Saraybosna’da 12 Ekim 1999 günü doğan ve sembolik olarak, yaşayan 6 milyarıncı insan ilan edilen Adnan Neviç 12. doğum gününü daha yeni kutlamışken, Birleşmiş Milletler örgütünün Nüfus Birimi bir açıklamada bulundu. Bu açıklamaya göre 31 Ekimden bu yana yeryüzü üzerinde nefes alıp veren insan sayısı 7 milyarı aştı.
Neolitik çağda 10 milyon civarında olduğu tahmin edilen dünya nüfusu, 10 bin yılda 500 milyona yükselmiş, son 350 yılda ise 500 milyondan 7 milyara ulaşmıştı. Birleşmiş Milletler’in nüfus biriminin yaptığı çalışmalara göre, artış bu hızla devam ederse dünya nüfusunun 2030 yılında 10 milyara, 2070 yılında da 20 milyara ulaşması bekleniyor. 17. yüzyıl ortalarına kadar son derece yavaş artan dünya nüfusunun kısa aralıklarla bu denli yükselmesi, bir yandan insanı şaşırtırken diğer yandan da bu hızlı yükselişin temelinde kapitalizmin üretici güçleri muazzam düzeylerde geliştirmesinin olduğunu göstermektedir.
Beklenebileceği gibi insan nüfusunun 7 milyara ulaşması haberi burjuva medyanın genelinde yer aldı ve nüfustaki bu artışın dünyayı felâkete sürüklediği yolundaki yorumlar son derece yaygın bir şekilde görülür oldu. Dünya nüfusundaki bu artışın, gıda güvenliği, su ve diğer doğal kaynakların sürdürülebilirliği açısından büyük tehdit oluşturacağı söylendi. Bu gidişle şehirlerde hayatın artık yaşanmaz hale geleceğinden, içecek temiz su bulunmayacağından, çevrenin büyük bir yıkıma uğrayacağından dem vuruldu.
Bu yaklaşımlar esasen Yeni Malthusçuluk denen ve insan nüfusunun insanlık ve doğa için bir tehdit oluşturduğunu iddia eden gerici görüşler temelinde ifade ediliyor. Bu görüşleri savunanlara göre doğal kaynaklar kısıtlı olduğundan, dünya eninde sonunda üzerindeki nüfusu besleyemez hale gelecek ve nüfustaki artışın önüne geçilmezse bu durum nihayetinde büyük bir yıkıma yol açacak.
Ne var ki bu görüşler aslında hiç de yeni değil ve Marx ve Engels tarafından uzun zaman önce eleştirilip geçersizleştirilmiş düşünceler. Ancak, kendi yarattıkları sorunların kaynağını işçilerin ve diğer yoksulların bilinçsizce üremesi olarak göstermek ikiyüzlü burjuvazinin her zaman işine geliyor. Her dönemde kendi müşterisini fazlasıyla bulmuş olan bu yalan halen itibar görmeye devam ediyor. Bu yüzden Malthus’u ve onun görüşlerini çürüten bilimsel sosyalizmin iki büyük ustasının görüşlerini hatırlamakta fayda var.
Malthusçu düşüncelere karşı Marksist tutum
Malthus 18. yüzyılın sonlarında yaşamış bir İngiliz papazdır. Ancak ilgi alanı ilahiyatla sınırlı değildir. Aynı zamanda klasik iktisat ekolünün fikirlerini de taşıyan Thomas Robert Malthus, 1798’de yazdığı “Toplumun Gelecek Gelişmesine Etkileri Yönünden Nüfus İlkeleri Üstüne Deneme” adlı eserinde; toplumdaki açlık ve yoksulluğun, insan ve hayvanların nüfusunun geometrik dizi kuralına uygun şekilde artması karşısında, besinlerin ancak aritmetik dizi kuralına uygun olarak arttırılabilmesinden kaynaklandığını savunur. Yani nüfus (2, 4, 8, 16, 32, 64) biçiminde artarken, besinler (1, 2, 3, 4, 5, 6) biçiminde artar; örneğin 2 birim sayıda insan varken besin miktarı 1 birim ise insan sayısı 64 birime çıktığında besin miktarı sadece 6 birim olacaktır. Malthus’a göre bu durum beslenme olanakları (geçim araçları) ile nüfus arasındaki dengeyi bozar. Bu yüzden de sefaletin nedenlerini ekonomik ve sosyal düzende aramak doğru değildir!
