

İlk döneminden farklı olarak hem Cumhuriyetçi Parti çoğunluğunun hem de her iki kanadıyla birlikte Kongrenin desteğine sahip olan, Yüksek Yargıda bariz ağırlık oluşturan ve tüm bunların yanı sıra Musk’ta sembolize olan teknoloji devlerinin de açık desteğini alan Trump, daha koltuğuna oturur oturmaz imzaladığı kararnameler ve aldığı tutumlarla hem ABD’de hem de dünyada büyük sarsıntılara yol açtı. Bu sarsıntıların içinde en somutu gümrük vergilerine dair alınan arttırım kararlarının sonucu olanıydı. Bu tarife artışları beklenmedik bir şey değildi. Trump’ın son seçim kampanyasının ana vaatlerinden biri gümrük vergileri koyarak ya da yükselterek ABD imalat sanayiini koruma, Amerikan sermayesini ülkeye geri getirme, yatırım ve dolayısıyla istihdamı arttırmaktı. Bu noktada belirsiz olan şey, hangi ülke ya da mal gruplarına ne ölçüde bir ek vergi getirileceğiydi. Çeşitli sektörlerden büyük patronların bu kararların kendilerini vurmaması için Trump’la hayli derin pazarlıklar yaptıkları biliniyordu.
Gümrük vergilerinde ciddi artışa gitmek, uluslararası iktisadi rekabette birkaç onyıldır dışlanan bir yöntem. Neoliberal ekonomi programlarının ve küreselleşen kapitalizmin mottolarından biri serbest dünya ticaretiydi. Haliyle, bu serbestliği ortadan kaldıran aşırı yükseltilmiş gümrük duvarlarına baş vurmak, bu ticari rekabeti olağan boyuttan olağanüstü bir boyuta taşıyor ki, bu nedenle birçokları bu durumu “ticaret savaşı” olarak adlandırıyor. Bu adlandırmada kendi başına bir sorun olmasa da, sözkonusu “ticaret savaşını” rakip emperyalist kutuplar arasındaki bir “soğuk savaş” işareti olarak değerlendiren yorumlar doğru değildir. Zira zaten ortada farklı bir şekilde yürüyen gayet de sıcak bir savaş vardır ve bu savaş halka halka büyüyüp dünyanın farklı bölgelerine yayılmaktadır. Onun da temelinde emperyalistlerin hegemonya savaşı yatmaktadır. Dolayısıyla bugün ticaret savaşı denen kapışmayı bu hegemonya savaşının kopmaz bir parçası, bir alanı, bir kaldıracı ya da bazı noktalarda bir sonraki aşamaya atlama taşı olarak düşünmek zorundayız.
Yine ticaret savaşı bağlamında altını çizmemiz gereken bir diğer gerçeklik de, bunun Trump ya da Cumhuriyetçilere has bir program olmadığıdır. Trump’ın ilk döneminde fitili yakılan ticaret savaşı, Çin’le karşılıklı arttırılan gümrük vergileri, çeşitli sektör ya da ürün bazlı ithalat ve ihracat sınırlamaları, Çinli şirketlerden bazılarının ABD ve Batı pazarlarından dışlanması gibi yöntemlerle yürüdü. Bunlara aynı dönemde patlak veren pandemiden kaynaklı sınırlamalar da eklendi. Ama tüm bu süreçte aynı zamanda ABD ile Çin arasında gerçekleşen müzakerelerde bazı mutabakatlara da varıldı. Burada altını çizmemiz gerekiyor ki, Trump’ın getirdiği kısıtların ya da ek gümrük vergilerinin özellikle de teknoloji ve stratejik sektörlerle ilgili olanları, Biden döneminde de aynen ve hatta bazı alanlarda çok daha arttırılarak devam etti. Dolayısıyla sözkonusu ticaret savaşının tam da o dönemde ısrarla vurguladığımız gibi, Trump’ın çılgınlığı değil Amerika emperyalizminin stratejik bir yaklaşımı olduğu apaçık ortaya çıktı. Böylelikle hedeflendiği üzere Çin’in büyümesi yavaşlatılmış ve istikrarsızlaştırılmış oldu.[1]
Yeni tarifeler ve “Amerika’nın kurtuluş günü” zırvalığı
Trump büyük bir ikiyüzlülükle ve gerçeklerin üstünü örterek dış ticaret açığını öne çıkarıyor.[2] Gümrük vergilerini güya bu durumu ortadan kaldırmak için yükseltiyor. Ve yalnızca Çin gibi karşı kutupta yer alan rakiplerine karşı değil, Kanada ve Meksika gibi komşularına da, şimdiye kadar başını çektiği Batı ittifakının bileşeni olan rekabet halinde olduğu diğer kapitalist ülkelere de ek tarifeler getirmekten ve bu uygulamanın haklılığını savunmaktan geri durmuyor. Dahası narsist bir özgüvenle yaptıklarının haklı ve adil olduğundan o kadar emin ki, rakipleri bu gümrük artışlarına karşılık kendileri de benzer adımlar atacaklarını söylediklerinde, tehditleri daha da üst perdeye çıkararak, sanki karşısındakiler durup dururken bu adımı atıyorlarmış gibi höykürmeye başlıyor: “Misilleme yapacağım!” Böylece onun yaptığına diğeri, diğerinin yaptığına o tekrar tekrar misilleme yaparak giderek el yükseltilen bir döngü oluşuyor.
