Dünya Ekonomik Forumunun (DEF) her yıl düzenlediği Davos zirvesi son iki yıldır sanal ortamda gerçekleştiriliyor. Yüz yüze gerçekleştirilmesi planlanan zirve Covid-19’dan dolayı 2022 yazına ertelenirken, 17-21 Ocak tarihleri arasında yine sanal ortamda 2022 Davos Gündemi adıyla bir toplantı yapıldı. Sanal toplantıya emperyalist ve kapitalist devletlerin liderleri ile emperyalist kurum temsilcileri katıldı. DEF’in bu yılki teması “dünyanın durumu” olarak belirlendi. Bu temanın seçimi ve yapılan konuşmalar, sistemin içine girdiği tarihsel çıkmazın kapitalistler tarafından itirafı niteliğinde. Davos’un mimarı ve popüler isimlerinden biri olan Klaus Schwab’a kulak verelim: “Herkes, 2022’de Covid-19 salgınının ve onun beraberinde getirdiği krizlerin nihayet gerilemeye başlayacağını umuyor. Ancak iklim değişikliğinden, güveni ve sosyal uyumu yeniden inşa etmeye kadar büyük küresel zorluklar bizi bekliyor.” Schwab ile benzer şekilde IMF Başkanı Kristalina Georgieva da küresel ekonomi açısından 2022 yılının sert kapanmalarla ve tedarik zinciri aksamalarıyla geçen önceki yıllardan daha zor olacağını belirtiyor. Normalde burjuvalar böylesi oturumlarda, ihtiyatlı da olsa iyimserlik kapılarını açık bırakmayı ihmal etmezler. Ancak son birkaç yıldır özellikle DEF’in düzenlediği toplantılarda ihtiyatlı iyimserlik havası yerini “istikrarlı bir karamsarlık” havasına bırakmış durumda.
Toplantı öncesi Dünya Ekonomik Forumunun yayımladığı Küresel Riskler 2022 raporu da benzer bir havayı yansıtıyor. Raporda iklim krizi ve ona bağlı sorunlar ile toplumsal eşitsizliğin büyümesi en büyük riskler olarak öne çıkıyor. Sermaye sınıfının çeşitli uzmanlarıyla yapılan bir ankette, her 6 kişiden yalnızca 1’inin iyimser olduğuna dikkat çekiliyor. Aynı araştırmada katılımcıların neredeyse tamamının önümüzdeki 10 yıl boyunca ekonominin düzeleceğine inanmadığı belirtiliyor. DEF Genel Müdürü Saadia Zahidi’ye göre raporun en önemli konusu, krizle birlikte derinleşen gelir adaletsizliği. Zahidi gelir adaletsizliğinin toplumsal öfke patlamalarını tetiklemesinden endişe ediyor. Bloomberg TV’ye yaptığı açıklamada “Önlem alınmazsa bu durum daha da kötüye gidecek” diyerek kendi sınıfına acil müdahale çağrısında bulunuyor. Zahidi’nin yanı sıra finans kapitalin pek çok temsilcisi, 2022 yılının sosyal patlamalar yılı olacağından dert yanıyor. Biz bunu burjuvazinin “devrim” korkusu olarak okuyalım. Ve ekleyelim, burjuvazi ne yaparsa yapsın kapitalizmin kara kışı sürecek. Tarihsel sistem kriziyle birlikte toplumsal eşitsizlik giderek büyüyecek. Devrimin nesnel koşullarının mayalanması hızlandıkça burjuvalar ecel terleri dökmekten kurtulamayacak. Kapitalizmin kalelerinde muktedirlere alarm çanları çaldırtan ve Davos’ta şovu sona erdiren işte bu tarihsel gerçekliktir.
Eşitsizlik sadece büyümüyor, öldürüyor da!
