Sayfalar
Selam Olsun Yolumuzu Aydınlatanlara!


Karanlık zamanlardan geçiyoruz. Dünyanın tamamına hâkim olan kaotik bir sürecin tam içinde bulunuyor insanlık. Üçüncü Dünya Savaşı devam ederken ve her gün şiddetlenip yeni cepheler kurulurken bu ateş çemberinin içinde bulunan insanlar ölüyor, sakat kalıyor, yerinden yurdundan oluyor. Kapitalizmin yarattığı sorunlar büyümüş ve hepsi birer krize dönüşmüş durumda. Yaratılan krizlerin bedelleri ise egemenler tarafından işçi sınıfına ödettiriliyor. Depremler sonucu yıkılan on binlerce ev ve ölen yüz binlerce insan, büyük yıkımlara sebep olan seller, savaşlarda ölen yüz binler, yerlerinden edilen ve göç yollarına sürülen milyonlar… İnsanlık adeta dizleri üstüne çöktürülmüş durumda. Bugün bu olayları görmezden gelmek, kulak tıkamak veya umursamamak mümkün mü? Fakat örgütsüz olan, dolayısıyla geçmişiyle bağları kopuk olan işçiler yaratılan bu kaotik ortamda savrulup duruyor.
Ömürlerinin baharında olan gençlerde de durum farklı değil. Burjuvazi özellikle de gençlere yönelik yaptığı propagandayla, onlara yaşanan olaylar karşısında kör, sağır ve dilsiz olmalarını telkin ediyor. Daha iyi bir gelecek için çok çalışmalarını, kendilerine idol olarak şu ya da bu CEO’yu veya patronu örnek almaları gerektiğini söylüyor. Çelişkiler içine hapsolan gençlerin beyinleri dumura uğratılıyor. Öte yandan okul sıralarından itibaren milliyetçi, devletçi bir ideolojinin zerk edildiği gençlerin zihni, burjuva sınıfın resmi tarihiyle, çarpıtmalarla, yalanlarla dolu bir tarihle dolduruluyor. İşçi sınıfının gençleri sınıf mücadelesine dair tek bir satır okuyamıyor, kendi tarihlerinden bihaber yaşıyorlar. Aksine sınıf mücadelesi tarihi “terör” olarak belletiliyor gençlere. “Sosyalizm”, “komünizm”, “işçi sınıfı” gibi kavramların içi boşaltılıyor ya da öcüleştiriliyor.
Durum böyle olduğu için gençler eğer sosyalist bir örgütle temas etmezse büyüdükleri topraklarda, kendi sınıfının mücadelesine dair tek bir bilgiye ulaşamazlar. Aslında kapitalist efendilerin istediği tam da budur. Amaçları sınıfımızın önderlerini ve onların çizmiş olduğu mücadele yolunu öğrenmemizin ve o yolda yürümemizin önüne geçmektir. Çünkü egemenler, işçi sınıfı ve onun gençliğinin topyekûn bu mücadele hattına atıldığında, örgütlendiğinde neler olacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden işçi sınıfı gençliğinin gerçek tarihini unutması için tüm yollara başvuruyorlar.
Özetle, bugün işçi sınıfı ve onun gençliği alabildiğine örgütsüz ve savunmasız. Fakat bizim geçmişimiz bugün yaratılan bu kaotik ortamı tersine çevirmemiz ve bu düzeni sahiplerinin başına yıkmamız için yeterince deneyime, hayatını bu mücadeleyi var etmek için adayan onlarca yürekli insana sahip. Ocak ayı içerisinde hayatını kaybeden Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht bugün bizim yolumuzu aydınlatan devrimci önderlerdir. Burjuvazinin tüm saldırılarına rağmen bizlere yol göstermeye devam ediyorlar, edecekler.
İşçi sınıfının gençliği olarak Lenin, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi devrimci önderlerimizi, Kemalist önderliğin Karadeniz’de boğdurduğu Mustafa Suphi ve yoldaşlarını asla unutmamalıyız. Tarihsel krizin derinleşmesiyle birlikte genetik bir korku taşıyan burjuvazi işçi sınıfını bugün için bir tehdit olarak görmese de devrimci önderleri ve onların çizdiği mücadele hattını marjinalleştirmeye, küçültmeye ve taş devri meseleleri gibi eskimiş olarak göstermeye çalışıyor. Böylece bugünün genç kuşaklarıyla devrimci önderleri ve onların fikirlerini olabildiğince birbirinden uzak tutmaya çalışıyor. Çünkü ödü kopuyor. Fakat korkunun ecele faydası yoktur; burjuvazi her ne kadar sınıfımızın önderlerini unutturmaya, bizlerden uzak tutmaya çalışsa da toprak tohumla buluşmuştur bir kere.
İnsanlık tüm birikimi ile geldiği bugünkü durumda bir yol ayrımında duruyor ve önünde iki yol var: Ya burjuvazi kazanacak ve tüm dünya barbarlığa sürüklenecek ya da dünya işçi sınıfı kapitalizmi yıkacak ve komünist toplumu inşa edecek. Bizler devrimci önderlerimizin bize bıraktığı mücadele mirasını sahiplenmeye ve onu yarına taşımaya çalışan genç işçileriz. Günün karanlığından da burjuvazinin saldırılarından da korkmuyoruz, yılmıyoruz. Yolumuzu aydınlatan önderlerimizden aldığımız güçle yarının güzel günlerine inançla ve umutla yürüyoruz, yürüyeceğiz. Selam olsun yolumuzu aydınlatanlara!

link: İstanbul’dan genç bir işçi, Selam Olsun Yolumuzu Aydınlatanlara!, 17 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8166
Yaktıkları Meşale Bugün Bizim Ellerimizde!


İlkbahar, yaz, sonbahar, kış, birer mevsimdir içinde ayları barındıran. Bazıları yakar kavurur sıcaktan, bazıları da dondurur soğuktan. Bazı aylar da vardır ki anlamlarla bütünleşmiştir adeta. Yaşananlar, yaşattırılanlar, belleğimizde bir bir sıralanırlar. Ocak ayı da içinde devrim tutkusunu taşıyan tüm devrimciler için sadece yılın bir ayından ibaret değildir. Öfkedir, inançtır, saygı ve özlemdir aynı zamanda. Daima birer yıldız gibi parlayacak olanlarımızı, güneşe gömdüğümüz işçi sınıfının önderlerini hatırlatır. Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi ve yoldaşları…
Devrim mücadelesinde hayatlarını ortaya koymuş bu önderlerimizin inançları ve insanlığın kurtuluşu için verdikleri kavgaya sahip çıkıyoruz. Bugünün sınıf devrimcileri olarak onların mücadelelerinden, yaşamlarından öğrenmeye devam ediyoruz. Sınıfımızın en çetin kavga dönemlerinde kilit roller üstlenmiş ve sosyalizm bayrağını en yükseklere taşımış bu devrimci önderlerimizden bize miras kalan en önemli görev işçi sınıfının enternasyonal mücadelesini büyütmektir. Marksizmin özü olan Enternasyonal, dünya işçi sınıfının kurtuluşu demektir. Bugün dünyamız ekonomik ve siyasal altüstlüklerle, emperyalist savaşlarla, ekolojik krizlerle çalkalanıyor. Aradan geçen bunca yıl bir kez daha Marksizmi ve sosyalist dünya için mücadele eden önderlerimizi haklı çıkardı. Dört bir yanda savaş, dört bir yanda yıkım, açlık ve sefalet… On binlerce masum insanın katledildiği, milyonların savaştan, işsizlikten kurtulmak uğruna daha iyi bir yaşam umutlarıyla göç yollarına koyulduğu, ekolojik yıkımlarla büyük felâketlerin yaşandığı bir dünyada verdiğimiz mücadelenin ne kadar haklı bir dava olduğunu bir kez daha görüyoruz. Filistin cephesiyle emperyalist savaşın alevlerinin daha da harlandığı bu günlerde haksız ve gerici savaşlara karşı işçi sınıfını uluslararası mücadelesi ve dayanışması hayatidir. Bize düşen en büyük görev devrimci önderlerimizin kritik dönemlerde aldıkları tutumları, ısrarla savundukları doğruları hatırlamak ve onlara kararlılıkla sahip çıkmaktır.
Yaşamlarının son anlarına dek mücadelelerinden ödün vermeyen, burjuvazinin ve hainlerin tüm savaş çığırtkanlığına karşı işçi sınıfını, “Asıl düşman içerde, silahları burjuvaziye yönelt!” şiarıyla kapitalizme karşı mücadeleye çağıran Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg... Emperyalist savaşta, “anavatan savunusu” üzerinden sosyalistlerin politik olarak savaşı desteklemesi gerektiğine dair yapılan ajitasyonlara “Hayır! Parti bunu yapmamalı, bunu yapmaya hakkı yok. Burada söz konusu olan şeyin savaş olması nedeniyle değil, fakat gerici bir savaş olması, dünyayı yeniden paylaşmak isteyen köle sahipleri arasındaki bir it dalaşı olması nedeniyle.” ifadeleriyle akla karayı açıkça belirten Lenin… Komünist Enternasyonal’in ruhuna sadık, “İşçilerin kurtuluşu yerel ya da ulusal değil, uluslararası bir sorundur” savunusunu yükselten, Türkiye’de Marksist geleneğin savunucuları Mustafa Suphi ve yoldaşları…. İşte onların bu net ve doğru tutumları bugünün sorunları karşısında tüm çarpıtmalara karşı Marksizmin özünü tertemiz ortaya koyuyor. Bizim geleneğimiz onların mücadelesidir, Marksist tutumlarıdır.
Karanlık ve çetin mücadele dönemlerinde onların yaktığı meşale hem yolumuzu aydınlatmalı hem de yüreğimizdeki ateşi daha da harlayıp alazlandırmalıdır. Bizler yüreklerinde devrim aşkıyla, sosyalizm mücadelesiyle yanıp tutuşanlar olarak ne önderlerimizi unutacak ne yas tutup karalar bağlayacağız! Tıpkı onların yaptığı gibi sınıfsız sömürüsüz bir dünya için son nefesimize kadar mücadele edeceğiz. Sosyalist dünya devrimi yolunda mücadele eden başta önderlerimiz olmak üzere tüm devrimcileri saygı ve özlemle anıyor, bıraktıkları meşaleyi yakmaya devam edeceğimize bir kez daha söz veriyoruz.

