Özellikle Özal’ın ANAP hükümetleri döneminde zenginleşmeye başlamış, AKP’nin hükümet olmasıyla ise uluslararası ticaretten ve devlet ihalelerinden daha fazla pay alır duruma gelmiş olan MÜSİAD patronları henüz TÜSİAD’ın büyük patronları kadar zenginleşememiştir. Yarışa sonradan başlamanın verdiği dezavantaj ve zenginleşme hırsıyla engel tanımadan ilerleyen bu burjuva çevreler, en kısa sürede en fazla sermayeye kavuşmak ve bir an önce piramidin en üstlerine tırmanmak için hiçbir kurallı çalışmaya tahammül edememekteler. Fabrikalarında ya da işyerlerinde asla sendikaya ve başka türden bir işçi birliğine, hak alma mücadelesine tahammül göstermemekte ve bu tip işlere kalkışanları, dinine, inancına, milliyetine bakmadan anında kapı dışarı etmekteler. İşçileri daha fazla sömürebilmek ve kuralsız çalıştırabilmek için ellerinden geldiğince kendi tedbirlerini alıyorlar tabii ama bu işi devletin yasalarıyla yapmak daha kolay ve güvenceli. Onun için öz temsilcileri, sözcüleri olan Erdoğan da bu saldırıları daha rahat gerçekleştirebilmek için önündeki bütün engelleri kaldırıp “TEK ADAM” olmak istiyor.
Milliyetçi, dindar ya da laik patronlar, Türkiye’deki işgücü piyasalarının çok katı olduğundan, esnetilmesi lazım geldiğinden, yoksa diğer ülkelerin patronlarıyla rekabet edemeyeceklerinden ve dolayısıyla “canlarından çok sevdikleri” Türkiye’nin büyüyemeyeceğinden şikâyet ediyorlar! Tabii “daha fazla zenginleşmek istiyoruz” diyemedikleri için “canımız Türkiye’miz için” diyorlar. Hal böyle olunca da Türkiye’nin büyümesi için koşulların esnetilmesi gerekiyormuş? Yani diyorlar ki, biz kalkınırsak “vatan” kalkınır! Büyük usta Nazım’ın dediği gibi, onların vatan dedikleri, çiftlikleridir, kasalarının ve çek defterlerinin içindekilerdir. Vatanın kalkınması ise işçiler daha fazla sömürülüp sadakalarla yaşar hale gelirken patronların ceplerini, kasalarını doldurması demektir.
Yani özcesi, patronlar hem uluslararası krizi ve hem de uluslararası rekabeti neden göstererek, işçileri çok daha kolay sömürmenin önündeki bütün engellerin kaldırılmasını istiyorlar. Onun için KÖLELİK BÜROLARI yasalaştı. Birikmiş tazminatların işçileri işten atmak istediklerinde yarattığı caydırıcılığı ortadan kaldırmak, patronlara ucuz kredi vermek, iflasla yüz yüze gelmiş olanları kurtarmak için de KIDEM TAZMİNATI fona devredilmek isteniyor. Ciddi bir karşı koyuş örgütlenemezse kıdem tazminatları patronların kasasına akacak. Bu durumun MÜSİAD da dahil tüm sermaye kesimlerinin işine yarayacağı çok açık. Haliyle AKP bu sömürü kanunlarını çıkarmak için tek başına iktidar olmaya devam etmek ve sarsılmaz bir başkanlık sistemi kurmak istiyor. Bu işi kolaylaştırmak için de işçilerin saflarında kutuplaştırma yaratarak onarılması kolay olmayacak gedikler açıp istediği yasayı çıkarıyor. Bir yandan işçilerin hakları budanırken diğer yandan dini ve milli duyguları kışkırtılıp, “kuşa bak kuşa” denip, bütün ilgi ve algı başka taraflara çekiliyor. Erdoğan bir taraftan “Büyük Türkiye” diye kitleleri manipüle ederken, bir taraftan da başta yandaşlar olmak üzere sermaye kesimlerini daha fazla büyütmenin koşullarını yaratmaya çalışıyor. Peki nasıl? “Efendilerin deyimiyle «işgücü piyasalarını katılıktan arındırarak”.» Katılık dedikleri ne peki? Örneğin işçilerin hâlâ emekli olabiliyor olması. Hâlâ sendikalı işçilerin olması. Patronların işçilere «gel deyince gel, git deyince git» diyebileceği bir çalışma sistemine hâlâ kavuşamamış olmaları. İşçilerin şöyle ya da böyle hâlâ kıdem tazminatı alıyor olması. İyi ya da kötü hâlâ belirli saatler çalışıyor olmaları. İşte kölelik bürolarını da bu «katılıktan» kurtulmak için yasalaştırdılar.” (Ziya Egeli, “AKP’nin Güvenceli Kölelik Stratejisi”, MT, 1 Temmuz 2016)
İşçi kardeşim, kıdem tazminatının elinden alınmasına engel olmanın ilk adımı olarak HAYIR de!
link: Mersin’den MT okuru bir işçi, Kıdem Tazminatlarının Gaspı ya da Kuşa Bak Kuşa!, 29 Mart 2017, https://marksist.net/node/5555
AKP’nin “Evet”e İkna Sıkıntısı
Geleceğimiz İçin Hayır!