Son haftalarda burjuva medyada yoksulluk oranlarının değişimine dair veriler yayınlanıyor. Bu rakamların yanında yoksulluğun ve işsizliğin neden arttığına dair değerlendirmelere de yer veriliyor. Araştırma yürüten kurumlardan biri olan TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), Dünya Bankası’nın “sosyal riskin azaltılması projesi” adı altında sağladığı fonla bir anket çalışması gerçekleştirmiş.
Bu kurumun anket sonuçlarına göre Türkiye’de nüfusun %26’sı yoksul. Bu oran 72 milyonluk nüfusun 18 milyonluk bölümüne karşılık geliyor. Yoksul nüfusun %1,4’ünün aylık ortalama geliri 100 YTL ve altında. Bu kesim günde 333 kuruş ve daha azı ile yetinmek durumunda. TÜİK, aylık geliri 429 YTL’nin altında olanları yoksul olarak adlandırıyor. Kurumun yoksulluk sınırı tanımı, dört kişilik bir aile için gıda, barınma, ulaşım, sağlık, eğitim gibi temel bazı ihtiyaçlar için yapılan harcamaları kapsıyor. Oysa Türk-İş’in aynı kapsamda yaptığı araştırmaya göre ise yoksulluk sınırı 1600 YTL. Buna göre Türkiye’de yaklaşık 29 milyon insan yoksul kapsamına giriyor.
Gelir dağılımındaki korkunç eşitsizlik, tüm dünyada işçi sınıfının aleyhine gelişmeye devam ediyor. “1960 yılında dünya nüfusunun en zengin yüzde 20’sinin ortalama geliri, en yoksul yüzde 20’sinin gelirinin 30 kat fazlasıydı. Oysa 2000’lerde bu oran 80 katı aşmıştır” ve en yoksul 48 ülkenin toplam üretim değeri, dünyanın en zengin üç kişisinin toplam varlığından daha azdır.[1]
Her geçen gün artmakta olan yoksulluğun nedenlerine ilişkin olarak, Hak-İş’in yayınladığı bir raporda şunlar öne sürülüyor: Adaletsiz vergi sistemi, yüksek faiz ve rant ekonomisi, doğal afetler, çalışamayacak durumda olan özürlü sayısının fazla olması, bireyler arasındaki yetenek farklılıkları, miras yoluyla elde edilen gelirler, piyasada tekelleşmenin olması, devlet teşvikleri, enflasyon, işsizlik. Kimi araştırma sonuçlarında çocuk ve kadın emeğinin kullanımının yaygınlaşması da bu nedenlerin arasında sayılıyor. Bu nedenlerin her biri esas olarak, yoksulluğun kaynağı olmak bir yana, tıpkı yoksulluk gibi kapitalizmin kâr amaçlı üretim anlayışından ortaya çıkan ve sonuçta sadece çalışarak yaşayan kesimin ve işsizlerin mağdur oldukları sorunlardır. Sorunun merkezinde kapitalizmin olduğu gerçeği gözden kaçırıldığında yoksulluğun ortadan kalkması için öne sürülecek çözüm önerileri de havada kalmaktadır.
Kapitalizm yoksulluğa çare olamaz!
Kapitalizmde üretim araçlarında sağlanan gelişme, emek üretkenliğini gitgide arttırarak işçilerden sağılan artı-değer oranının muazzam boyutta artmasına neden olur. Her geçen gün sayıca artan proletaryanın sömürü oranı yükselir ve yaşam koşullarında giderek derinleşen bir nispi yoksullaşma yaşanır. Hayatta kalabilmek için emek-gücünü satmaktan başka şansı olmayan işçi sınıfı nicel olarak artarken, bir yandan da emek-gücünü pazarlayabileceği şartlar gittikçe kötüleşir. Dahası işçi sınıfının giderek büyüyen bir kesimi işsizler ordusunun neferleri olarak sefalet koşullarında yaşamlarını devam ettirmek zorunda kalırlar.
Bugün üretici güçlerin ulaştığı düzey sayesinde dünyada açlığın ve yoksulluğun kökünün kazınabileceği nesnel şartlar olgunlaşmışken, zenginlikleri yaratan işçi sınıfı koca gövdesiyle yoksulluğun ortasında yaşamaya mahkûm bırakılıyor. Oysa kapitalistler için durum tam tersidir. Egemen sınıf, gittikçe daha da zenginleşmektedir. Geçtiğimiz yirmi yıldır işçi sınıfına yönelik büyük saldırı dalgasıyla beraber tüm dünyada yoksullaşma giderek daha da derinleşmiştir. Burjuvazi, elindeki zenginliği arttırmak için yeryüzündeki tüm canlı yaşamı yok etmeyi dahi göze almış durumdadır. Türkiye burjuvazisi de, geldiği aşamada kendi ulusal çitleri içindeki pazarla yetinmeyip dünya pazarında söz sahibi olmanın, diğer ülkelerin işçi sınıfının ürettiği zenginliklerden faydalanmanın, zenginliğini daha da arttırmanın arayışına girmiş durumdadır.
