Savaş denince aklımıza bombardıman uçaklarıyla yerle bir edilmiş şehirler, yanmış, yıkılmış binalar, ölü insan bedenleri, göç yollarında hayata tutunmaya çalışan insanlar geliyor. Fakat savaş bu ilk ve en belirgin tahribatın ötesinde de bir yıkıma yol açıyor. Savaşlarda kullanılan silahların sebep olduğu toksik atıkların toprakta, suda, insan bedeninde yol açtığı tahribat ve yıkım hem savaşın yaşandığı coğrafyanın ötesine hem de uzun yıllara yayılıyor. Örneğin uçaktan bırakılan bir bombanın yüzeyde patlamasıyla sıcaklık 3000°C’ye kadar çıkıyor ve bu sadece toprak yüzeyinin değil toprağın alt katmanlarının da kavrulmasına neden oluyor. Yanan toprağın tekrar işlenebilmesi için 100 ilâ 7400 yıl arası bir zaman geçmesi gerekiyor.
Uçaklar, gemiler, füzeler, tanklar, bombalar, mayınlar ve bunların alt dalı olan yüzlerce çeşit malzemeyi içeren savaş araçları, üretilmesinden denenmesine, kullanılmasından savaş sonrası oluşturdukları atık sorununa kadar dünyamız ve canlı yaşamı için çeşitli tehlikeler barındırıyorlar. Askeri endüstrinin kendisi zaten en büyük kirlilik kaynaklarından biridir. Kapitalizmin topyekûn insanlığa savaş açmış olduğunun da bir göstergesidir.
Nükleer silahlar
Nükleer silahlar, üretiminden test edilmesine kadar çevreye ciddi miktarda radyasyon yayarlar. Bugün Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombasından binlerce kat daha güçlü nükleer bombalar var. Nagazaki’ye atılan bomba 20 bin ton dinamit patlamasına eş değer bir bombaydı ve 2 bin adet 10 tonluk kamyonun aynı anda dinamitle patlatıldığında yaratacağı yıkıma yol açmıştı. Yalnızca 10 megaton gücünde bir bomba patlatıldığında 320 km yarıçapındaki alanda bulunan insanların gözlerinde yanıklar meydana gelecek, patlamanın merkezinde 2,5 km genişliğinde bir krater oluşacak, 205 km yarıçapında bir alanda bulunan tüm yapılar ya yıkılacak ya da çok ağır hasar görecektir, 35 km’lik bir alanda bulunan insanlar dâhil her şey yanacak, hızı 250 km’yi aşan kasırgalar esecektir. Rüzgarla yayılan radyoaktif esintinin etkisiyle yüzlerce kilometre ötedeki insanlar da bombadan etkilenecektir.[1]
1945 yılından başlayarak atmosferde ve yeraltında iki binden fazla nükleer silah denemesi yapılmıştır. Her bir deneme yeryüzüne radyasyon yaymış, havayı, toprağı, suyu kanserojen atıklarla zehirlemiştir. Belki bugün için –ki bunun olmayacağının hiçbir garantisi yoktur– emperyalist güçler devasa yıkıcı etkileri nedeniyle nükleer bir savaştan kaçınıyorlar ama nükleer silahların üretimi, denenmesi, depolanması ve eskiyenlerin imhası yollarıyla peyderpey zaten ciddi bir nükleer kirlilik yaratmış oluyorlar. Nükleer silah parçaları dünyanın dört bir yanında üretiliyor. Bu da yaygın bir radyasyon kirlenmesine neden oluyor. Bu silahların üretimini yapan işçilerde yaşamları boyunca bitmeyecek sağlık sorunları da kaçınılmaz oluyor. ABD’de bu konuda yapılan araştırmalarda, çalışmaya katılan hem silah endüstrisinde çalışan hem de emekli olan her işçide sağlık sorunları tespit edilmiştir. Nükleer silahları ortadan kaldırmak ise hem çok masraflı hem de başlı başına kirletici bir uğraş. Yok etmek istenildiğinde dahi etrafa radyoaktif kirlilik saçıyorlar. Nükleer silahların temel maddesi plütonyum ve yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumdur. Çok masraflı bir işlem olsa da zenginleştirilmiş uranyum nükleer silahın içinden çıkarılıp doğal uranyuma karıştırıldığında radyoaktivitesi azaltılabiliyor. Plütonyumu ise seyreltmenin bir yolu bulunmuyor. Ondan kurtulmanın temiz bir yolu halen bulunabilmiş değil.