link: İstanbul/Avcılar’dan bir grup emekçi kadın, Yaktıkları Meşale Bugün Bizim Ellerimizde!, 14 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8164
İşçi Sınıfı Örgütlüyse Her Şeydir, Örgütsüzse Hiçbir Şey!


Kapitalist sistemin yaşadığı kriz günden güne derinleşmekte ve yıkıcılaşmaktadır. Yaşanan krizle bağlantılı olarak neredeyse bütün taşlar yerinden oynamakta ve bu sistemin topluma açlık, gözyaşı, kriz ve savaşlardan başka bir şey veremeyeceği iyice ayyuka çıkmaktadır.
Özellikle 90’lı yıllar öncesi, burjuvazi ve onun temsilcilerinin ağızlarında sakız ettikleri, her olumsuz şeyin sorumlusunun SSCB olduğu idi. SSCB adeta bir günah keçisi ilan edilmiş ve olumsuz olan ne varsa oraya fatura edilmiş, kitlelerin gözünde adeta bir öcü yaratılmak istenmişti. SSCB’nin çöküşü ve kapitalist sistemin tek başına kalmasıyla birlikte gerçekler tüm çıplaklığıyla ortalığa saçılıverdi. O gerçekler ise, kapitalist sistemin insanlığa hiçbir şey veremeyeceği, üretici güçlerin ve insanlığın gelişimi önünde büyük engel olduğudur.
Rakipsiz kalan kapitalist sistem, kendi işleyiş yasaları gereği tüm dünyada otoriterleşmenin önünü açmış, militarizmi alabildiğine körüklemiş, yeryüzünü bir savaş cehenneminin kucağına bırakıvermiştir. İşte böylesi çalkantılı ve yeniden paylaşım savaşlarının devam ettiği bir süreçte, işçi sınıfının devrimci mücadelesine duyulan ihtiyaç daha bir can yakıcı hale gelmiştir.
Bu durumda tarihsel deneyim devreye giriyor. 1917 Şanlı Ekim Devrimi ve onun devrimci partisi, sınıfsız bir dünya isteyenlere ışık tutuyor. Sınırsız ve sınıfsız bir dünyanın inşası için her türlü zorluğa karşı, mücadeleyi örgütleyen devrimci önderlikler vardır. Ömrünü sosyalizm mücadelesine ve onun öncü komünist örgütünün inşasına adayan işçi sınıfının devrimci önderleri olan Lenin, Rosa, Karl Liebknecht, Mustafa Suphi, geride paha biçilemez bir miras bırakmışlardır. Bu miras özünde, emperyalist savaşa, ulusal soruna, kadın sorununa, ayrıca sosyalist bir mücadelede Bolşevik bir örgütlülüğün nasıl olacağı konusunda muazzam derslerle doludur.
Bugün dünya işçi sınıfı acı deneyimleri ile görüyor ki, kapitalizmin kokuşmuş düzeni insanlığı tam bir felâkete sürüklüyor, savaşı ve militarizmi körükleyerek insanlığa yaşam hakkı tanımıyor. İşte bu koşullarda egemenler her fırsatta işçi sınıfının devrimci önderliklerine saldırmaktan da geri durmuyorlar. Marksist geleneğinin savunucuları olarak, kapitalizme karşı mücadeleyi nasıl ki boynumuzun borcu biliyorsak, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde yaşamını yitiren komünist önderlerimizin mirasına sahip çıkmayı da boynumuzun borcu olarak görüyoruz. İşçi sınıfı örgütlüyse her şeydir, örgütsüzse hiçbir şey!

link: İstanbul/Esenyurt’tan bir metal işçisi, İşçi Sınıfı Örgütlüyse Her Şeydir, Örgütsüzse Hiçbir Şey!, 14 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8163
Devrimci Önderlerimizi Enternasyonalist Mücadelemizde Daima Yaşatacağız!


Ocak ayında yitirdiğimiz devrimci önderlerimizden Lenin’in ölümünün 100. yılındayız. İlk muzaffer işçi devriminin önderi olarak tarihe geçen Lenin, hayata gözlerini yumduğu 21 Ocak 1924’e dek, insanlığın esaretten kurtuluşu mücadelesine adadığı devrimci yaşamıyla kavga neferlerine, biz devrimci gençlere ilham ve feyiz kaynağı olmayı sürdürüyor. Teori ve pratiğin örgütlü birliğinin canlı bir örneği olarak Lenin, devrimci Marksizme katkıları ve haklı olarak kendi adıyla anılan örgüt anlayışıyla yolumuza ışık tutmaya devam edecektir.
Bu noktada bizlere bıraktığı en önemli vasiyet, şüphesiz, dünya devrimi hedefinden şaşmayarak enternasyonalist devrimci çizginin takipçisi olabilmektir. Ne mutlu bizlere ki, kapitalist barbarlığa karşı mücadelemizi Marx ve Engels’in teorik ve pratik temellerini döşediği, Lenin önderliğindeki Bolşevik devrimcilerin Ekim Devrimiyle taçlandırdıkları, Rosa, Liebknecht ve Troçki’nin uğruna can verdiği bu köklü geleneğin sancağı altında yürütüyoruz.
Sadece Lenin değil, Ocak ayında yitirdiğimiz diğer devrimci önderlerimiz de devrimci yaşamları ve ölümleriyle mücadelenin ilerlemesi ve nihai hedefine ulaştırılabilmesi için hem yerel hem de evrensel ölçekte devrimci partinin varlığının ne denli hayati olduğunu bizlere göstermişlerdir. Tarihsel kronolojiyle ifade edecek olursak, 1918-19 Alman Devrimine önderlik eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Alman sosyal demokrasisinin ihanetiyle alçakça katledilmeleri, devrimci öncünün devrimin imdadına vaktinde yetişememesinin en kahredici örneklerinden biri olarak belleğimize kazınmıştır. Devrimin alevleri içerisinde, Komünist Enternasyonal’in parçası olacak Alman Komünist Partisinin kurulmasına öncülük etmeleri ve bu uğurda gösterdikleri cesaret ve devrimci atılganlık da onların devrimci kişiliklerinin bizlere bıraktığı en kıymetli armağan olmuştur.
Dünya devrimi perspektifine bağlılıklarıyla Mustafa Suphi ve yoldaşlarının giriştikleri mücadele ve trajik ölümleri de yine bizler için her daim akılda tutmamız gereken tarihsel gerçeklere ışık tutmaktadır. Onları Karadeniz’in karanlık sularında boğduran bu devlet, bizlere burjuvaziye asla güvenmememiz gerektiğini bütün gericiliği ve vahşetiyle göstermiştir. Onların katledilişi TKP’nin başlangıçtaki devrimci çizgisinden uzaklaşması sürecinin de miladı olmuş, daha sonra gelen parti liderlikleri Suphi’lerin cellatlarına ilericilik atfedip methiyeler düzmüşler, reformizmin ve oportünizmin yoluna sapmışlardır.
Lenin’in ölüm döşeğinde Stalinist bürokrasiye karşı verdiği son mücadelesi, Rosa’ların katliyle simgeleşen Alman Devriminin yenilgisi, ardından gelişen karşı-devrimci sürecin faşizme ilerleyişi ve Onbeşlerin vahşice katledilmeleriyle birlikte Türkiye sosyalist hareketinin Kemalizmin ve Stalinizmin tahrifatlarıyla devrimci özünden kopartılışı… Bu tarihsel gerçekler Ocak ayında yitirdiğimiz devrimci önderlerimizin, neden geleneğimizin kilometre taşları olduklarını ve mücadele yürüttükleri tarihsel süreçlerde nasıl rollere sahip olduklarını çarpıcı bir biçimde göstermektedir.
Elbette onları anmak arkalarından ağıt yakıp yas tutmak olmadığı gibi, onları putlaştırıp cansız ikonlara çevirmek de değildir. Bize düşen, kavgalarından, adanmışlıklarından, devrimci fikir ve tutumlarından feyiz almak, hatalarından dersler çıkarıp bize miras bıraktıkları geleneği ileriye taşımak için ter akıtmaktır. Ancak inatla, sabırla, azimle çalışmaya devam ederek onlara olan borcumuzu bir nebze olsun yerine getirebilir ve başta burjuvazi olmak üzere onların katillerinden hesap sorabiliriz.