Kapitalizm kent soyluların ekonomik düzeni olarak egemenliğini ilân etmeden hemen önce, bu kent soylular sınıfı, özgürlük ve eşitlik için feodalizmin ve aristokrasinin yıkılması gerektiğini söyleyerek bütün emekçi sınıfları arkasına almıştı. Yeni ekonomik düzen iktidar aygıtını kendisine göre şekillendirirken, aynı zamanda küçük atölyeler tasfiye olmakta ve on binlerce işçinin son derece ağır şartlar altında çalıştığı devasa fabrikalar mantar gibi bitmekteydi. Kısa sürede hümanizm maskesini atan burjuvazinin gerçek yüzü de ortaya çıkmış, özgürlük ve eşitlik sakızını tükürerek işçi sınıfı üzerindeki baskısını artırmaya başlamıştı. Kraliyetin zincirini kıran burjuvalar, işçi sınıfı için yeni zincirler yarattılar. “Sanayinin kapitalist bir temel üzerindeki hızlı gelişmesi, işçi yığınlarının yoksulluk ve sefaletini, toplumun yaşama koşulu durumuna getirdi.”[2] Kapitalizmin egemen sistem olarak boy göstermesiyle beraber, tarih bu iki sınıfın sayısız kez çarpışmasına tanıklık etti ve o günden bu yana işçi sınıfı en temel haklarını dahi birçok bedel ödeyerek kazanabildi.
Kapitalist sistem altında kimi zaman ücretlerde artış yaşanması asla sömürünün azalması anlamına gelmediği gibi, işçi sınıfının yaşam koşullarının kalıcı bir iyileşmesi anlamına da gelmiyor. Marx, emekçilerin aldıkları ücretlerde bir yükselme görülmesi durumunda bile, üretilen toplam zenginlik ve refahtan alınan pay anlamında bunun nispi bir yoksullaşma anlamına gelebileceğini ve hatta genellikle böyle olduğunu ifade etmişti. İşçilerin ücretlerinin arttığı ve bazı sosyal hak kazanımları elde ettikleri dönemler zaten sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerdir. Devrimci dalganın geri çekildiği tüm dönemlerde olduğu gibi yaşadığımız dönemde de işçi sınıfının büyük bedeller ödeyerek kazandığı ekonomik, sosyal ve siyasal haklar adım adım kapitalizm tarafından yontuluyor. Kapitalizmin canlanma dönemlerinde işçi ücretlerinde belirli bir artış gerçekleşebilir. Ancak yine sömürü oranının daha da arttığının, “işçilerin üretici güçlerdeki gelişmeye kıyasla artan ihtiyaçlarını karşılayabilme düzeylerinin gerilediğinin”[3] bir ifadesidir bu canlanma. Nitekim Marx, Kapital’inde, “daha iyi giysiler ile yiyecekler, daha iyi muamele ve efendisi tarafından bağışlanmış daha büyük bir mülk, köle için sömürüyü ne kadar az ortadan kaldırıyorsa, ücretli işçinin sömürüsünü de o kadar az ortadan kaldırır. Sermaye birikimi sonucu emeğin fiyatındaki bir yükselme, gerçekte, ücretli işçinin kendisi için dövmüş olduğu altın zincirin uzunluğunda ve ağırlığındaki bir gevşemedir” diyordu.[4] Yani yoksulluk kapitalist birikimin genel yasasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, kapitalizm ortadan kaldırılmadıkça işçi sınıfının nispi yoksulluğu derinleşerek artacaktır.
Burjuvazi işçi sınıfına dönük saldırılarını yoğunlaştırdığı dönemde, ortaya çıkabilecek olası tepkilerin şiddetini azaltmak ve işçi sınıfının olası bir kalkışmasının önüne geçmek için elinden geleni ardına koymuyor. İstediği sonucu şiddetin yanı sıra ideolojik araçlarını kullanarak almaya çalışıyor. Geleceği tasvir eden ve bilimkurgu adı verilen kimi sinema filmlerinde bir tarafta gelişkin teknolojik silahlar ve araçlar resmedilirken, öte tarafta sokakta yaşayan ve teknolojinin sunduğu olanaklardan nasibini alamayan işsizler süslüyor sahneleri. Amaç elbette, yoksulluğun toplumun bilincine olağan ve karşı konulamaz bir olgu olarak yerleşmesini sağlamaktır.
