Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.
Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
(Yannis Ritsos)
Nazi ordusunun Polonya’ya girerek İkinci Dünya Savaşını başlattığı 1 Eylül 1939 tarihine atfen, bir daha böylesi kanlı savaşların yaşanmaması adına, SSCB’nin girişimiyle (ve Varşova Paktına üye diğer ülkelerin de kabulüyle) ilan edilmişti 1 Eylül Dünya Barış Günü. 1970’lerin ortalarından itibaren Türkiye’de de sosyalist hareketin öncülüğünde bu gün yaygın bir şekilde kutlanmaya başlanmıştı. 80’lere gelindiğindeyse 12 Eylül faşizminin tırmandırdığı Kürt savaşı bu güne ayrı bir anlam kattı ve bu topraklarda 1 Eylül’e Kürt halkına özgürlük talebinin öne çıktığı bir barış çığlığı damgasını basar hale geldi. Dünya Barış Gününün 1 Eylülde ve bu kadar güçlü şekilde artık sadece Türkiye’de kutlanmasının nedeni de muhtemelen bu olgudur.
Öte yandan, Türkiye’de yaygın şekilde bilinmese de, bugün dünyada “Barış Günü” olarak kabul gören tarih 21 Eylüldür. Zira her şeye bir gün yakıştıran Birleşmiş Milletler ancak 1980’lerin başında Barış Günü arayışına girmiş ve 1981’de önce Eylül ayının üçüncü Salısını Uluslararası Barış Günü ilan etmiştir. Fakat SSCB ve Doğu Bloku’nun çöküşünü tüm dünyaya havai fişeklerle sonsuz bir barış ve özgürlük çağı olarak duyurup kutlayan kapitalist güçler, sadece on yıl içinde önce Avrupa’nın göbeğindeki Balkanlar’ı, ardından Kafkaslar’ı ve nihayetinde de Afganistan ve Ortadoğu’yu ateşe vermişlerdir. Dahası, tam da Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Barış Gününün tarihini 21 Eylül olarak sabitlediği günlerde ABD Başkanı Bush’un “sonsuz savaş” ilan ederek Afganistan’ı işgal emrini vermesi, burjuvazinin barışının gerçekte savaş anlamına geldiğini çıplak bir şekilde göstermektedir.
Bugün krizi artık çıkışsız bir noktaya ulaşan kapitalist sistem, körüklediği savaşlarla, yıkımlarla ve bin bir türlü felâketle insanlığı da derin bir çukurun içine çekiyor. Milyarlarca insan açlık, yoksulluk ve yoksunlukla boğuşurken, kaynak kıtlığından dem vuran sömürücü egemenler savaş harcamalarını şu ana kadar görülen en yüksek sınıra, 2 trilyon doları aşkın bir meblağa çıkarmış durumdalar. Savaşın “yaratıcı yıkım” olarak görüldüğü bu sistem, insanlığın tanık olduğu en barbar sistem olarak “evrenin yüzünde” derin yaralar açmaya devam ediyor.
Emekçilerin barış özlemini boğarak soluk alan kapitalizm dünyayı ateş topuna çevirmişken, Türkiye ve Ortadoğu halkları olarak savaşların nicedir en kanlı şekilde sahnede olduğu bir bölgede yaşıyoruz. 1 Eylül Dünya Barış Gününün onyıllardır barış içinde kutlanamadığı Türkiye’de Kürt halkına yönelik haksız savaş olanca acımasızlığıyla devam ediyor. Dahası TC bu savaşı Irak Kürdistanı’na taşıdığı gibi, on yıldır Suriye Kürdistanı’nda da işgale varan bir saldırganlıkla boy gösteriyor. Türkiye’nin de içinde olduğu emperyalist Batı ittifakının paylaşım alanı haline gelen Suriye, İslamcı terörün alet olarak kullanıldığı en koyu barbarlık kuyusunda debeleniyor. Biraz aşağıda, Filistin halkının yaşadığı mezalim artık dünya tarafından umursanmıyor bile. İslam adına kendi insanlarını boğazlayan bölge devletleri, ABD-İsrail ortak yapımı bir “Filistin’i yok etme” planı çerçevesinde, terörist İsrail devletiyle al gülüm ver gülüm el sıkışıyor ve bunun adına da “yüzyılın barışı” deniyor.
Öte yandan bugün savaş alevleri artık Avrupa’nın göbeğine yayılıp Ukrayna’yı yutmuş durumda. Yeni milenyuma damgasını basan Üçüncü Dünya Savaşının şimdilik son halkası olan, ama sonuncusu da olmayan bu savaş milyonlarca Ukraynalıyı yerinden yurdundan etmiş, binlercesinin hayatını elinden almıştır. Üstelik kısa sürede sona ereceği beklentileri pompalanmasına rağmen kızışarak devam ediyor.
