“Dolardan bize ne, dolsa ne olur dolmasa ne olur. Biz kasaya dolana bakalım. Her şeyi getirip dolara bağlamanın anlamı yok. Çıkıyor, iniyor.” Bu sözler, çok değil bundan birkaç ay önce burjuva devletin başbakanı Binali Yıldırım tarafından sarf edildi. Ciddiye alınacak bir tarafı bulunmayan bu sözlerin aksine, dolar kurundaki yükselişin, ülkenin başbakanının dolduğunu iddia ettiği “kasa”yı boşalttığı, halk diliyle “tam takır kuru bakır” hale getirdiği apaçık. Çünkü Türkiye’nin yaklaşık 400 milyar dolar dış borcu mevcut ve dolardaki yükseliş, ödenecek dış borcun TL bazında katlanması anlamına geliyor. Sermayenin borç yükünün ağırlaşmasıyla ve ithal girdi fiyatlarının yükselmesiyle maliyetlerin artacağı ve bu durumun ekonomik krizi derinleştireceği ise ortada.
Saray ve hükümet sözcülerinin ifadelerini allayıp pullayarak topluma servis etme işini yürüten havuz medyasının kendine köşe yapmış bir yazarı, Yıldırım’ın bu sözleri üzerine Twitter’da bir paylaşım yapmıştı. İktidarın çevresinde bulunan “Evet efendim”ci tayfanın hal-i pürmelâlini ortaya koyan açıklamayı da hatırlayalım. Yalakalık hırsıyla tutuşan yazar, “Bize ne elâlemin parasından. Amerika düşünsün!” demişti. Sanki değer kaybeden Türk Lirası değil de Amerikan dolarıymış gibi! Kendisine bu gerçek hatırlatıldığında ise, ne söylediği üzerine yeni kafa yormuş olsa gerek, gülünç duruma düşmekten sıyrılmak için meçhul bir “ekonomist arkadaşını” kaynak göstermişti!
Art arda gelen bu ifadeler, normal koşullarda “örgütlü bir kötü şaka” olarak yorumlanır, toplumun aklıyla alay ettiği için mahkûm edilirdi. Fakat normal olan her şey yaşadığımız çağa epeyce uzak! “İlginç zamanlarda” yaşıyor, olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Gerçekler tersyüz ediliyor. Doğru ile yanlış, yalan ile gerçek yer değiştiriyor. Dünya ölçeğinde kapitalizmin tarihsel krizi, emperyalist savaş, otoriterleşme ve faşizm olgusu yaşadığımız dönemin tüm karakteristik özelliklerini belirliyor. Örgütsüz işçi sınıfı, gözlerinde kara göz bandı olan bir körebe misali, düşmanının peşinden dipsiz bir uçuruma sürükleniyor. Bu dönemde egemenler açısından işkembeden sallamak, her türlü demagojiye başvurmak serbest! Nasılsa işçi sınıfının çoğunluğu şimdilik gerçeği göremez halde ve onların peşine takılmış durumda…
Öyle ki Yıldırım’ın dolardaki yükselişe ilişkin olarak “dolsa ne olur, dolmasa ne olur” açıklaması, kendi sınıfının penceresinden bakamayan örgütsüz kitleler nezdinde “tabii canım, sanki pazardan dolarla mı domates alıyoruz” şeklinde yankı bulmuştu. Ne yazık ki tüm zenginliği var etme hünerine sahip işçi sınıfımız, örgütsüzken en ucuz yalana dahi aldanabiliyor, en ucuz demagojinin dahi peşine takılabiliyor.
Doların ve demagojinin frensiz yükselişi
1 Amerikan doları, Yıldırım’ın üstün (!) tespitini yaptığı Kasım ayında 3,30 TL iken, tespitin arkasından 3,40 TL’ye yükseldi, Ocak ayının sonlarında ise 3,80 bandında seyretti. Doların frenlenemeyen yükselişi, bu süreçte Türkiye egemenlerinin de dolar üzerine söylemlerini ve sözde politikalarını değiştirmeye zorladı. Yıldırım’ın “dolardan bize ne” türü kur yükselişlerini görmezden gelme politikası tutmayınca, tez elden dolar muhatap alındı ve hatta düşman edildi!
