Trajik biçimde işlenen suçlar, toplumsal çürümenin en açık biçimde sergilendiği durumlardır. Cinayetler, tecavüzler, işkenceler ve benzeri zorbalıklar hem tek tek insanlarda hem de toplumlarda haklı olarak infial uyandırır, öfkeleri kabartır. Toplumun geniş kesimleri bu suçların en ağır biçimde cezalandırılmasını ister ve bekler. Bu tür cezalarla da, bir yandan kabaran öfkeler dindirilirken diğer yandan da bu cezalardan ibret alınarak bu suçların ortadan kalkması, en azından azalması umulur. Çünkü toplumun geniş kesimlerinde suçlulara verilecek bu ağır cezalarla sorunların çözülebileceğine dair bir kanı hâkimdir.
Son dönemlerde çocuklara yönelik trajik tecavüzler ve cinayetler vesilesiyle bu sorunlar ve bu sorunların ortadan kalkması için uygulanması salık verilen cezalar üzerine yine çok konuşuldu. Erdoğan da dâhil olmak üzere birtakım zevatın “idam”ın yeniden uygulamaya sokulmasına dair laflar etmesiyle konunun toplumsal boyutlarının üzerinden tümüyle atlanarak sorunun ağır cezalarla çözülebileceği yönündeki klasik yaklaşımlar yine gündeme geldi. Burjuva medya bu tür olaylar sözkonusu olduğunda paranoyak bir toplum yaratmaya yönelik bildik tutumlarını pervasızca sergilediği için, kaygıları alabildiğine körüklenen insanlar da bu “çözümler”in en etkili biçimde uygulanmasını istemeye başladılar.
Oysa en ağır cezalar uygulansa bile suçların ortadan kalkmadığı aksine gün geçtikçe daha da yaygınlaştığı açık gerçeklerdir. Çünkü suç, bireylerin tekil iradelerinden bağımsız olarak, nesnel bir zemine sahiptir ve büyük oranda toplumsal koşullardan kaynaklanan bir olgudur. Kapitalizm de kendinden önceki tüm sınıflı toplumlar gibi suçun kaynağını oluşturan çelişkilerle toplumu yüz yüze bırakmaktadır. Kapitalizmin yarattığı sosyal koşullar toplumu çürüten bir bataklık gibidir ve bu bataklıkta da her türlü pislik kolayca üremektedir. Kapitalizmi kutsayanlar ise bütün bu pislikleri onun ürettiğini görmezden gelirler ve suçun tüm yükünü onu işleyen bireylerin üzerine yıkarlar.
Suç ve ceza
Suç, ceza hukukçularına göre basitçe kanun koyucunun topluma zarar veren ya da tehlikeli olduğunu belirlediği fiillerin işlenmesi ile ortaya çıkar. Bu fiilerin tehlikeli ve topluma zarar verici olduğunun belirlenmesi ise şüphesiz kanun koyucu gücün tasarrufundadır. Kanun koyucu yani egemen sınıf nelerin suç olduğunu tanımlar ve suç olarak tanımladığı bu fiillerden bireylerin iradeleri ile uzak durmasını söyler.
Oysa Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde söylediği gibi, “nasıl hukukun kendisi salt iradenin ürünü değilse, suç da, yani toplumda egemen koşullara karşı bireyin verdiği mücadele de salt iradenin ürünü değildir”. Hukuk denildiğinde sınıflardan bağımsız genel bir iradenin şekillendirdiği normları anlayanlar, suçta da hukukun basit, sıradan bir ihlâlini görmekle yetinirler.