Tüm bunlar ve Afrika’da çeşitli biçimler altında devam eden savaş ve çatışmalar yetmezmiş gibi, ABD öncülüğündeki NATO ittifakı, emperyalist savaş ateşini Asya-Pasifik bölgesine sıçratma hamlelerine hız veriyor. Amerikan emperyalizmi, sarsılan hegemonyasını yeniden tesis ederek gerileyişini durdurup, Çin’in yükselişinin önüne geçmek istiyor. Sadece ABD değil, Çin ve Rusya da dâhil olmak üzere diğer büyük emperyalist güçlerin de benzer planlarla nüfuz alanlarını genişletme çabası içinde olmaları, dünyanın dört bir yanını ateş hattına çeviriyor.
Burjuvazinin çıkarları için yürütülen savaşlar sadece dışarıyı değil içeriyi de hedef alıyor. Emekçi kitlelerin beynini dumura uğratıp onları hareketsiz kılmak isteyen burjuvazi, milliyetçiliği, ırkçılığı özellikle göçmen düşmanlığı üzerinden körükleyip dış tehdit algısını köpürtüyor. Krize karşı gerici yanıt olarak döşenen bu zeminde faşist hareketler tüm dünyada güç kazanıyor ve giderek artan bir şekilde iktidara geliyorlar. Burjuvazi, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik saldırılarının önündeki engellerin üzerinden bu araç sayesinde dozerle geçebilmeyi hedefliyor.
Görüldüğü gibi, “barış, demokrasi, özgürlük” laflarını dilinden düşürmeyen, en vahşi saldırılarını bu kisveyle örterek gerçekleştiren burjuvazi, içeride de dışarıda da sürekli bir savaş durumu yaratarak egemenliğini sürdürüyor. “Ukrayna Savaşı Ne Anlatıyor?” başlıklı yazımızda dediğimiz gibi,
“Kapitalizmin çelişkileri giderek sertleşiyor ve giderek daha çok savaş patlak veriyor, daha yıkıcı çatışmalar yaşanıyor, somut savaş ateşi daha çok yayılıyor dünya üzerinde. Bu gerçeği görmezden gelmek hayal dünyasında yaşamaktır. Bundan korkmak da çare değildir ve bizim bu gerçeği ısrarla vurgulamamız korku salmak için değildir. Bu bilinçle mücadele edilirse savaşların korkunç sonuçlarını bertaraf etmek ve savaşlardan kurtulmak mümkün olur. Gerçeğe gözleri kapamak ise yalnızca yıkıma daha çok hizmet edecektir.
“Günümüz dünyasının bir kriz ve savaş dünyası olduğunu sıkça vurguluyoruz. Ama bu dünya aynı zamanda bir isyanlar ve devrimler dünyası da. Modern dünya tarihinin tanıklık ettiği üzere böylesi derin krizler ve kapsamlı savaşlar isyan ve devrimlerin de ocağıdır. 2000’li yıllarla birlikte açılan sınıf mücadeleleri dönemi, içerdiği kitle mücadeleleri ve ayaklanmalarla bunun için zaten yeterince ipucu vermektedir. Pandemiyi fırsat bilen egemenlerin saldığı korku bulutlarının dağılmaya başlaması ve savaşın can yakıcı sonuçlarının dünya genelinde daha çok hissedilmesiyle kitle mücadelelerinin ve isyanların daha fazla örneğini göreceğimiz aşikârdır. Dünya genelinde sadece bu mücadeleler değil aynı zamanda özellikle sosyalist düşünceye yönelen gençlerin sayısında önemli artışlar yaşanıyor. Kapitalizmin tam bir çıkışsızlığa ittiği gençlerin saflarında böylesi bir sonucun uç vermesi hiç şaşırtıcı değil. Dolayısıyla her ne kadar savaş ve onun gündeme getirdiği tehlikeler önümüzde uzanmaktaysa da mücadelenin dinamikleri de harlanıyor ve işçi sınıfının başta gençler olmak üzere tüm kesimleriyle düzene karşı öfkesi büyüyor. Bugün yapılması gereken şey her düzeyde bu öfkeyi büyütmek ve daha örgütlü hale getirerek kapitalizmin temellerine yöneltmektir.” (Levent Toprak, 5 Nisan 2022)
Barışın binlerce yıllık bir düş olmaktan çıkıp gerçekliğe dönüşmesi için devrimci mücadeleye!
link: Marksist Tutum, Kapitalizm Emekçilerin Barış Özlemini Boğarak Soluk Alıyor, 1 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7739
3F: Futbol, Fado, Fiesta ve “Marx’ın Dediği Gibi!”
Bir Torba Kemik, Bitmeyen Zulüm