Seyreltilmiş uranyum mermileri onları kullanan askerlerde dahi kansere neden oluyor ve radyoaktif uranyumu soluyan kişi yaşamı boyunca radyasyon yaymaya devam ediyor. Bu mermiler kullanıldıktan yıllar sonra dahi havada toz partikülleri olarak asılı kalıyor, radyoaktif kirliliğe yol açıyor. Bu mermiler ilk kez Körfez savaşında Irak’ta ABD ve koalisyon güçleri tarafından kullanıldı. Savaş sonrasında bu mermileri kullanan ABD askerlerinde ağır solunum yolu hastalıkları, deri döküntüleri, böbrek hastalıkları görüldü. Irak’ta doğan bebeklerde ise doğumsal anomali görülmeye başladı. Irak’ın tüm ekosistemi seyreltilmiş uranyum atıklarıyla geri dönülmez bir şekilde kirletildi. Elbette kendi askerlerinde görülen hastalıklar da, Iraklı bebeklerin yaşadığı sorunlar da ABD’yi seyreltilmiş uranyum mermilerini kullanmaktan alıkoymadı. Savaş sonrası bu mermilerle vurulmuş Irak tanklarının hurda ticareti adı altında Türkiye dahil pek çok ülkeye taşınması kirliliğin çok daha geniş bölgelere yayılmasına neden oldu. Balkanlar’da yürüyen bölgesel savaş sırasında NATO birlikleri seyreltilmiş uranyum mermilerini tanksavar silahı olarak kullanmaya devam etti. Bölgede savaştan 7 yıl sonra dahi havada toksik madde tespit edildi. Ucuz, kolay bulunur ve satışında uluslararası kısıtlamaların olmadığı seyreltilmiş uranyum mermilerinin yarı ömrünün 4,5 milyar yıl olduğu düşünüldüğünde tehlikenin büyüklüğü de daha net ortaya çıkar.[2]
Kimyasal ve biyolojik silahlar
Biyolojik ve kimyasal silahlar da öncelikle insana ama devamında doğal yaşama uzun vadeli zararlar veriyor. Yakıcı, kan zehirleyici, boğucu, merkezi sinir sisteminin fonksiyonunu bozan gazlar kimyasal silah olarak kullanılıyor. Kimyasal gazlar insana verdiği kimi zaman öldürücü zarar dışında bitki örtüsüne, toprağa, suya, hayvanlara verdiği zararla da ekosistemi tahrip ediyor. Örneğin Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşında Almanya kimyasal gazlarla yüz binlerce insanı katlettiği gibi, 1 milyon kilo sarin gazı taşıyan bir gemiyi batırarak 400 yıl boyunca temizlenemeyecek bir kirliliğe de sebep olmuştur.
Biyolojik silahlar ise insanlar, hayvanlar ve bitkilerin organizmalarında çoğalma yeteneğine sahip ve yine insan, bitki ve hayvanlarda ölüme ya da hastalığa neden olabilecek bulaşıcı mikroorganizmalar kullanılarak üretilmektedir. Bu silahlar hem ileri teknoloji gerektirmiyor hem de ucuza üretilebiliyor. Çeşitli araçlarla aerosol bulutu olarak havaya yayılabiliyor ya da gıda maddelerine bulaştırılarak veya bu mikroorganizmaların enjekte edildiği böceklerin doğaya salınmasıyla etkin hale getiriliyor. Bu savaş tekniği çok eskilere dayanıyor. Örneğin Asurlular öldürücü bir mantarla, Romalılar ise ölü hayvanları su kaynaklarına atarak düşmanlarını zehirlerlermiş. 15. yüzyılda İspanyol Pizarro, işgal amacıyla gittiği Güney Amerika’da yerlilere çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeler vererek salgın çıkarmış ve çoğu kişinin ölümüne neden olmuş. Bu savaş yöntemleri ilerleyen yüzyıllarda da kullanılmıştır. Kapitalizmde ise gerek kimyasal gerek biyolojik silahlar çok daha canavarca sonuçlar üretecek şekilde devreye sokulmuştur. Bunları geliştirmek için yapılan araştırma ve deneyler de insan sağlığı üzerinde çok yıkıcı sonuçlar doğurmaktadır.
