Rusya’nın Ukrayna’ya karşı girişebileceği olası bir saldırı son dönemin en sıcak meselelerinin başında geliyordu. Rusya, Ukrayna sınırına yüz bin askerle büyük bir silah yığınağı yapmış durumdaydı. ABD, AB ve Rusya arasında güya barışı sağlamak üzere çeşitli görüşmeler sürse de beklendiği gibi somut bir ilerleme sağlanmadı. Neticede 24 Şubat sabahı Rus ordusu Ukrayna topraklarına girmeye başladı. Günlerdir süren görüşmeler ve karşılıklı yapılan açıklamalarla taraflar birbirlerinin gücünü ölçüp geri adım attırmaya çalışmışlardı. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı emperyalist güçler ağır yaptırımlar uygulayacaklarını ve Ukrayna’ya her türlü destek vereceklerini açıklamışlardı. Fakat Putin yönetimi bu tehditleri kaale almadı ve sonunda beklenen askeri harekâtı başlattı. Ukrayna kapitalizmin tarihsel krizinin karakterize ettiği 3. emperyalist paylaşım savaşı sürecinin kızıştığı alanlardan birini oluşturuyor. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlatmış olduğu işgalin ekonomiden siyasete pek çok noktada taşları yerinden oynatacağı ve kartların yeniden dağıtılmasını sağlayacağı kesin olmakla birlikte, Batılı güçlerle gerçekleşebilecek sıcak bir çatışmanın olup olmayacağını önümüzdeki günlerde görmüş olacağız. Nihayetinde ortada bir emperyalist savaş yürüyor ve bu savaş dünyayı saracak bir potansiyele sahiptir. ABD öncülüğündeki Batılı emperyalist güçler dünya kamuoyunu kendi arkalarına yedeklemeye çalışırken, NATO’nun genişlemesini kendi güvenliğine tehdit olarak gören Rusya da giriştiği işgali haklı göstermeye çalışıyor.
2014 yılında kaleme aldığımız bir yazımızda şunları ifade etmiştik:
“Bir yandan Rusya’nın eski SSCB cumhuriyetleri üzerindeki hegemonyasını sürdürme çabaları, öte yandan ABD ve AB’nin bu ülkeleri yanlarına çekerek Rusya’yı yalıtma ve zayıflatma politikaları bugün Ukrayna’da yaşanan krizin temel nedenidir. SSCB’nin dağılmasından bu yana başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin dünya politikasını belirleme girişimlerini büyük ölçüde sineye çekmek zorunda kalan Rusya, Putin’le birlikte bu kez emperyalist nitelikte büyük bir güç olarak dünya sahnesine çıkmıştır. Putin Rusya’sı açısından Ukrayna’nın NATO’ya ve AB’ye katılması artık geri adım atılamayacak bir kırmızıçizgiyi ifade ediyor. NATO askeri üslerinin ve ABD nükleer cephaneliğinin yer aldığı bir Ukrayna, Rusya tarafından açık bir tehdit olarak algılanıyor. Bu yöndeki gelişmelerin Rusya’yı eninde sonunda Ukrayna’ya aktif bir müdahaleye sevk edeceği aslında gün gibi ortadaydı; nitekim 2008’de benzer gelişmeler karşısında Gürcistan’a Rus ordusunun girişi de bunu gösteriyordu.
“SSCB’nin dağılmasından bu yana AB ve ABD de, Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından çıkararak kendi nüfuz alanları haline getirmek için her türlü girişimde bulundular. Ukrayna’nın AB ve NATO üyesi yapılması için çalıştılar; Ukrayna’daki faşist güçleri her açıdan desteklediler, Batı yanlısı oligarklarla yoğun ve organik ilişkiler geliştirdiler, kurdukları «sivil toplum kuruluşları»na Batı propagandası yapabilmeleri için milyarlarca dolar akıttılar, sözde devrimler («turuncu devrim») tertiplediler. Tüm bu girişimler, bugünkü krizi besleyip büyüttü. Buna rağmen AB ve ABD’nin, krizin başlangıcından bu yana Rusya’yı Ukrayna’nın içişlerine karışmaması konusunda uyarması tipik bir emperyalist ikiyüzlülüktür.