Ne var ki suç bu görünenden çok daha derinde bulunan faktörler etkisinde oluşmuş bir sonuçtur. Suçluları kendi kaderlerini kendileri belirleyen özgür varlıklar olarak görmek gerçeklerle bağı olmayan bir düşüncenin ürünüdür. Çünkü bireylerin asla kendi iradelerine bağlı olmayan maddi yaşam koşulları, karşılıklı ilişkiler içerisinde bireylerin iradelerini de son kertede belirler. Açlık, yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayan insanların suç işleme ihtimallerinin yüksekliğinin anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Örneğin hırsızlık kapitalistlerin hukukuna göre suçtur. Bu suçu işlemeye yoksulluk içerisindeki bir insanın yönelmesi kuvvetli ve anlaşılabilir bir ihtimalken, bir burjuvanın basit hırsızlık olaylarına karışması ise neredeyse ihtimal dışıdır. Çünkü o, yasalarla garanti altına alınmış en büyük soygunu, işçilerin emek gücünü sömürerek artı-değer soygununu gerçekleştirdiği için böylesi bir hırsızlığa ihtiyaç duymaz.
Suçların oluşum nedenleri maddi koşullara o denli bağlıdır ki, fazla ve yaygın karşılaşılan suçlar, sayıları ve nitelikleri yönünden belirli bir düzenlilik gösterirler. Marx, ölüm cezası üzerine New York Daily Tribune’e yazdığı gazete yazısında bunu çarpıcı biçimde ortaya koyar. Yıllık doğum ve ölüm sayılarını yaklaşık olarak önceden söyleyebileceğimiz gibi, kaç kişinin ellerini hemcinslerinin kanıyla boyayacağını, kaçının kalpazan olacağını, kaçının uyuşturucu madde ticareti yapacağını bile, hemen hemen aynı şekilde önceden kestirebiliriz diyen bir yazarın yaptığı suç ihtimalleri hesabında, 1830 yılında Fransa’da yalnız işlenen suçların tutarını değil, bütün değişik türlerini de şaşırtıcı bir kesinlikle önceden kestirdiğini aktarır. Sonra da sorar: “Suçlar fiziksel olgularda rastlanan bir düzenlilik gösteriyorsa, o zaman yenilerinin gelebilmesi için yer açmak üzere bir sürü suçluyu asan celladı göklere çıkaracak yerde, bu suçları üreten sistemin değiştirilmesi üzerine derin derin düşünmek gerekmez mi?” Elbette suçun kaynağı onu yeniden ve yeniden üreten sistemin kendisi olduğuna göre değişmesi gereken de odur.
Esasında suçu üreten kapitalist sistemken, burjuvalar, suçun bütün yükünü utanmazca ezilen kesimlerin üzerine yıkarlar. Toplumun çoğunluğunu yaşamlarının bu suçları işleyenler yüzünden tehdit altında olduğuna inandırırlar ve bu kesimleri cezaları en sert biçimde uygulayabilmek için arkalarına alırlar. Burjuvazi kendi bekası için var ettiği suçları işleyenlere karşı da yola getirici ve yıldırıcı olarak ceza hükümleri uygular. Ne var ki tarihsel bilgimiz ve istatistikler bize açıkça şunu söyler ki, toplumun cezayla yola geldiği ve yıldığı vaki değildir. Ortaya çıkan suç infial uyandıracak denli ağır olsa da büyük cezalarla bu suçları ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Suçu ortadan kaldırmak için ne yapmalı?
Ezilen sınıflardan bireyler genel olarak sınıf baskısına karşı direnme ve adaptasyon sağlayabilmek için suça yönelirler. Engels haklı olarak ezilenlerin suça yönelimini baskıya karşı etkisiz, kolayca bertaraf edilebilecek kişisel bir tepki olarak niteler. Bu yüzden işçilerin üzerlerindeki baskıyı bertaraf etmek için kolektif bir mücadeleye yönelmek dışında bir şansları yoktur. İşçi sınıfı kapitalizmin yarattığı maddi yaşam koşullarının baskısına karşı sadece örgütlü ve devrimci mücadelesi ile karşı koyabilir.