Adım adım yaşananları, karşılıklı alınan kararları, misillemeleri yazsak sayfalar dolar. Bu nedenle son gelinen noktaya ve hemen öncesine değinmek yeterli olacaktır. Trump, 2 Nisandaki bir basın toplantısıyla, ABD’nin ticaret yaptığı 185 ülkenin tabi olacağı gümrük vergilerini bir tablo halinde ilan etti. Trump’a göre bu yeni tarifeler “Amerikan sanayisinin yeniden doğacağı bir Kurtuluş Günü” olacaktı. Bu plan kapsamında 9 Nisanda yürürlüğe girmek üzere, ABD’nin üçlü anlaşma (USMCA) kapsamında olan Kanada ve Meksika dışındaki tüm ticaret ortaklarına %10’luk genel bir tarife uygulayacağı açıklandı. Avrupa Birliği’ne %20, İngiltere’ye %10, Çin’e %34, Japonya’ya %24 ve Tayvan’a %32 oranında ilave vergiler getirildi. Bu plan açıklanır açıklanmaz tüm dikkatler ABD ile Çin arasındaki misilleme yarışına çevrildi. Çin de ABD’ye aynı oranda %34’lük ek vergi getirince bu kez Trump masaya 50 puanlık bir ek vergi daha sürdü. Vergilerin yürürlüğe girdiği 9 Nisan günü Çin de derhal geçerli olmak üzere 50 puanlık artış yaptı. Bunun üzerine Trump aynı gün Çin’e uygulanacak ek vergi oranını derhal geçerli olmak üzere %125’e çıkarttığını, diğer tüm ülkeler için vergi oranını geçici olarak %10’a indirdiğini ve 2 Nisanda açıklanan planın 90 gün ertelendiğini ilan etti. Takiben Çin de 41 puanlık artışla uygulanacak vergi oranını %125’e çıkardı. Birkaç gün içinde Trump, Amerikan teknoloji tekellerinin baskısının sonucu olarak, bilgisayar-cep telefonu-tüketici elektroniği ürünlerinin ve yarı-iletkenlerin bu tarifelerden muaf olduğunu ilan etti.
Görüldüğü gibi ABD ile Çin’in karşılıklı misillemeleriyle süren bu bilek güreşi hızla çılgınlık noktasına ilerledi. Çin tarafı, mevcut oranlarla ABD mallarının zaten Çin pazarında alıcı bulamayacağını, bu nedenle bundan sonraki ABD kaynaklı vergi artışlarına duyarsız kalınabileceğini açıkladı. Sonrasında da ABD’yi can evinden vuracak şekilde, ülkede çıkartılan değerli maden ve minerallerin yurtdışına satışına yasak getirdi! Kim önce pes edecek göreceğiz ama bu oranların kalıcı halde uygulanmasının mümkün olmadığı, bu oranlarla ticaret bile yapılamayacağı apaçık ortadadır.
Yavuz hırsız Trump, 2 Nisanda tarife kararnamesini açıklarken, Amerikan emperyalizminin tüm dünyayı yağmaladığı gerçeğini yok sayıp, hiç utanmadan, “bugüne dek hem dost hem düşmanlarımızca soyulduk ve yağmalandık” diyerek, bu tarifelerle bu soyguna son vereceğini ve ABD’nin kurtuluşunu gerçekleştireceğini iddia etti. Trump’ın argümanlarının bir gerçekliği de iç tutarlılığı da yoktur, öyle bir derdi de yoktur zaten. Örneğin ek vergiyi gerekçelendirmek için dış ticaret açığını öne sürüyor ama dış ticaretten büyük kazanç elde ettiği ülkelere de ek vergiler koyuyor.
Altını çizelim ki Amerikalılar, hangi ülkeyle ticaret açığı veriyoruz diye bakarken, sadece mal ticaretini hesaba katıp, hizmet ticaretini (bankacılık ve finans, dijital hizmetler, turizm, medya, danışmanlık vb.) tümüyle devre dışı bırakmışlardır. Halbuki bu alanda dünyanın en büyük ihracatçısı kendileri olduğu gibi kimse ellerine su dökebilecek menzilde bile değildir! Dahası, mal ticaretinde verdikleri açığın önemli bir kısmını teşkil eden ürünlerin zaten ABD merkezli şirketlerin yurtdışında üretip ABD’ye getirdikleri ürünler olduğu da tümüyle göz ardı ediliyor. ABD’nin mal ticaretinde en büyük dış açığı verdiği Çin (son yıllardaki atılımıyla) kısmen, Meksika ve Vietnam ise önemli ölçüde tam da bu kapsamdadır.
