örgütlenme faaliyeti yürütmek ve işçi sınıfının bağımsız siyasal örgütlülüğünü yaratmak için uğraşmak yerine; politik mücadeleyi AKP karşıtlığına indirgeyerek CHP kuyrukçuluğu yapmayı, Gezi Parkında ve forumlarda oyalanmayı, sosyal medya üzerinden bolca kampanya örgütleyerek basın açıklamaları yapmakla yetinmeyi tercih etmektedirler. İşçi sınıfı içinde örgütlenmek ise sol hareket içinde azınlığı oluşturan sınıf devrimcilerinin üzerine kalmakta, bu arada başta AKP olmak üzere her türden İslamcı tarikat işçi-emekçi semtlerinde, işyerlerinde ve sendikalarda yoğun bir faaliyet yürütmektedir. Uzun sözü gerektirmeyecek kadar açık ki, kapitalist düzene karşı anlamlı bir mücadele sanal alemlerden medet ummakla ve örgütsüzlüğe prim vermekle değil, işçi sınıfı içinde devrimci bir örgütlülüğü yaratmak için bıkmadan usanmadan çalışmakla yürütülebilir. Ancak işçi sınıfına dayanan devrimci bir örgütlülük, sosyal medya da dahil her türlü kitle iletişim aracını kapitalist düzeni yıkacak bir silaha dönüştürebilir. Gerisi lafı güzaftır!
link: Kerem Dağlı, Sosyal Medya ve Toplumsal Hareketler, Mayıs 2014, https://marksist.net/node/3464
DP Döneminin Aynasından Bugüne Yansıyanlar
Soma Katliamı: Cehennem Deliğine Girin Dediler!