Asgari Ücret Tespit Komisyonun çalışmaları Aralık ayı boyunca sürecek ve 2025 yılı için milyonlarca işçiyi doğrudan etkileyecek sefalet zammı yakında açıklanacak. Bir masa etrafında toplanan komisyon gerçekte bir pazarlık yürütmüyor. Yapılan üç dört toplantıda amaç bir algı oluşturmak, açıklanan orana kitleleri ikna etmek, oluşabilecek tepkileri de en alt düzeye indirmektir. Sözün en başında söyleyebiliriz ki masada kazanan da kaybeden de baştan bellidir; tek kayba uğrayan asgari ücrete mahkûm edilen milyonlarca işçidir.
Asgari ücret konusunda komisyon toplanmadan Merkez Bankası Başkanından Maliye Bakanına, medyadaki ekonomistlerden burjuva muhalefet partilerine kadar çeşitli düzeylerde pek çok açıklama yapıldı. Merkez Bankası da 2025 yılı tahmini enflasyonu olan yüzde 21 oranında zam yapılması gerektiğini savundu. IMF’den patronlara, ekonomistlerden Maliye Bakanına zihinleri bulandıran açıklamalar peş peşe geldi. Tüm bu ön hazırlıktan sonra egemenler Asgari Ücret Tespit Komisyonunun rolüne vurgu yaparak, komisyonun en uygun kararı vereceğine işaret ediyorlar. Düzen yanlıları bu açıklamalarıyla, beklentileri düşürmeye, algıyı belirlemeye çalışıyorlar ve işçilerdeki beklenti hali komisyonun açıklayacağı son karara kadar sürsün istiyorlar.
Asgari ücret 2024 yılsonu itibariyle açlık ve yoksulluk sınırının altındadır. Üstelik Türkiye dünyada en çok asgari ücretliye sahip ülkelerden biri haline gelmiştir. Asgari ücret patronlar için ucuz işçilik anlamına geliyor. Vasıflı, sendikalı, kıdemli işçi fark etmeksizin sermaye sınıfı tüm işçilere asgari ücreti dayatıyor.
Asgari ücreti işçi kurulları belirlemelidir
Asgari ücret görüşmeleri başladı fakat meydanlar sessiz. Bu sessizlik işçilerin durumdan memnun olduğu ya da komisyondan beklentisi olduğu anlamına mı geliyor? Tam tersine bir yıl boyunca tüm asgari ücretliler geçinmekte zorlandı, temel ihtiyaçlarını karşılayamadı, borçlandı. Üstelik 2024 Temmuz ayındaki ikinci zam beklentisi de karşılanmadı. Böylece asgari ücret sürekli artan enflasyon karşısında iki haftalık geçim ücretine dönüştü. Asgari ücrete yılda bir kez yapılan düşük zam nedeniyle işçilerin yaşadığı yoksulluk derinleşti, ekonomik ve sosyal sorunlar arttı. Fakat huzursuzluğun meydanlara yansıması için artan tepkilerin örgütlü kanallarla buluşması gerekiyordu.
Tam da böylesi bir dönemde sendikalı ve sendikasız işyerlerinde çeşitli kıpırdanmalar oluştu. Zamlar ve enflasyon kıskacında iyice gerileyen asgari ücret, işçilerin cebinde eridikçe eridi. İşyerlerinden çarşı pazara yansıyan huzursuzluğu gören Türk-İş, Hak-İş ve DİSK çeşitli mitingler yapmak zorunda kaldı. Fakat esas amaç tabanın gazını almak olduğundan, bu süreçte sendika bürokrasisi işçilerin taleplerini alana daha fazla yansıtacağına, geri çekildi. Asgari ücret görüşmeleri başladığında Türk-İş masadaki pasif yerini aldı.
Türk-İş bu yıl 4 işçi ile masada yer alacak. Ergün Atalay “4 işçi ne derse o olacak. Aldıkları karara harfiyen uyacağız” açıklamasında bulundu. Sorumluluğu 4 işçinin üzerine yıkarak sorumluluktan kaçmaya çalışan Atalay, bununla da yetinmeyip, sendikalı işçileri temsilen sürekli “biz asgari ücret almıyoruz” diyerek, kendisini sürecin dışında tutuyor. Oysa sözleşmelerde asgari ücret önemli bir etken olarak gösteriliyor. Ortalama ücret seviyesi haline gelen asgari ücret görüşmelerinde sendikalı işçileri harekete geçirmemek, sermayenin ve siyasi iktidarın eline değerli bir koz vermektir. Mücadeleden kaçmak ve sorumluluğunu yerine getirmemek, milyonlarca işçinin asgari ücrete mahkûm olmasına razı olmaktır.