Trump’ın söylemindeki önemli bir noktaya daha dikkat çekmekte fayda vardır. Ticari rakiplerini ve hatta siyasi müttefiklerini bile Amerika’yı yağmalayan düşmanlar olarak sunan, yağmadan ve ulusal kurtuluştan bahseden bu söylem, önümüzdeki dönemde onlara karşı doğrudan girişilecek gerçek bir sıcak savaşı şimdiden Amerikan halkı nezdinde meşrulaştırmaya dönük bir psikolojik harp yöntemidir.
Eskiyen “dostluklar”
ABD’nin en büyük ve ciddi rakibi Çin olsa da Avrupa ülkeleri de hedefin dışında değiller dedik. Her ne kadar ilan edilen 2 Nisan tarifeleri 90 gün ertelendiyse de, Avrupa ülkelerine dönük tehdit halen devam ediyor. Doğrudan belli ülkelerden yapılan ithalatı hedef alan vergi artışlarının yanı sıra belli ürünlerin ABD’de üretimini desteklemek adına ürün bazlı yapılan ithalat vergi artışları da söz konusudur. Örneğin, yakın zamanda çelik ve alüminyum ithalatına ve her türlü motorlu taşıta da %25 ek gümrük vergisi konuldu. Trump bu vergileri açıklarken, “Avrupa Birliği’nin ABD’yi mahvetmek için kurulduğu”nu da söylemişti. Abartılı olsa da bu ifade bir gerçekliği yansıtıyor. Böylelikle AB hakkında “herkesin bildiği sır” durumundaki gerçeği ifşa etmek de fütursuz Trump’a nasip olmuştur. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, Trump’ın başlattığı ticaret savaşının, tüm ülkelere ve dünya ekonomisine zarar vereceğini, kimilerinin diğerlerinden daha fazla zarar göreceğini ama sonuçta herkesin bir şeyler kaybedeceğini söylüyor. Ama zaten Trump da bunu biliyor, hem Çin’e hem de AB’ye ya taviz verirsiniz ya da hepiniz benden çok daha büyük bir zarar görürsünüz diyor.
Diğer taraftan, Trump yönetimi açısından Kanada ve Meksika da en azından Çin kadar özel bir hedef durumundadır. Zira komşu ülkeler oluşları nedeniyle Amerikan imalat sanayiinin bir kısmı bu ülkelere kaydığı gibi yine aynı komşuluk ve USMCA anlaşmasının nimetlerinden yararlanarak tarifelerden kurtulmak isteyen Çin gibi rakip ülkeler de Meksika’da hayli büyük yatırımlar yapmış durumdalar. Trump’ın Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergileri, 1994’te yürürlüğe giren ve 2020’de revize edilen serbest ticaret anlaşmalarıyla[3] yaratılan “ortak pazar”ın mevcut haliyle sonunu getirmek anlamına geliyor. Bu anlaşma sayesinde üç ülke arasındaki ticaret birkaç misline çıkarken, bilhassa ABD’de tüketim malları fiyatlarında önemli düşüşler olmuş, bu da sermayedarların eline ücretleri arttırmama yönünde bir koz vermişti. Dahası ABD’deki imalat sanayiinin bir bölümü de Kanada ve Meksika’ya kaydığından, bu gelişme, hem işsizliği arttırıcı hem de ücretleri daha da baskılayıcı bir rol oynadı. İmalattaki bu değişim o kadar çarpıcı ki, bazı ürünlerin yapılması için gerekli ara mallar bu üç ülke arasında 7-8 kez geçiş yapıyor. Yeni tarifeler ara malların her geçişte yeni bir vergiye tabi olması ve maliyet artışı anlamına geliyor. Bu ya sözkonusu artışların tüketiciye yansıtılarak enflasyondaki artışla ya da kâr oranlarının daha da düşmesiyle sonuçlanacak. Meksika ve Kanada özelinde Trump’ın beklentisi, bu baskı karşısında imalatçıların tekrar ABD içine taşınma seçeneğini tercih edecekleri yönünde. Önceki dönemde ürün fiyatlarını düşürmesi ve kâr oranlarını arttırması nedeniyle uluslararası işbölümünden büyük faydalar gören Ford CEO’su Jim Farley, tam da bu yüzden Trump’ın tarife politikasını eleştiriyor: “Tarifeler ABD sanayiinde büyük bir delik açar”.