İki yüzyıldan fazla süredir bu görüşler burjuvalar tarafından yoksulluğun, kıtlığın ve çevresel felâketlerin sebebini izah etmede kullanılıyor. Malthus’un bu fikrinin siyasetteki karşılığı da burjuvalar açısından kıymetlidir. Çünkü Malthus, geliştirdiği nüfus öğretisi ile, toplumun gelecekte daha iyi duruma gelmesinin eşitsizliği azaltan herhangi bir süreç yoluyla olamayacağını, yaptığı hesaplamalarla kanıtladığını ileri sürmüştür. Bu yüzden Malthus, piyasanın yoksullar üstünde yaptığı acımasız etkiyi hafifletecek önlemlere açık biçimde karşı çıkar. Malthus’a göre, açlık ve yoksulluğa çare bulmaya uğraşmak yanlıştır. Açlığa çözüm bulmak, nüfusun daha da artmasına yol açacağından açlıkla mücadele edilmemelidir. Yoksullara yapılacak yardımlar, onların ahlâki düşkünlükleri nedeniyle nüfusun daha hızlı artmasına neden olacağı için bu yardımların kaldırılması gereklidir.
Malthus’un görüşlerinin bilimsel dayanaktan yoksunluğunu gösteren temel olgu, geçim araçlarının artışının aritmetik dizi kuralına göre gerçekleştiği düşüncesinin bir efsane olmasıdır. İnsanın müdahale etmediği soyut bir durumu varsayarsak bitki ve hayvan toplulukları için bu kurala yakın kimi durumlarla karşılaşılabilir elbette. Ancak üretim faaliyetini gerçekleştirebilen insan evladı için neden böyle bir kısıtlılık söz konusu olsun ki? Zaten yüzyıllar içerisinde bu durum defalarca kanıtlandığı, örneğin besin üretiminde muazzam gelişmeler olabildiği için yeni Malthusçular, Malthus’un “kısa dönemde” yanıldığını kabul etmek zorunda kalıyorlar. Ama uzun dönemde haklı çıkacağını, eninde sonunda dünyanın aşırı nüfusu besleyemeyeceğini ileri sürerek görüşlerini savunmayı deniyorlar.
Engels Malthus’un görüşlerinin işçi sınıfı için ne anlam ifade ettiğini şu sözlerle açıklar:
“Bu öğretinin yaratıcısı Malthus, nüfusun geçim araçları üzerinde sürekli bir baskı yarattığını öne sürmekte, üretim arttıkça nüfusun da aynı oranda arttığını ve nüfusun varolan geçim araçlarının ötesinde çoğalma eğiliminin, yoksulluğun ve tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu söylemektedir. Çünkü insanların sayısı pek çok olunca, bunların şu ya da bu yolla ortadan kaldırılmaları gerekir: Ya bunlar şiddet yoluyla öldürülmelidirler, ya da açlıktan ölmelidirler... Bu düşünce çizgisinin vardığı sonuç, bu fazlayı oluşturanlar yalnızca yoksullar olduğuna göre, açlıktan ölmelerini kolaylaştırmak, bu durumun çaresiz olduğuna ve bir tüm olarak sınıfları için çoğalmanın mutlak bir asgaride tutulmasından başka bir kurtuluş yolu olmadığına inandırmak dışında, onlar için yapacak başka bir şey yoktur. Ya da eğer bu işe yaramayacak olursa, her işçi sınıfı ailesinin iki-üç çocuğa sahip olmasına izin verilen ve fazlasının acı çektirmeden öldürülmelerinin sağlanması yolundaki 'Marcus'un önerisi gibi, yoksul çocuklarını acı çektirmeden öldürecek bir devlet kurumunun kurulması her zaman iyidir. Yardımseverlik büyük bir suçtur, çünkü bu, fazla nüfusun çoğalmasına yol açar.”[1]
Marx da, Malthus’a dayanarak nüfus planlaması çağrısı yapan burjuvazinin ikiyüzlülüğünü anlatır:
“Burjuvazi, işçinin varlığını bir asgariye indirgedikten sonra, onun üreme sayısını da bir asgariye indirgemek ister. Ama burjuvazinin sözlerinde ve öğütlerinde, fazla bir ciddiyet olmadığı şundan bellidir: Birincisi: Modern sanayi, erginlerin yerine çocukları çalıştırmakla, çocuk dünyaya getirenlere gerçek bir prim uygulamış oluyor. İkincisi: Büyük sanayi, fazla-üretim anları için, işi olmayan işçilerden kurulu bir yedek orduya sürekli olarak gereksinme duyar. Burjuvazinin, işçilere karşı, başlıca amacı, genel olarak emek-metasını mümkün olduğu kadar ucuza ele geçirmek değil midir? Bu da, ancak, bu metanın arzı, talebine oranla mümkün olduğu kadar fazla olursa, yani olabildiği kadar fazla nüfus varsa elde edilmez mi? Demek ki, fazla nüfus burjuvazinin çıkarınadır ve burjuvazi, işçilere, yerine getirmesinin olanak dışı olduğunu bildiği iyi bir öğüt verir. Sermaye, ancak işçileri çalıştırarak çoğalabildiğine göre, sermayenin çoğalması, proletaryada bir artışı içerir ve görmüş olduğumuz gibi, sermaye ile emek arasındaki ilişkilerin niteliğine uygun olarak, proletarya, göreli olarak, daha da hızlı bir biçimde çoğalmaktadır.