“Ne var ki, AB ve ABD’nin Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanından çıkartmak istemesi, Rusya’nın attığı adımları mazur görmemizi hiç de gerektirmez. Rusya’nın Ukrayna’yı kendi toprağı, arka bahçesi, her istediğini yaptırabileceği bir hizmetçisi olarak görmesi, Ukrayna’yı her fırsatta köşeye sıkıştıran ekonomik ve siyasi girişimlerle horlayıp küçümsemesi Büyük Rus şovenizminin ifadesidir. Bu bal gibi Rusya’nın yayılmacı ve emperyalist politikalarına işaret eder.”[1]
ABD nicedir Rusya’yı kışkırtan bir politika izlemektedir ve bugün de Ukrayna savaşı vesilesiyle NATO üzerinden başta Almanya olmak üzere AB’yi kendi politikaları arkasına yedeklemeye, hizaya getirmeye çalışmaktadır. Rusya ise mevcut hegemonya krizinden hareketle eskisine göre çok daha cüretkâr davranmakta ve işi Ukrayna’yı işgale kadar vardırabilmektedir. Rusya izlediği stratejiye uygun hareket ederek adım adım işgalin zeminini yaratmış ve nihayetinde de Ukrayna’ya yönelik saldırıyı başlatmıştır. ABD ise bu durumu Doğu Avrupa’ya ve Ukrayna’ya daha fazla silah yığmanın bahanesi olarak kullanırken aynı zamanda kontrollü bir gerilim politikası izleyerek AB’yi de kendi arkasına kayıtsız şartsız çekmeye çalışmıştır. ABD’nin bu hamlesi AB içinde farklı hareket eden ve Rusya ile iyi ilişkiler geliştiren Almanya’nın da çark edip yaptırım kararı alması ile sonuçlanmıştır. Yani ABD bu yolla Almanya’yı da şimdilik kendi arkasına yedeklemeyi başarmış görünmektedir. Ortada emperyalist bir savaş yürümekte ve her iki taraf da kendine göre planlar kurmakta ve taktikler izlemektedir. Rusya, ABD emperyalizminin Pasifik bölgesine güç kaydırarak Çin ile mücadeleye girişmesini fırsat bilerek Ukrayna meselesinde işgali göze alan bir adım atarken, ABD ise sürekli Rusya’yı kışkırtarak işgali tetiklemiştir. ABD yürüyen emperyalist savaşta farklı cephelerde savaşma ve savaşı sürdürme yetisine daha fazla sahip olduğu için savaş alanlarını çoğaltarak, cepheyi genişleterek rakiplerini yıpratıp zayıf düşürmek istemektedir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin elbette ki ekonomik olarak bir bedeli olacaktır. Ayrıca NATO ile Rusya arasında gerçekleşebilecek bir çatışma da devam eden 3. Dünya Savaşını bir üst faza taşıyacaktır. Savaşta insanların ölmesi, Ukrayna’nın yerle bir olması ABD emperyalizminin umurunda değildir. ABD emperyalizminin amacı açıktır; bir taraftan Rusya’yı yıpratmak diğer taraftan ise AB’yi kayıtsız şartsız arkasına yedeklemek ve böylece yürüyen emperyalist savaşta hegemonyasını yeniden tesis etmek.