İngiliz “yardım kuruluşu” Oxfam’ın Davos zirvesinden hemen önce yayımladığı istatistikler, sözünü ettiğimiz gerçekliğe rakamların diliyle işaret ediyor. “Eşitsizlik Öldürüyor” başlıklı rapor, kapitalizmin çıkmazını çarpıcı bir şekilde yansıtıyor. Özellikle pandemiyle beraber sınıfsal kutuplaşmanın akıl almaz derecede büyüdüğü gözlemleniyor. Rapora göre salgının başlangıcından bu yana her 26 saatte bir, yeni bir milyarder ortaya çıktı. En zengin on milyarderin serveti ise Mart 2020 ile Kasım 2021 arasında ikiye katlandı. 700 milyar dolar olan servetleri 1,5 trilyon dolara yükseldi. Yani bu on tane asalak, pandemi döneminde servetlerine her saniyede 15 bin dolar kattılar. Bir başka deyişle, her gün 1 milyar 300 milyon dolar kazandılar. Bu on kapitalistin günlük kazancı 3,1 milyar insanın günlük kazancına eşit! Bu beyler bugünden itibaren tek kuruş kazanç elde etmeseler bile hâlihazırdaki servetleri kendileri ve ailelerine yüzlerce yıl yetebilecek düzeyde!
Dünyanın geriye kalan yüzde 99’u ise kelimenin gerçek manasıyla sefalet çukuruna itilmiş durumda. Rapora göre pandemide yoksulluk çukurunun derinliklerine itilen insan sayısı 160 milyondan fazla oldu. Eşitsizlik dünyada her gün en az 21 bin 300 kişinin ölümüne yol açtı. Bu her dört saniyede bir insanın yaşamını yitirdiği anlamına geliyor. Her gün en az 15 bin kişi gerekli tıbbi imkândan mahrum bırakıldığı için hayatını kaybetti. Yoksul ülkelerde her yıl 5 milyon 600 bin kişi, en temel düzeydeki sağlık hizmetlerine erişemediğinden; 2 milyon 100 binden fazla kişi ise açlık nedeniyle can verdi. Her ne kadar Oxfam yöneticileri “bu yıl yaşananlar standartların ötesinde” deseler de, biz içimizi yakan bu manzaranın arızi olmadığını, kapitalizmin gerçek yüzü olduğunu gayet iyi biliyoruz. Kapitalist üretim biçiminin milyarlarca emekçinin yaşamını cehenneme çevirdiğini söylerken, kastettiğimiz şey rakamların diliyle resmedilen bu manzaranın ta kendisidir.
Oxfam raporu, eşitsizliğin salt bir gelir eşitsizliği sorunu olmadığını da gösteriyor. Toplumsal eşitsizlik sorunu cinsiyet ve ırk ayrımlarını da barındıran çok katmanlı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en çarpıcı göstergelerinden biri özellikle pandemi sürecinde kadın işsizliğinde yaşanan devasa artıştır. Rapora göre, pandemi nedeniyle en az 13 milyon kadın işini kaybetti. Sadece 2020 yılında, kadınların küresel ölçekteki maddi kayıpları 800 milyar doları aştı. 20 milyondan fazla kız çocuğu ise bir daha asla okul yüzü göremeyecek. Yine raporda aktarıldığı üzere dünyanın en zengin 252 erkeğinin toplam serveti, Afrika, Latin Amerika ve Karayipler’deki 1 milyar kadının gelirine eşit. Elbette dolar milyarderlerinin içinde sayısız kadın kapitalist var ve kapitalistlerin kadın olması eşitsizliği ortadan kaldırmayacak. Eşitsizliğin diğer boyutunu ise ırksal ve bölgesel ayrımlar oluşturuyor. Raporda, yaşam beklentisi risk altında olan siyah Amerikalı sayısının 2,1 milyondan 3,4 milyona çıktığı vurgulanıyor. Yüz binlerce insanın, aşıların adaletsiz dağıtımı nedeniyle salgın yüzünden hayatını kaybettiği aktarılıyor. Genel olarak üç milyardan fazla insanın iki kez aşılanmasına karşın, düşük gelirli ülkelerdeki insanların yalnızca yüzde 9’unun ancak bir doz aşılanabildiği belirtiliyor. Oxfam’ın raporu “Eşitsizlik Öldürüyor” başlığıyla yayımlaması, durumun vahametini tek başına özetliyor.