Sarsılan finans dünyası, vurguncu milyarderler ve soyulan emekçiler
Başkanlık koltuğuna oturduğundan beri Trump’ın politikalarının küresel ticaret ve dolayısıyla üretim alanlarına darbe vuracağı korkusuyla borsalarda büyük sarsıntılar yaşanıyor. Bu korkularla (ve yapay zekâ kaynaklı büyümenin balon olduğu endişelerinin güçlenmesiyle) 20 Şubatta başlayan düşüşler, Trump’ın 5 Marttaki Kongreye sesleniş konuşmasının ardından hızlandı. Bu konuşmada vurguladığı hususlarla (tarifeler nedeniyle bazı zorlukların yaşanabileceğini söylemesi gibi) tetiklenen panik nedeniyle bilhassa teknoloji şirketlerinin endeksi olan NASDAQ’ta bir günde %4’lük (“muhteşem yedili endeksi” ise %5,4) bir kayba yol açtı ki, bu son üç yılda yaşanan en büyük günlük kayıp idi. Şirketlerin piyasa değerleri bir günde 1,7 trilyon dolar kadar düştü. Bu kasırgadan en çok etkilenen şirketlerden biri de Trump’ın sağ kolu pozları kesen Elon Musk’ın Tesla’sı oldu. Trump’ın seçilmesini takiben hızla yükselen Tesla hisselerinde, yılbaşından itibaren yaşanan düşüş %45’i buldu! Yani şirketin yaklaşık yarısı kadar bir değer, 600 milyar dolar “uçup gitti”. Geride bıraktığımız yıl “yapay zekâ” patlamasından büyük bir balonsal genişlemeyle çıkan Nvidia adlı şirket de aynı dönemde 1 trilyon dolar değer kaybetti! Devamında yaşanan gelişmeler, bu çöküntünün sadece öncü sarsıntı olduğunu gösterdi.
Trump’ın “kurtuluş günü” olarak adlandırdığı 2 Nisanda açıkladığı tarifeyi takiben, o gün ve devamında tüm borsalarda devasa kayıplar yaşandı. Zaten 20 Şubatta başlamış bulunan kayıplar, bu darbeyle birlikte S&P500’de %15 olurken, NASDAQ’da %21’i buldu. Nisanın ilk haftasında sadece iki gün içinde Amerikan borsalarından 6,6 trilyon dolar “uçup gitti”. Hafta başında Asya borsaları açıldığında oradaki çöküş de ABD’dekini aratmayıp %11’i buldu.
Trump bu kararnameyi imzalarken, bu vergiler sayesinde ABD’nin günde 2 milyar dolar (yılda 7,2 trilyon dolar) bir vergi geliri kazanacağını söylemişti! Bir yıl içinde kasaya girmesi hayal edilen paranın neredeyse tamamı iki gün içinde ABD borsasından yani ağırlıkla “küçük yatırımcıların” cebinden çalındı.[4] Zira her zamanki gibi, büyük yatırımcılar, gerekli bilgiyi çok daha önceden aldıklarından onlar çöküş başlamadan önce ellerindeki hisseleri yüksek fiyatlardan satıp, çöküşü takiben aynı hisseleri çok daha düşük fiyatlardan satın almayı, böylece uçup gitti denen o trilyonların bir bölümünü aslında kendi ceplerine transfer etmeyi başarmışlardır.
Yalnız bu kez bu vurgun olgusu o kadar çarpıcı şekilde gerçekleşti ki, tam bir üçlü vurgun yaşandı. Çöküşü takip eden haftanın ilk gününde (7 Nisan), “yeni tarifelerin Çin dışındaki ülkeler için 90 gün erteleneceği” şeklindeki bir haber üzerine, bir saat içinde Amerikan borsaları, kripto paralar ve başta petrol olmak üzere çeşitli emtiaların fiyatları %7-10 arasında tekrar artıp sonra hızla başladığı noktaya geri dönerek sadece borsada yaklaşık 3 trilyon dolarlık bir vurguna daha imkân hazırladı. Bu da yetmedi, 9 Nisan günü Trump kendi sosyal-medya hesabından borsada “satın almak için harika bir zaman” diyerek çağrı yaptıktan 4 saat sonra, daha önce yalanlanan 90 günlük erteleme kararı resmen ilan edildi! Borsa bir önceki tırmanışın iki katı kadar fırlayarak günü %9 yükselişle kapadı. Yani Trump’a yakın isimler üçüncü voleyi de vurmuş oldular. Trump, kendisini Beyaz Saray’da ziyaret eden iki milyarderin bu vurgunla bir gün içinde yüz milyonlarca dolar kazandığını böbürlenerek açıklayıp “hiç fena değil” yorumunda bulundu! Vurgunculuğun şahikası yaşanıyor, kapitalizmin çürümüşlüğünü anlatmak için başka bir söze gerek var mı?