Putin’in hortlattığı Büyük Rus şovenizmi
Ukrayna sorununun bir tarafını yürüyen emperyalist savaş süreci belirlerken diğer tarafını ise Rusya ile olan tarihsel arka plan belirliyor. Putin ve resmi Rus söylemine göre bugün Ukrayna’da meydana gelen sorunun nedeni Bolşeviklerin uyguladığı kendi kaderini tayin hakkıdır. Putin Ukrayna’yı işgale girişmeden önce güvenlik birimleriyle yaptığı toplantıda tüm dünya kamuoyu önünde “bugünkü Ukrayna’nın mimarı Lenin’dir” diyerek Lenin ve Bolşevikleri suçlamıştı. Putin’in eski Rus çarlarına özenerek suçlamalar yapması ilk değil. Geçen sene de uzun bir yazı yazarak Lenin ve Bolşevikleri suçlayan Putin’in, Ukrayna’nın Rusya’nın tarihsel bir parçası olduğunu söylemesini aslında imparatorluk hayallerinin bir itirafı olarak görebiliriz. Putin o yazıda şunları söylüyordu:
“1922’de … SSCB kurulurken … Lenin’in planı kabul edildi. SSCB kuruluş deklarasyon metninde de, 1924 tarihli SSCB Anayasası’nda da cumhuriyetlerin Birlik’ten kendi istekleriyle ayrılma hakkının olduğu belirtilmiştir. Böylece bizim devlet yapımızın temeline en tehlikeli «saatli bomba» yerleştirilmiş oldu. SSCB Komünist Partisi’nin yönetici rolü şeklindeki emniyet mekanizması ortadan kalkar kalkmaz da bu bomba patladı… Böylece günümüz Ukrayna’sı, tam olarak Sovyet döneminin ürünüdür. Ukrayna’nın büyük ölçüde tarihî Rusya toprakları sayesinde oluşturulduğunu biliyoruz ve hatırlıyoruz. Bunu anlamak için XVII. yüzyılda Rus Devleti ile birleşen toprakları, Ukrayna’nın SSCB’den ayrıldığı topraklarla kıyaslamak yeterli olacaktır. Bolşevikler, Rus halkına sosyal deneylerde kullanılan, tükenmez bir malzeme olarak yaklaştılar. Onlar milli devletleri ortadan kaldıracağını düşündükleri dünya devrimini hayal ettiler. Bundan dolayı da sınırları rastgele çiziyor, cömertçe topraklar «hediye» ediyorlardı. Nihayetinde Bolşevik liderlerin ülkeyi parça parça keserken neye göre hareket ettiklerinin artık bir önemi yoktur. Kararların ayrıntıları, iç yüzü ve mantığı tartışılabilir. Rusya’nın fiilen soyulduğu ortadadır.”[2]
Putin Rusya’nın emperyalist politikalarının gereği olarak tüm tarihi gerçekleri çarpıtarak bir taraftan emekçilerin bilincini bulandırırken diğer taraftan Ukrayna üzerinde tarihsel hak iddia ediyor. Oysa gerçekler tam tersini söylüyor. Geçmişte Rus Çarlığı halklar hapishanesi olarak adlandırılıyordu. Onlarca milliyetten halklar Rus Çarlığının zorbalığı ile bağımsızlıktan yoksun yaşıyordu. Ekim Devrimi bu kangrenleşmiş sorunu, çıkardığı bir numaralı kararname ile halkların kendi kaderini tayin hakkını tanıyarak çözmeyi başardı. Bu kapsamda Polonya ve Finlandiya kendi kaderlerini tayin hakkını kullanarak ulusal bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu sayede Rus Çarlığı altında Fin ve Rus halkı arasında yaratılan nefret yerini dostluğa bıraktı.
“Diğer halklar da kendi bağımsız devletlerini kurmuşlar ama bunların bir kısmı daha baştan, diğerleri ise kısa bir süre içerisinde birer Sovyet Cumhuriyeti olarak şekillenmişti. Bu bağımsız Sovyet Cumhuriyetleri, Rusya Sosyalist Sovyet Federatif Cumhuriyeti (RSSFC) ile gönüllülük temelinde karşılıklı ikili anlaşmalarla bir işbirliği içerisindeydiler. Ne var ki, Ekim Devriminden bir yıl sonra başlayan iç savaşta, Batı’nın emperyalist ordularının da desteğini alan karşı-devrimci Beyaz Orduların esas olarak Rusya’nın batı ve güneyinde yer alan özgürlüklerini yeni kazanmış ülkelerde hâkimiyet kurması, o bölgelerde yaşayan emekçi halkları, özellikle de köylüleri zor bir durumla karşı karşıya bırakmıştı. Bir taraftan, bir işçi iktidarı olarak Sovyet devletine sempati duyuyorlar, diğer taraftan da Beyaz Orduların estirdiği terör ve tarihsel güvensizliği kışkırtan fitneleri nedeniyle Beyaz Orduya boyun eğmek durumunda kalıyorlardı. Bu karmaşık durum, iç savaşın sona ermesinin ardından, hızla gelişen Sovyet-Rus bürokrasisinin Rus olmayan emekçilere karşı güvensizlik telkin eden şovenizmini de güçlendirmişti. Stalin’in başkanlığını yaptığı Halklar Komiserliği, bürokrasi içerisindeki Rus şovenizminin kalesi durumuna gelmişti.