Ekonomik yıkıma neden olmak için endüstri ve petrokimya tesislerinin bombalanması
Ekonomik yıkıma sebep olmak için endüstriyel tesislere yapılan saldırılar da yıllarca etkileri silinmeyecek kirliliğe sebep oluyor. Bombalanan sanayi tesisleri toksik atık bırakıyor. Balkanlar’daki savaş sırasında NATO güçleri Belgrad yakınında Pencevo bölgesinde bir petrokimya tesisini bombaladı. Binlerce ton petrol ve azotlu bileşikler Tuna nehrine, oradan da Karadeniz’e karıştı. Bin tondan fazla etilen diklorit, 1 ton civarında hidrojen klorit bu sulara karıştı. Dolayısıyla çevredeki tüm canlıları zehirledi. Zehirli kimyasalın karıştığı su kaynakları temizlenemiyor ve sınırları aşarak çok geniş bir alanı etkiliyor. Bu bombalama sırasında bir plastik ve bir de amonyak üretim tesisi de zarar gördü. Çıkan yangınlar sonucu havaya karışan partiküller 10 gün boyunca 15 km’lik bir alanı etkiledi. Yağmurun başlamasıyla durum tam bir felâkete dönüştü. Gökten asit yağmaya başladı. Ortaya çıkan klorin, etilen diklorid, vinil klorid monomerleri gibi toksinler hem çevredeki insanların sağlığına zarar verdi hem de kalıcı bir kirliliğe neden oldu. Romanya’da normal sınırların 10 katı kükürt dioksit ve azot oksit ölçüldü.
Körfez savaşı sırasında Irak ordusunun 732 Kuveyt petrol kuyusunu ateşe vermesi sonucu çıkan yangında 6 milyon varil petrol yanmış ve bu yangın 258 günde söndürülebilmiştir. Yangın sonrası İran’ın bölgeden 2 bin kilometre uzaklıktaki tarım alanlarından alınan toprak örneklerinde dahi petrol, sülfür, zift, kurum gibi atıklara rastlandı. Yangın Sudi Arabistan ve İran’da yağlı kara yağmurlara, Keşmir’de kara kar yağmasına neden oldu. Yangın sonrası çıkan is ve duman sonucu Kuveyt’in büyük bölümünde güneş görünmez olmuş, ortalama 25 derece olan sıcaklık 10 dereceye kadar düşmüştür. Irak’ın 1991’de 11 milyon varil petrolü körfeze akıtması sonucu Kuveyt’in güneyinde oluşan 300 petrol gölü 40 milyon ton toprağı zehirlemiştir. Bu toprağın temizlenmesi için binlerce yıl gerekmektedir. I. Körfez savaşı sırasında 6-8 milyon varil ham petrol Basra Körfezine yayılmış, bu olayda 300 bin deniz kuşu ölmüştür. Bir zamanların en verimli tarım arazilerinin bulunduğu Mezopotamya bölgesi, İran-Irak savaşı ve I. ve II. Körfez savaşları sonrası yarı çöle dönmüştür.
