Toplumda zayıf olarak algılanana yönelik şiddet artıyor. Bu kadarı da olmaz denilen her sarsıcı olayın ardından daha da sarsıcı başka bir olay yaşanıyor. İstanbul’da 19 yaşında iki genç kadının yine 19 yaşında genç bir erkek tarafından öldürülmesi, üstelik birinin kafası kesilerek katledilmesi elbette çok korkunçtu ama bu olay yaşanana kadar binlerce kadın bundan daha az korkunç olmayan şekillerde katledilmişti. Narin Güran en yakınları tarafından öldürülmeden ve koca bir köy tarafından katilleri saklanmadan önce de binlerce çocuk kayboldu, yüzlercesi yine en yakınları tarafından tacize uğradı, onlarcasının minicik bedenleri ölü bulundu. Afganistanlı göçmen işçi Mohammad Nourtani çalıştığı madenin kaçak olduğu ortaya çıkmasın diye patronları tarafından muhtemelen canlı canlı yakılarak öldürüldü. Gaziantep’te 10 yaşında bir çocuk gürültü yaptığı gerekçesiyle mahalle bakkalı tarafından vurularak öldürüldü. Lezita’da, Polonez’de, CarrefourSA’da, Fernas’ta mücadele eden kadın, erkek işçiler hukuk tanımayan patronları engellemek için harekete geçtiklerinde polis copuyla, biber gazıyla engellenmek istendiler. Artvin’de ağacına sahip çıkan köylü, patronun adamı tarafından vurularak öldürüldü.
Ülkenin dört bir yanında toprağını, ağacını, ekmeğini sermayenin eline bırakmak istemeyen köylüler jandarma saldırısına maruz kalıyor. Kadınlar yerlerde sürükleniyor, dayak yiyor, coplanıyor. Hastanelerde sağlık çalışanlarına yönelik saldırılara her gün bir yenisi ekleniyor. Okullarda idareciler muhalif olarak bildikleri öğretmenleri fiziksel şiddete varan tacizlerle boyun eğdirmeye çalışıyor, öğrenciler tüm eğitimcilere ve birbirlerine silah çekmeye kadar vardırıyorlar saldırganlığın dozunu. Hayvanlara yönelik saldırılar da inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. İstanbul’da bir sitede yaşayan Eros isimli bir kedi site “sakini” bir cani tarafından dövülerek öldürüldü. Ardından siyasi iktidarın hayvan katliamının önünü açan bir yasa çıkarması sonrasında ülkenin dört yanında hem bireysel hem de başta belediyeler olmak üzere kurumsal olarak yapılan hayvan katliamları haberleri gelmeye başladı. Bütün bunların sıradan her insanı endişeye sevk ettiği açıktır. Evlerde, kahvelerde, işyerlerinde çay molalarında, akşam oturmalarında, toplu ulaşım araçlarında yapılan sohbetlerde artık dillerdeki en yaygın söz “Ne olacak bu gidişatın sonu? Hiçbir yer güvenli değil” benzeri serzenişler oluyor.
Şiddetin bu boyuta gelmesinin nedenleri burjuva mahfiller tarafından bireysel, psikolojik sorunlara sıkıştırılmaya çalışılıyor. Fakat bu kadar yaygın bir şiddet sarmalı yüzeysel olarak, meseleyi bireyselleştirerek psikolojik sorunlara bağlanamaz. Psikolojik hastalıklar, uyuşturucu, yozlaşma vs, zayıf olarak görülene yönelik şiddetin nedenlerinin görünen yüzüdür ama bütün bu yaşananların en temeldeki sorumlusu çürümüş ve içinde yaşadığı toplumu da çürüten, yozlaştıran kapitalist sistemdir. Kuşkusuz Türkiye’nin tepesindeki faşist iktidarın yarattığı toplumsal iklim de bu ortamın yaratılmasında fazlasıyla rol oynamaktadır. Bu rejimin ekonomik ve sosyal yıkıma sürüklediği toplum, her türlü hastalıkla sakatlanmış hale gelmiştir.
Kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin artmasında siyasi iktidarın kadına bakışının, çıkardığı yasaların ve hayata geçirdiği uygulamaların rolü vardır. Kadını yalnızca aile bütünlüğü içinde anlamlandırması, evlenmeyen, çocuk doğurmayan kadını “makbul olmayan” sayması, kız çocuklarının erken yaşta evlenmesinin önünü açması, boşanmayı zorlaştırması, her alanda cinsiyet eşitsizliğini körüklemesi, şiddet uygulayan erkeğe karşı ısrarla cezasızlık politikalarını, iyi hal indirimlerini uygulamaya devam etmesi, tek başına çözüm olmasa bile İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi, 6284’ü etkin bir şekilde uygulamaması başlıca nedenlerdendir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre 2024’ün ilk dokuz ayında 295 kadın cinayeti işlendi. 184 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Öldürülen 31 kadının katili daha önce herhangi bir suçtan ceza almış kişilerdi. Kapitalizm kadını ikinci sınıf insan addederek egemenlik kültürünü emekçi kadın ve erkeğin dünyasında yeniden ve yeniden üretmektedir. Böylelikle aslında beraber olduğunda birbirini besleyecek ve sorunları beraber çözecek iki cins için de yaşam kâbusa dönüşür. Nihayetinde kapitalizmin her durumda kendi çıkarına kullandığı tekinsiz bir atmosfer oluşur.
Türkiye’de 15-24 yaş arası gençlerin yüzde 26’sı ne okula gidiyor ne de bir işte çalışıyor. Bu gençler ne yapıyor? Gençlik dönemi insanın hem bedensel hem de ruhsal ve zihinsel olarak en dinamik olduğu çağlardır. Parasız ve geleceğe dair umudu olmayan gençler hele ki faşizmin egemen olduğu, militaristleşmiş, çetelerin önünün açıldığı, mafyatik kişilerin, yapıların meşrulaştırıldığı, paranın kutsandığı bir ortamda kendini bu tekinsiz güçlerden ne kadar koruyabilir? Emekçi sınıflardan olan gençlerin sosyal imkânları yok. Sinemaya, tiyatroya gitmeleri artık neredeyse imkânsız. Bunun için en ucuz eğlence ve “rahatlama” yollarına mahkûm oluyorlar. Sosyal medyada vakit geçiriyor, kavga ediyor, uyuşturucu kullanıyorlar. Gençlerin dünyasında sosyal medya ve bilgisayar oyunlarıyla şiddet normalleşirken, aynı zamanda birbirinden uzaklaşan gençler sosyalleşme becerilerini de kaybediyor. Daha çok gençlerin haşır neşir olduğu sosyal medya ortamları şiddet içerikli paylaşımları öne çıkarıyor. Sadece akıcı konuştuğu, çoğu zaman anlamsız ama ilgi çeken şeyler söylediği için milyonlarca takipçisi olan Youtuber ya da benzerleri, para kazanmak veya popüler kalabilmek için, en ufak bir sorumluluk altında olmadan genç insanların beyinlerini mistik, akıl dışı, kendine ve topluma yabancılaşmasına neden olan zırvalıklarla dolduruyorlar. Vicdanlarını ve yüreklerini karartıyorlar. Eşitlik, özgürlük, barış, sınıfsız toplum idealiyle sistemi değiştirme mücadelesi veren sosyalist fikirlerin, politikaların yokluğunda bu zırvalar gençlerin beyinlerinde at koşturuyor. Gençler zehre karşı panzehirsiz kalıyor.
22 yıldır iktidarda olan AKP, toplumu yapay temelde kutuplaştırarak ikna ve kontrol gücünü pekiştirdi. Kutuplaştırma sayesinde elde ettiği gücü faşizmi kurumsallaştırmakta kullandığında ise önünde pek bir engel kalmamıştı. Kutuplaştırmanın yanında özellikle 2015 sonrasında kitlelerde milliyetçiliği, militarizmi körükledi, etrafındaki paramiliter güçleri besleyebilmek ve konsolide edebilmek için uyuşturucu ticaretinin, başta silah olmak üzere her türlü kaçakçılığın önünü açtı. 2010 yılı sonrasında infaz düzenlemesi adı altında çıkarılan aflarla, siyasi tutsaklar dışındaki mahkûmların kolayca salıverilmesinin ya da çok kısa sürelerle yatıp çıkmalarının sağlanmasının altında, siyasi iktidarın bunlara olan çok yönlü ihtiyacı yatmaktadır. Bu durum artan şiddetle doğrudan bağlantılıdır.
