Geçtiğimiz ay 3 yaşın üzerindeki çocuklara anaokulu veya ana sınıfı eğitimi verdiği gerekçesiyle belediyelerin kreş hizmeti hakkında Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) talebiyle işlem başlatılması Türkiye’deki okul öncesi eğitimde rejimin yarattığı tabloyu gündeme oturttu. MEB’e ulaşan “şikâyetler” üzerine yapıldığı iddia edilen incelemelerde CHP’li belediyelerin hizmet verdiği kreşlerde izinsiz bir şekilde anaokulu ve ana sınıfı eğitimi verildiği gerekçesiyle rejim tarafından kapatılarak MEB’e devredilmesi ve yenilerinin de açılmaması istenmektedir. Konu gündeme geldiğinde alevlenip tepki toplayınca Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin belediyelere gönderilen yazının kreşlerle alakalı olmadığını, herhangi bir belediyenin kreş açması konusunda MEB’in yetkisinin olmadığını söyledi. Bakan, 3 yaş öncesine hizmet veren kreşlerle, 3 yaş sonrasına hizmet veren anaokulu ve ana sınıflarını sözde birbirinden ayırdıklarını iddia ederek demagoji yapsa da, belediyelere gönderilen yazıda doğrudan kreşlerin hedef alındığı ortada. Belediyelerin ana sınıfı ve anaokulu açma hakkı olmadığını CHP’nin 2007’deki davasına dayandıran Bakan Tekin, bu sorunu yaratanın da özünde CHP olduğunu iddia ediyor. CHP, AKP’nin 2005 yılında çıkarmaya çalıştığı –belediyelere anaokulu ya da ana sınıfı açma yetkisi veren– kanuna karşı iptal davası açmıştı. 2007’de kanun çıktıktan sonra da Anayasa Mahkemesi CHP’nin başvurusu doğrultusunda karar vererek belediye kanununun ilgili maddesini iptal etmişti. Bakan Tekin, 2007’den bu yana MEB’in hiçbir belediyeye anaokulu açma ruhsatı vermediğini, eğer açılanlar varsa da kanuna aykırı açıldığını söylese de, 2024 yerel seçimlerinden önce rejimin belediye başkan adayları, CHP’li belediyelerle yarış halinde seçmenlerine kreş sözü vermekten çekinmemişlerdi! Oysa şimdi muhalefetin açtığı kreşleri kapatmak için harekete geçen rejim, muhalefet partilerinin elindeki belediyeleri hiçbir hizmet veremez hale getirerek cezalandırmaya çalışıyor! Giderek yoksullaştırdığı milyonlarca ailenin ne yapacağıyla, küçük çocukları olan annelerin çocukları nereye emanet edeceğini bilemeden çalışmak zorunda olduğuyla, ortada kalan küçücük çocukların başına neler geleceği ile zerre kadar ilgilenmiyor. Bana yar olmayan perişan olsun diyor!
Rejim hiçbir eleştiriye tahammül etmiyor, eylemleri ve söylemleri tepki toplayınca inkâr ediyor, manipülasyon yapıyor, güllük gülistanlık bir ülke yarattığını iddia ediyor! Bu meselede de Bakan Tekin belediye kreşlerine ihtiyaç olmadığını ima edercesine devlet okullarında hiçbir eksiğin olmadığını, devletin her türlü olanağı sağladığını söylemektedir. Peki, durum gerçekten böyle mi? Durum böyleyse aileler neden devlet okulları yerine başka seçenekleri tercih ediyor acaba? İşin gerçeği AKP iktidarı boyunca eğitime ayrılan bütçe yıldan yıla istikrarlı bir şekilde azaltılarak eğitimin her aşaması ücretli hale getirilmiştir. Bilinçli bir şekilde yaratılan güvenliksizlik algısını sömürerek, en güvenli ortamlarda, en kaliteli eğitimi verdiğini iddia eden özel sektörün en fazla etkin olduğu eğitim kademelerinden biri okul öncesi eğitimdir.