AKP iktidarı döneminde büyük bir kısmı özelleştirilen termik santraller, hükümete yakın şirketlere teslim edildi. Yaktığı kömürle havayı ve çevreyi kirleten termik santrallerin dünya genelinde kullanımı kısıtlanıyor, ama Türkiye’de sayıları hızla arttırılmaya devam ediliyor. Termik santralleri işleten şirketlerin üretimini ve kârını arttırmak için çeşitli girişimlerde bulunan AKP, son olarak Elektrik Piyasası Kanunu’nda Değişiklik Teklifi’ne eklediği hükümlerle, termik santrallerin çevre mevzuatından muaf tutulmasını sağlamayı amaçlıyor. Teklifin yasalaşması halinde, termik santrallerde ne bacaların filtreli olmasına, ne de atıkların uygun şekilde ortadan kaldırılmasına bakılacak. Santralleri işleten şirketlerin cepleri parayla dolarken, yerin altından çıkarılan kara kömür mavi gökyüzünü ve doğayı karartacak.
Söz konusu teklifi AKP 2013’te de gündeme getirmiş, hatta Meclis’ten geçmesini sağlamıştı. 2013 yılında ilgili kanuna eklediği 8. maddeyle devlete ait santraller ile özelleştirilen santrallerin 2021 yılına kadar çevre mevzuatından muaf tutulmasını istemişti. Ne var ki CHP bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürmüş ve AYM 22 Mayıs 2014’te verdiği kararla düzenlemeyi iptal etmişti. AYM, verdiği iptal kararında, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının vazgeçilecek haklardan olmadığına dikkat çekmiş, termik santrallerin belirtilen süre boyunca çevre mevzuatından muaf sayılmasının kabul edilemeyeceğini belirtmişti.
Ortadoğu’daki siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için gözünü karartan AKP hükümeti, kendisiyle çıkar birliği kurmuş olan sermaye kesimlerini daha da palazlandırmak için elinden geleni yapıyor. Büyük inşaat ihalelerini ve özelleştirdiği kuruluşları yakınında duran şirketlere peşkeş çeken AKP, sürekli olarak enerji ihtiyacından söz ediyor. Yeraltında bolca bulunduğunu söylediği kömürün, enerji ihtiyacını karşılamak için vazgeçilemez olduğunu iddia ediyor ve bunun için de 80 tane daha termik santralin kurulacağını ifade ediyor. Rüzgâr alan her yerde, tarım alanları işgal edilerek RES’ler kuruluyor. En küçük derelere bile hidroelektrik santral kaynağı olarak bakılıp doğa talan ediliyor, çevre halkı köyünü, tarlasını bırakıp topraklarını terk etmek zorunda bırakılıyor. Diğerlerine göre kurulması daha zor ve pahalı olan nükleer enerji santrallerini de “artan enerji ihtiyacı”ndan dem vurarak kurmak istiyor. Söz konusu nükleer santraller de Mersin ve Sinop gibi kıyı kentlerinde kurulmak isteniyor.
Türkiye’de hava kirliliğinin ulaştığı boyutlara dikkat çekmek için Antalya’da bir çalıştay düzenleyen Türk Toraks Derneği, çarpıcı bilgiler verdi. Temiz Hava Hakkı Çalıştayında, her yıl 29 bin kişinin hava kirliliği nedeniyle zamanından önce yaşamını yitirdiği, hava kirliliği kaynaklı ölümlerin trafik kazaları kaynaklı ölümlerden daha fazla olduğu vurgulandı. Kurulması planlanan 80 termik santralin 100 bin erken ölüme neden olacağına da dikkat çekildi.
AKP’nin termik santrallerin havayı hiçbir kısıtlama olmadan kirletebilmesinin yolunu açan düzenlemesi, santralleri işleten şirketlerin teşvikten faydalanabilmesini de sağlıyor. Oysa 29 Aralık 2010’da kabul edilen kanunla, yenilenebilir enerji kaynaklı elektrik üretimi yapan tesislere alım garantisi desteği ve çeşitli teşvikler verileceği açıklanmıştı. Yenilenebilir enerji türleri olarak da hidroelektrik, rüzgâr enerjisi, jeotermal, biyokütle (çöp gazı vb.) ve güneş enerjisi sayılmıştı. Bu tesislere alım garantisinin yanı sıra teşvik sağlanması yönünde de kararlar alınmıştı.
Bu teşviklerin neye mal olduğunu biliyoruz. Ancak aradan geçen zamanda enerji üretimi konusunda gözünü iyice karartan hükümet, yenilenebilir temiz enerji kaynakları arasında sayılan rüzgâr ve hidroelektrik enerji santrallerini doğayı talan edecek şekilde kurma girişimlerinde bulunmuştur. Bu girişimlerden bazılarına, Cerattepe’de olduğu gibi halk ciddi tepkiler verdi. Tepkiler üzerine geri adım atılsa da projeler daha uygun bir zamanı kollayacak şekilde rafa kaldırılıyor.
AKP’nin kömür madenlerini rödovans yoluyla özel şirketlere devrettiği, alım garantisi de verdiği, üstelik gerekli denetimlerin yapılmasını sağlamadığı halde kâğıt üzerinde denetlenmiş gösterilmesine göz yumduğu ortaya çıkmıştı. Yüzlerce madencinin yaşamını yitirdiği Soma faciasının ardından, madenlerdeki usulsüzlükler ifşa olmuştu. Doğan tepkileri yatıştırma yoluna giden AKP hükümeti, acılar soğumaya yüz tutunca, ne madencilerin can güvenliğini sağlamaya ilişkin (yaşam odası zorunluluğu gibi) çıkarmayı vaat ettiği yasayı uygulamaya koydu, ne de denetimleri hakkıyla yerine getirdi.
Her fırsatta enerji ihtiyacından dem vuran hükümet, hem madenlerde çalışan işçilerin yaşamını, hem de hava ve çevre kirliliğinin artmasına neden olacak şekilde termik santralleri yaygınlaştırarak toplumun sağlığını hiçe sayıyor.
AKP’nin politikalarının sonucunu doğrudan yaşayan işçiler, özel enerji ve maden üretim şirketlerine verilen destek ve denetimsizliğin sonucunu da doğrudan yaşıyor. Bugüne kadar yüzlerce işçi yerin altında ve üstünde, AKP’nin bu sermaye yanlısı politikalarının sonucu olarak yaşamını yitirdi. Üstelik işçilerin bir araya gelmesini engellemek için ayak oyunlarına başvurmaktan, işçileri kutuplaştırmaktan da geri durmadı.
İşçi sınıfının birleşerek büyüteceği mücadele, haklarını daha da geliştirmesini de, havanın ve çevrenin daha temiz olmasını da sağlayacaktır.
link: Berdan Güney, Termik Santrallere Havayı Özgürce Kirletme Hakkı, 5 Mayıs 2016, https://marksist.net/node/5094
10 Ekim Katliamının 7. Ayında Anma
Rant ve Siyasi Çıkarlar Uğruna Tarih Katliamı