Asgari ücret tespitinde uygulanan yöntemin değişmesi gerektiğini belirten yazısında Oktay Baran şu hususlara dikkat çekmişti: “Bu yöntemin değişmesi şarttır. Türkiye koşullarında adeta en büyük «toplu sözleşme» konusu olan asgari ücret, emek ile sermaye arasındaki bir pazarlıkla, grev hakkını da içerecek bir toplu sözleşme süreciyle saptanmalıdır. İşçi tarafının bu süreçteki talepleri, işyerlerinde oluşturulacak İşçi Kurulları tarafından şekillendirilmelidir. Bu kurulların oluşturulmasına dönük çaba bile sınıf hareketini ileri taşıyacak bir dinamiğin şekillenmesi anlamına geliyor. Dahası her yıl toplu sözleşmeyle saptanacak asgari ücret düzeyinin, yıl içinde birkaç ayda bir gerçek enflasyon oranlarına göre (üstüne «refah payı» da eklenerek) güncellenmesi şarttır. Bu güncellenme süresinin ülkedeki enflasyonun gidişatı tarafından belirlenmesi gerektiği de açıktır. Biliyoruz ki sermaye sınıfı toplu sözleşmelerin süresini 2 yıldan 3 yıla çıkarmak için bastırıyor, o takdirde işçi hareketi de bu süreyi daha kısaltmak ve ara güncellemeleri daha da sıklaştırmak için çaba göstermelidir. Hele Türkiye gibi kronik yüksek enflasyon sorununun olduğu bir ülkede bu olmazsa olmazdır. Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, gerek enflasyon oranının gerek refah payına zemin teşkil eden büyüme oranının gerçeği yansıtır şekilde saptanıp açıklanması bile Türkiye’de ciddi bir sınıf mücadelesi konusu haline gelmiştir.”[1]
Enflasyonun nedeni asgari ücret artışı değil, hükümetin izlediği politikalardır
Komisyon inceden inceye asgari ücrete, ekonomik düzene kapitalistlerin gözüyle bakmamızı, egemenlerin mantığıyla düşünmemizi sağlamak istiyor. Buna göre ekonomide öncelik sözde iş ve değer üreten kapitalistlerindir. Her ne olursa olsun önce fabrika bacaları tütecekmiş. İşçiler her türlü fedakârlığı yapacak, kamu kaynakları patronlara akacak. Komisyonun bir diğer işlevi de siyasi iktidarın başı Erdoğan’ın rolünün yüceltilmesidir. Asgari ücret görüşmelerinde son sözü söyleyen Erdoğan, birkaç puanlık katkısıyla “işçileri enflasyona ezdirmeyecek”. İşçiye birkaç puanlık bağış, sermaye sınıfına kat kat kıyak!
Siyasi iktidarın ve sermaye sınıfının asgari ücreti hedef enflasyona göre yüzde 20’ler düzeyinde belirlemek istemesinin anlamı da budur. Asgari ücrette “hedef enflasyona” göre artış formülasyonu işçinin kölelik altı koşullara sürüklenmesi anlamına geliyor. TEPAV’ın “son on yılda hedeflenen enflasyona göre artış yapılsaydı asgari ücret ne olurdu” hesaplaması da bunu alenen gösteriyor. Buna göre, asgari ücrete 2014 yılından beri sadece hedef enflasyona göre zam yapılsaydı, bugün asgari ücret 3147 lira olacaktı. Eğer hedef enflasyon ve Merkez Bankasının her çeyrek sonunda yayınladığı yeni tahmin toplanarak güncelleme yapılsaydı asgari ücret 6635 lira olacaktı.[2] Bu tablo, ücret artışlarında “ileriye dönük endeksleme”nin (hele de tümüyle uydurma rakamlara dayalı resmi enflasyon oranları ve hedefleri söz konusuyken) hayata geçirilmesi durumunda, önümüzdeki yıllarda asgari ücretteki reel kaybın nasıl akıldışı boyutlarda olacağını da gösteriyor.
