Yaklaşık 1 milyon 700 bin öğrenci şu sıralarda üniversite sınavına hazırlanıyor. Yıllardır gösterdiğimiz çabaların sonucunu üç saatlik bir sınavın sonucunda almak için birbirimizle yarışacağız.
Bu yarış, bütün yarışlarda olduğu gibi, bir taraftan sınava giren öğrencinin sınavının iyi geçmesine bağlıyken diğer taraftan sınava giren diğer öğrencilerin sınavlarının çok da iyi geçmemesi koşuluna dayalı bir yarış. Nitekim öğrencilerden birinin sınavı ne kadar iyi geçerse geçsin, sınavı ondan daha iyi geçen öğrenciler varsa bu öğrenci açıkta kalacaktır. Yani bir öğrencinin üniversitede okuyabilme şansı, aslında başka bir öğrencinin üniversitede okuyamamasından geçiyor.
İlköğretimden başlayan bu yarış süreci, burjuvazi tarafından, çocuğu olan insanların büyük bir kesimini şartlandırmış durumda: “çocuğum sınavı kazanarak iyi bir okula gitsin! Böylece bizim yaşadığımız kötü hayat koşullarından belki kurtulur.” Bunun sonucu olarak, genç nesil, iyi bir üniversiteyi kazanıp geleceğini kurtarma hayallerine itiliyor.
Üniversiteyi kazanabilmek için sınava yaklaşık olarak 1 milyon 700 bin öğrenci girerken, bu öğrencilerden yaklaşık 250 bini devlet üniversitelerinin örgün bölümlerini kazanabiliyor. Açık öğretim, ikinci öğretim ve özel üniversiteler ile bu sayı yarım milyonu aşıyor. Yani sınava giren her 3 kişiden ancak biri şu ya da bu şekilde bir üniversiteyi kazanabiliyor. İş böyle olunca sınavı kazanabilmek için ek kaynaklara başvurmak bir zorunluluk haline geliyor. Bir taraftan onlarca kaynak, diğer taraftan dershaneler her yıl milyonlarca öğrencinin umut kapıları oluyor. Ancak işin bu tarafı hiç de kolay değil. Bir dershanenin ortalama iki buçuk milyar olduğu düşünülür ve buna bir de yol ve yemek paraları eklenirse dört milyar civarında bir gider söz konusu olacaktır. Bu da ayda dört yüz milyon lira civarında bir ek gider anlamına gelir. Oysaki yaşadığımız ülkede bir işçinin aldığı asgari ücret üç yüz otuz milyon. Böylece çoğu işçi çocuğu, daha yolun başında, durmak zorunda kalıyor. Böyle bir harcama yapabilmeyi göz önüne alan işçi çocukları ise biliyorlar ki dershaneye bir kez gidebilme şansları var. Oysa burjuva çocukları bu şansı sonuna kadar kullanabilme olanağına sahip.
Bir tarafta 50-60 kişilik sınıflarda eğitim (!) veren devlet okulları, bir tarafta 25-30 kişilik sınıflarda eğitim veren Anadolu ve Fen Liseleri –ki bu okullar da öğrencilerini ilköğretim sonunda sınavla alıyor–, bir tarafta eğitimin e’sinin bulaşmadığı meslek liseleri ve en son olarak da 15-20 kişilik sınıflarında eğitim veren özel okullar. Sınıf kapasitelerinde dahi eşitsizlik barındıran bu okulların öğrencileri aynı sınava girerek “eşit koşullarda” üniversiteye hazırlanıyorlar!
Sınava girecek olan öğrencilerden bazıları, bir taraftan birer işçi olarak, haftada beş gün çalışırken, diğer taraftan üniversite sınavına hazırlanıyor. Bir diğer kısım öğrenci ise gittikleri büyük dershanelerde, aldıkları özel dersler ile üniversite sınavına hazırlanıyorlar. Ama, dedik ya, bu öğrenciler “eşit koşullarda” sınava hazırlanıyorlar! Ve sınav sonrasında da gayet “adil” bir şekilde üniversiteye yerleştiriliyorlar!
Anadolu liseleri ve fen liselerinde okuyan öğrenciler ortalama 80 ek puan alırken, devlet liselerindeki öğrenciler ortalama 60 ek puan alıyorlar ve böylece daha sınava girmeden rakipleri ile aralarında kapanması çok zor olan 20 puanlık bir fark oluşuyor.