link: Ankara’dan genç bir işçi, Devrimci Önderlerimizi Enternasyonalist Mücadelemizde Daima Yaşatacağız!, 11 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8161
Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!


Emperyalist savaşın, “doğal” afetlerin, yoksulluğun, işsizliğin yarattığı yıkımların dünya işçi sınıfını kasıp kavurduğu bir yılı daha geride bıraktık. Çelişkilerin her alanda kendini çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu bu dönemde, her yıl Ocak ayında andığımız devrimci önderlerimizin fikirlerini sahiplenip anlamak, anlatmak çok daha önemli hale geldi. Lenin, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht. Sınıf mücadelesinin bu büyük devrimcileri mücadeleleriyle, fikirleriyle bugün de sınıf devrimcilerine yol göstermeye devam ediyorlar.
Emperyalist savaşlar karşısında nasıl bir tutum alacağımızı, bizleri aç, işsiz, yoksul bırakan kapitalizmle nasıl mücadele edeceğimizi ve en önemlisi kapitalizmi yıkıp nasıl yeni bir dünya kuracağımızı bizlere gösteren bu devrimci önderlerimizdir. Onların devrimci mücadeleye adadıkları hayatları, mücadelelerinden süzdükleri deneyimleri bizlere emperyalist savaşlarla, faşizmle, sermayenin işçi sınıfını ezen politikalarıyla nasıl mücadele etmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu nedenle onları sadece tarihin bir döneminin parlak kahramanları olarak görmemek gerekiyor. Onlar aynı zamanda sınıf devrimcilerinin, dövüşürken zihinlerinde, yüreklerinde taşıdıkları onlara güç veren yoldaşlarıdır.
Bugünün dünyasında çelişkiler yoğunlaştıkça sınıf mücadelesi de keskinleşiyor, daha da keskinleşecek. Dünyanın pek çok bölgesinde savaşa, işsizliğe, yoksulluğa karşı işçi sınıfı ayağa kalkıyor. İşte bu mücadelelerin daha örgütlü, kapitalizmi yıkma hedefine kilitlenmiş bir biçimde daha güçlü ilerlemesi için mücadele tarihimizin deneyimlerine titizlikle sahip çıkmamız gerekmektedir. Bu devrimci önderlerimizi anmanın bu deneyimlere sahip çıktığımızı göstermek gibi bir anlamı da var.
Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht gibi önderlerimiz ve yine Ocak ayında yitirdiğimiz Mustafa Suphi ve yoldaşları gibi daha nice devrimci yoldaşımız, yaşadıkları dönemin sorumluluğunu alarak, devrimci mücadeleyi ilmek ilmek örerek bizlere mücadele bayrağını teslim ettiler. Şimdi biz işçi sınıfı devrimcileri olarak tarihsel iyimserliğimizle yaşadığımız dönemin sorumluluklarını kavrayarak onların yolundan dirençle, umutla ilerliyoruz. Onların kendilerinden sonra gelenlere teslim ettiği mücadele bayrağını daha yukarı taşıma sorumluluğunu yüreklerimizde hissederek.
Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!
Yaşasın Sosyalizm!

link: Mersin’den bir MT okuru, Yaşasın Devrimci Mücadelenin Sönmeyen Ateşi!, 7 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8157
Mazi Kökünden Silinsin, Kızıl Bir Güneş Doğsun Diye!


Dünya kapitalizminin buhran ve çürüme içinde bulunduğu, insanlığı işçi sınıfının yolundan sosyalist bir dünya ya da yok oluş ayrımına taşıdığı bir tarihsel evredeyiz. Tam da bu nedenle dünya işçi sınıfının marşı Enternasyonal “kavgamız ölüm dirim” kavgası der. Her birini Ocak ayında kaybettiğimiz, dünya devriminin daima parlayacak yıldızları Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Vladimir İlyiç Lenin bu ölüm dirim kavgasına atılmışlardı. Bu kavgayı sürdürenlere kutup yıldızı gibi yol göstermeye devam eden devrimci önderlerimizi ve yine bir Ocak ayında katledilen Mustafa Suphileri anıyor, miraslarına sahip çıkma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz.
Mustafa Suphi, kapitalizmin gecikmeli olarak geldiği bu topraklarda, kurtuluşun sosyalizmde olduğunu gördü ve bunun için mücadele etti. Onu ve yoldaşlarını 28 Ocak 1921’de kalleşçe katledenler, Karadeniz’in soğuk ve karanlık sularına gömenler, işçi sınıfının mücadelesini de boğup gömebileceklerini zannettiler. Ama kazandıkları zamana, aradan geçen uzun yıllara rağmen Türkiye işçi sınıfı doğrulup ayağa kalkmayı bildi. Darbelere, uzun gerileme dönemlerine rağmen eninde sonunda dünya işçi sınıfıyla beraber yeniden ayağa kalkmayı da bilecek. Toplumsal dönüşümlerin bir insan ömrüne göre uzun yıllara yayılan ağır aksak temposu gerçeği değiştiremez. Nâzım Hikmet’in dediği gibi, göğsümüzde 15 kara saplı bıçak gibi yarası var kayıplarımızın. Ama yine Nâzım’ın dediği gibi yangınlara fazla bakan gözler, kayıplarının arkasından yaşarmaz ve komünist insan “gideni ve gelmekte olanı” anladığı için, gelenin doğumunu hızlandırmak için ter akıttığından her daim bahtiyardır.
15 Ocak 1919’da yoldaşı Rosa Luxemburg ile birlikte katledilen Karl Liebknecht, öldürüldüğü gün “Her Şeye Rağmen” başlıklı bir makale yazmıştı. Birinci Dünya Savaşının alevleri yükselirken, işçi sınıfını en gür sesiyle, en cesur biçimde mücadeleye çağıran Liebknecht, bu makalede işçi sınıfının düşmanlarının suratına “zafer olan yenilgiler vardır, bugün yenilenler yarın zafer kazanacaklardır” diye haykırıyordu, yine en gür sesiyle. Sömürü, katliam, yalan, baskı ve şiddetle ayakta durabilen bir düzenin kazandığı zafer ancak düşmanını güçlenip yeniden ayağa dikilmeye ve kendisini alaşağı etmeye zorlayan bir zafer olabilir. Nitekim Rosa Luxemburg’un şu sözleri yoldaşı Karl’ın söylediklerinin ve açık gerçeğin tekrarıdır. “«Berlin’de düzen hüküm sürüyor!» Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin «düzeniniz». Devrim daha yarın olmadan, «zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!» Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, gür sesi ile şunu haykıracaktır: «Vardım, Varım, Varolacağım!»”
21 Ocak 1924’te yitirdiğimiz, 1917 Ekim Devriminin önderi Lenin “savaşlar devrimlerin anasıdır” diyerek yeni bir dünya kurma umudunun ve imkânlarının tam da kapitalizmin yarattığı karanlığın, bataklığın ortasında güçleneceğini, geleceğin böyle şekilleneceğini vurgulamıştır. Tam da bu nedenle kapitalizmin yarattığı karanlığın koyulaştığı bu zamanlar, umutları soldurmanın değil diriltmenin, güçlendirmenin zamanıdır. Lenin’in devrimler ve karşı-devrimler çağı dediği çağ budur. Mazi ta kökünden silinsin, bu kan denizinin ufkundan kızıl bir güneş doğsun diye mücadele edenler olarak, bu çağın insanı olmaktan, bu mücadelenin parçası olmaktan, aradaki zaman ve mekân farkına rağmen Lenin’e yoldaş olmaktan onur duyuyoruz.
Elif Çağlı, “Devrimci Mücadeleye Adanan Yaşamlar” makalesinde Lenin’in tüm zorluklara ve kahırlı zamanlara rağmen yaşamını devrimci mücadeleye tam bir bağlılık ve sevinçle adadığını anlatır: “Lenin, devrimci mücadeleyi yaşam sevinci ve geniş bir bilgilenme tutkusuyla birleştirmeyi başaran örnek bir komünisttir. Lenin’in örneklediği ve öğütlediği üzere, bir Bolşevik asla çok çalışmaktan korkmamalı ve çalışkanlığını planlılık ve süreklilik temelinde sürdürüp geliştirmelidir.” Lenin’in ve Çağlı’nın öğütlerine kulak verenler, ezilenlerin özgürlük ve eşitlik düşlerini gerçek kılmak için geçmişten aldıkları güçle yılmadan çalışıyorlar, bugünlerden yarınlara köprüler kuruyorlar. Sol memelerinin altındaki cevahiri hiçbir zaman karartmıyorlar.