“Bir suikast girişiminin ardından Lenin’in geçirdiği rahatsızlıklar nedeniyle aktif siyasetten belli ölçülerde uzak kalması, Stalin liderliğindeki bürokrasinin işini kolaylaştırmış, Büyük Rus Şovenizmi körüklenmeye başlamıştı. Stalin, bu çerçevede, diğer cumhuriyetlerin bağımsızlığının sonlandırılıp hepsinin özerk cumhuriyetler olarak Rusya’ya bağlanmasını öngören bir «özerkleştirme» planı hazırlamıştı. Büyük itirazlarla karşılaştı; Azerbaycan ve Ermenistan hariç tüm cumhuriyetler bu planı reddettiler, Lenin de buna şiddetle karşı çıktı. Onun eleştirileri doğrultusunda birkaç değişiklik yapıldı ve bu kez birlik projesi olarak gündeme getirildi. Lenin, hasta yatağında, zorla, dayatmayla kurulacak bir birlik projesine karşı olduğunu, SSCB’nin halkların tam eşitliğine ve gönüllü birliğine bağlı olarak kurulabileceğini ve bu hususta asla acele edilmemesi gerektiğini belirtmişti.
“Stalin ise, olabilecek en bürokratik yöntemlerle projeye hız kazandırmaya çalışıyordu. Birçok sorun çıkmıştı, bunların içerisinde en öne çıkanları ise Ukrayna’da ve Gürcistan’da yaşanan sorunlardı. Bu iki ülkenin komünistleri, acele edilmemesi gerektiğini, halklar arasında yerleşmiş yüzlerce yıllık önyargıların akşamdan sabaha yıkılamayacağını düşünüyor ve birliğin ilan edilmeyip bir süre daha federasyon olarak gidilmesinin daha hayırlı olacağını düşünüyorlardı. Ne var ki bu yöndeki itirazları Stalin ve şürekası tarafından kaba ve bürokratik yollarla bastırıldı. İş, bu itirazları öne süren komünistlerin, Stalin’in emrindeki müfettişlerce parti toplantılarında herkesin önünde tartaklanmasına kadar varmıştı. Yaşananlar Lenin’e aksettirildiğinde, Lenin öfkeden deliye dönmüş, Stalin’i açıkça Büyük Rus şovenisti olarak mahkûm etmiş, ona ve onun şovenist-bürokratik yönetimine karşı açıkça siyasal bir savaş ilan etmişti. Bu doğrultuda parti organlarına ve kamuoyuna yönelik pek çok mektup ve makale kaleme aldı.
“Bunlardan biri olan 31 Aralık 1922 tarihli «Milliyetler ve ‘Özerkleştirme’ Sorunu» başlıklı makalesinde Lenin, birleşik bir devlet aygıtına ihtiyaç olduğu düşüncesinin, Çarlıktan devralıp biraz Sovyet yağına buladıkları Rus bürokratik aygıtından kaynaklandığını söylüyordu. Bu aygıtın hâlâ «bizim» olmadığını, bize «yabancı, burjuva ve Çarcı» bir karışım olduğunu, böylesine bürokratlaşmış bir devlet aygıtı varken tek bir devlet olarak birleşmenin, «köklü olarak yanlış» ve zamansız olduğunu belirtiyordu. Binbir dalavereyle, kaba ve bürokratik yollarla bu planı hayata geçirmeye çalışan Stalin ve şürekasını (Ordjonikidze ve Jerzinski’nin ismini verir), Rus olmadıkları halde «gerçek Rus davranışı» göstermekle, Büyük Rus zorbaları olmakla, enternasyonalizmi çiğnemekle suçluyor; Ordjonikidze’ye en ağır cezanın verilmesini, Stalin ve Jerzinski’nin ise sorumlulukları ölçüsünde resmi olarak kınanmasını istiyor ve onları sapmacılıkla suçluyordu. Kaleme aldırdığı 4 Ocak 1923 tarihli mektubunda ise tüm bunların sorumlusu olarak Stalin’in mutlaka görevinden alınması gerektiği belirtiyordu. Ne var ki tüm bu çabaları Stalin hizbi tarafından örtbas edildi, makaleler yayınlanmadı, mektuplar açıklanmadı. Lenin’in vasiyeti olarak da anılan bu mektupların yayınlanması ancak Stalin’in ölümünün ardından, yani 30 yıl sonra mümkün olabildi. Lenin Stalin’in bürokratik hizbinin yükselişine karşı verdiği mücadeleyi kaybetmiş ve bir yıl sonra da ölmüştü. İktidar dizginlerini eline geçiren Stalin, Orta Asya’daki Türki Sovyet cumhuriyetlerine tanınan hakları da kısa süre içerisinde tasfiye etti. SSCB’nin her parçasında Rus şovenizmi pompalanmaya başlandı.”[3]