J.P. Morgan yaşanan borsa çöküşü ve “sert dalgalanmanın”, “1987, 2008 ve 2020 krizleriyle benzer şiddette olduğunu” söylüyor. Bir şeyi açıklığa kavuşturmak gerekir: Nisan başında yaşanan büyük yıkım aslında 20 Şubattan beri sürmekte olan çöküşün son (belki de şimdilik son) evresiydi. Yani kapitalizmin aklayıcılarının bugünlerde yaptığı ve muhtemelen iktisat tarihine de öyle geçeceği üzere, bu finansal krizin temelinde gerçekte Trump’ın tarife kararnameleri yatmamaktadır. Pandemiden bu yana Amerikan borsalarında FED’in basıp dağıttığı trilyon dolarlarla şiştikçe şişen bir balon sürmektedir. İki yıl önce banka iflaslarıyla bu balondan bir hava kaçışı olsa da takip eden aylarda aynı şişirme yöntemleri devam ettiği gibi buna bir de sözümona “yapay zekâ devrimi”nin getirdiği muazzam yakıt eklenmiş oldu. Her balon gibi bu da eninde sonunda patlayacaktı; dev yatırım fonları satış düğmesine basmak ve kârlarını realize etmek için bahane olarak kullanabilecekleri sansasyonel bir olay bekliyorlardı. Çin’den gelen DeepSeek depremi teknoloji hisselerinde dev bir düşüşü getirdi ama balon tam olarak sönmedi. Gözüken o ki, dev yatırımcılar aradıkları ve bekledikleri satış sinyalini esasen Trump’ın tarife kararnamelerinde buldular. 90 günlük erteleme kararıyla bir toparlanma yaşansa da, bunun ne ölçüde sürebileceği şüphelidir. Zira muhtemelen geçici olan bu toparlanmadan hemen önce, dev yatırım fonlarından biri olan BlackRock borsanın %20 daha düşmesinin beklenebileceğini söylüyordu!
2 Nisandaki tarifelerin ardından, birçok iktisatçı (içlerinde FED’in tüm yerel başkanları da var) ve banka analistleri, eğer bu seviyelerde karşılıklı tarifeler uygulanırsa, büyümenin düşmesinin ve enflasyonun artmasının kaçınılmaz olduğunu açıklıyorlar, bazıları bu durumda “stagflasyonun en iyi senaryo olacağını” söylüyorlar. Kimi uzmanlar, bunların Amerikan ekonomisinin büyümesini 2 puan düşürüp onu resesyona sokacağını, enflasyonu da 3 puana kadar arttırabileceğini hesaplayıp, eğer ithalatçı şirketler bu vergi artışlarını fiyatlara yansıtırlarsa, Amerikan hane halkının yılda ortalama 1500-2000 dolar arasında fazla bir harcama yapması gerekeceğini de ortaya koyuyorlar. Yani Trump’ın yalanlarının aksine, milyarderler vurgun yaparken, emekçiler artan işsizliğin ve yükselen fiyatların cenderesinde yaşam kavgası vermeye devam edecekler.
Trump’ın ekonomi politikası tutar mı?
Trump’ın izlediği politikanın hiçbir sonuç vermeyeceğini düşünmek doğru olmaz. Mesela, yakın zamanda Panama Kanalını geri alacağını ilan ederek Çin malı taşıyan gemilere yasak getirecek bir tasarıdan bahsetmesini takiben, Panama Kanalı çıkışlarındaki limanları kontrol eden Hong Kong merkezli Hutchinson şirketi, Çin’deki hariç tüm limanlarını ABD’li BlackRock şirketine satıverdi! Bir başka örnek: Bahsettiğimiz Kongre sunumunda Trump Çip Yasasının[5] iptalini istemişti. Sözkonusu yasayla teşvik adı altında para saçmaktansa çip ürünlerine gümrük vergilerini arttırıp yatırımcıları ABD sınırları dahilinde üretim yapmaya zorlamanın daha kazançlı olduğunu savunmuştu. Ardından, Tayvan merkezli dünyanın en büyük çip üreten şirketi olan TSMC ABD’de bir fabrika daha açacağını duyurdu. Şirketin yöneticileri dahi bu yatırımı “kâr amaçlı olmayan jeopolitik bir karar” olarak adlandırıyorlar. Yani Trump’tan gelecek yaptırımların önünü kesmek üzere rüşvet kabilinden atılmış bir adım! İlaç sektörüne de ek vergi getirilebileceğinin açıklanmasını takiben dev ilaç tekellerinden Roche, ABD’de beş yıl içerisinde 50 milyar dolarlık yatırım yapıp 12 bin kişiye istihdam sağlayacağını açıkladı. Ondan hemen önce bir başka dev olan Novartis de ABD içinde 23 milyar dolarlık yatırım planlandığını açıklamıştı.