link: İstanbul’dan bir MT okuru, Mazi Kökünden Silinsin, Kızıl Bir Güneş Doğsun Diye!, 7 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8156
Yolumuz Ekim Devrimini Yaratanların Yoludur
Ezilenlerin başka bir dünya tahayyülü ve bu dünyayı yaratma mücadelesi binlerce yıl öncesine dayanıyor. Sınıflı toplumların oluştuğu dönemden bu yana bir avuç azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü, zulmü ve sömürüsü nice haklı ve onurlu isyanın sebebi olmuştur. Kölenin ruhunu özgürleştiren Spartaküs’lerden Anadolu’nun “hakikat” savaşçılarına, “biz başka dünya isteriz” diyen Paris Komünarlarına dek nice isyan özünde aynı düşün izlerini taşır: Sınıfsız, savaşsız, sömürüsüz bir dünya... Ezilenlerin daha adil ve eşitlikçi bir düzen için giriştikleri nice isyan ne yazık ki amacına ulaşamadan egemenler tarafından kanla bastırıldı. Ancak işçi sınıfının tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte ezilenler üretenlerin yönettiği sınıfsız, sömürüsüz, gerçek anlamda özgür bir dünyanın maddi temellerini döşemiş oldular. İşçi sınıfı, ezilenlerin bu kadim düşünü gerçekleştirebilmek için tüm dünyada burjuvaziye karşı destansı mücadeleler verdi, muazzam deneyimler biriktirdi. Ve işte bu deneyimler ışığında, Lenin önderliğinde Rusya işçi sınıfı tarihte ilk kez muzaffer bir devrimle iktidarı ele alarak bambaşka bir dünyanın kapılarını araladı.
Ekim Devrimi, işçi sınıfına cehennemi yaşatan bu sömürü düzeninin doğru bir önderlikle nasıl yerle bir edilebileceğini, aydınlık güzel günlere nasıl varılacağını göstermesi açısından paha biçilmez bir örnek teşkil ediyor. Ekim Devriminin mimarı Bolşevikler, en geri ülkelerden birinde iktidarı ele almalarına rağmen çalışma koşulları üzerinde, eğitimde, sağlıkta, demokratik hak ve özgürlükler konusunda döneminin en ilerici programını hayata geçirmişlerdi. Çarlık rejimi altında hiçbir söz hakkı olmayan ve insanlık dışı koşullarda çalışmak zorunda bırakılan işçiler devrimle birlikte üretimi de denetimi de kendileri yapıyor, oluşturdukları komiteler aracılığıyla kendi temsilcilerini ve yöneticilerini yine kendileri seçiyorlardı. Çarlık rejimi altında emeği ve varlığı yok sayılan kadınlar Ekim Devrimiyle birlikte erkeklerle eşit oy ve temsil hakkı kazanmış, kurulan ortak yemekhaneler, çamaşırhaneler, çocuk bakım evleri vb. ile kadına biçilen roller toplumsal görev haline getirilmişti.
Ekim Devriminin mimarı Bolşevikler iktidarı ele aldıklarında dünya emperyalist savaşın alevleriyle kavruluyordu. Bolşevikler, egemenlerin kirli çıkar ilişkilerini ifşa ederek emperyalist savaştan çekilmiş ve tüm dünya emekçilerine kardeşlik çağrısında bulunmuşlardı. Bu çağrı tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Bolşeviklerin gerici iktidarı devirerek savaştan çekilmesi, özel mülkiyeti kaldırarak köylülere toprak dağıtması, toplumsal yaşamda başlattığı devrimci dönüşümler vb. tüm dünyada yakından takip ediliyor, dünyanın dört bir yanındaki işçilere moral ve cesaret veriyordu. Nitekim o güne dek dünyayı kana bulayan emperyalist devletler devrimin kendi ülkelerine sıçramasından duydukları kaygıyla derhal savaşı durdurmak zorunda kaldılar.
Bugün dünyamız bir kez daha emperyalist savaşın alevleriyle kavruluyor. Ortadoğu’da yoğunlaşan savaş her gün nice insanın canını alıyor, çok daha fazlası sevdiklerini, evini, yurdunu kaybediyor. Yüz milyonlarca insan açlığın, yoksulluğun, yoksunluğun pençesinde kıvranırken bilim ve teknoloji egemenlerin elinde yıkıcı bir savaş aygıtına dönüşüyor. Egemenlerin kâr düzeni insanlığı ve gezegeni tümüyle bir yok oluşun eşiğine getirmiş durumdadır. İşte Ekim Devrimi, üzerinden 106 yıl geçmesine rağmen ezilenlerin muzaffer devrimi olarak ışıl ışıl parlamaya; sınıfsız, savaşsız, sömürüsüz bir dünya yaratmak isteyenlere yol göstermeye devam ediyor. Bizler de işçi sınıfının gençleri olarak insanlığın bu kadim düşünü gerçekleştirmek isteyenlerin yolunda, işçi sınıfımızın safında yürümeye devam edeceğiz! Ekim Devriminin mimarlarından Troçki’nin sözleriyle:
“Ufukta gözüken mücadele tekil bireylerin, hiziplerin ve partilerin sahip olduğundan çok daha büyük bir öneme haizdir. Bu tüm insanlığın geleceği adına verilen bir mücadeledir. Elbette amansız olacak, zaman alacaktır. Her kim ki kendi rahatının derdinde, manevi huzur peşindeyse, yolu açık olsun! … Sosyalizmi lafı güzaf olarak değil de, kendi manevi hayatlarının en özlü ifadesi olarak görenler, ileri! Tehditler, işkenceler, zorbalıklar, hiçbiri bizi durduramayacak! Zafer isterse rengi atmış küllerimizin üzerinde yükselecek olsun. Ne gam! Değil mi ki, hakikat zafere ulaşacak... Bu yola biz ışık tutacağız ve hakikat zafere ulaşacaktır. Kaderin bütün ağır darbeleri altında, eğer sizlerle birlikte bu zafere giden yola bir omuz da ben verebilirsem, kendimi gençlik yıllarımın en güzel günlerindeki kadar mutlu hissedeceğim. Zira dostlarım, en büyük mutluluk bugünün tüketilmesinde değil, yarının yaratılmasında saklıdır.”[*]

link: Gebze’den genç bir işçi, Yolumuz Ekim Devrimini Yaratanların Yoludur, 21 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8127
Zor Zamanlar, Büyük Mücadelelere Gebedir


