Türkiye tarihsel bir kırılma noktasından geçerken, önümüzde 14 Mayıs seçimleri var. Bu seçimler işçi sınıfının mücadelesi açısından büyük önem taşıyor. Sınıfın bağrında büyük bir hoşnutsuzluk ve öfke birikmiş durumda. Bu hoşnutsuzluk ve öfke henüz yeterli örgütlü güce ulaşmamış olsa da, mevcut haliyle bile faşist baskı rejiminin dengesini bozan, onu geri adımlara iten başlıca etmen olmuştur. İktidarın son birkaç yıldır emekçi kitleler içinde erimeye başlayan desteğini toparlayabilmek için umarsızca çabalamasının hikmeti buradadır. Şu ya da bu yolla geniş emekçi yığınların rızasını almamış hiçbir iktidar uzun süre ayakta duramaz.
Şimdi görev büyük oranda pasif durumdaki bu sınıf öfkesini olabildiğince aktif hale getirmektir. Bu pasif öfke bile önemli bir direnç yaratmıştır ve rejimin diğer alanlardaki dayanaklarını da zayıflatmıştır. Bu temel faktörün belirleyiciliği altında içte ve dışta dayanakları zayıflamış olan rejim şimdi dağınıklık, korku ve acz içinde sarsıntı geçirmektedir. Gün bu rejimden kurtulmak için sarsıntıyı kesin sonuca ulaştırmak üzere seferber olma günüdür. Bu mücadelenin önümüzdeki yakın ve önemli uğrağı olarak14 Mayıs seçimleri sadece işçi sınıfı için değil tüm ezilenler için odak noktası olmalıdır. İşçiye, kadına, Kürde, Aleviye, gence, gayrimüslime, doğaya düşman bu rejimin defedilmesi için koşullar hiç olmadığı kadar uygundur. Toplumun büyük çoğunluğunun tartışmasız değişim istediği bir aşamada, korkmadan, sinmeden, odak yitirmeden mücadeleyi ilerletme görevi önümüzde duruyor.
Bu faşist rejimi defetmeliyiz! Çünkü ülkenin tepesine çöreklenmiş faşist şebeke ve oligarkları hayatın her alanına saldıran dev bir yıkım makinesi gibi çalışarak sadece 6-7 yıl içinde Türkiye’yi her bakımdan bir çöküş noktasına getirmiştir. 6 Şubatta gerçekleşen Maraş merkezli depremler, içten içe büyüyen çürümenin binayı getirdiği durumu ifşa etmiş ve çürüme tescillenmiştir. Bu toprağın insanının “devlet baba” diye korkuyla karışık güven beslediği devletin, en ihtiyaç duyulan anda gayba karıştığı ve kamu hizmeti ayağında büyük oranda çökmüş olduğu ortaya çıkmıştır. Yıllardır yapılan bilimsel uyarılara, nokta atışı öngörülere rağmen iktidarın hiçbir hazırlık yapmamış olması, aksine hazırlık iddiasıyla emekçi kitlelerden yıllardır toplanan paraları buharlaştırması, on binlerce canın sadece bu iktidarın varlığını sürdürme çabasının kaprislerine kurban gitmiş olması, üzerinden haftalar geçtiği halde hâlâ basit geçici barınma koşullarının bile sağlanmadığı afet bölgelerinin olması, çöküntü halinin acı tablosunu sunmaktadır.
Son dönemde yaşanan korkunç hayat pahalılığı, fiyatların uzaya doğru yükselişi, ücretlerin fırlayan inatçı enflasyon karşısındaki kontrol edilemez eriyişi, tüm bunların yarattığı görülmemiş yoksullaşma emekçilerin öfkesini arttırıyor. Bu yoksullaşma elbette korkunç bir eşitsizlik anlamına geliyor. Öyle ki, en zengin 13 kişinin servetlerinin toplamı 44 milyon kişinin gelirleri toplamını geçmiştir. Rejimin kuruluş aşamasından bu yana geçen kısa sürede işçi sınıfının (ücretler) milli gelir içindeki payı 8-9 puan eriyerek yüzde 25’e düşmüştür. Tablo bu derece vahimdir. Bu duruma karşı mücadele eğilimi gösteren işçiler ne zaman fabrikalarında grev ve direnişe geçseler, yasaklarla ve anayasal hakları açıkça çiğnenerek rejimin saldırısına uğramışlardır.
İşçi sınıfı esasen kent demektir ve bu rejim kentsel yaşamı hem fiziken hem de toplumsal olarak tahrip etmiştir. Fiziki tahribat son deprem faciasında bir kez daha kendisini ortaya koymuş ve emekçi kitleleri acıya boğmuştur. Bu rejim ortalama emekçiye güvenli, sağlıklı ve gerekli sosyal donatıları içeren barınma olanağını men etmiştir. Ne nüfus ve göç planlaması yapılmış ne de buna uygun imar ve şehircilik planlamaları yapılmıştır. Yıllar geçtikçe büyüyen kent kaosu metropoller için özellikle dayanılmaz bir hal almıştır. İklim krizinin de etkileriyle birleştiğinde bu durum hemen her şiddetli doğa olayında kentleri felç etmekte, canlara mal olmaktadır. Dahası sadece kent değil kırsal alan da bu rejimin oligarklarını ve küçük yiyicilerini beslemek için yağmacı madencilik, turizm, tarım politikalarıyla tahrip edilmiştir. Kent ve kırın talanına dur demek ve bu alanların insanca yaşanır hale getirilmesi için güçlü bir emekçi dinamiği oluşturmak isteyen herkes seçimde rejimin karşısına dikilmelidir.