[*] Kamu kaynakları ile yapılan eğitim harcamaları her geçen yıl azalırken, ailelerin ceplerinden yaptıkları eğitim harcamaları giderek artıyor. Orta ve üst gelir grubundaki aileler özel okullara yöneliyor. Geniş yoksul emekçi kitleler için ise “ücretsiz” tercihlerden başka seçenek yok! Ama yıllardır ücretsiz olarak lanse edilen devlet okullarında da eğitim giderleri, okul aile birlikleri üzerinden “katkı payı” adıyla zorunlu olarak velilerden alınıyor. Ana sınıfı düzeyinde yemek, servis, kırtasiye, okulda yapılan etkinlikler, çeşitli tören hazırlıkları, folklor, dans, jimnastik çalışmaları ve kostümleri, geziler, oyunlar, yarışmalar, yabancı dil eğitimi, temizlik gibi masraflarla çılgın boyutlara taşınan aidatlarla aileler soyup soğana çevriliyor. Yemek için istenen ücret ise en büyük kalemlerin arasında yer alıyor (MEB daha önce kamuoyundaki yoğun baskılar üzerine anaokullarında verdiği ücretsiz yemek uygulamasını yalnızca bir dönem gerçekleştirdikten sonra kesti). Ana sınıfları, parçası olduğu okulun neredeyse tüm giderlerinin ödemesini sağlayan para musluğu olduğu için, ne yapılan etkinliklerin, ne toplanan paranın haddi hesabı vardır. Zorunlu diğer harcamalar da eklenince okul öncesi eğitimin masrafı emekçi ailelerin bütçesi için ciddi bir kalem haline geliyor. Tüm bunlar bir yana, devlet okullarında anaokulu hizmeti son derece sınırlı kontenjanlarla veriliyor. Okul öncesi eğitimde özel kurumlar astronomik rakamlar istediği için yoksul aileler için tek seçenek, en ucuz seçeneğe yönelmek ya da çocukları okul öncesi eğitime göndermemek oluyor!
İktidarın eğitim kurumlarındaki giderlere, kurumun kendini döndürmesine kaynak bulma işini okulların iç işleyişine terk edip, toplanan paranın bir kısmına da el koymasıyla ailelerin üzerindeki eğitim yükü arttıkça artmıştır. Eğitime ayrılan bütçeyi arttırmak yerine 2023 yılında çıkarılan bir yönetmelikle okul öncesi eğitim kurumlarında çocukların temel ihtiyaçlarını, özel bakım süreçlerini karşılayabilmek ve eğitim programının uygulanmasını desteklemek gibi gerekçelerle ailelerden alınan “katkı payı” pervasızca resmileştirildi. 2024-2025 eğitim öğretim döneminde ailelerin okul öncesi eğitim için devlet okullarına aylık en az 650 TL aidat ödemesi gerekiyor. Ailelere okula para vermesi gerektiği dayatmasını meşrulaştıran bu miktar, okul idarelerinin önünü daha da açmaktan başka bir şey yapmıyor. Okullarda böyle bir taban ücret belirlenmiş olsa da birçok okul idaresi bütçe yetersizliğini gerekçe göstererek velilerden kayıt ücreti veya on binlerce liralık bağışlar talep ediyor. Bu miktar okuldan okula, bölgeden bölgeye değişebiliyor. Bu koşullarda yoksul aileler, ana sınıfı çağına gelmiş çocuklarının eğitimi için okula vermesi gereken parayı, evin en acil masraflarını karşılamak için kullanmak zorunda kalıyor. Belediye kreşleri gibi bir seçenek de olmadığında yoksul ailelerde anne eninde sonunda çocukları kreşe gönderme masrafı için çalışmaktansa evde kalıp onlara bakmayı tercih ediyor. Pek çok işçi kadınsa, çocuklarını cami altlarında tarikatların cirit attığı sübyan mekteplerine göndermekten başka bir seçenek bulamıyor. Artık neredeyse ülke nüfusunun beşte birinin sosyal yardımlarla hayatta kaldığı, geçinebilmek için herkesin çalışması gerektiği, çocuğuna kol kanat gerecek bir örgütlülüğün, dayanışmanın olmadığı koşullarda, çocuk bakımı çok ciddi bir mesele haline gelmiş durumda! Annesi ve babası çalışmak zorunda olduğu için küçücük yaşlarında üzerlerinde kapı kilitlendiği için yanan çocukların acı dramları da böylesi koşulların sonucunda ortaya çıkıyor çoğu zaman! Nitekim geçtiğimiz ay İzmir’de, eşi cezaevine girdikten sonra ailesinin geçimini hurdacılık yaparak sağlayan bir genç kadın, 5 çocuğunu evde bırakarak hurda parasını almaya gittiğinde sobanın devrilmesiyle çıkan yangında 5 çocuğu hayatını kaybetmişti. Bu olay üzerine Mecliste iktidar milletvekillerine yoksulluk üzerinden yöneltilen eleştirilere, bu yoksulluğu yaratan rejim sözcülerinden Özlem Zengin “her şeyi paraya bağlamayın” demişti pişkin pişkin!