Demek ki, Trump’ın tarifeler aracılığıyla basınç oluşturarak Amerika’daki mevcut imalat sanayiini koruma ve mümkün olduğu kadarıyla yurtdışı yatırımların bir kısmını ülkeye geri getirme politikasının bazı alanlarda sonuç vermesi mümkündür. Ama bu politikanın iddia ettiği sonuçları üreterek genelde başarıya ulaşma şansı yoktur. Zira son 40 yıldır Amerikan iç ekonomisi çok büyük değişimler geçirmiştir.
ABD halen ekonomik olarak dünyanın en büyük gücüdür. Askeri olarak sahip olduğu güç, rakipleriyle ya da müttefikleriyle kıyas kabul etmez ölçüdedir. En büyük rakiplerinin toplamından daha büyük bir askeri güce sahiptir. Finansal olarak ve aynı zamanda onu da içeren hizmetler sektöründe de hem yurtiçi üretimiyle hem de hizmet ihracı bakımından yine dünyanın en büyük gücüdür. İmalat sektörüne geldiğimizde ise durum değişmiştir. ABD’nin yurtiçi imalatı geride kalan çeyrek yüzyılda büyük bir gerileme yaşamıştır. Bunun temel nedeni Amerikan tekellerinin üretimi yurtdışına kaydırmalarıdır. Bu olguyu büyük emperyalist güçlerin sanayisizleştiği şeklinde değerlendiren yaklaşımlar tek yanlı ve dolayısıyla doğru değildir. Zira eğer maddi metaların üretiminin ülke bazında nerede yapıldığına değil de, hangi şirket tarafından ya da hangi şirket adına yapıldığına bakılırsa, Amerikan şirketlerinin küresel imalat sektöründe halen en başta yer aldığı görülür. Aynı derecede olmasa bile imalatı yurtdışına taşıma olgusu AB’nin önde gelen emperyalist güçleri için de geçerlidir.
Trump’ın tarifelerle varmak istediği amacın, Amerikan şirketlerini ülkeye geri getirerek ABD’yi yeniden “dünyanın atölyesi” haline getirmek olduğu iddiası onun seçim vaatlerinden/yalanlarından biridir. Aklı başında her kapitalist bilir ki, salt tarife sopasını kullanarak yurtdışında devasa yatırımlar yapmış tekellerin üretim merkezlerini tekrar yurtiçine çekmek mümkün değildir. Bunun için ülke içinde yurtdışındakiyle aynı ucuzlukta hammaddeye ve emeğe ihtiyaç vardır. Ek olarak ülke içinde gerçek bir sendikal mücadelenin ortadan kaldırılması, çevreyi koruyucu mevzuatların yok edilmesi ya da etkisizleştirilmesi, uygun bir teşvik ve vergi sistemi de gerekir. Üretilecek ürüne göre satış yapılacak pazarlara yakınlık da önemli bir faktördür. Sırf gümrük vergileri çok yükseldi diye çokuluslu tekellerin diğer tüm faktörleri göz ardı etmesi mümkün olmadığı gibi bunu yapmak zorunda kalsalar bile yıllar içinde oluşturulmuş bunca yatırım ve altyapının bir çırpıda ülke içine geri dönmesi pek mümkün değildir. Dahası işçi sınıfının hak, özgürlük ve örgütlülüklerine ve çevresel düzenlemelere doğrudan saldırıya geçmeksizin böyle bir “geri dönüş”ün koşullarını hazırlamak da mümkün değildir. O halde Trump vaat ettiği programı hakikaten söylediği gibi hayata geçirmeye niyetliyse, hem burjuvazi içerisinde hem de burjuvaziyle işçi sınıfı arasında çok sert bir çatışmanın kapısını açacak demektir. Bu söylediklerimiz “ekonomik milliyetçi” programların her zaman hem faşist hem de militarist bir özünün bulunmasının temel nedenlerini de açıklar. Trump yönetimi her iki eğilimi de güçlü şekilde barındırıp körüklese de, çağımızda, küreselleşmiş kapitalizm koşullarında “içe kapanan”, “ekonomik milliyetçi”, korumacı bir ekonomi yönünde kalıcı bir geri dönüş sağlamak mümkün değildir. Trump, rakiplerini kaldıramayacakları bir basıncın altına sokarak onlardan büyük tavizler koparmaya, ABD hegemonyasını ve kurallarını kabullenmelerini sağlamaya çabalıyor. Karşılıklı ek tarifeler mevzuu yürürlükte kaldıkça bundan kuşkusuz ABD ekonomisi de zarar görecektir. Ama Trump ekibi, rakiplerinin çok daha büyük zarar göreceği düşüncesindedir. Bu nedenle eli sürekli yükselterek karşı tarafı pes ettirmeye çalışıyorlar.