“Burjuva İnsanların” Hakları Evrensel Beyannamesine göre bütün inanlar eşittir. Ama görüldüğü gibi, kapitalist toplumda bazıları daha “eşit”! Bu eşitsizliğin tek kökeni var: sınıfsal farklılıklar. Burjuva demokrasisi biz işçilere ve işçi çocuklarına sınava girebilme hakkı veriyor, ama sınava hazırlanabilme koşullarımız olmadıktan sonra sınava girmenin bir anlamı kalmıyor.
Eşitlik yalandan ibaret
Türkiye’de şu anda 76 farklı kategoride okul bulunmakta. Bu okullar paralı-parasız, örgün-yaygın vb. şekillerde niteleniyor. Üniversite sınav sonuçlarına bakıldığında fen liseleri, özel fen liseleri ve Anadolu liseleri en başarılı okullar olarak ön palana çıkıyor. ÖSS’de fen liseleri %99.5, özel liseler %91.8, Anadolu liseleri %99.1, özel fen liseleri %99.0, askeri liseler %98.3, devlet liseleri %85.1, ticaret meslek liseleri %66.8, teknik liseler %68.1, endüstri meslek liseleri %47.5 kazandırma oranına sahip. Bu oranlara iki yıllık okullar ve konservatuarlar dahildir. Eğer bu bölümler çıkartılırsa verilen oranlar baştan aşağı değişecektir. Örneğin, devlet liselerinin dört yıllık okul kazandırma oranı %9 dur!
Yeni sınav sistemi uygulaması ile Fen liseleri ve Anadolu liselerinin önü tamamen açılıp, düz liseler ve meslek liselerinin önü kapandı. Özellikle meslek liseli öğrencilere, dalga geçer gibi, sınavsız üniversite hakkı diye bir palavra sunuluyor. Buna göre meslek liseli öğrenciler okul bittikten sonra, not ortalamalarına göre, bölümlerinin bulunduğu yüksek okullara sınavsız geçiş yapabiliyor. Ama bu yüksek okullarda gösterilecek dersleri yine meslek okullarının öğretmenleri, üstelik yine meslek okullarının bünyesinde gösteriyor. Üniversiteye mi girmek istiyorsunuz? “İşte size üniversite, buyurun okuyun!”
Burjuvazi, teknik liseleri vasıflı işgücü temini için açmıştır ve buralarda okuyan öğrenciler, okul döneminde ve her yaz “staj” adı altında ucuz işgücü olarak sömürülmektedir. Özel okullar, Fen ve Anadolu liseleri burjuvaziye yüksek mertebeden hizmet edecek veya geleceğin burjuvalarını yetiştirecek okullar konumundayken; meslek liseleri, teknik liseler, ticaret liseleri ve düz liseler geleceğin işçi sınıfının yetiştiği kurumlardır.
Burjuvazi bize eşitlik adı altında yalanlar uyduruyor. Ama eşit değiliz. Bunu biliyoruz, ve bu eşitsizliğin ortadan kaldırılmasının yolunu da biliyoruz!
Burjuva çocukları üç-beş net soru yaparak, babalarının fabrikalarında çalışmak üzere özel üniversitelere girerken bizlerin bir devlet üniversitesine girebilmek için onlarca net yapmamız gerekiyor. Bundan dolayı eşit değiliz!
Burjuva çocukları okulu bitirdikten sonra babalarının torpili ile iyi işler bulabilirken, bizler okulu bitirdiğimizde kolaylıkla iş bulamayacağız, bulsak da bulduğumuz iş ile insanca yaşayabilme koşullarına ulaşamayacağız. Çünkü biz eşit değiliz!
Okuduğumuz üniversite ne olursa olsun değişecek olan bir şey olmayacak. Çünkü üniversiteyi okusak da yine işçi olacağız. Hepimiz aynı sınıfın evladıyız ve bu böyle devam edecek.
Yaşam koşullarımızı değiştirebilmenin kökleri üniversiteyi kazanmaktan değil, bu iğrenç, kokuşmuş toplumsal düzeni değiştirebilmekten geçiyor. İyi, onurlu bir yaşama sahip olabilmek üniversiteyi kazanmaktan değil, burjuvazi ile mücadele edip burjuvaziyi alt edebilmekten geçiyor.
Biz işçiyiz, onlar burjuva. Bundan dolayı eşit değiliz. Ve bu böyle devam ettiği sürece de eşit olamayız.
Parasız eğitim, parasız sağlık!
Üniversite sınavı kaldırılsın!
link: Kartal’dan MT okuru bir işçi-öğrenci, Üniversite Sınavı ve İşçi çocukları, 10 Nisan 2005, https://marksist.net/node/458
AB Süreci ve Burjuva İktidar Bloku İçindeki Çatışma
Venepal İşçilerin ve Devletin Ortak Yönetiminde