Bir müddettir Marksist Tutum sayfalarında Avrupa’da faşizmin yükselişi ayrıntılı olarak işleniyor. Avrupa devletleri ve AB “kontrolsüz göçü önlemek” bahanesiyle art arda yasalar çıkarıyorlar. Emperyalistlerin güç ve paylaşım savaşından, kapitalist üretimin neden olduğu iklim krizinin etkisiyle felâkete dönüşen doğa olaylarından, açlıktan, işsizlikten kaçan insanları düşündüklerini söylüyorlar bir de yüzsüzce. Bütün bu planlar son dönemde Avrupa ülkelerine yıllar önce yerleşmiş, vatandaşlık almış olanların dahi haklarını kısıtlayan yasaların çıkarılmasına, hatta geldikleri ülkelerin vatandaşı olup da “asimile” olmayanların geri gönderilmesi planlarının yapılmasına kadar vardı.
Burjuvazinin körüklediği bu göçmen düşmanı dalga Avrupa’da faşist partileri güçlendiriyor. Fakat aynı zamanda her şeye rağmen işçiler tarihsel hafıza ve sınıfsal bir refleksle faşizme karşı sokaklara çıkıyor, alanları dolduruyor.
Fransa’da “Göçü Kontrol Etme ve Entegrasyonu İyileştirme” Yasası!
Fransa’da yasanın mimarı olan İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’e ithafen “Darmanin Yasası” olarak anılan “Göçü Kontrol Etme ve Entegrasyonu İyileştirme Yasası” 19 Aralık 2023’te Ulusal Mecliste onaylandı. Bu yasanın içeriği Cumhurbaşkanı Macron’un 2022 seçim kampanyası sırasındaki vaatleri arasındaydı. Onaylanmadan önce parlamentonun sağ kanadı tarafından yetersiz bulunan, sol kanadı tarafından ise göçmen düşmanlığıyla eleştirilen tasarı “yetersizlikleri” giderilerek Le Pen’in faşist Ulusal Birlik Partisinin desteğiyle Meclisten geçti. Faşist lider Marine Le Pen yasanın Ulusal Mecliste onaylanmasının ardından “Yıllardır savunduğumuz tüm fikirler bu yasada. Bu bizim için ideolojik bir zaferdir. Fikirlerimiz artık ülkede gündemi belirliyor” dedi. Oysa Le Pen’in iktidarını engellemek için Fransa’da “demokrat” burjuva siyasi güçler birleşmiş, seçimlerde Macron’u destekleyerek iktidarda kalmasını sağlamışlardı.
Fransa’da göçmenlerin sahip olduğu hakları geriye götüren bu yasa göçmenlere kira desteğini ve aile yardımlarını kısıtlıyordu. Sağlık ve sosyal yardımları azaltıyor, oturma izni alma koşullarını zorlaştırıyor ve süresini azaltıyordu. Çifte vatandaşlığa sahip olanların vatandaşlıktan çıkarılmasını kolaylaştırıyordu. Eğitim için Fransa’ya gelen öğrencilere depozito şartı getirerek eğitim hakkını engelliyordu. Bunların yanında yasayı hazırlayan ve onaylayan burjuva devlet güçleri sermayenin acil çıkarlarını da göz ardı etmedi. Yasa Avrupa Birliği dışından gelen özellikle doktorlar için “nitelikli sağlık personeli istihdamı ihtiyacına” yanıt vermek amacıyla oturum izni müracaatlarında tıp ve eczacılık mesleklerine öncelik verilmesini öngörüyordu. Nihayetinde 25 Ocakta Anayasa Konseyi, kira yardımını kısıtlayan ve aile birleşimini zorlaştıran maddeleri de içeren 32 maddeyi Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle çıkararak yasayı onayladı.
Anayasa Konseyinin bazı maddeleri geçersiz kılmasında elbette yasaya karşı örgütlenen protesto gösterilerinin etkisi var. 14 Ocakta sendikaların ve sol partilerin çağrısıyla Fransa’nın pek çok kentinde düzenlenen yürüyüşlere 40 binden fazla emekçi katıldı. Kitle, faşizme ve göçmen düşmanlığına karşı sloganlar attı, dövizler taşıdı. 21 Ocakta ise Fransa genelinde 150 bin kişi meydanlara inerek göçmen karşıtı yasayı protesto etti. Protestoların içeriğinde göçmenlerin zaten yetersiz olan ve zor ulaşabildikleri haklarının kısıtlanmasının tüm çalışanlar üzerindeki baskıyı ve yabancı öğrencilere uygulanan depozito şartının da tüm öğrenciler için ücretleri arttıracağı vurgusu vardı. Protesto gösterilerini düzenleyenler bu yasayla en güvencesizlere saldırmanın aslında tüm emekçi sınıflara saldırmak olduğunu söyleyerek mücadele çağrısı yaptılar. 21 ve 22 Aralıkta öğrenciler onlarca okulda protesto eylemleri örgütlediler.