Sınıfsal kutuplaşma akıllara durgunluk verecek şekilde büyümeye devam ederken, egemenler bir kez daha pandemi yalanıyla gerçeği gizlemeye çalışıyorlar. Oxfam’ın eşitsizlik raporuyla ilgili gerek zirvede yapılan konuşmalarda gerekse de burjuva medyada yapılan değerlendirmelerde, pandemi vurgusunun özel olarak öne çıkartılması tesadüf olmasa gerek. “Eleştiri” sosuna bulanmış yorumların pek çoğu, sistemin virüs belâsından henüz tamamen kurtulamadığı için belini doğrultamadığı noktasında ortaklaşıyor. Fakat gerçekte sorunların kaynağında pandemi değil sistemin çıkışsızlığı vardır. Her gün en az 21 bin 300 emekçinin canını alan pandemi de bu çıkışsızlığın bir ifadesidir. Raporda ortaya serilen acı gerçeklerin egemenlerin nazarında birer sayıdan ibaret olduğunu da unutmayalım. Yeter ki kapitalizme halel gelmesin. Burjuva yorumcuların bunun için giremeyeceği kılık, söyleyemeyeceği yalan yoktur. Pandeminin başlangıcından bu yana vurguladığımız gibi, onlar kapitalizmi aklamaya ve kurtarmaya çalışıyorlar. Ancak boşa kürek sallıyorlar. Mızrak çuvalı delip geçeli hayli zaman oluyor. Yarattığı çelişkilerle çıkmazını derinleştiren kapitalizm, bugünkü devasa eşitsizliğin de müsebbibidir. Salgın sürecini kapitalist işleyişin yasaları uyarınca yöneten ve kullanan egemenler, raporda bahsedilen ölümcül sorunların baş aktörleri değil midir?
Süreç boyunca teşhir ettiğimiz üzere, sermaye sınıfı pandemiyi, milyarlarca emekçi üzerinde bir baskı ve sömürü aracına dönüştürdü. Burjuva mahfillerde özel olarak tasarlanan korku atmosferiyle kitlelerin bilinci felçleştirildi. Böylece dünya burjuvazisinin uzunca bir süredir arzu ettiği uygulamalar bir bir hayata geçirilmeye çalışıldı. Fakat burjuvazi istediği ölçüde muradına eremedi. Gündelik hayatın ağır sorunlarıyla boğuşan emekçiler, kapitalistlerin dayattığı acı reçeteleri kabul etmeyeceklerini gösterdiler. Sudan’dan ABD’ye, Asya’dan Avrupa’ya pek çok ülke ve bölgede birbiri ardına isyan dalgaları yükseldi. Çelişkilerle ilerleyen süreç öyle bir evreye geldi ki kapitalizmin kutsal mabedi sayılan ABD, “kapitalizme ölüm, tüm iktidar halka” sloganlarıyla inledi. Emekçi isyanları ülkeden ülkeye sıçrayarak sürüyor ve bu da düzen temsilcilerinde korku yaratıyor. Başta belirttiğimiz gibi, bugün Davos egemenlerini panik havası içerisinde açıklamalar yapıp acil eylem planları hazırlamaya sevk eden de işte bu korkudur. Sınıfsal kutuplaşmanın alabildiğine derinleştiği bir konjonktürde, olası kitle mücadelelerinin kapitalizm için nasıl “tehlikelere” gebe olduğunu burjuvazi de gayet iyi biliyor.
Vergi adaleti yeniden gündemde!
Raporda bir taraftan pandeminin toplumsal eşitsizliği derinleştirdiği uyarısında bulunuluyor. Öte taraftan vergi sisteminde yapılacak değişikliğin bu devasa eşitsizliğe çare olabileceği ileri sürülüyor. Oxfam yetkilileri, dünya genelinde hükümetlere çağrıda bulunarak, şirketlerden ve süper zenginlerden daha fazla vergi alınmasını istiyorlar. Elbette kriz boyutuna varan toplumsal eşitsizlik sorununa, daha fazla vergi alınmasının veya popüler tabiriyle vergi adaletinin sağlanmasının çözüm olarak gösterilmesi ilk kez gündeme gelmiyor. Benzer raporları hazırlayan çeşitli burjuva kuruluşlar ve ideologlar, farklı sözlerle aynı besteyi defalarca çalıp söyledi. Ancak söz konusu kapitalist düzenin bekası olunca, bu “vergi adaleti korosuna” dolar milyarderleri ve anlı şanlı burjuvalar da dâhil oluyor. En son dokuz ülkeden yüzü aşkın milyonerin oluşturduğu bir grup katıldı bu koroya. DW Türkçe’nin haberine göre, kendilerine “vatansever milyonerler” diyen bu zatlar, Dünya Ekonomik Forumu için toplanan siyasi liderlere çağrıda bulunarak, “süper zenginlerden servet vergisi kesilmesini” istediler.
