Burjuva medyada yine milliyetçi fırtınalar kopuyor. Siyasetçisinden köşe yazarına herkes Fransa’ya ve Sarkozy’ye küfretmek ve bir Ermeni soykırımı yaşanmadığını kanıtlamak için birbiriyle yarışıyor. Fransa’ya sıkılan kallavi tehditlerle, Fransız şirketlerini ve markalarını boykot etme çağrıları gırla gidiyor. Popülist ve lümpen bir dille icra edilen şovenist histeri edebiyatı ağızdan salyalarını saça saça haykırıyor: “Kalleş Fransa, asıl sen Cezayir’de yaptıklarının hesabını ver!”
Gerçekten de sömürgeci Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları unutulmamalı. Elbette Türk devletinin ve bugün “Kalleş Fransa” diye şovenist histeriyle höyküren beylerin o dönemde ulusal kurtuluş savaşı veren Cezayir’den yana tutum almadığı da unutulmamalı. 1958’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cezayir’in bağımsızlığı oylanırken Türkiye çekimser kalmıştı. Türkiye, NATO’daki müttefiki Fransa’nın Cezayir’deki katliamlarına ve sömürgeciliğine de ses çıkarmamıştı. Ermeni soykırımı gündeme gelince Başbakan Erdoğan ve burjuva yazarlar “Tencere dibin kara, seninki benden kara” misali Fransa’nın Cezayir’deki katliamlarını dile getiriyor. Her kapitalist devlet kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Mazlumların yaşadığı acılar hiçbir kapitalist devletin umurunda değil! Çirkeflik ise diz boyu!
2001 yılında Fransız meclisi, 1915 döneminde Ermenilere yaşatılanları bir soykırım olarak kabul etmişti. Şimdi kabul edilen tasarı Fransa’nın resmen kabul ettiği soykırımları inkâr etmeyi suç haline getiriyor. Sarkozy hükümetinin desteği %30’lara gerilemiş durumda. Fransa’da yaşayan 500 bin Ermeni’nin desteğini kazanmak 2012’de yapılacak seçimler öncesinde Sarkozy açısından önemli. Ermeni soykırımının zaten kabul edildiği Fransa’da, Ermenilerin böyle bir yasadan memnuniyet duymalarının da ardında yatan sebepler var. 1970’li yılların sonlarında Ermeni milliyetçisi ASALA örgütünün Türkiye’nin elçiliklerini ve diplomatlarını hedef alan terör eylemleriyle birlikte, Türkiye, iç ve dış kamuoyuna yönelik kapsamlı bir propaganda kampanyası başlatmıştı. Bu kampanyada soykırım inkâr edilmekle kalınmadı, Ermenileri aşağılayan ve yaşadıkları acıları hiçe sayan saldırgan bir dil de kullanıldı. Bu dil bugüne dek özde hiçbir değişikliğe uğratılmadan devam ettirildi. Birkaç yıl önce bugün Ergenekon davasından tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in öncülük ettiği ırkçılar ve derin devlet zevatı tarafından “Talat Paşa Komitesi” kuruldu. Ermeni tehcirinin emrini veren İttihatçı Talat Paşa’yı bile sahiplenen bu örgüt, Avrupa’da soykırımı inkâr etmek üzere yürüyüşler düzenleyerek 1915’teki katliamlardan kurtulanların torunlarını rencide etti. Fransa’daki Ermenilerin, soykırımı inkârı hapisle cezalandıran bir yasayı talep etmelerinde, TC devletinin ırkçı söyleminin de, Talat Paşa Komitesinin ırkçı saldırgan üslubunun da payı vardır.