Yoksulluğun her geçen gün gittikçe artmakta olduğu burjuva araştırma kurumlarının hazırladıkları raporlara da yansıyor. Ancak her zaman olduğu gibi, raporlar, hazırlayanların kendi sınıf çıkarlarına uygun olarak düzenleniyor. Yoksulluk oranındaki artış, birçok teknik terimle süslenmiş laf kalabalıkları eşliğinde verilirken, sınıflar arasındaki eşitsizliğin düzeyi ve yoksulluğun bizzat kapitalizmin işleyiş yasalarından kaynaklandığı gerçeği bin bir yolla emekçilerin gözünden saklanmaya çalışılıyor. “Tüm kapitalist ülkelerde bütün bir yazar-çizerler ordusu, ‘düşünce’ üreten kuruluşlar, burjuvazinin en has ve en üst düzey ideologları, uzunca bir süredir geçekliğin tersyüz edilmesi oyununu sürdürüyorlar. Amaçlanan, egemenliğin ve zorbalığın ideolojik ifadesini kitlelere gerçeklik diye dayatmaktır.”[5]
Kapitalizmin daha fazla kâr etme güdüsü, işçi sınıfının yaşam koşullarındaki kötüleşmeyle beraber insanlığın gittiği yolun da refaha giden bir yol olmadığını ortaya koyuyor. Kapitalizmin neden olduğu sorunlar insanlığı her geçen gün uçurumun kenarına yaklaştırıyor. Yoksul kesimi oluşturan emekçiler kendi alın terlerinin üstüne tüneyen burjuvaların iktidarını yıkıp sınıfsız toplumun temellerini döşemedikçe barbarlık içinde çöküşü görmek için çok uzun zaman beklemek gerekmeyecek.
Çözüm mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesidir
Kapitalist üretim toplumun ihtiyacı gözetilerek değil, sadece daha fazla kâr elde etmek amacıyla gerçekleştirilir. Kapitalist toplumda pek çok ürün kapitalistlerin satabileceklerinden çok daha fazla üretildiği ve bunlara ihtiyacı olan yüz milyonlarca yoksul insan bulunduğu halde, bu ürünler onlara dağıtılmayıp imha edilir. “Uygarlıkta yoksulluk bolluğun kendisinden doğar.”[6] Kapitalizm böylesine akıldışı bir sistemdir. Oysa işçi iktidarı altında, merkezi olarak örgütlenen işçi konseyleri, hangi ürünün ne kadar üretileceğine tüm nüfusun ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak karar verecek, bunu planlayıp hayata geçirecektir. Sosyalizme doğru ilerleyen böyle bir devlette, üretim araçlarının gelişiminin önündeki en büyük engel haline dönüşmüş olan kapitalizm ortadan kalkmış olacağı için, teknolojinin de bugünkünden çok daha fazla gelişmesi mümkün olacaktır. Buna bağlı olarak, herkesin günün bugünkünden çok daha az bir bölümünü toplumsal üretime, geriye kalan bölümünü ise kişisel yeteneklerini geliştirmeye ayırabilmesinin koşulları da olgunlaşacaktır. İşçi iktidarı altında yeni sınıfsal ayrıcalıklar söz konusu olmayacaktır, işçi iktidarının amacı insanlığı sınıfsız topluma hazırlamak olacaktır. Açlık da, yoksulluk da, savaşlar da kapitalizmle birlikte geçmişin kötü anıları olarak tarih kitaplarındaki yerlerini alacaklardır.
Burjuvazi kendi sınıf iktidarını işçi sınıfının omuzları üzerinde yükseltti, işçi sınıfının ürettiği zenginliklere el koyarak daha da semirdi. Sınıfsal iktidarını kurmak için harekete geçtiği ilk zamanlarda sıkça kullandığı özgürlük ve eşitlik masallarının sadece kendi sınıfının unsurları için geçerli olduğu, kısa sürede çok net olarak ortaya çıktı. Kapitalizmin küreselleşmesinden çok önce de işçi sınıfının bu sistemin mezar kazıcısı olduğunu biliyordu burjuvazi. Bu nedenledir ki, her zaman, dev bir gövdeye sahip olan işçi sınıfını kontrol altında tutmak için çeşitli yollara başvurdu, başvuruyor. Ne var ki, mülksüzleştirenlerin iktidarının sonsuza dek süremeyeceğini Marksistler çok iyi biliyorlar. Sefaletin sebebi olan sınıfın yani kapitalistlerin iktidarı, mülksüzlerin yani işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle yıkılacaktır.
[1] Elif Çağlı, Küreselleşme, Tarih Bilinci Y., s.61-62
[2] Engels, Anti-Dühring, Sol Y., 4. baskı, s. 370
[3] Elif Çağlı, age, s. 62
[4] Marx’ın Kapitali, Tarih Bilinci Yay., s. 175
[5] Elif Çağlı, age, s. 12
[6] Fourier’den aktaran Engels, Anti-Dühring, s.375
link: Berdan Güney, Kapitalizmde Yoksulluk Bolluğun Kendisinden Doğar, 21 Temmuz 2006, https://marksist.net/node/1047
Sivas Katliamı, Alevilik ve Laiklik Üzerine
TED GRANT’ın Ardından