Kapitalizmin kitleler nezdinde daha fazla sorgulandığı bir dönemde böylesi çağrıların yapılması manidardır. Oxfam yetkilileriyle aynı dili kullanan bu milyonerlerin de “toplumsal uyumun” bozulmasından endişe etmeleri tesadüf değil. Bu çağrı ve bunun gibi daha nicesinin altında egemenlerin toplumsal devrimden duydukları derin korku yatıyor. Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp farklı soslara buladıkları “başka bir kapitalizm mümkün” teranesi de aynı tedirginliğin ifadesidir. Oysa “insancıl/vicdanlı/adil” bir kapitalizm ne denli imkânsız ise, vergi adaletiyle toplumsal eşitsizliğin çözülmesi de aynı derecede imkânsızdır. Toplumsal eşitsizliğin kaynağı kapitalist sistemin kendisidir. Kapitalizmin temelinde sömürü vardır. Sömürünün kaynağında, emek-gücünün kendi değerinin ötesinde artı-değer yaratması vardır. Bir tarafta kapitalistlerin işçileri sömürerek elde ettikleri artı-değerin durmaksızın üretimi, diğer tarafta üretilen artı-değerin yeniden sermayeye çevrilerek genişletilmiş sermaye birikiminin sağlanması. İşte kapitalizmin zenginlik ve yoksulluğu iki ayrı kutupta devasa ölçekte büyütmesinin sebebi, üretim alanındaki bu sömürü ilişkisinin varlığıdır. Kısacası kapitalizm sömürü demektir. Sömürü varken, eşitsizliği yok etmek imkânsızdır. Eşitsizliği yok etmenin tek yolu, sömürü ilişkisiyle beraber eşitsizliği her an yeniden ve yeniden üreten kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktır.
Daha önce ileri sürülen benzer pek çok öneri ve çağrının kâğıt üstünde kalmasının nedeni budur. Raporda yer alan hesaplamalara göre milyarderlere yüzde 5’ten başlayan servet vergileri kesildiğinde yılda 2,52 trilyon dolarlık vergi geliri yaratılabilecek. Bu miktarla dünya çapında 2,3 milyar insanın yoksulluktan kurtarılabileceği ve düşük gelirli ülkelerde yaşayan insanların sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının karşılanabileceği belirtiliyor. Ne var ki kapitalizmin mevcut konjonktürde bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir. Nitekim dünyanın en zenginleri sıralamasında ilk 10’da yer alan Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Tesla’nın kurucusu Elon Musk, Microsoft kurucusu Bill Gates, Facebook kurucusu Mark Zuckerberg gibi isimler bu “vatansever milyonerler” grubunda yer almıyorlar.
İklim krizi de kapitalizmin krizidir
Dünya Ekonomik Forumunun yayınladığı Küresel Riskler 2022 raporuna göre, iklim krizi bir kez daha en büyük riskler arasında yer alıyor. Raporda dünyayı on yılda bekleyen iklim krizine özgü riskler şöyle sıralanıyor: İklim için eyleme geçme başarısızlığı, aşırı hava koşulları, biyoçeşitliliğin kaybolması, insanın çevreye verdiği zarar ve doğal kaynak krizleri. İklim krizinin tüm insanlığı tehdit ettiği dile getirilirken, elbette bu sorunun kaynağının kapitalizm olduğu ve yine bu sistemin krizi daha da derinleştirdiği dile getirilmiyor. Üstelik bunun sorumlusu tüm insanlıkmış ve sınıf farkı olmaksızın bütün insanlar bu krizden eşit şekilde etkileniyormuş gibi şu ifadeler kullanılıyor: “İklim krizi dil, din, ırk, cinsiyet ve en önemlisi sınıf ayrımı gözetmeksizin tüm insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Dünya toplumu ancak el ele vererek, ortak sorumluluk bilinciyle bu krizi aşabilir. Aksi halde hükümetler ve şirketler, çeşitli anlaşma ve protokollerle belirlenen tedbirleri alsa bile, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan bireyler/tüketiciler tüketim alışkanlıklarında radikal değişimler gerçekleştirmediğinden iklim krizinde istikrarlı çözümler mümkün olmaz.”