“Bununla birlikte, yukarda anılan, doğal yasa demekten pek hoşlandıkları teori, yani nüfusun geçim araçlarından daha çabuk artması teorisi, burjuvazinin vicdanını rahatlatması, onun katı yürekliliğini ahlâki bir görev haline getirmesi, toplumsal sonuçları doğal sonuçlar haline dönüştürmesi ve son olarak da, proletaryanın açlıktan kırılmasını diğer doğa olayları karşısındaki aynı serinkanlılığıyla, küçük parmağını bile oynatmadan seyretme fırsatını burjuvaziye sağlaması ölçüsünde burjuvazi tarafından, son derece olumlu karşılanmıştır; öte yandan, bu teori, burjuvanın, proletaryanın yoksulluğunu sanki onun kendi kabahati imiş gibi kabul edip cezalandırmasına olanak verir. Proletarya, aklını kullanarak, doğal içgüdüsünü frenlemekle ve ahlâki denetimiyle, doğal yasanın kötü gelişmesini önleyebilir.”[2]
Engels Malthus’u istihdam araçları kavramının yerine geçim araçları kavramını geçirmekle suçlar. Oysa istihdam araçları geçim araçları değildir. Kapitalist üretimin gelişmesi daha az sayıda işçiyle aynı işin yapılmasını sağladığı için aynı miktarda iş için istihdam edilen işçi sayısı giderek düşer. Bu yüzden nüfusun baskısı esasen istihdam araçlarının üzerindedir, geçim araçlarının değil. Çünkü üretici güçlerdeki en küçük bir ilerleme bile geçim araçlarının derhal artmasına yol açar. Zaten Malthus’un hesabı, gıda ve tarımsal üretimdeki üretici güçlerin olağanüstü gelişimi sayesinde, üretim kapasitesinde geometrik artışların da ötesinde hızlı büyümenin yaşanmasıyla boşa çıkmıştır. Bugün üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi, yeryüzündeki insan sayısından çok daha fazlasının yeterli ölçülerde geçim aracına sahip olabilmesini sağlayabilecek düzeydedir ama kapitalist ilişkiler bunun gerçekleşmesine izin vermemektedir.
Kapitalist üretimin sınırlarını insanların gerçek ihtiyaç düzeyleri, yani Engels’in deyimiyle “aç karınlar” değil, satın alıp para ödeyebilecekler belirlediği için, burjuva toplum daha fazla üretmek istemiyor. Ya da rekabet yüzünden “satılabilecekten” daha fazla ürettiğinde de bunları ihtiyacı olan “aç karınlara” ulaştırmıyor. Örneğin her gün 1 milyara yakın insan yatağına aç girmek durumunda kalırken, satılamayan sütler boş arazilere dökülebiliyor. “Fazla nüfus” böylelikle sefalete, yoksulluğa, ölüme terk ediliyor. Sonra da Malthusçulardan bunun onların kaderi olduğu sözlerini duyuyoruz.