Burjuvazinin yaymaya çalıştığı, Fransız halkının yasanın göçmenlere getirdiği kısıtlamalardan memnun olduğu algısının aksine 2023 Eylül ayında Fransız araştırma kuruluşu Elabe tarafından yapılan bir ankete katılanların yüzde 55’i belgesiz göçmenlerin yasallaştırılmasından yana olduğunu söylüyor. Odoxa’nın Ekim ayında yayınladığı başka bir araştırmaya göre ise “göç”, ankete katılanların ilgilendiği konular arasında satın alma gücü, sağlık ve sosyal koruma sistemi gibi sorunlarından sonra beşinci sırada geliyor.
Almanya’da asimile olmamış Alman vatandaşlarını geri gönderme planı
Almanya’da aralarında faşist parti AfD’den (Almanya için Alternatif) milletvekillerinin, Hıristiyan Demokrat Parti CDU’dan siyasetçilerin, faşist ideologların ve sermaye sınıfı temsilcilerinin olduğu bir grup 25-30 Kasım 2023’de Potsdam yakınlarında Landhaus Adlon Otelinde gizli bir toplantı düzenledi. Bu grubu bir araya getiren ise Alman vatandaşı olup da asimile olmayanlar dâhil olmak üzere milyonlarca göçmen ve vatandaşı geri göndermek üzerine yapılan “master plan” için birlik sağlamaktı. Toplantıyı araştırmacı gazetecilerden oluşan CORRECTIV isimli yayıncı kuruluş açığa çıkardı. Toplantının içeriği ve toplanış biçimi Almanya kamuoyuna 20 Ocak 1942’de Berlin’de üst düzey Nazilerin düzenlediği Wannsee Konferansını hatırlattı. Burada Yahudi katliamının planları yapılmıştı.
Toplantıda Almanya’dan çıkarılması gereken üç gruptan bahsedildi; sığınmacılar, Almanya’da kalma hakkına sahip yabancılar ve asimile olmamış Alman kökenli olmayan vatandaşlar. Toplantıda üzerine konuşulan bir başka plan ise 2 milyon göçmeni Kuzey Afrika’da bir ülkeye göndermek oldu. Açılış konuşmasını yapan yazar ve Avusturyalı aşırı sağcı Kimlik Hareketinin (IB) lideri Martin Sellner’in oturma izni ya da vatandaşlığı olan insanların nasıl gönderilebileceğine dair bir soruya verdiği cevap, Avrupa genelinde göçmen haklarına karşı hazırlanan yasaların faşizmden beslendiğinin kanıtıydı. Sellner şöyle diyor: “İnsanlara uyum sağlamaları için yüksek düzeyde baskı uygulamak zorundasınız, örneğin özelleştirilmiş yasalar yoluyla. Geriye göç aceleyle yapılabilecek bir şey değildir; bu onyıllar sürecek bir proje.” Bu sözler faşistlerin akıllarının dibini, hedeflerini ve Avrupa genelinde göçmen haklarının kısıtlanmasının gidebileceği düzeyi, aynı zamanda Fransa’nın gündeminde olan Darmanin yasasının da aslında nasıl bir havuzdan beslendiğini gösteriyor. Daha ortaya çıkmamış olsa da bu tarz başka toplantıların yapıldığını da düşündürüyor. Oktay Baran’ın Takiyeci Faşizme Aldanmayalım başlıklı yazısında çarpıcı olarak yaptığı uyarının ne kadar haklı olduğunu da kanıtlıyor:
“Günümüzdeyse bir kez daha, sivil faşizmin yükselişte olduğunu görüyoruz. Ama artık bunca yaşanmışlıktan sonra faşistler kendilerinin faşist olduklarını «gururla» ilan edemiyorlar. Demokrasiye, demokratik kurumlara ve bireysel özgürlüklere düşman olduklarını açıkça söylemiyorlar. Paramiliter çeteler oluşturup, sert askerî selamlar vermiyor, sokaklarda solcu ve sendikacı avına çıkmıyorlar (şimdilik diyelim ve bir dönem Yunanistan’da ve şimdilerde ise Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Macaristan’da devlet eliyle yaratılıp kollanan bu tür çetelerin hazırda tutulduğunu da belirtelim). Günümüzde hem liberal demokrat yazarlar arasında hem de sosyalist hareket içerisinde, bu veri ve olgulardan yola çıkarak faşizm tehdidi ve tehlikesini küçümseyenlerin, faşist hareketleri adlarıyla anmaktan geri duranların sayısı hiç de az değildir.”[1]
Nazi artığı toplantının ortaya çıkmasından sonra faşizm karşıtı gösterilerde hedefe konulan AfD, yüzde 22 hatta Almanya’nın doğu eyaletlerinde yüzde 30’u bulan oylarıyla son yıllarda hızla yükselerek muhalefetteki ikinci parti konumuna geldi. 2013 yılında kurulan parti, ekonomik kriz ve Suriye, Ukrayna savaşları sonrası hızlanan göçmen krizinin toplumda yarattığı gerilim faylarını besleyip kullanarak iktidar yolunu döşüyor.