İklim krizinin sorumlusu tüm toplum değil, burjuvazinin ta kendisidir. Her şeyden önce, kapitalizmin insan emeğini ve doğayı dizginsizce sömüren doğası, yaşadığımız pek çok sorun gibi iklim krizinin de müsebbibidir. Kapitalist sınai üretimin küresel ölçekte gelişmesiyle beraber, kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların sınırsızca kullanılması atmosfere ve doğaya, sonuçlarını bugünlerde derinden hissettiğimiz kalıcı hasarlar vermiştir. Kapitalist üretim tarzı, doğanın kirlenmesinde ve ekolojik dengenin bozulmasında büyük bir sıçrama yaratmıştır. 1880 yılında atmosferdeki karbondioksit miktarı yaklaşık 291 ppm iken bu değer 2021 yılında yüzde 44 artarak 418 ppm’ye ulaşmıştır. Bu artış sanayi devrimi öncesi seviyenin neredeyse iki katıdır. Atmosferdeki karbondioksit miktarının böylesine artması sera etkisi yaratarak kürenin daha çok ısınmasına neden olmuştur.
Bugün kapitalistler kürenin daha fazla ısınmasına engel olmaya çalıştıkları iddiasındalar. Küresel sıcaklığın sanayi devrimi öncesine göre 1,5 dereceyi aşmaması, fosil yakıt tüketiminin azaltılması, yeşil teknolojiyle doğanın dönüşümünün sağlanması gibi hedeflerle 1980’li yıllardan beri defalarca protokoller imzaladılar, konferanslar düzenlediler, vaatlerde bulundular. Ancak aradan geçen 40 yılı aşkın zamanda, bu doğrultuda bir arpa boyu yol almadılar. Tek yaptıkları, bir şey yapıyormuş görüntüsü altında toplumu oyalamak oldu. Fosil yakıtlara dayalı enerji santralleri faaliyetlerini olanca hızıyla sürdürüyorlar. Dünyanın pek çok bölgesinde kömür santrallerine ve maden ocaklarına yenileri ekleniyor. Bir burjuva kuruluşu olan Oxfam bile bu gerçeğe işaret ediyor. Eşitsizlik raporunda yer alan iklim krizine ilişkin veriler, gezegeni kimin mahvettiğini açıkça ortaya seriyor. Rapora göre en zengin 20 milyarder, en yoksul 1 milyar insandan ortalama 8000 kat daha fazla karbon salıyor. Atmosfere en az karbon salan dünyanın en yoksul yüzde 50’si ise iklim krizinin bedelini en ağır şekilde ödüyor. İşte iklim krizinin kapitalistlerin dolayısıyla kapitalizmin krizi olduğunun bir burjuva kurum tarafından açık itirafı.
Oxfam raporu vesilesiyle bir kez daha dile getirdiğimiz olgular, kapitalizmin tarihsel kriziyle doğrudan ilintilidir. Kapitalizmin çıkmazı bugünden yarına daha da büyüyecektir. Daha önce ısrarla vurguladığımız gibi, dünya işçi sınıfı aynı anda benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Kapitalizm gerçek manasıyla dünya emekçilerinin kaderini ortaklaştırmıştır. İnsanlık beklediği tarihsel eşikte, işçi sınıfının yepyeni bir çağ başlatacak olan örgütlü ve bilinçli müdahalesine her zamankinden daha çok muhtaçtır.
link: Can Aytekin, Davos’u Derin Endişeye Sürükleyen Tarihsel Gerçeklik, 16 Şubat 2022, https://marksist.net/node/7576
Parlatın
Jeff Bezos’un Yatı İçin Tarihi Köprü Yıkılmak İsteniyor!