Mayınlar, bitki örtüsünün tahribi ve askeri üsler
Dünya üzerinde gömülü olan yüz milyonu aşkın kara mayını nedeniyle binlerce hektarlık tarım arazisi atıl olarak duruyor. Gömülü olan mayınların patlaması sonucu sakat kalan, ölen insan grubu ise en çok çiftçiler ve köylüler. Üretim maliyeti ucuz olduğu için sık kullanılan mayınların sökülmesi ise çok maliyetli. Bir mayın ortalama 3 dolara satılıyor ama sökümü için bin dolar harcamak gerekiyor. Bir saatte yerleştirilebilen mayınların sökümü onlarca saati bulabiliyor. Bugünden itibaren hiç mayın gömülmese dahi var olan mayınların sökümü 21. yüzyıl boyunca mümkün değil. Dünyada her 20 dakikada çoğu çocuk olan bir insan mayına basarak ölüyor ya da sakat kalıyor. Bugün çeşitli bölgelerde gömülü yüz milyona yakın ve bir o kadar da depolarda bulunan anti-personel kara mayını var. Mayın patlamaları sonrası arazi ve toprak yapısı bozuluyor, akarsuların yönü değişiyor, evcil ve vahşi hayvanlar ölüyor, eko sistem ciddi zarar görüyor. Bosna’da toprak altındaki 3 ilâ 6 milyon arası mayın nedeniyle tarım arazileri, dağlık ve ormanlık bölgeler mayın korkusu olmadan kullanılamıyor. Toprak altına döşenmiş mayınların sellerle, depremlerle yer değiştirmesi çok daha büyük felâketlere neden oluyor. Afganistan onyıllarca süren savaş sonucunda verimli topraklara bırakılan atıklar ve mayınlar nedeniyle çorak hale gelmiştir.
Savaşlarda çevrenin tahrip edilmesi bir savaş taktiği olarak kullanılıyor. ABD Vietnam savaşı sırasında 3640 km² tarım arazisine bitkilerde yaprak dökücü olarak kullanılan 55 milyon kilo defoliant serpmiştir. Bunun sonucunda oluşan çevre felâketi bugün hâlâ etkilerini göstermektedir. Yine Vietnam savaşı sırasında mangrov ormanlarının bombalanması, bu ormanların yok olmasına ve bombalama sonucunda meydana gelen bomba çukurlarının sıtma ya da diğer hastalık bulaştırıcı sineklerin üremelerine neden olan pis sularla dolmasına yol açmıştır. I. Körfez savaşında Irak’ın temiz su taşıma kanalları, kanalizasyon sistemi, barajları bombalanmıştır. Bu altyapıda meydana getirilen tahribatın giderilmemesi nedeniyle güvenli içme suyu sıkıntısı baş göstermiş, sudan geçen hastalıklar nedeniyle ayda ortalama 5 bin çocuk ölmüştür. 15 bin km²’den fazla verimli tarım alanı sülfirik asit, petrol, askeri araçlara ait mineral yağlar ve diğer atıklar, radyoaktif maddeler, katı atık maddeler, uçucu küller ve tuzlarla kalıcı zarara uğramıştır. 10 cm³ toprağın bu kirleticilerden arındırılması için yaklaşık 400 litre su gerekmektedir. Bu zor temizleme işlemi yapılamamıştır. İkinci Körfez savaşında ise tüm Irak savaş bölgesi içinde kaldığı için daha geniş verimli tarım alanları kirlenmiştir.[3]
Türkiye’de onyıllardır devam eden savaşta da devlet Kürt illerindeki ormanlık alanları yakmakta, ağaçlar kesilerek bölge kelleştirilerek büyük bir ekolojik yıkım yaratılmaktadır. Bu savaş nedeniyle döşenen mayınlar da çoğu çocuk yüzlerce köylünün canını almaktadır.
Askeri üsler de başlı başına bir kirletici kaynağıdır. Askeri bölgelerin etrafının ağaçlarla kaplı olması aslında yanıltıcıdır. Gerçekte askeri üsler için alan açılması sonucu ormanlar tahrip edilmekte, binlerce dönümlük alanlar bu yolla çoraklaştırılmakta ve bu durum erozyona yol açmaktadır. Askeri tatbikatlar sırasında kullanılan tank benzeri ağır silahlar da toprağa zarar veriyor. Bu tatbikatlarda kullanılan silahlardan çevreye yayılan toksik atıklar nedeniyle de ekosistem zarar görüyor. Savaş uçakları ve diğer askeri araçların bakımı sırasında ortaya çıkan yakıt atıkları, ağır metaller, tehlikeli kimyasallar toprak, hava ve yeraltı suyu kirliliğine neden oluyor. Uçuş eğitimlerinin kuşlara verdiği zarar ve yarattığı gürültü kirliliği de cabası. I. Körfez Savaşına hazırlık döneminde ABD ve koalisyon güçleri Suudi Arabistan ve Kuveyt’te yaklaşık 40 bin km² alanda askeri yığınak yaptılar ve bu yığınak toksik atık demekti. Bu atıkların içinde 120 bin ton askeri malzeme ve araç atığı, 80 bin ton patlayıcı madde ve atığı, 5 bine yakın tahrip edilmiş Irak tankı ve 4 milyon ton ABD ve koalisyon gücü askerlerine ait insan atığı bulunuyordu. 1992’de SSCB orduları Doğu Almanya’yı terk ederken taşıma maliyeti yüksek olduğu için 1,5 milyon ton cephaneyi yakarak “yok etti”. Bu yolla yüksek miktarda nitrojen oksit, toksik kimyasal dioksitler, cıva gibi ağır metaller atmosfere salındı ve Doğu Almanya topraklarının yüzde 4’ü kirletildi.