Rusya’da Lenin önderliğindeki Bolşevik Partili işçiler, baskı, sömürü, savaş ve dayatılan tüm zorluklara karşı yürüttükleri örgütlü mücadeleyle işçi sınıfını harekete geçirmişti. Bolşevik devrimciler öncülüğünde işçi sınıfının iktidarı için kavga veren işçiler girdikleri bu kavgayı kazanmış ve Çarlık Rusya’sı tarihin derinliklerine gömülmüştü. Rusya’da işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi emperyalist ülkelerin egemenlerinde korku yaratırken, aynı ülkelerin sömürülen, savaşlarda katledilen, açlığa, yoksulluğa mahkûm edilen işçileri için umut olmuştu. İşçi devriminin, proletarya diktatörlüğünün ne olduğu somutlaşmıştı. Burjuvalar Ekim Devriminin bir dünya devrimine dönüşmesinden korkar olmuşlardı.
Kapitalist sistemin içine girdiği tarihsel kriz, giderek şiddetlenen Üçüncü Dünya Savaşı, nükleer savaş tehditleri, göç yollarında ölen yüz binler, açlık ve barınma krizi, küresel iklim krizi… Tüm bunlara eşlik eden siyasi baskılar ve yasaklar, dünya genelinde otoriterleşme eğilimleri… Zorlu bir dönemden geçiyoruz, zor zamanlar büyük ve onurlu mücadelelere gebedir! Tüm bunların bilincinde olarak mücadele eden farklı sektörlerden bir grup işçi olarak tarihin akışını değiştiren Ekim Devrimini konuşmak için bir araya geldik. Yığınlarca ders çıkartmamız gereken Ekim Devriminin o dönemin zorlukları içerisinde nasıl gerçekleştiğini, bu deneyimden ne gibi dersler çıkartmamız gerektiğini konuştuk. Bugün de işçi ve emekçilerin iş ve yaşam koşullarından memnun olmadıklarını, bireysel olarak da olsa isyanlarını ve öfkelerini dışa vurduklarını, bunun ancak örgütlü güce dönüşmesinin bir anlam ifade edeceğini söyledi bir arkadaşımız.
Mayıs ayında bir seçim süreci yaşadık, seçim öncesi dönemde emekçi kitlelerin önemli bir bölümü değişim arzusu içindeydi. Bu arzunun büyütülmesi ve mücadeleye, sınıf siyasetine akıtılması kuşkusuz çok anlamlıydı. Ancak tüm umutların seçimlere hapsedilmesi de bir o kadar yıkıcıydı. Bu nedenle seçimlerin ardından büyük bir hayal kırıklığı, umutsuzluk ve karamsarlık çıktı ortaya. Hatta bu olumsuz rüzgârdan sol ve sosyalist çevreler de nasibini aldı. Sohbetimiz bu konuları konuşarak, deneyimlerimizi ve düşüncelerimizi ortaklaştırarak devam etti. Çıkardığımız sonuç bizim için çok anlamlıydı: “Umutsuzluk ve karamsarlık bize yaraşmaz. Biz başka bir dünya özleminin taşıyıcıları, başka bir davanın insanıyız.”
Bugün dünyanın ileri kapitalist ülkelerinde adaletsizliğe tepki, isyan ve öfke büyüyor. Yüz binlerce işçi ve emekçi sokaklara çıkıyor. İşçilerin meydanlara çıkması, sendikalaşma mücadelesi yürütmesi, grevler, mitingler örgütlemesi, toplumsal hareketlilik… Bunların hepsinin bir anlamı var. Ancak bu hareketliliğin geri çekilmemesi, daha da büyümesi ve bir devrime dönüşebilmesi için işçi sınıfının devrimci bir önderliğe ihtiyacı var. Böyle bir önderlik olduğunda işçi sınıfının iktidarı alabileceğinin en güzel örneğidir Ekim Devrimi! Üzerinden geçen 106 yılın ardından bu şanlı devrim dünya işçi sınıfının yoluna adeta bir deniz feneri gibi ışık tutuyor. Bu geleneğe sahip çıkmak, mücadeleyi ilmek ilmek örmek, duvara bir tuğla daha koyabilmek öncü işçilerin yani bizlerin görevidir! Sabırla, disiplin ve kararlılıkla, en önemlisi de örgütlü gücümüzle yolumuza devam edeceğiz.

link: İstanbul/Esenyurt’tan bir grup işçi, Zor Zamanlar, Büyük Mücadelelere Gebedir , 12 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8119
Kılavuzumuz 1917 Ekim Devrimi
Tarihler 1914 yılına doğru ilerlerken, Balkanlar da dahil olmak üzere pek çok yerde irili ufaklı savaşlar sürüp gitmekteydi. Yoksulların oğulları savaş cephelerinde birbirlerini boğazlıyordu. Savaşın sahipleri yani sömürücü efendiler, savaş kazanının altını iyice harlamaya başladıklarında tarih 1914’e gelmişti. Her ülkede milliyetçilik ve şovenizm öyle tırmandırılmış, yoksulların beyinleri militarizmle öyle doldurulmuştu ki; yoksullar, işçiler, kadınlar, belleri iki büklüm olmuş ihtiyar dedeler ve beyinleri henüz tazecikken zehirlenen yoksul çocukları bile savaşın tarafı olmuşlardı. Savaş hızını hiç düşürmeden son gaz devam ediyordu. Cephelerden cenazeler geliyordu art arda. Sakatlanmış, kolunu bacağını savaşta bırakarak yani artık savaşamayacak duruma geldikten sonra evine dönenler kirli birer peçete gibi bir kenara atılıyorlardı.
Emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşmak için yürüttükleri savaş üç yıldır sürüyordu, tarihler 1917 yılını gösteriyordu. Rus Çarı ve Çariçesi de o paylaşım savaşının tarafıydılar. O güne değin sayısız Rus yoksul köylüsü ve işçisi de savaşın ateşinde yanıp gitmişlerdi. Ancak üç yıldır devam eden savaşta Rus askerlerinin diğer ülke askerlerinden çok önemli bir farklı vardı. Rus askerlerinin içinde sayısız Bolşevik asker vardı. Bu Bolşevik askerler aynı fabrikalardaki gibi sınıf temelinde örgütleniyorlardı. Bolşevikler cephedeki bütün askerlere “bu savaş bizim savaşımız değil. Sizler bizim düşmanımız değilsiniz. Sizin de bizim de düşmanlarımız sömürücü düzenin efendileridirler. Her ülkenin askerleri, işçileri ve yoksulları silahları kendi ülkesindeki burjuvazinin düzenine doğrultmalıdırlar” diyerek propaganda yapıyorlardı. Nihayet 1917’nin sonlarına doğru Bolşeviklerin önderliğinde işçiler, köylüler ve askerler Büyük Ekim Devrimini gerçekleştirerek savaşa son verdiler. Yani tüm ezilenler el birliği ederek, el ele vererek bir devrim yapmışlardı. Bu devrim işçi sınıfının yani proletaryanın devrimiydi. İşte savaşın sahipleri olan emperyalistler ve kapitalistler, yıllardır kriz içinde debelenen düzenlerinin selameti için sürdürdükleri savaşı bu yüzden bitirmek zorunda kaldılar. Çünkü Rusya’da başlayan devrimin kendi ülkelerine de yayılmasından korkuyorlardı. Hele bir de Rusya’dan sonra Almanya’da da proletaryanın iktidarı ele alması demek kapitalist düzenin dünya üzerinden kazınıp tarihin çöplüğüne atılması anlamına gelebilirdi. Bugün de yapılması gereken aynı yolu tutmak, Rus işçi sınıfının, Bolşeviklerin açtığı yoldan ilerlemektir. Bugün de emperyalist savaşı ve tüm savaşları sonsuza kadar bitirecek olan bir devrimdir, dünya devrimidir.
Maalesef bugünün işçi kuşakları da onyıllardır emperyalist savaşların alevleri içinde yaşıyorlar. Yaşı 40’ın üzerinde olanlar 90’lardan beri yeni bir dünya savaşının adım adım her yeri kavurduğunu gördüler. Önce Balkanlar’da başlayan savaş oradan Ortadoğu’ya sıçradı, Afganistan’ı, Irak’ı yangın yerine çevirdi. Daha sonra Ortadoğu’nun farklı ülkeleri ve dünyanın farklı coğrafyaları emperyalist savaşın cepheleri haline geldiler. Yakın zamanda açılan Ukrayna cephesine bugün de Filistin eklendi.
Dünya burjuvazisi bir bütün olarak krizlerin içinde debeleniyor. Bu krizden çıkışın yolunu dünyayı yeniden aralarında pay etmekte arıyorlar. Büyük güçler dünya üzerinde hegemonya kurmak için kıyasıya kavga halindeler. İşçi sınıfını ve işçi sınıfının devrimcilerini ilgilendiren ise, tüm ezilenleri, işçi sınıfını, insanlığı ve dünyamızı kurtarmanın yegâne yolunun yeni Ekim Devrimleri için çalışmak olduğudur. Karanlıkta kılavuzumuz ve ışığımız 1917 Büyük Muzaffer Ekim Devrimidir. Yaşasın dünya devrimi yolundaki mücadelemiz!