Trump’ın izlediği politikalara karşı farklı ekollerden hatta tümüyle farklı dünya görüşlerine sahip iktisatçılardan birbirine benzer eleştiriler geliyor. Ticaret açığı vermenin her koşulda o ülke için kötü bir şey olmadığı hatırlatılıyor. Gümrük vergileriyle iç pazarı ve yerli üretim yapan sermayeyi korumanın fiyatlarda artışa ve enflasyonda yükselişe yol açacağı söyleniyor. Maliyet artışlarının halihazırda ABD dâhilinde imal edip ihracat yapan şirketlerin rekabet gücünü azaltacağı, bu durumun kapanmalara ve artan işsizliğe yol açacağı vurgulanıyor. Ucuz emek cenneti durumundaki ve çevresel regülasyonların olmadığı yabancı ülkelere dağılmış üretim merkezlerini ülkeye geri getirmenin verimlilik düşüşüne yol açacağı belirtiliyor. Hammadde kaynaklarından uzaklaştıkça nakliye masraflarının ve dolayısıyla maliyetlerin artacağı söyleniyor. Göçmen emekçilerin (hele de vasıflı olanların) ülke ekonomisine yaptıkları katkı hatırlatılıyor. Yurtdışından gelen ucuz tarım ürünleri sayesinde içeride ücretleri düşük tutmanın mümkün olduğu belirtiliyor.
Bunların tamamı genel hatlarıyla doğru saptamalardır. Fakat Zaten Trump da bunları bilmez değildir. Evet gümrük vergilerini makul bir şekilde arttırarak ABD’de bulunan kimi imalat sektörlerini korumak istemektedir, bu vergi geliri sayesinde Amerikan şirketlerinin ödediği kurumsal vergiyi azaltma projesini de fonlayabilecektir. Ama bugün telaffuz ettiği vergi düzeylerini kalıcı hale getirmek gibi bir niyeti yoktur, olamaz da. Ancak bu doğrultudaki tutum ve politikalarıyla Trump küresel rakiplerine öyle ölçüsüzce yükleniyor ki, Çin’le savaşacağım derken karşısında bir anda bazı Amerikan tekellerinin çıkarlarını da buluveriyor. Dolayısıyla Trump’ın bu hamleleri Amerikan egemen sınıfı içindeki gerilimi de arttırıyor. “Ben iş adamıyım pazarlıktan anlarım” diyerek herkesin beklediğinin de ötesine gitmesi, kendi partisi ve müttefiklerinde de ciddi tedirginliğe yol açıyor. Öyle ki borsadaki depremleri önlemek adına Başkan’ın tek taraflı tarife belirleme yetkisini sınırlayan bir yasa tasarısı Demokrat ve Cumhuriyetçi birer senatörün imzasıyla (ve şimdilik en az 12 Cumhuriyetçi senatörün desteğiyle) Kongreye sunuldu bile. Trump veto ederim diyerek diretse de yamağı Musk’ın bile bu adımları çizmeyi aşmak olarak gördüğü ve Trump’ı ek tarifeleri geri çekmeye ikna etmeye çalıştığı söyleniyor.
Trump’ın (ve genelde Amerikan emperyalizminin) istediği şey, dünya pazarını parçalamak, serbest ticareti sonlandırmak, küreselleşmeyi ortadan kaldırmak vb. değil, Çin’i yavaşlatmak, kontrol altına almak ve ondan önemli tavizler koparmaktır. Küreselleşmeyi sonlandırmayı değil, onu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, rakiplerine had bildirerek kendi hegemonyasını kabule zorlamayı amaçlıyor. Dillendirdiği tarifelerin bıraktık tamamını çoğunu bile kalıcı olarak hayata geçirmesi mümkün değildir. Aksinin Çin ekonomisini baltalamak isterken kendi bindiği dalı kesmek olacağını o da biliyordur. Trump, çok iyi pazarlık yaptığı iddiasındaki bir işadamı, dahası kendine aşırı güvenen bir megaloman ama aptal değil! İlk iktidar döneminde bu tarifeleri bir blöf aracı ve koz olarak kullanarak rakiplerinden birçok taviz koparmayı bilmişti. Haftalar ve aylar süren görüşmeler sonucunda hem Çin’den hem AB’den kendince önemli tavizler elde ederek uzlaşmıştı. Şimdi de aynısını yapıyor. Yöntem olarak hiçbir fark yok, olsa olsa bu kez eli çok daha yükseltmiş durumda, çünkü ABD emperyalizmi atak halindedir ve iddia edildiğinin aksine yenilmek şöyle dursun çeşitli alanlarda mevziler de kazanmıştır. Üstelik yalnızca tarifeler konusunda da değil, Avrupa’dan ABD askerlerini çekme, Avrupa’yı askeri olarak kendi kaderine terk etme, NATO’dan çıkma vb. söylemlerin hepsinde de aynı blöf öğesi mevcuttur.