Ancak 2006 yılında meclis gündemine gelip reddedilen bu yasanın bugün yeniden gündeme gelmesinin ve kabul edilmesinin tek sebebi Sarkozy hükümetinin oy hesapları ve Fransa’daki Ermeni diasporasının haleti ruhiyesi değildir. Ortadoğu’da kızışan hegemonya kavgasında emperyalist haydut devletlerin birbirleriyle rekabetleri ve çıkar çatışmaları asıl belirleyici faktördür. Geçtiğimiz aylarda Libya meselesi Fransa’yla Türkiye’yi karşı karşıya getirdi. Libya’da Kaddafi rejiminin devrilme sürecinde, Libya’da milyarlarca dolarlık yatırımları olan Türk burjuvazisi ile Kaddafi muhaliflerini destekleyerek Kaddafi sonrası Libya pastasından daha büyük dilimi kapmak için iştahla saldıran Fransa arasında ipler gerilmişti. Bugün Fransa burjuvazisiyle Türk burjuvazisi arasında süregiden çekişmenin odak noktasının, Ortadoğu’da yürüyen emperyalist hegemonya kavgası olduğunu gözardı etmemek gerekiyor. Fransız burjuvazisi bugün Ermenilerin acılarını sömürerek Türkiye burjuvazisini köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Türkiye işçi sınıfı, Fransa’nın ya da Türkiye’nin kirli emperyalist çıkarlarına asla taraf olmamalıdır. Fransız burjuvalarının kirli hesaplarını da, Türkiye egemenlerinin inkâra dayalı çirkef propaganda kampanyasının ardına gizlenen çıkarları da açıkça dile getirerek, Ermeni halkına kardeşlik elini uzatmalıdır.
Hrant Dink: Türk ve Ermeni halklarının kardeşlik manifestosu
Hrant Dink alçakça bir suikastla katledildiği güne kadar, Ermeni halkının yaşadığı acıların emperyalist çıkarların malzemesi yapılmasına karşı durmuştu. Halkların konuşması ve birbirlerini anlaması için emperyalist devletlerin meclislerinde alınacak kararlara ihtiyaç yoktu. Bilakis bu tür kararlar ve ardındaki kirli hesaplar, gerçekleri gölgeleyen ve halkların birbirlerini anlamasını engelleyen uğursuz bir işlev taşıyordu. 2001 yılında Fransa’da Ermeni soykırımını kabul eden tasarı gündeme geldiğinde Dink şöyle diyordu:
“Paris’e gideceğim. Orada Concorde Meydanı’nda bir taşın üzerine çıkacağım ve haykıracağım: ‘1915’te Ermenilere soykırım yapılmamıştır.’ O taşın üzerinden ineceğim, Ankara’ya gelecek Güven Park’ta bir taşın üzerine çıkacağım ve ‘1915’te Ermenilere soykırım yapılmıştır!...’ Fransa bir kolumdan Türkiye öteki kolumdan tutup beni hapse sürüklemek isteyecek. Ama ben düşünce özgürlüğünü savunmaktan bir an bile geri kalmayacağım. Bu benim bir aydın olarak, bir insan olarak namusumdur, ödevimdir, sorumluluğumdur.”
Hrant Dink, yurtlarından sürülmüş ve büyük ölçüde yok edilmiş Ermeni halkının sosyalist bir aydınıydı. Bu yüzden 19 Ocak 2007’de devletin kontrgerilla örgütü tarafından katledildi. Türk ve Ermeni halklarının birbirini anlaması ve kardeşleşmesi için verdiği mücadelenin bedelini hayatıyla ödedi.
Türk egemenler neden inkârcı?