Potsdam’da düzenlenen toplantının haberi 10 Ocakta yayınlandıktan hemen sonra protesto gösterileri organize edildi. İlk başta 2-3 bin kişinin katılacağı düşünülen gösterilere on binlerce insan katılarak “Faşizm bir daha asla” dediler. AfD’nin kapatılması talebi protestocuların taşıdığı dövizlere damgasını vurdu. İlerleyen günlerde eylemler onlarca kente yayıldı. Berlin’de Meclis binası önünde başlayan yürüyüşe 350 bin kişi katıldı. 21 Ocak Pazar günü Münih’te düzenlenen eyleme 250 bin kişi katıldı. Stuttgart’ta çağrıcılar arasında Birleşik Hizmet İşleri Sendikası (Ver.di), Alman Sendikalar Birliği (DGB) ve IG Metall Sendikasının olduğu eyleme 50 bin kişi katıldı. Ülke genelindeki gösterilere yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı söyleniyor.
Faşizme karşı yapılan gösterilerde burjuva politikacılar da yerini alıyor. Özellikle Almanya’da göçmen emeğine olan ihtiyacı vurgulayan burjuvalar, göçmen karşıtı hareketlerin Alman ekonomisine zarar verdiğini söylüyorlar. Burjuva siyasetçiler kendi sınıf çıkarları doğrultusunda ince bir matematik hesabıyla hareket ediyorlar. Bir yandan alanlarda faşizme lanet okuyor, aynı zamanda göçmen karşıtı yasalar çıkarıyor, bunların yanında da “makbul” göçmenlere kapıları açık tutmak istiyorlar.
Geri gönderme planlarının altı AB’den geçen yasalarla döşeniyor
Bugün AfD’ye karşı düzenlenen protestolara methiyeler düzen Almanya Başbakanı Olaf Scholz geçtiğimiz aylarda 10 maddelik düzensiz göçle mücadele planı açıklamıştı. Bu plan sığınma başvurusu reddedilenlerin ülkelerine daha hızlı gönderilmelerini, iltica başvurularının Avrupa Birliği (AB) dışındaki üçüncü ülkelerde ya da transit ülkelerde incelenmesi önerisini içeriyor. Sığınmacılara tanınan sosyal hakların ve yardımların Almanya’yı çekim merkezi haline getirdiği gerekçesiyle sığınma başvurusunda bulunanlara sosyal yardımların sınırlanması, nakit destek yerine ancak temel ihtiyaçlar için kullanılabilecek ödeme kartı uygulamasına geçilmesi planlanıyor.
20 Aralık 2023’de Avrupa Birliği (AB), Avrupa sınırlarının korunmasını ve sığınmacıların Batı Avrupa’ya seyahat etmesinin zorlaştırılmasını esas alan yeni sığınma ve göç anlaşmasını kabul etti. AB genelinde 2026 yılından itibaren hayata geçirilecek olan yeni sığınma ve göç yasasına göre AB ülkeleri İtalya ve Yunanistan gibi sığınmacı akınının yoğun olduğu ülkelerdeki sığınmacıları kendi ülkelerine kabul edecek. Bunu yapmak istemezlerse bu ülkelere sığınmacı başına 20 bin euro ödeyecek. Anlaşmanın başka bazı maddeleri ise şöyle: Pakistan, Bangladeş, Fas ve Cezayir gibi nispeten güvenli ülkelerden gelen sığınmacılar, hareket özgürlüğünün kısıtlı olduğu kapalı merkezlerde tutulacak. 6 yaşından büyük çocukları da kapsayacak şekilde, parmak izlerine yüz görüntüleri eklenerek, AB topraklarına gelenlerin daha etkili bir şekilde tanımlanması sağlanacak. AB’ye yasa dışı yollardan girenler, 7 güne kadar kimlik tespiti, biyometrik veri toplama, sağlık ve güvenlik kontrollerini de içeren zorunlu bir giriş öncesi tarama prosedürüne tabi tutulacak. Sınırda gözaltı merkezleri oluşturulacak. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen anlaşma için “Bu, kimin AB’ye gelip kalabileceğine kaçakçıların değil Avrupalıların karar vereceği anlamına geliyor. Bu, ihtiyacı olanların korunması anlamına geliyor” demişti. Sanki emperyalist barbarlar mültecilere, göçmenlere nasıl bir hayat yaşayacaklarına dair tercih şansı sunmuş gibi!