link: İzmir’den bir MT okuru, Kılavuzumuz 1917 Ekim Devrimi , 12 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8118
Ekim Devrimi Militarizme de Karşıydı
Şanlı Ekim Devrimini 106. yılında anıyoruz. Bu büyük işçi devrimi tarihte yepyeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Ekim Devrimi cephelerde birbirine boğazlatılan emekçilere “barış” çağrısında bulundu ve 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının son bulmasını sağladı. Lenin ve Bolşevik Parti önderliğinde gerçekleşen Ekim Devrimi Çar’ın ve burjuvazinin emrindeki sürekli orduyu lağvetti. Devrim, işçi milislerinden oluşan yepyeni bir anlayışın öncüsü oldu.
Kapitalist güçlerin vatan savunusu adı altında, milliyetçilik zehriyle besledikleri, ölümcül silahlarla donattıkları büyük ordular şanlı devrimle parçalanmaya başladı. Çarlık Rusya’sındaki generallerin, subayların apoletleri söküldü. Erleri aşağılayan zorunlu selamlamalar kaldırıldı, üstlerin emirlerine kölece bağlılık anlayışı son buldu. Tarihte ilk kez enternasyonalizm temelinde, halkların kardeşliği ve işçilerin birliğini savunan işçi milisi oluşturuldu. Kararlar bir avuç general tarafından değil, işçi ve asker sovyetleri tarafından alınmaya başlandı. Devrimci kararlar alan işçi ve emekçiler bu kararları gerici ordulara karşı elde silah hep birlikte savundular. Çarlığın halklardan sakladığı haksız, gerici, barbar savaş planları ifşa edildi. Tüm cephelerdeki askerlere kardeşleşme çağrısı yapıldı. Emirleri reddetme ve silahları masum halkı katleden generallere çevirme çağrısı yapıldı. Bu çağrı etkili oldu ve erler cesaretle cephelerde “kahrolsun savaş” diyerek isyan etti.
Ekim Devrimi yeni bir çağın başlangıcı demekti. İşçi milisler iç savaş boyunca sovyetleri savunmak için Beyaz Ordu’ya karşı kahramanca mücadele ettiler. İşçi devriminin kazanımlarını korumak için her türlü görevi severek, isteyerek birlikte alıp, birlikte uyguladılar. Rus Çarlığından sonra sıra Avrupa’daki sermaye egemenliğinin devrilmesindeydi. Rusya’daki büyük değişim ve dönüşümün başlangıcını gören Avrupalı kapitalistler devrimin kendi ülkelerine, kendi ordularına sıçramasına engel olmak için ellerinden gelen her yola başvurdular. İşçi ve askerlere söz geçiremeyen burjuvazi, sosyal-demokrasiyi iktidara taşıyarak sömürü düzenini korumayı başardı. İlerleyen yıllarda Ekim Devrimi Rusya topraklarında yalnızlaştı ve kazanımlarını koruyamadı, bürokratik bir karşı-devrimle işçi iktidarı yıkıldı ve işçiler kazanımlarını kaybetti.
Ekim Devriminin üzerinden geçen 106 yılda emperyalist güçler dünyayı yok edecek nükleer, biyolojik silahlar ürettiler. Son teknoloji ile donatılmış güdümlü füzeler icat ettiler. Savaş tehdidini güncel tutarak, halklar arasında kin ve nefret tohumları ektiler. Bütün ülkeler silahlanmaya büyük kaynaklar ayırdı. Ordu ve generaller üzerinden efsaneler ürettiler, yeni bir dünya savaşının kıvılcımını çaktılar. Böylece ilk ikisinden kat kat daha büyük sonuçlara yol açacak Üçüncü Dünya Savaşını başlattılar. Ekim Devriminin derslerini hatırlamak bu açıdan son derece önem taşıyor. Ekim Devrimi sürekli orduları dağıtarak halkın sırtındaki bu kamburu parçalamak, silahlanmaya ayrılan devasa bütçeleri eğitim, sağlık, ulaşım gibi sosyal kazanımlara dönüştürmek istiyordu. Dün olduğu gibi bugün de burjuvazi halkın boğazından kesilen kaynakları ölüm makinelerine yatırıyor. Siyasetin şiddet ve ölümle bezeli bir devamı olan savaşın panzehiri, “yerli ve milli” orduların daha çok silah üretmesi değildir. Halkların birbirine din, dil, ırk temelinde kışkırtılıp kırdırılması değildir. Ortadoğu’dan Asya-Pasifik’e kadar savaşı durduracak tek güç işçi sınıfının enternasyonalist mücadele birliğidir.
Yaşasın Şanlı Ekim Devrimi ve Onun Kahramanca Mücadelesi!

link: Gebze’den bir işçi, Ekim Devrimi Militarizme de Karşıydı , 11 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8117
Kara Kışlardan Büyük Ekimlere Merhaba!
Yaklaşık bir asır önce işçi sınıfı, 1917 şanlı Ekim Devrimiyle birlikte, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı örgütlü işçi sınıfının kurabileceğini dosta düşmana göstermişti. Ne var ki, devrimci işçi sınıfının sosyalizmi kurmak yönünde attığı bu tarihi adım, bürokratik bir karşı-devrimle sekteye uğradı. Daha sonra SSCB’nin de çökmesiyle birlikte kapitalizmin ideologları tarihin sonunun geldiği ve insanlık için en iyisinin kapitalizm olduğu yalanını propaganda etmeye başlayıp, bütün kötülüklerin anasının komünizm olduğuna kitleleri inandırmaya çalıştılar. Ama bu ideologların yalanları da fazla sürmeden ortaya çıktı. Çok geçmeden dünya işçi sınıfı acı gerçeklerle baş başa kaldı. Ekim Devriminin basıncıyla tüm dünyada elde ettiği kazanımlar düzen güçleri tarafından bir bir gasp edilmeye başladı. Bir yanda bir türlü çözülemeyen hegemonya krizi ve yürüyen emperyalist savaşlar, diğer yanda çürüyen kapitalizmin yarattığı krizler sonucu insanlık tam bir kara kışa itilmiştir. İnsanlığı kara kış koşullarına mahkûm eden düzen güçleri, yeni Ekimlerin şafağının sökmemesi için her yola başvurmakta, her kötülüğü yapmaktadırlar.
Ama başaramayacaklar! Hiçbir kış, hiçbir zulüm sonsuza kadar sürmemiştir. Elif Çağlı’nın dediği gibi zor zamanlar zor sınavlara çeker insanı. Bu kara kış koşullarında el yordamı ile yürümek zorunda değiliz, dünya işçi sınıfının tarihsel deneyimleri bir deniz feneri gibi bizlere yol göstermeye devam ediyor. İnsanı insanlıktan çıkaran kapitalist sistemin artık acı ve gözyaşından başka verebileceği bir şeyi kalmamıştır. Savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünyanın kuruluşuna ancak büyük düşleri olanlar öncülük edebilir.
Bu karanlık ve çürümüş sistemin içinde, devrimci bir inançla davamıza sarılmaktan başka çıkar yolumuz yoktur! Çünkü biz haklıyız, çünkü kapitalist sistem biz avuç azınlık asalağın çıkarlarına hizmet ederken, işçi sınıfının iktidarı bütün insanlığın, bütün canlı hayatın geleceğine hizmet edecektir. Kapitalizm yeryüzüne savaş ve yıkım getirirken, sosyalizm tam anlamıyla barış ve kardeşleşme getirecektir. İnsanlığın kurtuluşu mücadelesinde örgütlü ve devrimci öncünün önemi çok büyüktür. Hedefimiz belli, yolumuz uzun, azmimiz kavidir. Hep birlikte haykıralım; kara kışlardan büyük Ekimlere merhaba!