Savaş emperyalistler için muazzam kârlar demektir
Savaş yaşam alanlarını yok ederken aynı zamanda maddi kayba da neden oluyor. Fakat devasa bir yıkıma, çevre kirliliğine yol açan, emekçilerin cehennemi olan savaş kapitalist efendiler için yeni kârlı alanlar anlamına geliyor. Ekim Devriminin lideri Lenin savaşın korkunç bir ekonomik yıkım olduğunu söyleyen birisine savaş korkunç kârlar demektir cevabını vermişti. Her geçen gün savaş teknolojisi gelişiyor. Milyarlarca dolar silah endüstrisine akıtılıyor, binlerce “bilim insanı”, on binlerce işçi bu alanda çalışıyor ve savaş sanayii geliştikçe silah tekelleri ceplerini doldururken insanlık her an daha büyük bir tehlikeyle yüz yüze kalıyor. İnsan yaşamını yok eden, yüzyıllarca temizlenemeyen kirliliğe neden olan silahlara harcanan paranın çok daha azıyla bugün dünyadaki çevre sorunlarının çoğu çözülebilir. Fakat kapitalistlerin bunu yapacaklarını ummak elbette saflık olacaktır.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI), 2021 yılına ilişkin küresel askeri harcamalar raporuna göre küresel askeri harcamalar 2021’de ilk defa 2 trilyon doların üzerine çıktı. Gıda krizini de tetikleyen çölleşme için mücadele için ise sadece yıllık 2,4 milyar dolara ihtiyaç var.
Nükleer, kimyasal, biyolojik silahların üretiminin sınırlandırılması, sivil halkı, çevreyi etkilemesinin önlenmesi üzerine başlı başına bir yazı konusu olabilecek onlarca sözleşme, ek protokol var. Biz buraya örnek olarak bir tanesini alalım: Cenevre Sözleşmelerine ek olarak, 08 Haziran 1977 tarihinde kabul edilen “Uluslararası Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması” 1 No’lu Protokolünün 35. maddesinde herhangi bir silahlı çatışmada, çatışma taraflarının yaralanmaya ve gereksiz acı çekilmesine yol açan niteliğe sahip silahların, mermilerin, malzemenin ve savaş yöntemlerinin kullanılmasının yasak olduğu ve doğal çevreye geniş alana yayılan, uzun vadeli ve ciddi hasar vermesi amaçlanan ya da vereceği tahmin edilen savaş yöntemlerini ve araçlarını kullanmanın yasak olduğu şeklinde belirtilmiş. Bu ve buna benzer onlarca sözleşme gerçekte hiçbir şey ifade etmemektedir. Bir de burjuva hukuku “uluslararası insancıl hukuk” diye adlandırdığı bir hukuk dalı ortaya çıkarmış. Savaş ya da silahlı çatışma durumlarında savaşa katılmamış ya da artık katılamayacak durumda olan kişilerin korunmasını ve savaş yöntemleri ile araçlarının sınırlandırılmasını amaçlayan hukuk dalı diye tanımlanıyor. Ama bunun da ikiyüzlülükten başka bir şey ifade etmediği açıktır.