Egemen sınıfın gelecek yıl öngörüsü kendi çıkarlarını korumayı içeriyor. Onlar işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını hesaba katarak saptamıyorlar hedeflerini. Ayrıca bu rejimin enflasyon hedeflerinin hiçbir bilimsel bir temeli de yoktur. Emperyalist savaşların, kapitalist krizin, uluslararası rekabetin hızla yükseldiği bir dönemde bütün hedefler işçi sınıfının payını en aza düşürmeyi içeriyor. Burjuvazinin sözde hedeflerinin tutması için işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları ağırlaştırılıyor, işçi sınıfına kırıntılar reva görülüyor. Siyasi iktidar her koşulda patronların elini rahatlatıyor. Asgari ücreti arttırarak kâr peşinde koşan patronları asla üzmek istemiyor. Ucuz işçi cennetine dönüştürdükleri Türkiye’ye yerli ve yabancı sermaye daha fazla yatırım yapsın istiyorlar. İşçilerin İşsizlik Fonunu asgari ücret ödeyen patronlara teşvik olarak dağıtıyorlar. Asgari ücretin küçüğünden büyüğüne patronların önünde engel olmasını istemiyorlar.
Siyasi iktidar işçi ücretlerini enflasyonun gerekçesi olarak gösteriyor. Bu yalanı Temmuz zammını yapmamanın gerekçesi olarak topluma benimsetmeye çalıştılar. Bu zihniyete göre işçilere yapılan zam, fiyatların artmasına, dolayısıyla enflasyonun yükselmesine neden oluyormuş. Elektrik, doğalgaz, akaryakıt başta olmak üzere tüm temel ürünlere zam yapan, vergileri katlamalı arttıran, faizleri yükselten, karşılıksız para basarak paranın değerini düşüren kendileri değilmiş gibi, asgari ücret zammını, yani asgari ücretliyi günah keçisi olarak gösteriyorlar. Geminin dümeninde oturup gemiyi karaya oturtanlar sorumluluğu işçinin sırtına yıkıyorlar. Egemen zihniyete göre daima tek suçlu vardır: işçi sınıfı. Bu zihniyete göre işçiler örgütlenmemeli, eylem yapmamalı, anti-demokratik baskılara karşı sesini çıkarmamalıdır.
Hem faşist siyasi iktidar hem de onun dümen suyundaki burjuva muhalefet partileri işçilerin ücret ve sendika gibi temel hakları söz konusu olunca ortak bir söylemde buluşuyorlar. Örneğin CHP’li belediyeler ile AKP’li belediyeler işçilerin toplu sözleşmelerinde benzer zamları yaptılar. Demek ki muhaliflerin iktidara gelmesi işçi ücretlerinde kendiliğinden bir yükselişe neden olmayacak. İşçi ücretlerinin arttırılması sendikal ve siyasi olarak sınıf mücadelesinin düzeyinin yükselmesiyle mümkündür. Sendikal ve siyasi bir güç haline gelmeden işçi sınıfı en temel sorunu olan ücret sorununu bile bir adım ileriye taşıyamıyor.
Her yıl bir öncekini aratıyor. Kapitalist sistemin işçilere vereceği ekonomik ve demokratik haklar sınırlı. Kapitalist sistemin çöküş çağında patronların temel hedefi sömürüyü genişletmek ve derinleştirmek. Faşizmin darbeleri altında kalan Türkiye işçi sınıfının payına daha fazla sömürü, daha fazla yoksulluk düşüyor. Az ücretle uzun saatler çalışma düzeni dayatılıyor. Sendikalaşma girişimleri sonuçsuz bırakılıyor, eylem yapan işçiler polis-jandarma baskısıyla sindirilmeye çalışılıyor. 2025 yılının birçok açıdan 2024’ün kötü bir tekrarı olacağı da açıktır. Sermaye sınıfının kârları ancak işçilere dayatılan düşük ücret, esnek çalışma ve sendikasızlaşma ile güvence altına alınabilir. İşçi sınıfının büyük bir güç olduğunu bilen egemenler, onun örgütlü bir güç haline gelmesini istemiyorlar. Azar azar da olsa belini doğrultan, ellerini ve kollarını kullanan işçilerin daha fazlasını istemek üzere harekete geçeceğini biliyorlar. Sefalet çukurunda çırpınan işçi sınıfının ayağa dikilmesinden korkuyorlar. Bütün bunlar, egemenlerin korkularını gerçek kılmanın yolunun nereden geçtiğini de gösteriyor: Örgütlenerek mücadeleyi yükseltmek!
link: Adil Aksu, Asgari Ücret ve Hedef Enflasyon Oyunu, 9 Aralık 2024, https://marksist.net/node/8398
Çürüyen Düzenin Yarattığı Şiddet Sarmalı
Ortadoğu’daki Gelişmeler Üzerine Notlar (1 Aralık 2024)