Stalinist bürokrasinin 1928’den sonra giriştiği zorla kolektifleştirme politikası tarıma büyük darbe vururken ülke çapında muazzam bir kıtlığa neden oldu. Yalnızca Ukrayna’da 6 ilâ 10 milyon arasında insan açlıktan yaşamını yitirdi. Bölge ülkeleri açlıktan kırılırken Stalinist bürokrasi dünyanın en büyük buğday üreticisi olarak kendi plan ve çıkarları doğrultusunda buğday ihracına devam etti. Bu uygulamalar, Ukrayna ve Kırım’daki işçi ve köylüler tarafından bilinçli bir açlığa mahkûm etme politikası olarak algılandı. Açlık ve ölümle ıslah edilmeye çalışılan bölge halkları, bu politikaların tek sorumlusu olan Stalinist bürokrasiye nefretle bakıyorlardı. Ancak Stalinist bürokrasi kendisini tüm dünyaya sosyalist olarak lanse ettiği için tepkiler yalnızca Stalinist bürokrasiye ve Rus şovenizmine yönelmekle kalmıyor, işçiler ve köylüler arasında da anti-komünist fikirler güçleniyordu. Artan baskılar ve Rus şovenizmi bir süre sonra SSCB’yi oluşturan halkların haklarının gasp edilmesiyle sonuçlandı. Kimi halklardan, nüfusun azlığı bahane edilerek özerklik hakları alındı. Kırım Tatarları da bu halklardan biriydi. Bu şovenist politikalar sonucu Tatarca kitaplar toplatıldı, Tatarca çıkan gazetelerin büyük çoğunluğu kapatıldı. Latin alfabesi yasaklanırken yerine Kiril alfabesinin kullanılması zorunlu hale getirildi. Bu uygulamalar Batı ülkelerine yakın Ortodoks ve Rus olmayan halk cumhuriyetlerinde milliyetçiliğin doğup gelişmesine yol açtı.
Kısacası, Putin’in iddia ettiği gibi SSCB’nin altına bomba koyan, Lenin’in son nefesine kadar savunduğu halkların gönüllü birliğine dayalı anlayışı değil, Putin’in de bugün izinden gittiği Stalinist bürokrasinin şovenist politikalarıydı. Ukrayna’da 1930’lı yılların sonuna doğru Stalinist bürokrasinin baskıcı politikalarına tepki olarak milliyetçilik gelişirken, Polonya işgali altında bulunan batı Ukrayna’nın kurtuluşu bağlamında güçlü bir milliyetçi hareket gelişmişti. Gelişen milliyetçiliğin halklar arasındaki düşmanlığı derinleştireceğinin farkında olan Troçki soruna ciddi şekilde dikkat çekiyordu. Troçki, Stalinist bürokrasinin uyguladığı baskı politikalarının Ukrayna’da ayrılıkçı milliyetçiliği beslediğini ancak tüm bu negatif duruma karşı Polonya denetimindeki topraklarda gelişen ulusal kurtuluş hareketinin taşıdığı pozitif yönleri sosyalizm bayrağı altına çekmenin mümkün olduğunu, ama bunun için de Ukrayna’nın SSCB’den ayrılarak bağımsız bir Sovyet Cumhuriyeti haline gelmesinin gerekli olduğunu savundu. Böylelikle Ukrayna’nın haklı talepleri karşılanarak milliyetçilik geriletilecek, diğer yandan Polonya işgali altındaki Batı Ukrayna’nın kurtuluşu sağlanacak, hem de Ukrayna sorunu Alman faşizmi ve Batı emperyalizminin kullandığı bir kaldıraç olmaktan çıkartılacaktı. Ne var ki Stalinist bürokrasinin böylesi bir politika izlemesi mümkün değildi. Nitekim Stalinist bürokrasinin Polonya işgali altındaki bölgelerde doğru bir politika ortaya koymaması sorunun büyümesine ve soruna Alman faşizminin el atmasına sebebiyet verdi.