Bugün Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşının parçası olarak yaşanan Suriye ve Ukrayna savaşları da geçmişte yaşananları aratmayan, hatta onları da aşan boyutlarda dünyayı yaşanmaz hale getirecek toksik madde yayıyor. Bu savaşların nasıl bir yıkım yarattığını, dünyamızı nasıl kirlettiğini tüm boyutlarıyla ancak yıllar sonra öğrenebileceğiz. Fakat görmek ve değiştirmek isteyen için tehlike çanları çoktan çalıyor. Hele ki emperyalistlerin Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşını çok daha geniş alanlara yaymaya çalıştığı düşünülürse.
Suriye ve Ukrayna savaşları ekranlara yansıyan bombalanmış, yerle bir olmuş kent görüntüleri, göç yollarına düşmüş milyonlarca insan dışında, özellikle Ukrayna savaşının daha da derinleştirdiği gıda ve enerji krizinin ötesinde uzun yıllara yayılacak sorunlar da barındırıyor. Ukrayna’da sanayi alanları ve askeri tesisler bombalanıyor ve bu alanlar nükleer santraller ve radyoaktif atık depolama alanlarına çok yakın. Bombalanan alanlarda çıkan yangınların buralara ulaşarak çok daha büyük felâketlere sebep olmayacağının hiçbir garantisi yok. Güneydoğu Ukrayna’da yer alan Avrupa’nın en büyük ve dünyanın en büyük 10 nükleer santralinden biri olan Zaporijya Nükleer Santrali Çernobil’den 6 kat büyük bir felâkete neden olma potansiyeli taşıyor. Böyle bir durum etkileri yüzlerce yıl devam edecek nükleer bir felaket demek. Ukrayna savaşı Karadeniz’de yaşayan canlılar için de ölüm demek. Karadeniz balık avcılığının en az yüzde 60’ını gerçekleştiren Türkiye’nin de balık ambarıdır. Yoğun bombardıman sonucu toprağa ve suya, daha sonra denize karışan yanıcı, yakıcı, zehirleyici, radyoaktif ve patlayıcı savaş mühimmatları ekosistemi tahrip ediyor.
Suriye’de ise binaların yıkımı sonucu ortaya çıkan asbest, bombalamaların sonucunda yanan toprak ve silahların neden olduğu toksik atıklar dışında zarar gören petrol kuyuları da kirlilik kaynağı. Suriye’de petrol kuyularına, rafinerilere ve endüstriyel tesislere düzenlenen saldırılar ülkenin toprağını, havasını ve suyunu kirletiyor. Kimyasallar ve zehirli atıklar akarsulara dökülüyor. Suriye’de tarım sektörünün savaşla birlikte yüzde 40 küçüldüğü söyleniyor. Arıtma tesislerine yapılan saldırılar sonrası bugün Suriye’de nüfusun neredeyse yüzde 90’ı güvenli suya ulaşamıyor.
Dünyamız kapitalizm cehennemi altında adeta ölüm kalım mücadelesi veriyor. Ekonomik kriz, emperyalist savaş, ekolojik kriz ve tüm bunların sonucu olan devasa sorunlar yumağı içinde insanlık nefes almaya çalışıyor. Savaşlar ve bu savaşlarda kullanılan, toksik madde yayan askeri araçlar çevre, gıda, göç krizlerine neden olurken, aynı zamanda bu krizleri derinleştiriyor. Sonuç olarak dünya işçi sınıfı tarihsel görevini yerine getirmeli ve emperyalist savaşlara son vermek için bir an önce harekete geçmelidir. Dünya işçi sınıfının geçmişinde Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşını bitiren şanlı Ekim Devrimi zaferi var. Savaşların, sınırların olmadığı bir dünyayı kurmanın tek yolu yeni Ekimler için inatla, cesaretle mücadele etmektir.
[2] Ahmet Soysal, Irak’ta Savaş ve Sağlık, TTB/ Birinci, İkinci Körfez Savaşları ve Çevre
[3] Ahmet Soysal, age
link: Meral İnci, Savaşların Yol Açtığı Yıkım Görünenin Çok Ötesinde, 8 Ağustos 2022, https://marksist.net/node/7724
Doğa Katliamı ve Tarihsel Mirasın Yok Edilmesi
Yoksulluğun Dibi!