Bu rejim kadın düşmanıdır. Baskıya dayalı iktidarını sürdürebilmek için kadınlar lehine temel nitelikte yasal düzenlemeleri bile bir bir kaldırmakta, yasa, hukuk tanımadan uluslararası sözleşmeleri iptal etmektedir. Kadına karşı işlenen suçları hafife almakta, failleri cezasız bırakmakta, kadını gitgide daha güvencesiz hale getirmektedir. İktidarın en son olarak kurduğu seçim ittifakına dahil ettiği partiler dinsel gericilikle harmanlanmış kadın düşmanlığını adeta bayraklaştırmış partilerdir. Bu partiler ittifaka dahil olma şartı olarak kadınların hayatını zindana çevirecek düzenlemeleri şart koşmuşlar ve bu şartlar kabul görmüştür. Kadın sorununun asıl mağduru emekçi kadınlar seçimlerde de bu rejime hak ettiği dersi vereceklerin başında gelecektir. Bunlara daha önce bu iktidara destek vermiş nice kadın da dahildir. Fabrikalarda ve işçi mahallelerinde kadınların ayak sesleri yükselmektedir.
Bu rejim Kürt düşmanıdır. Devletin geleneksel şovenist Kürt düşmanı politikalarına keskin bir dönüşü temsil etmektedir. Çok iyi biliyoruz ki, Erdoğan’ın son döneminde kendi iktidarını koruyabilmek saikiyle oluşturduğu faşist ittifak esasen bu şovenist Kürt politikalarında ortaklaşma zemininde inşa edilmiştir. Bu rejim, inşa süreci de dahil olmak üzere kurulduğu andan itibaren binlerce Kürdü zindanlara tıkmış, HDP’nin liderlerini, milletvekillerini, üyelerini, aktivistlerini, taraftarlarını kıpırdayamaz hale getirmek için elinden gelen her türlü baskıyı uygulamıştır. Kürt illerinde halkın seçtiği belediye yönetimleri, tepeden inme darbe yöntemiyle kayyumlar atanarak gasp edilmiştir. HDP’ye yönelik kapatma davası bu faşist baskıların son aşamasıdır. Dahası 2015 yılını hatırlayacak olursak patlatılan bombalarla yüzlerce Kürt ve barış yanlısı emekçinin canına kıyılmıştır. Faşist rejime giden yol bu kanlı saldırılarla döşenmiştir.
Bu rejim gençlere düşmandır. Kurduğu hile, tarafgirlik ve liyakatsizlik düzeniyle, gençlerin tüm özgürlüklerini baskılamasıyla, dinsel dayatmalarla, eğitim kalitesinin düşürülmesiyle ve eşitsizliğin ayyuka çıkarılmasıyla, gençliği çıkışsızlığa sürüklemiştir. Bu koşullarda geleceksiz bırakılan gençliği yurtdışında umut arayışına iten bu rejimdir. Ama rejim gençlerin sadece çıkışsızlık içinde değil öfkeli de olduğunun farkındadır. Nitekim deprem sonrasında afet bölgesi dışında hiç gereği yokken üniversitelerin tatil edilmesi ve öğrencilerin yurtlardan kovulması, gençlerin deprem dolayısıyla öfkelerinin yaygınlaşarak büyümesini engellemek amacını taşıyordu. Sonrasında da bunu devam ettirip gençleri çok kısıtlı süreler içinde ve masrafa girerek adres taşıma işlemleri zorluğu içine düşürerek, seçmen kaydı oluşturmalarını engellemeye çalıştılar. Çünkü biliyorlar, onlara oy veren ailelerin çocukları da dahil gençler son derece öfkeliler. Tüm bu boğucu atmosfer karşısında zincirlerini kırmak isteyen gençlerin de yönelmesi gereken adres faşizme karşı emek cephesidir!
Bugünün Türkiye koşullarında emekten, demokrasiden, özgürlükten yana güçlerin birlikte mücadele etmesi önem taşımaktadır ve kurulmuş olan Emek ve Özgürlük İttifakı bunun en somut ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. O nedenle seçim de dâhil olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifakını güçlendirmeye çalışmak, etkisini arttırmaya dönük çabalara omuz vermek işçi sınıfının mücadelesini ilerletmek bakımından en doğru yoldur. Türkiye’nin yeni bir döneme girdiği ve yeni bir siyasal atmosferin şekillendiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Faşist rejim yüz yıllık cumhuriyet tarihini büyük bir kırılma noktasına getirmiştir ve onun baskı, zorbalık ve hilelerle seçimi gasp etmesi bile onu kurtarmaya yetmeyecektir, bunu bilelim. Elinde tuttuğu tüm şer gücüne rağmen acz içindedir, durumunu kurtarmak için elini attığı dallar bir bir kırılmaktadır. Yarattığı yıkımı mevcut ülke ve dünya şartlarında sürdürmesi mümkün değildir ve bundan sonra atacağı her adım tepkiyi ve mücadeleyi büyütecektir. Bu bakımdan Emek ve Özgürlük İttifakında ifade bulan dinamiği büyütmek, sağlamlaştırmak hayati önem taşımaktadır. Seçim sonucu ne olursa olsun önümüz kavgadır. Tüm ezilenler ve sömürülenler olarak bu faşist rejimin melûn planlarıyla bizi yıldıramayacağını, onu yıkacak güçte ve kararlılıkta olduğumuzu gösterelim!
Faşizme Karşı İşçilerin, Emekçilerin, Ezilen Halkların Mücadele Cephesini Güçlendirelim!
link: Marksist Tutum, 14 Mayısa Giderken: Gün Seferber Olma Günüdür!, 14 Nisan 2023, https://marksist.net/node/7962
Son “Bankacılık Krizi”: Bu Daha Lelesi!
Asıl Kimin Kardeş, Kimin Düşman Olduğunu Gördük!