Neticede Ukraynalılara bağımsızlık vaat eden Nazilerin, Ukrayna milliyetçiliği içerisindeki etkisi giderek arttı. Açlıktan, yoksulluktan ve Stalinizm zulmünden bitap düşmüş kitlelerin Alman faşizminden medet umar hale getirilmesi tam anlamıyla bir trajediydi. Bütün bunlara rağmen Ukrayna halkının önemli bir kısmı, en başta da sanayi işçileri Alman ordusunun SSCB topraklarını işgal etmesine karşı çıkmış ve canla başla savaşmışlardı.
Alman faşizminin yenilgiye uğratılması enternasyonalizm ve dünya devrimi bayrağını yeniden yükseltmek için büyük fırsatlar doğurmuştu. Ancak Stalinist bürokrasinin tek yaptığı şey kendi bürokratik diktatörlüğünün çıkarlarını gittiği her yerde tesis etmekti. Geçmişten dersler çıkartılarak, ulusların özgürlüğü tanınarak dünya devriminin güç kazanması için gerekli adımları atmak yerine Stalinist bürokrasi Ukrayna ve Kırım halkları üzerinde “vatan hainliği” suçlamasıyla korkunç bir terör estirdi. 1944 yılında Stalin’in verdiği emirle Ukrayna ve Kırım’dan binlerce insan çoluk çocuk demeden zorla Orta Asya’ya sürgün edildi. Bunların yanı sıra Volga Almanları, Karaçaylar, Kalmikler, Balkarlar, Çeçenler ve İnguşlar da aynı akıbeti yaşayacaklardı.
Bugün sorunun bu şekilde bir kangrene dönüşmesinin ve hâlâ emperyalist kapışmanın bir alanı olmasının işte böylesi bir tarihi geçmişi bulunuyor. Ne var ki aradan yıllar geçmiş, Stalinist bürokrasinin refleksleri bugün Putin şahsındaki Rus egemen sınıfında vücut bulmuştur. Nasıl ki Stalinist bürokrasi, Lenin’in halkların gönüllü birliğini savunan anlayışını ihlal edip zorla halkları bir arada tutma uygulamalarıyla büyük travmalar yaratmışsa, aynı refleksleri göstererek Ukrayna üzerinde tarihsel hak iddiasında bulunan ve işgale girişen Putin önderliğindeki Rus egemen sınıfının emperyalist politikaları da halkların kardeşliğine ve emekçilerin birliğine büyük bir darbe vurmuştur. Tarih bir kez daha Lenin ve Bolşevikleri haklı çıkartmıştır. Bugün sorunun çözümü enternasyonalizm bayrağı altında yükseltilecek bir mücadeleden geçmektedir. İşçi sınıfının çıkarı Rusya ve ABD ekseninde oluşan politikalardan birine destek vermek olamaz. İşçi sınıfı Rusya ve Batılı emperyalistlerin manipülasyonlarına karşı uyanık olmalı, emperyalist savaşa karşı ortak tavır almalıdır.
[1] Oktay Baran, Kırım ve Stalinizmin Günahları (Nisan 2014), marksist.com
[2] https://istanbul.mid.ru/tr/press-centre/news/rusya_devlet_ba_kan_vladimi...
ruslarla_ukraynal_lar_n_tarih_birli_i_hakk_nda_adl_makalesi/
[3] Oktay Baran, age
link: Hakan Sönmez, Ukrayna’da Emperyalist Savaş ve Büyük Rus Şovenizmi, 27 Şubat 2022, https://marksist.net/node/7583
Brezilya’daki Sel Felâketinin Gösterdikleri
Tohum