Paris Komünü sırasında ortaya çıkan tablo, sınırlı imkânlar dâhilinde ortaya çıkan bir işçi iktidarında bile suçun hemen hemen ortadan kalkmasını çarpıcı biçimde sergiler. Fransa’da İç Savaş kitabında Marx Komünarların Paris’ini şöyle tasvir eder:
“İkinci İmparatorluğun bozulmuş Paris’inin en küçük izi bile kalmamıştı. Paris artık Britanyalı büyük toprak sahiplerinin, İrlandalı absentees’in, Amerikalı eski köle sahipleri ve har vurup harman savuranların, eski Rus toprak kölesi sahipleri ve Romanya boyarlarının buluşma yeri değildi. Artık cesetler morga taşınmıyor, gece saldırıları, hırsızlıklar olmuyordu; gerçekte, 1848 Şubat günlerinden bu yana ilk kez olarak, Paris sokakları, hem de hiçbir tür polis olmaksızın, güvenli idiler.
“«Artık adam öldürme, hırsızlık, saldırı gibi şeylerden söz edildiğini duymuyoruz» diyordu bir Komün üyesi, «sanki polis tüm tutucu müşterilerinin topunu, kendisi ile birlikte Versailles’a sürüklemiş!»
“Aşifteler, koruyucularının –ailenin, dinin ve her şeyin üstünde de mülkiyetin koruyucuları olan kiriş-kıranların (francsfileurs)– ardından gitmişlerdi. Onların yerine, ortaya, ilkçağ kadınları gibi, kahraman, soylu ve özverili gerçek Paris kadınları çıktı. Çalışan, düşünen, savaşan, kanayan, yeni bir toplum yaratmakla meşgul, kapılarına dayanmış yamyamları neredeyse unutan, tarihsel girişkenliğinin coşkusu içinde ışıldayan.”
Burjuvazinin “suç önleyici” yasalarının yüzyıllardır yapamadığını Paris Komünarları kısa süre içerisinde hayata geçirmişti yani. Çünkü suçun ortadan kalkması için sosyal koşullarda radikal bir değişiklik yapılması gerekiyordu ve işçilerin iktidarı ile bu radikal değişiklik sağlanmıştı. Burjuvazinin baskıcı polisiye tedbirleri suçu ortadan kaldıramayıp yalnızca üzerini örtebilirken, işçilerin öz yönetimi suça yol açan koşulları hızla bertaraf edebiliyordu.
Paris Komünü ile birlikte yaşananların ortaya koyduğu gibi, devrimden başka hiçbir şey suçun ilacı değildir. İşçilerin iktidarı ile başlayacak devrimci süreçle birlikte suçun kaynağı olan maddi yaşam koşulları değişmeye başlayabilir çünkü. Komünist toplumun yolunu döşeyen süreçlerde ve elbette komünist toplumda, kişisel ihtiyaçlar karşılanarak, eşitsizlik giderilerek ve kişi ile toplum arasındaki çelişkiye son verilerek suçun toplumsal zemini ortadan kaldırılmış olacaktır. Suçun varlığını sürdürmesini sağlayan şey toplumun sınıflı yapısı olduğuna göre bu sorunun çözümü de sınıfların ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilecektir.
Her bir insanın özgürce gelişmesini sağlayacak yeni bir toplum yaratılmadan bireylerin maddi yaşam koşullarının yarattığı çelişkiyle baş etmesi mümkün değildir. Bu yüzden kapitalist düzenin her gün onlarcasını bize yaşattığı, gösterdiği trajik suçların ağır cezaların uygulanması ile ortadan kalkacağını düşünmek yanlıştır. “Suç”un asıl suçlusu da sömürü ve baskıya dayanan bu düzendir. Kapitalizmin neden olduğu ve varlığıyla ona kan veren “suç”u ortadan kaldırmak için, sınıf mücadelesini bu sistemi yıkmak üzere örgütlemek gerekir. Bunu hedeflemeyen en iyi niyetli çabalar bile boşunadır.
link: Selim Fuat, Kapitalizm Bir Suç Bataklığıdır, Haziran 2014, https://marksist.net/node/3480
Sefalet ve Savaşlar Turistik Metaya Nasıl Çevrilir?
Seçim Yaklaşırken AKP’nin “Çözüm” Oyunu