Trump emperyalist rekabeti pek çok alanda yapılan açık savaşın yanı sıra blöflerle, şantajlarla, kimi kez geri adımlarla yürütüyor. Ama işçi sınıfına yönelik saldırılarda, doğanın talanında, çevre krizini derinleştiren adımlarda geri vites tanımıyor. İşbaşına geldiği birkaç ay içinde yüz binlerce kamu çalışanını işten çıkardı. Reel ücretler sürekli eriyor. Termik santraller yeniden açılıyor. Çevre yasaları lağvediliyor. Bütün bu adımlar sermayenin çıkarları doğrultusunda atılıyor. Ve yaşananlar döne dolaşa işçi sınıfının kapitalizmi yıkmak dışında bir kurtuluş reçetesi bulunmadığını gösteriyor.
[1] 2021’den 2024’e kadar Çin ekonomisi 17-18 trilyon dolar aralığına saplanıp kaldı, üstelik uzun yıllardan sonra ilk kez yıllık bazda bir küçülme de yaşandı. Oysa aynı dönemde ABD ekonomisi büyümeye devam etti.
[2] ABD’nin geçen yılki ticaret açığı 918 milyar dolardır. Bunun AB ülkeleriyle Japonya’nın payına düşen toplam 305 milyar dolarlık kısmını bir tarafa bırakırsak, geri kalan kısmın çoğu Amerikan şirketlerinin üretimi kaydırdıkları Çin, Vietnam, Meksika, Kanada gibi ülkelere aittir. Yani aslında bu açığın önemli bölümü Amerikan şirketlerinin yurtdışında üretip ABD’ye geri getirdikleri ürünlerden kaynaklanmaktadır. Hem bu durumdan ötürü hem de doların küresel rezerv para oluşundan dolayı bu açık ABD ekonomisi açısından gerçekte çok büyük bir sorun teşkil etmiyor. Dahası Çin gibi dev imalatçılar dış ticaretten kazandıkları paranın bir kısmını Amerikan hazine bonolarına yatırıyorlar. Yani ABD’de basılıp Çin’in ticari kazanç olarak elde ettiği dolarların bir kısmı ABD’ye geri dönüyor, Çin’in elinde kalan da Amerikan tahvilleri oluyor. Bu hiç de az bir tutar değildir: 768 milyar dolar! ABD’yle yaptığı ticarette fazla veren Japonya’nın elinde tuttuğu ABD Hazine bonolarının değeri de 1,1 trilyon dolardır. Bir başka deyişle Amerikan emperyalizmi doların özel konumu sayesinde aslında bu yolla dünyayı haraca bağlamış durumdadır.
[3] Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), üye ülkeler olan ABD, Kanada ve Meksika arasındaki ticaret ve yatırımlarda önemli bir artışa neden olmuştur. İlk yirmi yılda bölgesel ticaret üç katına çıkmış, 2011 yılında üçlü ticaret 1 trilyon dolara ulaşmıştır. ABD ve Kanada arasındaki tarım ürünleri ticareti iki katına çıkmıştır. ABD ve Meksika arasındaki mal ticareti, 1993’teki 81 milyar dolar seviyesinden 2020’de 535 milyar dolara çıkmıştır. ABD ve Kanada arasındaki mal ticareti ise aynı dönemde 211 milyar dolardan 526 milyar dolara yükselmiştir. Meksika ve Kanada arasındaki ihracat ve ithalat da yaklaşık on kat artmıştır. 2020 yılında yürürlüğe giren USMCA anlaşması, NAFTA’nın kimi noktalarda revize edilmiş halidir.
[4] ABD’de yetişkinlerin yaklaşık %62’si ya doğrudan ya da yatırım fonları veya parçası olduğu emeklilik fonları aracılığıyla borsada küçük bir yatırıma sahiptir. Amerikan borsalarındaki hisse senetlerinin toplam değerinin yaklaşık %70-80’i çok az sayıdaki kurumsal yatırımcının elindeyken, bireysel yatırımcılar da geri kalan %20-30’luk payın sahibidirler.
[5] 2022’de imzalanan Çip Yasası, Amerikan yarı iletken üretimini canlandırmak amacıyla 39 milyar dolarlık hibe tahsis edip 11 milyar dolar da araştırma ve geliştirme programlarına destek sunuyordu. Ayrıca düşük faizli krediler ve %25 de vergi indirimi sunuluyordu.

link: Oktay Baran, Trump’ın Tarife Savaşları, 22 Nisan 2025, https://marksist.net/node/8499
Gençlik Geleceği İçin Eylemde