Engels, ayrıca, Malthus görüşlerinde haklı olsa bile bundan kapitalizmin yıkılması gereğinden başka bir sonuç çıkmayacağını söyler:
“Bu teori ve bir bütün olarak iktisat sayesinde dikkatimiz, yeryüzünün, insanlığın üretici gücüne çekilmiştir ve bu ekonomik umutsuzluğun üstesinden geldikten sonra, aşırı nüfus korkusundan artık tamamen kurtulduk. Bu teoriden toplumsal bir dönüşüm için en güçlü ekonomik savlar çıkarıyoruz. Üstelik Malthus, tamamen haklı olmuş olsa bile, bu dönüşüme derhal girişilmesi gerekiyordu; çünkü Malthus'un aşırı nüfusa karşı en kolay ve etkili önlem olarak öne sürdüğü, üreme içgüdüsünün ahlâkın dizginlenmesi, ancak böyle bir dönüşüm ve bu dönüşümün kitlelere getirdiği eğitim ile sağlanabilir. Bu teori sayesinde, biz, insanın en ağır bir biçimde aşağılanmasını, onun rekabete olan bağımlılığını görmüş olduk. Bu, bize, özel mülkiyetin, son tahlilde, üretilişi ve yok edilişi de yalnızca talebe bağlı olan insanı nasıl bir meta haline getirdiğini, rekabet sisteminin bu yoldan milyonlarca insanı nasıl katlettiğini ve halen de katletmeye devam ettiğini gösterdi. Bütün bu gördüklerimiz ve bütün bunlar, bizi, özel mülkiyeti, rekabeti ve çıkar karşıtlığını ortadan kaldırarak insanın aşağılanmasına son vermeye itiyor.”[3]
Nüfus kapitalizmde “sorun”dur
Sınıfların ortadan kalktığı bir toplumsal düzende, insan özgür bir üretici konumuna yükselecek, üretim araçlarının gelişmişlik düzeyiyle özgür insanın zekâsı ve yeteneği birleştiğinde ise insana ve doğaya yabancı olmayan bir üretim muazzam boyutlarda gerçekleşecektir. Geçim araçlarının yeterli düzeylerde sağlanabilmesi üretici güçlerin bugünkü kapasitesi ile bile mümkündür. Ama çok daha ötesinde üretim yapabilmek de mümkündür. Bunun önündeki tek engel kapitalist üretim ilişkileridir.
Nüfus “sorunu” da tüm diğer “sorunlar” gibi kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişmesinin önüne dikilmesinin sonucudur. Yoksa tükettiğinden çok daha fazla üretebilme kapasitesine sahip tek canlı olan insanın dünya üzerindeki sayısı neden bir sorun olsun? Kendi gereksinmesinden çok daha fazlasını üretebilen emekçiye, toplumun onun gereksindiği her şeyi seve seve verebilmesi de gerekir. Ancak bu akla uygun durum kapitalizm için yerine getirilmesi mümkün olmayan bir taleptir. Biz Marksistler ise bu durumu kapitalizmde birbiriyle çelişki içerisinde bulunan fazla nüfus ile fazla zenginliği kaynaştırarak ortadan kaldırabileceğimizi biliyoruz.
Dünya onunla uyum içerisinde gerçekleşecek bir üretim faaliyetiyle bugünkünden çok daha fazla bir insan nüfusuna ev sahipliği yapabilecek zenginliğe sahiptir. Yine de her şeye rağmen, nüfus artışının insan ve doğa açısından tehdit yaratacak boyutlara ulaşmasının teorik olarak mümkün olduğunu kabul edelim. Bu durumda, çok açıktır ki, komünist toplumun üretimi dünya ölçeğinde planlayan gelişkin ve bilinçli insanı, nüfusu da planlayacak önlemleri kolayca alacaktır. Komünist düzende yaşayacak özgür üretici insanlar, bu planlamanın hangi koşullarda, hangi araçlarla ve hangi biçimlerde gerçekleştirileceğine en sağlıklı biçimde karar vereceklerdir.
İşçi sınıfının komünist ozanı Nazım Hikmet çok bilinen bir şiirinde,
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan
diyor ve kapitalist toplumda doğan her işçi çocuğu için karşılaşılacak güçlükleri, zorlukları anlattığı kadar, bunları alt etmenin tek gerçek yolunu da gösteriyordu.
Umutsuz biçimde yok olan küçük-burjuvazinin ve geleceğinden umutsuz burjuvazinin dünyaya bakışında karamsarlıklar olmasını ve onların moralsizliklerini anlayabiliriz. Ancak büyüyen, örgütlendikçe güçlenen ve yeni toplumu kurabilecek tek toplumsal güç olan işçi sınıfı için karamsar olmayı gerektirecek hiçbir neden yoktur. Kara çiçek, polis copu, atom bombası işçilere ne ile dövüşmeleri gerektiğini hatırlatıyor sadece. Yeni doğan her işçi çocuğuna bu bilinçle hoş geldin demeli, onun yolunu gözleyen sosyalizmin mücadelesine katılması için işçi sınıfı bilinciyle onu yetiştirmeliyiz. Dünyanın nüfusunun artması bizim sorunumuz değildir. Bizim sorunumuz kapitalizmin milyarlarca işçiye reva gördükleridir. Bizim sorunumuz kapitalist üretim tarzının doğada yarattığı büyük tahribattır. Biz geleceğin toplumunu milyarlarca işçi ile birlikte daha özgür milyarlarca insanı yetiştirmek için hep beraber kuracağız.
link: Selim Fuat, Hoş geldin 7 Milyarıncı Bebek, Yaşama Sırası Sende!, Ocak 2012, https://marksist.net/node/2891
Devrimci Ado’nun Ölümsüzler Katında Yargılanması
Tecrit Öldürüyor, F Tipleri Kapatılsın!