Kreşleri muhalif belediyelerin elinden almak isteyen rejim, okul öncesi eğitimin dışında kalan çocukları tarikatlara, vakıflara, camilere yönlendirme dışında çözüm üretmek istemiyor. MEB’in devlet okullarında hayata geçirdiği ÇEDES benzeri protokollerle yoksul ailelerin çocukları tarikatların ellerine teslim ediliyor. Camilerle okullar arasında giderek daha da sıkılaşan bir bağ yaratılmaya çalışılıyor. Son yıllarda alabildiğine derinleşen yoksullukla beraber her yıl 1 milyonu aşkın çocuk cami altlarındaki kurs adı altındaki sübyan mekteplerine giderken, bu yıl Diyanetin açıklamasına göre bu sayı 2,5 milyona çıkmış bulunuyor. Bunlar üzerinden kurulan ilişkilerle tarikatların yoksul ailelerle organik bağlarının kurulması sağlanıyor. Bu gerçekler iktidarın belediyelerin kreşlerine neden göz diktiğini gayet net ortaya koyuyor aslında!
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu uyarınca 150’den fazla kadın çalıştıran işyerleri kreş açmak zorunda. Sermaye sınıfı Anayasayı yok sayarak karşısında mücadeleden geri duran örgütsüz işçi sınıfına bir kreş hakkını bile çok görüyor. Kreş sorununu çözemeyen kadının bir işe girip çalışması imkânsızlaşıyor ama evde kalırsa da ailenin geçinmesi mümkün olmuyor. Çocukları büyütme sorunu, kadının hem çalışmasının hem sosyal hayata katılmasının önünde büyük bir engel oluşturuyor. İşçi ailelerinin, özellikle de işçi kadınların içine hapsedildikleri bir açmaz bu! Bu açmazı yaratan rejim sübyan mektepleri vb. ile işçi çocuklarını daha kundaktan itibaren itaatkâr, dindar ve kindar yetiştirmek istiyor ve onları buralara mahkûm etmek için her yolu deniyor. İşçi ve emekçilerin, çocuğundan emeklisine, gencinden kadınına, her yaştan kesimine gaddarca saldıran rejim dur durak bilmiyor. Toplumu kendi ideolojik hegemonyasına daha fazla almak için her yolu deniyor, eğitim dâhil tüm kurumları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor. Oysa kadının çalışabilmesi için her işyerine kreş, çocuğun sosyal ve bilişsel gelişimi için de her kademesinde eğitimin bilimsel, nitelikli ve ücretsiz olması gerekiyor. Kendi bekasından başka bir şeyi önceliğe almayan bu rejime ve kapitalizme karşı mücadele yürütmeden bu sorunları çözmenin bir yolu bulunmuyor!
[*] Okul öncesi eğitim kurumlarını anaokulu ve ana sınıfı olarak ayıran MEB, anaokullarını “Eylül ayı sonu itibarıyla 36-68 aylık çocukların eğitimi amacıyla açılan okullar”, ana sınıflarını ise “Eylül ayı sonu itibarıyla 57-68 aylık çocukların eğitimi amacıyla örgün eğitim ve hayat boyu öğrenme kurumları bünyesinde açılan sınıflar” olarak tanımlamaktadır.
link: Aylin Dinç, Rejim Çocuklara Belediye Kreşlerini de Çok Görüyor, 23 Aralık 2024, https://marksist.net/node/8405
Güney Koreli Emekçiler Darbeyi ve Darbeci Başkanı Püskürttü