Önümüze sürekli yeni hedefler konuyor; hiç durmaksızın yeni hayaller dünyası resmediliyor bizlere. Bunlardan birisi de, üniversiteyi bitirmek ve o hayaller dünyasından içeri girebilmektir. Böylelikle her öğrencinin hayattan beklentisi istediği bir üniversitede iyi bir bölüme girebilmek ve bu bölümü en iyi şartlarda, başarıyla bitirebilmek oluyor. Zira budur onu o hayaller dünyasının kapısına yaklaştıran. Bunun için her yıl üç saatlik bir sınav için, gece-gündüz demeden çalışıp duruyoruz. Adeta bir maraton söz konusu. Öyle ya, sınav zamanlarında burjuva gazete ve TV’ler sınavlardan maraton diye söz etmezler mi? Ee, biz öğrenciler de koşturan ve üstelik bu koşuya daha ilkokul sıralarında başlayan atlar olmalıyız! Maratonun en heyecanlı ve çekişmeli anı ise, üniversitenin kapısından kimin içeri gireceğinin kavgasının yaşandığı ÖSS sınavı olmalı.
Ama bu maraton öyle eşit bir şekilde başlamaz. Daha düdük çalmadan başlar eşitsizlikler. Burjuva çocukları pahalı özel okullarda, tüm imkânlara sahip okul ve dersanelerde okurken, işçi ve emekçi yığınların çocukları asla böylesi bir olanağa sahip değillerdir. Buna rağmen, işçi sınıfının çocuklarının azınlıkta kalan şanslı bir bölümü bir ideale dönüştürülmüş üniversitelere kapağı atarlar! Sınav öncesi maratonda, burjuvazi bu kurumları ailelerin gözünde ve de öğrencilerin gözünde öyle bir büyütür ki, sanki üniversiteyi kazanamayanlar yok olacaklardır! Gerçeklikten uzak ve yanılsamalarla dolu hayaller pompalayan burjuvazi insanların bilincini esir alıyor; üniversiteyi kazanmak ya da bitirmek başlı başına toplumda bir statü kazanmak olarak sunuluyor. Böyle olunca da, aileler ne yapıp edip çocuklarını okutmaya çalışıyorlar. Dersanelere kayıtlar daha ilkokul sıralarında başlıyor; lise boyunca devam ediyor ve hatta sonrasında da. Günümüzde dersaneler, devlet okullarının ve özel kolejlerin yanında yükselen yeni ara okullar durumunda. Yüz binlerce öğrenci bu dersanelerde okuyor. Bunların yanı sıra ilkokul ve liselerde öğrencilerden zorla para alınıyor, devlet üniversitelerinde zorla har(a)ç alınıyor, özel okullara ve üniversitelere akıtılan oluk oluk paraya ise değinmeye bile gerek yok. Kısacası eğitim kurumları, burjuvazinin yalnızca genç beyinleri yıkayıp, kendisine ihtiyaç duyduğu vasıflı elemanları yetiştirdiği yerler olmakla kalmıyor, başlı başına kâr alanları haline geliyor. Bizlere sunulan pembe tablonun arkasında büyüyen çok kârlı bir pazar var. Bizler daha iyi bir gelecek ümidiyle birbirimizle yarışmaya zorlanırken, burjuvazi ümit tacirliğiyle okulları kapitalist işletmelere çeviriyor.
Kapitalist toplumda sağlık, eğitim ve tüm diğer kamusal hizmetler de egemen sınıfın çıkarlarından bağımsız değildir. İçinde yaşadığımız toplumdaki eşitsizlikler bunu fazlasıyla doğrulamaktadır. Onca peşinden koştuğumuz üniversitelere girmenin önüne birçok engel konmuştur. Örneğin her yıl 1,5 milyon öğrenciden yalnızca 100 bini örgün öğretim veren üniversitelere girebiliyor. Üniversiteli olunca geleceğini garanti altına aldığını düşünen ve toplumda statü sahibi olacağını zanneden zavallı insanlar, okul bitip de yaşamın o hızlı temposuyla yüz yüze geldiklerinde bocalayıp afallıyorlar. Yaratılan hayallerle yaşamın somut gerçekliği arasındaki kopukluk insanları derin bir uçuruma yuvarlıyor. Tüm beklentiler boşa çıkmıştır. Statü sahibi, sözüne önem verileceğini düşünen dünün üniversitelisi, bugün işsizler ordusuna katılır ve tüm hayalleri yıkılır. Her yıl, esasında işsizler ordusunun bir parçası olan, fakat öğrencilik döneminde işsiz sayılmayan bu binlerce gizli işsiz, yedek sanayi ordusunun kucağına atılır. Bir kısmı iş bulsa dahi, bu işler ya istedikleri işler olmamakta veya düşük ücrete, kötü şartlarda çalışmaya zorlanmaktalar. Kapitalist sistemin doğası budur ve kapitalist sistem var oldukça işsizlik de var olacaktır.
Yine, burjuvazi üniversite gibi devlet kurumlarını adata bir çarka çevirmiştir. Öğrenciler buralardan burjuvazinin ideolojik çarklarında şekillenerek mezun olmaktalar. Bilimsellikten uzak, fazlasıyla gerici ve baskıcı, bürokratik, kuralcı bir eğitim söz konusudur. İşçi ve emekçi sınıfların çocukları bakımsız okullarda, her türlü eğitim materyalinden yoksun, bilimsel olmayan, yaratıcı ve sorgulayıcı olmayan, gerici, ezberci, burjuva ideolojisinin durmadan bilinçlere kazındığı bir eğitim sistemiyle yetişiyor. Gençlik burjuva kurumlar aracılığıyla pasifleştirilmiş, sindirilmiş ve adeta söz dinleyen bir koyun sürüsüne dönüştürülmüştür.
Peki biz Marksist öğrenciler olarak ne yapmalıyız? Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, hangi üniversiteyi veya hangi bölümü bitirirsek bitirelim hepimiz işçi sınıfının çalışan ya da işsiz bir birey olarak parçası olacağız. Bunun için geleceğimiz, ancak işçi sınıfının kurtuluşuyla mümkündür. Bu amaçla, işçi sınıfının kurtuluşunun yol göstericisi olan Marksizmi iyi kavramalı, teorik bilincimizi giderek yetkinleştirmeli, üniversitelerde ve bulunduğumuz diğer alanlarda arkadaşlarımıza bu fikirleri götürüp onları kazanmalıyız. İşçi sınıfıyla bağlarımızı bu perspektif doğrultusunda güçlendirmeliyiz. Parasız, anadilde, bilimsel ve toplum yararına bir eğitim sistemi için anlamlı bir mücadele yükseltmeliyiz. Bu mücadele asla işçi sınıfının mücadelesinden kopuk olamaz. Demokratik haklar için mücadele küçümsenemez; ama bunu Marksist bir perspektifle, toplumun kurtuluşu olacak bir işçi devrimi için mücadeleyle birleştirerek yapmalıyız.
Üniversiteler işçilere açılsın, ÖSS kaldırılsın!
Üniversitelerde har(a)çlar kaldırılsın!
Parasız, anadilde, bilimsel eğitim!
YÖK kaldırılsın! Öğrenciler, öğretim görevlileri ve işçiler üniversite yönetimine!
link: Marmara Üniversitesinden bir grup MT okuru, Pompalanan Üniversite Hayalleri, 12 Ekim 2004, https://marksist.net/node/286
Van’dan Merhaba