Sermaye devletinin temsilcileri öncelikle “Dolarını Türkiye İçin Boz!” kampanyası başlattılar. Çünkü onlara göre dolardaki yükselişin müsebbibi “dış mihraklar”dı. Türkiye’nin kredi notunu düşürerek uluslararası yatırımcıları kaçıran “üst akıl”a karşı milli seferberlik ilan ettiler. “Vatandaşa” yastık altındaki dolarları bozdurarak, “milli dayanışma” ruhunu canlandırmayı salık verdiler. İşçi ve emekçiler, “dış mihraklara” karşı görev başına döviz bürolarına çağırıldı. Bu süreçte iktidardakiler “milletimiz, milyonlarca dolar bozdurarak büyük oyunu bozacak!” cümlesini dillerinden düşürmediler.
Sanki milyonlarca dolar, emekçilerinin yastıklarının altında, döşeklerinin arasındaymış gibi! Elindeki birkaç on doları bozdurmak için döviz bürolarına giden işçiler, emekçiler elbette oldu. Dolarını bozdurup makbuzunu getiren insanlara küçük esnaf bedava yemek vereceğini, berberler bedava tıraş imkânı sağlayacağını duyurdu! Ama bunlar ancak hükümete ve yandaş medyaya görsel malzeme oluşturdu, o kadar.
Dolar kurundaki yükseliş üzerine son olarak Erdoğan iki kelâm etti! Saray’da yapılan 34. muhtarlar toplantısında konuşan Erdoğan, millet iradesinin öneminden, Türkiye demokrasisinin ne ulu olduğundan, bu ulu demokrasiyi çekemeyen dış mihrakların varlığından bahsetti. Bu yönüyle önceki 33 toplantının bir benzeri olan 34. muhtarlar toplantısında Erdoğan, alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağını tekrar etti. Dış mihrakların ülke içindeki uzantılarının askeri darbeyle ele alamadıkları iktidarı, ekonomik darbeyle ele geçirmeye çalıştıklarını iddia etti. Döviz lobisinin iş başında olduğunu Türkiye üzerine kirli oyunlar oynandığını da sözlerine ekledi. Ayrıca Erdoğan, “Elinde silahı olan teröristle, elinde doları, avrosu olan terörist arasında fark yoktur” sözleriyle politikaya yeni bir terim de kazandırdı: Dolar teröristi!
Peki, Erdoğan’ın yaratıcı tespiti üzerine soralım: Nicedir dilden düşmeyen şu dolarlar gerçekte kimin elinde? İşçi sınıfı dipsiz bir yokluğun pençesinde kıvranırken, burjuvazinin ve onların temsilcilerinin banka hesapları, çelik kasaları milyarlarca dolarla dolu! Üstelik burjuvazinin İsviçre bankaları ya da “ayakkabı kutuları” gibi kayıt dışı dolar bulundurma yöntemleri olduğu da bilinen bir gerçek. Erdoğan’ın politikaları sonucu palazlanan “yeşil sermaye” çevreleri bile yeşil dolarlarını bozdurmuş değil. Meselâ Al Baraka Türk ve Kuveyt Türk gibi “muhafazakâr” müşterileri bulunan bankalarda 6 milyarı kişilere, 4 milyarı şirketlere ait 10 milyar dolar bulunuyor. Hâl böyleyken yastık altına dolar yatırmak bir yana, kıt kanaat geçinen emekçiye “dolar bozdur” demek yüzsüzlüğün dik âlâsıdır!