Ermenilerin 1915’te yaşadığı büyük felâketi Türkiye’deki tarihçiler ve siyasetçiler de dâhil tüm dünya biliyor. Türkiye nüfusunun önemli bir kesimi ise devletin ve şovenist odakların sahtekârca yürüttüğü propagandalarla kandırılıyor. Devlet ve milliyetçi odaklar soykırıma dönüşen tehcir kararının 1 milyona yakın Ermeni’nin yok edilmesiyle sonuçlandığını bildikleri halde alenen yalan söylüyor. Bu kadar bariz olan tarihsel gerçekler utanmazca inkâr ediliyor. Ekonomik ve siyasal çıkarları söz konusu olduğunda burjuvalar, inkârcılıkta da, sahtekârlıkta da sınır tanımıyorlar. Türkiye egemen sınıfı Anadolu’yu Türkleştirerek halklar mozaiği olan bu coğrafyayı tek kimlikli hale getirmeye çalışan İttihatçı geleneği cumhuriyet tarihi boyunca sürdürdü. Türkiye’de yaşayan gayrimüslim halkların mülklerine ve topraklarına el koyarak semiren egemenler, hırsızlıklarını örtmek için milliyetçiliğe ve yalan propagandaya sarılıyorlar. Egemenler Anadolu’daki tüm mülkiyeti gasp edebilmek ve tek kimlikli bir devleti tamamen kendi kontrolleri altında tutabilmek için Ermenilerin, Rumların ve Süryanilerin tehcir edilmesiyle ve kırımdan geçirilmesiyle yetinmediler. 2. Dünya Savaşı döneminde, kalan gayrimüslimleri de varlık vergisiyle soydular, çalışma kamplarında emeklerini sömürdüler. 6-7 Eylül 1955’te ticareti tamamen kendi denetimlerine alabilmek için, örgütledikleri faşist sürüleri İstanbul’daki gayrimüslimlerin evlerine ve işyerlerine saldırttılar. Gayrimüslimler korku içerisinde bir kez daha yurtlarından koparak başka ülkelere göç etmek zorunda kaldılar.
Mülkiyet ve çıkar uğruna gerçekleştirilen onca zalimliğin ardından Türkiye egemenlerinin kanlı geçmişlerini, Anadolu’nun gerçek tarihini ve çok kimlikli yapısını itiraf etmesi, milliyetçiliğin dayanaklarını zayıflatacaktır. Devletin Ermeni meselesinde, bugüne kadar sistematik bir yalan kampanyası eşliğinde halkı nasıl kandırdığının ortaya çıkması, başka konularda da halka söylediği yalanların sorgulanmasına yol açacaktır.
Burjuvazi, Türkiye işçi sınıfını sömürebilmek ve ezilenler üzerindeki siyasi egemenliğini sürdürebilmek için kitleleri milliyetçilikle kandırıyor, uyutuyor, yeri geldiğinde kışkırtıyor. Tarihsel gerçeklerin ve burjuvaların kirli çıkarları için neler yaptıklarının herkesçe bilinmesi sömürü düzenini zora sokar.
Ermeni soykırımının kabul edilmesi durumunda, topraklarından sürgün edilmiş Ermenilerin torunlarının gasp edilen arazileri için tazminat talep etmesi de gündeme gelecektir. Açgözlü Türk burjuvazisi gasp ettiği toprak için tazminat vermek istemiyor. Türkiye halklarına yıllardır söylenen yalanlar kadar dış kamuoyuna yönelik yalan kampanyaları da Türk burjuvazisini geri dönülmez bir noktaya getirmiş durumdadır.
Kapitalist sömürü düzeni devam ettiği sürece dünya üzerinde katliamlar, kirli çıkarlar ve yalanlar sona ermeyecek. Dünya halklarını barışa ve kardeşliğe götürecek yol burjuva egemenliğine son vermekten geçiyor:
“Halklar arasındaki düşmanlıkların aşılması, barış ve kardeşliğin kurulması burjuva milliyetçiliğinin diplomasi ve güç oyunlarıyla asla sağlanamaz. Bu mecradan ancak, geçmişte olduğu gibi kan, şiddet ve daha fazla düşmanlık çıkar. Gerçek kardeşliğin önündeki en büyük engel, bu siyaset oyunlarının üzerinde yükseldiği kapitalizmin ta kendisidir. Kapitalizme son verilmedikçe kardeşliğin yolu döşenemez.” (Deniz Moralı, “Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir”, www.marksist.com, Nisan 2005)
link: Serhat Koldaş, Ermeni Halkının Acıları ve Egemenlerin Çıkar Çatışması, Ocak 2012, https://marksist.net/node/2909
Katledilişinin 5. Yılında On Binler Hrant İçin Yürüdü
Katliamların Hesabını Soracağız!