Elif Çağlı Bonapartizmden Faşizme adlı kapsamlı ve özgün çalışmasında bundan 20 yıl önce faşizm tehlikesi konusunda uyarıda bulunmuş ve Marksist bakış açısının önemini şöyle vurgulamıştı: “Günümüzde emperyalist güçler arasında tırmanan gerilimlere, nüfuz alanlarını kana bulayan yeniden paylaşım savaşlarına bakıp da, hâlâ bir daha üçüncü bir emperyalist paylaşım savaşının çıkmayacağını iddia edenler hangi sıfatları hak ediyorlarsa, faşizm konusunda da durum aynıdır. Avrupa’daki tuzu kuru aydınlar ve onların dümen suyundan giden sözde sosyalistler, dünyayı rahat döşeklerinden seyredip yangın kendi evlerine ulaşmadığı sürece, «bir daha olmaz» nakaratını terennüm ederek kendilerini kandırabilirler. Ama onlar böylece oyalanırlarken, emperyalist güçlerin kaynayan bir cadı kazanına döndürdüğü günümüz dünyasında tehlikenin adım adım kendi evlerine de yaklaşmayacağı söylenebilir mi? Bazı Avrupa ülkelerinde faşist partiler belirli düzeylerde yükseliş kaydediyor olsalar da, faşizmin bu ülkelerde henüz güncel bir tehdit boyutuna ulaşmadığı doğrudur. Ama yarın neler olacağı belli mi olur? Ekonomik krizlerin, yeniden paylaşım savaşlarının sarsıntılarıyla dönen, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın tırmandırıldığı günümüz dünyasında, başı fena halde sıkıştığında kapitalist sistemin içinden yine faşizm belâsını çıkartabileceği gerçeği asla küçümsenemez. Ayrıca unutulmamalı ki, dünya Avrupa’dan ibaret değil. Türkiye olsun, çeşitli Latin Amerika ülkeleri olsun, emperyalist sistemin bu zayıf halkalarında yaşanan faşizm gerçeğinin devrimci işçi hareketinde yarattığı büyük tahribatın etkileri canlı bir tarih olarak karşımızda duruyor. Üstelik faşizm bugün, egemen emperyalist güçlerin yeni markası «medeniyetler çatışması» adı altında, işçi ve emekçi insanları Müslüman-Hıristiyan ekseninde bölüp birbirine kırdırtma planlarıyla kendine yeni yollar açmaya hazırlanıyor.”[2]
Faşizm burjuvazinin olağanüstü yönetim biçimidir. Kapitalist devlet olağan dönemlerde de üstü örtülü ve gerektiğinde kullanılmak üzere faşist unsurları bünyesinde barındırır. Bugün emperyalist güçler sebep oldukları göç krizini, emekçi kitlelerin sorunlarının gerçek sebebini görmemesi için kullanıyorlar. Bunu yaparken bir yandan da iktidarlarının temellerine yönelecek öfkeye karşı faşist güçleri besliyorlar. Dünya işçi sınıfının karşısında tek bir ortak düşman var: Artık çürümüş bedenini yaşatabilmek için her türlü akıl dışılığı yapan emperyalist-kapitalist sistem. Tam da bu nedenle Avrupa ülkelerinde onlarca renkten ve dilden, belgeli, belgesiz, vatandaş ya da değil emekçi kitlelerin faşizme hayır diyerek milyonlar olup alanlara çıkması önemlidir. Dünya işçi sınıfının enternasyonalist birliği ve mücadelesi bu haklı tepkiyi ilerleterek kapitalizmin temellerine yöneltmelidir.
[1] Oktay Baran, Takiyeci Faşizme Aldanmayalım, 15 Aralık 2023, marksist.net/node/8146
[2]Elif Çağlı, Bonapartizmden Faşizme, “Önsöz”, Tarih Bilinci Yay.
link: Meral İnci, Avrupa’da Faşist Partiler Yükselirken Faşizme Öfke de Büyüyor, 8 Şubat 2024, https://marksist.net/node/8188
Okurlarımızdan: Yeni 6 Şubatlar Yaşanmasın Diye Mücadeleye!
Okurlarımızdan: Bu Felâket Depremin Değil Kapitalizmin Eseridir