Erdoğan’ın sözleri üzerinde durulacak bir başka nokta daha var. Bütün dünyanın egemenleri gibi Erdoğan da “terör” ve “terörist” kelimelerini, içeriğini kendi ideolojik çıkarları temelinde manipüle ederek sıklıkla kullanıyor. Egemenler bu kavramların, toplumun zihninde manipüle edilmiş şekliyle yer etmesini amaçlarlar. Örgütsüz işçi ve emekçiler ise ideolojik çarpıtmanın etkisinde kalarak korku ve milliyetçilik duygularıyla kendi sınıf düşmanı olan burjuvazinin politikalarını destekler, hatta hayata geçirilmesi için çaba harcarlar. Türkiye’deki egemenler de bu ideolojik saldırıyı tarihsel olarak hep kullanagelmişlerdir fakat Erdoğan yaptığı son açıklamayla çarpıtmanın, manipülasyonun son noktasını belirlemiştir! Bugün gelinen noktada Erdoğan kendi politik çizgisinin dışındaki herkesi “terörist” ilan ederek hedef göstermektedir.
Türkiye’deki siyasi iktidarın son dönemde dolar üzerine söylediği tüm sözler aslında aynı amaca hizmet ediyor, aynı niteliği taşıyor. Gerek Yıldırım’ın “bize ne”ci sözleri, gerek Erdoğan’ın “dolar teröristi” açıklamaları, ortalığı bulandırmak, piyasayı referanduma kadar oyalamak için sarf edilen ifadeler. Dolayısıyla aynı zamanda sıkışmışlıklarının bir itirafı, kötü gidişat karşısında kuyruğu dik tutma gayretinin bir örneği! Sarf edilen bu sözlerin ve uygulanan politikaların ekonomik açıdan sonuç vermediği apaçık ortada; gün geçtikçe doların yükselişi devam ediyor. Üstelik bu yükseliş, milliyetçi demagojilerle de birleşince var olan istikrarsızlığı da derinleştiriyor.
Ekonomi tam olarak darboğazda! Enflasyon oranları tahminlerin üzerinde artarken büyüme oranları gittikçe düşüyor. İşsizlik ordusu ise genişliyor. Bu da ekonomik krizin etkilerinin çığ gibi büyüyüp gündemin orta yerine düşme olasılığını arttırıyor. Ekonomik sıkışmışlığın yanı sıra iktidarın emperyalist maceralarının neticesinde Batı’yla gerilen ilişkiler, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında gelen operasyonlar, şirketlere atanan kayyumlar, OHAL süresinin uzatılması, düzenlenen saldırılar ve patlayan bombalar, Anayasa referandumu tartışmaları ülke içindeki kaos ortamını derinleştiriyor. Bu tabloya kredi kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılamaz” düzeyine çektiğini ekleyelim. İşte bu atmosfer uluslararası sermayenin ülke dışına kaçmasına neden olurken beraberinde ise döviz açığını getiriyor. Böylece döviz –özel olarak da dolar– lira karşısında değer kazanıyor.
Bretton Woods sisteminin uygulanmaya başlandığı 1944 yılından beri Amerikan doları, dünya piyasasında en çok kullanılan para olma yönüyle bir nevi ülkelerin ortak para birimidir. Bretton Woods sisteminin 1971 yılında çökmesine rağmen doların uluslararası para piyasasındaki rolü değişmedi. Bugün uluslararası ticaretin (ithalat ve ihracat) yaklaşık %60’ı dolar ile yapılmaktadır. Türkiye ithalat hacminin yüksek olduğu (2016 yılı dış ticaret verileri, 200 milyar dolarlık ithalat gerçekleştiği yönünde) ve dışa oldukça bağımlı bir ekonomiye sahip. Rakamlar ve gerçekler ortada. Fakat işçi sınıfının örgütsüzlüğü nedeniyle egemenlerin demagojik söylemleri şimdilik prim toplayabiliyor. Ama gerçekler direngendir! Günü geldiğinde belirgin bir şekilde su yüzüne çıkar. Gerçekliğin bu direngenliği, sınıf devrimcilerinin azmi ve direngenliğiyle birleştiğinde dünyadaki esirlik son bulacak! Ama önce bilincindeki esaret zincirlerinden kurtulacak olan işçi sınıfı, egemenlerin demagojilerine asla prim vermeyecek!
link: Yılmaz Seyhan, Dolar Üzerine Demagojik Salvolar, 2 Şubat 2017, https://marksist.net/node/5492
Savaşa HAYIR!
Dünü Bugüne, Bugünü Yarına Bağlamak