link: İstanbul/Esenyurt’tan bir grup metal işçisi, Kara Kışlardan Büyük Ekimlere Merhaba! , 11 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8116
Sağlığa Devrim Gerek! Selam Olsun Ekim Devrimine!
Kapitalizmin bulaşıcı hastalık gibi dört bir yanımızı sardığı, biri biterken diğer sorunların başladığı günlerden geçiyoruz. Bırakın yaşamı var etmeyi, var olan yaşamları, kadınları, çocukları katleden bir düzen bu. Diğer taraftansa yarattıkları yıkım ve savaşlara haklı gerekçeler sunmaya çalışan, utanmadan televizyon ekranlarında bunu anlatan, kanlı elleriyle savaş oylamaları yapan egemenlerin ayakta tuttukları bir düzen bu. Sistem kriziyle beraber daha da keskinleşen çelişkiler ve artan saldırılar artık üzeri örtülemeyecek hale geldi. Vaziyet ortadayken, sağlık alanında hizmet üreten bizler de dâhil olmak üzere sınıf bilinçli işçilere düşen görev tarih bilinciyle donanmaktır. İşçi sınıfının tarihine baktığımızda “nasıl olmalı?”, “ne yapmalı?” sorularına alacağımız cevaplar ortadadır. Bu şanlı tarihin sayfalarında yazılı 1917 Ekim Devriminden sonra Rusya’da, yeniden yaratılan sağlık sistemine bakmak bize başka bir açıdan ışık tutacaktır; kapitalizmi yıkmadan sağlıklı olmanın asla mümkün olmadığını hatırlatacaktır.
Sağlık, sağlıklı olmak gibi kavramlar bireysel olarak görülmektedir. Bu anlamda Ekim Devriminin bıraktığı miras ve anlayış, sağlık sisteminin toplumsal olarak yeniden inşası ders niteliğindedir. Peki, 1917 Ekim Devriminin hemen sonrasında ne olmuştu? Devrimden önce sağlıklı olmak sadece burjuvazinin elindeyken, artık devrimi gerçekleştiren işçilerin elindeydi. Devrimden sonra, sağlığın belirleyicisi olan maddi yaşam koşullarının iyileştirilmesi gerektiği düşüncesi etrafında yeni bir sağlık sistemi şekilleniyordu. Sağlık hizmeti sunumu, sağlık eğitiminden işleyiş biçimine, koruyucu sağlık hizmetlerinden hijyen eğitimlerine kadar geniş bir alanda örgütleniyordu. Sovyet devletinin ilk Halk Sağlığı Bakanı (Komiseri) Dr. Nikolay Aleksandroviç Semaşko’nun “işçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” demesinin bir anlamı vardı.
Ekim Devrimi, emperyalist paylaşım savaşının talan ve yıkımının tam ortasında doğmuştu. Rusya’da Bolşevik Parti öncülüğünde savaş öncesinde binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşiyordu. Savaş patlak verdiğindeyse, savaş çığırtkanlığı peşine takılmadan barışı ve devrimi savunan Bolşevik işçilerdi. Günler geçtikçe cephede ölenlerin sayısı milyonlara ulaşırken, açlık ve yoksulluk giderek artıyordu. Tüm bu koşullar altında başladı Ekim Devrimi. “ekmek istiyoruz, çocuklarımız ölüyor” diyen emekçi kadınların eylemi, “kahrolsun savaş” “kahrolsun otokrasi” sloganlarıyla daha da büyüdü.
Bugün de kanlı bir emperyalist savaş yaşanıyor. Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Ukrayna’da, Filistin’de ve dünyanın pek çok farklı yerinde bu savaş yüzünden milyonlarca insan öldü. Milyonlarca insan yerinden yurdundan ediliyor. Milyonlarcası susuz ve açlıkla boğuşuyor. Savaş bir halk sağlığı sorunudur. Savaşın hüküm sürdüğü yerde ölüm kol gezerken, hayatta kalabilmiş insanların sağlıklı olduğu düşünülemez. Sağlık, sadece bireyin vücudunda hastalık ve sakatlığın olmayışını değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasını ifade etmektedir. Ekim Devrimine baktığımızda, hem savaşı durdurduğunu hem de ilk yıllarda işçi ve emekçilerin sağlığı için değişimler yarattığını görüyoruz. Ekim Devrimini andığımız şu günlerde, savaşa karşı barışı yaşatmanın ve sağlıklı bir yaşamı kurabilmenin tek yolunun kapitalizmi yıkmaktan geçtiğini tekrar hatırlamalıyız. Biz Ekim Devriminin yarattığı mirasa sahip çıkıyoruz. Yaşamın her alanında “dünyanın bütün işçileri birleşin” diyerek devrimin taşlarını döşüyoruz. Yaşasın Ekim Devrimi! Dünyaya barış işçilerle gelecek!

link: İstanbul’dan sağlık işçileri, Sağlığa Devrim Gerek! Selam Olsun Ekim Devrimine! , 9 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8114
Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatıyor
Dünya işçilerine kendileri için ve kendilerinin yönettiği bir dünya kurmanın yolunu gösteren şanlı Ekim Devriminin 106. yılını kapitalizmin iyice derinleştirdiği sorunlar, kriz ve savaşla karşılıyoruz. Çelişkiler sürekli büyüyor, burjuva ideolojisi gerçeklerin üzerini kara bulutlarla örtüyor. Bu kara bulutların arasından ise Ekim Devriminin ışığı yolumuzu aydınlatıyor. Bolşeviklerin deneyimleri hemen her sorunda nasıl bakmamız gerektiğini gösteriyor, sınıf devrimcilerinin tutunması gereken ana damarı hatırlatıyor.
Cumhuriyetin 100. yılı “kutlamalarını” henüz geride bıraktık. 1923’te cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte sanki halk egemen olmuş, ayrıcalıklı sınıflar ortadan kalkmış, sınıfsız ve imtiyazsız bir Türkiye kurulmuştu. Oysa yeni kurulan bu cumhuriyet, toplumun en geniş kesimleri olan işçi ve emekçileri yönetimden dışlayan, tepeden inme “devrimlerle” emekçilerin hayatına konan bir cumhuriyetti. Sınırsız hak ve özgürlükler tanıdığını, döneminin en yenilikçi adımlarını attığını söyleyen Kemalist bürokrasi, gerçekte Osmanlı’dan beri, yıllardır süregelen mücadelelerin sonuçlarını kendi ihsanı gibi lanse etmişti. Hızla milli bir burjuvazi yaratma işine girişmiş, işçi ve köylüleri ise çalışıp üretmeye fakat yine de yoksul kalmaya mahkûm etmişti. Kendinden öncesine göre ileri bir adım olan ancak burjuva demokratik olmaktan bile uzak bu cumhuriyet, sosyalist solun bazı kesimleri tarafından da kutlandı, savunuldu. Bugün kazanımları kaybedilmiş olsa da kurucu değerlerine sahip çıkılması gerektiği, daha ileriye taşınması gerektiği söylendi.
Oysa işçilerin asıl sahiplenmesi gereken devrim işçilerin devrimidir, Ekim Devrimidir. Ekim Devriminin sönmeyen ışığı bizlere kilitlenmemiz gereken hedefin sosyalist bir dünya kurma hedefi olduğunu gösteriyor. Ancak Ekim 1917’deki gibi ayakların baş olduğu bir devrim sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın kapılarını aralayabilir. Bizler gözümüzü, dünyayı yerinden sarsacak işçi devrimlerine ve sosyalist bir dünya hayaline diktik. Marksizmin ve Ekim Devriminin aydınlattığı yolumuzda emin adımlarla ilerliyoruz.

link: Ankara’dan MT okuru gençler, Ekim Devriminin Işığı Yolumuzu Aydınlatıyor , 9 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8113
Emperyalist Savaşa Karşı Ekim Devrimi