Kapitalizm kendi çürümüşlüğüne paralel olarak toplumsal yaşamı ve dolayısıyla insanı, insan ilişkilerini bozuyor. Burjuva ideolojisi yarattığı pek çok araçla emekçi kitleleri, gençleri, kadınları uyuşturup şuursuzca kendi etrafında döner hale getiriyor. Bunu bazen doğrudan uyuşturucu maddelerle, bazen sosyal medyayla, okulla, aile ilişkileriyle, politikayla, yasayla yani mümkün olan her şeyle yapıyor. Kapitalizm eşitsizliği sürekli arttırıyor. Emekçiler tek başlarına kaldıklarında çıkışsızlık içinde boğuluyor. Etraflarında olup bitene tepki veremiyor. Meydan adeta kötülüğe kalıyor. Krizler, pandemi, sosyal medya insanların yalnızlığını körüklüyor. Düzenin ürettiği şiddet karşısında tek başına kalan emekçiler yine burjuva ideolojisinin kontrolündeki medya dünyası ve şekillendirdiği yaşam biçimi yüzünden çoğu zaman farkında bile olmadan daha da karanlık dehlizlere yuvarlanıyor.
Sınıflı toplumlar tarih sahnesine çıkana kadar şiddet esas olarak insanın hayatını sürdürebilmek için kullandığı bir araç olmuştur. Sınıflı toplum yapısıyla beraber ise nitelik ve biçim değiştirerek, mülk sahibi sınıfların egemenliklerini sürdürebilmelerinin aracı haline gelmiştir. Egemen azınlığın ezilen çoğunluğa uyguladığı baskı ve şiddetin en üst ifadesi ise devlette somutlaşmıştır. Sınıflı toplumların son dönemeci olan kapitalizmde bu şiddet daha da derinleşmiştir. Bugün yaygınlaşan şiddeti, kapitalizmin yarattığı bütünlüklü sorunları, bu sorunlara karşı yükselen ve daha da yükselecek olan sınıfsal tepkileri ve bu tepkilere karşı dünya çapında büyüyen faşizm tehdidini dikkate almadan anlayamayız. Burjuva ideologlar her fırsatta artan şiddetten şikâyet etseler ve çözüm önerileri üretiyormuş gibi yapsalar da bu aslında tam bir ikiyüzlülüktür. Gerçekte ise ezilenlere uygulanan şiddet tam da bu ideologlar tarafından topluma kanıksatılır ve pek çok araçla meşrulaştırılır. Sermaye hak arayan işçiye zor araçlarıyla şiddet uygularken, bu şiddet görmezden gelinir. Savaşlarda emekçi halklara en acımasız şiddeti uygulayan burjuva ordulardır.
Sınıflı toplumlarda egemen sınıf, egemenliğini devam ettirecek zor aygıtlarını meşrulaştırmaya çalışır. Bunu topluma doğanın kanunu gibi algılatır. Yine kapitalist üretim ilişkileri içinde kendine ve kendi hemcinsine yabancılaşmış insan, zayıf olanı ezerek ayakta kalabilirim yanılgısına kapılır.
Bütün bunlara, bunca çürümüşlüğe ve şiddet sarmalına karşın bir de tüm dünyada işçi sınıfının bağrında yeşeren, kapitalizmin neden olduğu sömürüye, eşitsizliğe, zulme karşı mücadele var. Tüm dünyada ezilenlere, kadınlara, çocuklara yönelik şiddete, göçmen düşmanlığına, emperyalist savaşlara, doğanın tahrip edilmesine karşı kitleler ayağa kalkıyor. Bu mücadelelere atılan işçiler, emekçi kadınlar, gençler mücadele içinde korkularından sıyrılıyor, güçleniyor. Kapitalistler korkuyu kullanarak emekçi sınıfların zihinlerini köreltmeye, onları her türlü saldırıya karşı hareketsiz, savunmasız bırakmaya çalışıyor. Kapitalizmin ürettiği zulümden ancak kapitalizmi yıkarak kurtulabiliriz. Kapitalist zulüm düzenini yıkmak için işçi sınıfının devrimci mücadelesini örgütleyip güçlendirelim.
link: Meral İnci, Çürüyen Düzenin Yarattığı Şiddet Sarmalı, 6 Aralık 2024, https://marksist.net/node/8397
Kapitalizmin Zehirli Sofrası
Asgari Ücret ve Hedef Enflasyon Oyunu