Savaş, yoksulluk, açlık, sömürü… Bütün sorunlarımızın kaynağı kapitalizmdir. Kapitalizm ortadan kalkmadıkça toplumsal özgürlük asla mümkün olamayacak! Kapitalizmi ortadan kaldıracak olansa devrimci işçi sınıfıdır! İşçi sınıfı iktidarı bütün ülkelerde ele alacak ve sınıfsız topluma geçişi sağlayacaktır! Bu konuda tarihteki somut en büyük adımsa 1917 yılında yani Birinci Emperyalist Dünya Savaşı devam ederken gerçekleşen Ekim Devrimidir! Ekim Devrimi gerçekleşti ve savaş da burjuvazinin devrimin yayılmasına dair haklı endişesi sayesinde sonlanmak zorunda kaldı. Ekim Devrimi bugün 106 yaşında! Tarihte ilk kez işçi sınıfı iktidarı ele geçirdi ve sınıfsız bir dünyaya giden yolu araladı. O yol tamamlanamamış olabilir fakat Ekim Devriminin bizlere bıraktığı muazzam deneyimler bugün hâlâ canlılığını koruyor ve tamamlanması gereken yolun nasıl bir mücadelenin ürünü olduğunu anlatıyor!
Bugün yeniden bir emperyalist paylaşım savaşının içinden geçmekteyiz. Kapitalizm tarihsel bir kriz yaşamakta ve burjuvazi bu krizi aşmak için her yeri cehenneme çevirmeye ant içmiş gibi davranmaktadır. Yakın tarihte emperyalist savaşın cephesi haline gelen Suriye ve Ukrayna’da sorunlar çözülebilmiş değil. Yüz binlerce emekçinin bu savaşlarda ölmesi, milyonlarcasının yerinden yurdundan edilmesi, göç etmesi egemenlerin umurunda değil! Gerek Asya gerek Afrika gerek Ortadoğu… Bütün dünyada sular ısınıyor ve giderek savaş derinleşiyor.
Bugünlerdeyse bu savaşa yeni bir halka eklenmiş durumda. Kangren haline dönen Filistin sorunu üzerinden emperyalistler hesaplaşıyorlar. Gazze’deki insanlar, bütün dünyanın gözleri önünde bombaların hedefi olmakta ve çoluk çocuk demeden, hastane, okul fark etmeksizin bombalarla, kimyasal silahlarla yaşamdan koparılıyor! Kimi egemenler İsrail egemenlerine bu konuda açıktan destek verirken kimileri ise timsah gözyaşları döküyor ya da kınamayla yetiniyor. Burjuvazinin ikiyüzlülüğü bütün çıplaklığıyla bu sorunda gösterdikleri tutumlarda ortaya çıkıyor. Kürt sorununda olduğu gibi Filistin sorununda da bu ulusların en temel siyasi hakları tanınmıyor, bu halklara en haklı talepleri için büyük bedeller ödetiliyor. Elbette ki bütün insanlar esas özgürlüğü sınıfsız toplumda, komünist toplumda göreceklerdir; fakat kapitalizme içkin sorunların çözümünde bile egemenler halkları birbirine düşmanlaştırmaktan ve yaşam hakkını ihlal etmekten imtina etmiyorlar. Ezilen ulusların sorunu çözülmedikçe ezen ulusun da özgür olamayacağı gerçeği gün gibi ortada.
Bu sorunda da ezilen halklara büyük bedeller ödetmeyecek çözümün yine devrimci işçi sınıfıyla olacağını Ekim Devrimi bize örnekledi: “…Yıllar boyunca Çarlığın halklar hapishanesinin mahkûmu ve kurbanı olan bu uluslar, nihayet 1917 devrimiyle birlikte özgürlüklerine kavuşmuşlardı. Devrimle birlikte tüm uluslara bağımsızlık hakkı verilmiş, bunlardan başta Polonya ve Finlandiya olmak üzere bir kısmı kendi bağımsız burjuva ulus-devletlerini kurmuşlardı.”[*] Ekim Devriminin yıldönümünde, Filistin bugün yangın yeriyken bu gerçeği hatırlamanın, hatırlatmanın çok önemli olduğu ortada.
Birinci ve İkinci Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşında burjuvazi içine düştüğü köklü krizleri aşmak için savaş seçeneğine sarılmıştı. Milyonlarca emekçi bir avuç azınlığın çıkarları uğruna ya cephelerde ya da yaşadığı evinde tepesine bombalar düşerek yaşamını yitirmişti. Savaş işçi sınıfı için daha fazla açlık, yoksulluk daha fazla ölüm demekti. Rusya’da Birinci Dünya Savaşı sürecinde milyonlarca yoksul Rus köylüsünün, işçisinin ölmesiyle bu savaşın işçi sınıfının savaşı olmadığı ve savaşın egemen sınıf olan burjuvaziye yaradığı anlaşılıyordu. Fakat bu anlaşılma kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değildi. Rus işçi sınıfı öndersiz değildi. Yıllarca fabrikalarda, evlerde, mahallelerde örgütlenen Bolşevikler, yaşanan savaş sürecinde de gerek cephelerde gerekse fabrikalarda savaşın bizim savaşımız olmadığını bıkmadan, usanmadan anlatıyordu. Kitlelerin bu fikirleri kavraması, sabırlı, sebatlı bir mücadelenin ürünüydü. Ve yaşanan süreçte işçi sınıfı başka uluslardan işçileri öldürmek için verilen silahları böylece “Baş Düşman İçeride!” diyerek Rus egemen sınıfına yöneltmeyi bildi.
Devrimci durumu devrime götüren süreçte Ekim Devrimi bize muazzam dersler veriyor. Savaşa son verecek olan ve uluslara barış getirecek olan sosyalist devrimin anlaşılması, özümsenmesi konusunda Ekim Devrimini içselleştirmek ve Bolşevik mücadeleyi kavramak gerek!
Devrimci işçi sınıfı Bolşevikler önderliğinde savaşın gidişatını belirlemiş ve barışı sağlamıştı, uluslara kendi kaderini tayin hakkını da kayıtsız şartsız yine Ekim Devrimi sağlamıştı. Bugün de yürüyen ve büyüyen emperyalist paylaşım savaşını durduracak olan devrimci işçi sınıfıdır. Arap-Yahudi, Türk-Kürt, siyah-beyaz fark etmeksizin işçi sınıfı enternasyonal birliğini oluşturup hareket etmelidir. Bizler dünya işçi sınıfı olarak kaderimizin tamamıyla ortak olduğu bir durumdayız ve ortak hareket edip, kapitalizmi yıkıp, sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız, özgür bir dünyayı kurmalıyız! Gelecek bizim ellerimizde!
Yaşasın Ekim Devrimi!
Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!

link: Mersin’den bir MT okuru, Emperyalist Savaşa Karşı Ekim Devrimi , 8 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8112
Ekim’in Fenerinde İşçi Devrimi Hayalimiz
İklim krizi, savaşlar, evinden yurdundan edilen yoksul halk kitleleri ve daha pek çok yıkım... Günden güne felâketlerin arttığı bir sistemde yaşıyoruz. Bir yanda milyonlarca insan başını dahi sokacak ev bulamıyor, öte yanda bir avuç zengin lüks saraylarda yaşıyor. Bir yanda milyonlarcamız açlıkla hastalıkla boğuşuyor, öte yanda tüm dünyaya yetecek kadar zenginlik birikiyor. Üstelik zenginliği kendi elleriyle var edenler onun kırıntılarına dahi ulaşamıyor. Akıldışı olan kapitalizm bizler için felâketten başka bir şey üretmiyor. Emperyalist güçlerin talan ettiği Ortadoğu’da işçi ve emekçiler nice acılar yaşıyor. Yıllardır Ortadoğu’da kanayan bir yara olan Filistin sorunu binlerce insanın ölümü demek oldu. Küçücük masum çocukların bedenleri toprağa karıştı. Ve dünyamızın toprakları mazlum halkların kanlarıyla yıkanmaya devam ediyor!
İşçi sınıfının gençleri olarak bizler de kapitalizmin yarattığı felâketlerden nasibimizi alıyoruz. Dünyanın pek çok yerinde gençler kapitalizmin yarattığı karanlığın içinde boğuluyor, nefes almak istiyor. Hayat pahalılığı, barınma sorunu, işsizlik, güvencesizlik, polis şiddeti gibi pek çok sorunla karşı karşıya kalıyor. Pek çok genç arkadaşımız tüm bu sorunlarla tek başına başa çıkamadığı için umutsuzluğa kapılıyor, depresyona giriyor. Gelecek kaygısı kimi gençleri intihara sürüklüyor. İşte kapitalizmin hayatının baharındaki gençlere reva gördüğü hayat! İşçi sınıfının gençleri olarak bu çürümüş kapitalizmle mücadele etmekten ve bu düzeni değiştirmek için işçi sınıfının saflarına katılmaktan başka çaremiz yok.
Kapitalizmin temsilcileri yıllarca sosyalizmin ütopik olduğunu, bu düzenin değiştirilemeyeceğini propaganda ettiler, ediyorlar. Fakat bu ideolojik saldırılara, yalanlara, karalamalara rağmen gerçekler ortada duruyor. Bizler başka bir dünyanın mümkün olabileceğini bundan 106 yıl önce gerçekleşen 1917 Şanlı Ekim Devrimi ışığında öğrendik. Ekim Devriminden çıkarılan dersler bizlerin yolunu aydınlatan bir meşale gibi yanmaya devam ediyor. Ne mutlu ki dönemin koşulları ne denli kötü olursa olsun aydınlık yarınlar için bizlere kılavuzluk eden bir tarihimiz var.
Bizler haksız savaşların olmadığı, kimselerin yatağına aç girmediği ve çocukların ölmediği, sınıfsız, sınırsız sömürüsüz bir dünyanın hayalini kuruyoruz. Yani bizlerin işçi devrimi hayali var. Bu hayali gerçek kılmak için koşullar ne olursa olsun kavgamıza devam edeceğiz.

link: İstanbul’dan bir grup genç, Ekim’in Fenerinde İşçi Devrimi Hayalimiz, 8 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8111