Depremde de Örgütlü Olmak Tek Güvencemiz!
İstanbul/Kartal’dan bir öğretmen
6 Şubat depremlerinden bu yana tam bir yıl geçti. Ne yazık ki, o depremde 11 kentte Türkiye tarihinin gördüğü en büyük yıkımlardan biri yaşandı. Yüz bini aşkın insan enkazın altında can verdi. Yüz binlerce insan da ailesini, akrabalarını, dostlarını, arkadaşlarını kaybetti. Aradan geçen zamanda ise yıkımdan sağ kurtulanlar perişan bir şekilde hayata tutunmaya çabalıyor. Biz sınıf bilinçli işçiler, bu depremin ardından, bir deprem kuşağında olan ülkemizde işimiz iktidara kalırsa neler yaşayacağımızı görmüş olduk. Yaşananlardan dersler çıkararak dostumuzu da, düşmanımızı da bir kere daha tanımış olduk. Kapitalist devletlere, hele hele bütün işi gücü ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak ve neredeyse ülkenin tüm güzelliklerini ranta çevirmek olan bu iktidara güvenmememiz gerektiğini bir kere daha görmüş olduk! Ne kadar kutuplaştırılsa da, zor zamanlarda birbirine el uzatanların işçi ve emekçiler olduğunu; işçi örgütlerinin, sol, sosyalist örgütlerin, mücadeleci sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin varlığının ne kadar kıymetli olduğunu gördük.
Depremin ardından yaşananlar nasıl bir iktidarın yönetimi altında olduğumuzu çok net bir şekilde ortaya koydu. Dondurucu soğuklarda, yıkıntıların altında can çekişenler günlerce kurtulma umuduyla “kimse yok mu” diye bağırırken kendilerine uzanacak sıcacık bir el beklediler. Hayatta kalmayı başaranlar enkazların başında yakınlarının kurtulması için devletten yardım beklediler. Çünkü devlete güveniyorlardı! Rant uğruna, oy uğruna deprem riskini hiçe sayarak, yıkımının büyüklüğünde büyük payı olan ve yıllardır başımıza çöreklenmiş olan bu devletten yani iktidardan yardım bekliyorlardı! Depremin ilk üç günü nerdeyse sırra kadem basan iktidar, “devlet nerede?” çığlıklarına bir yanıt bile vermedi. Adeta sağır ve dilsizdi! Meydana çıktığında ise depremin ardından ne planladığı ortaya çıkmaya başladı. Yine bildik planlar devreye sokulmuştu: Yardım çığlıklarını susturmak, yardım eli uzatanları engellemek, yapılan yardımlara el koymak, organize ettiği yardımları da iç etmek, bir an önce deprem yıkıntıları üzerinden yeni rant alanları açmak, yalnızca yıkılma tehlikesi olan binalara değil, sağlamlara bile çökme planları yapmak! Sürekli yalan haberler yapılıyordu. Sanki rejim eliyle bölge insanına müthiş bir yardım seferber ediliyormuş gibi gösteriliyordu. Depremin hemen ardından yıkılmış binlerce bina, gerekli araç, gereç ve deneyimli profesyoneller organize edilmediği için altındaki canlara mezar oldu. Oysa banka kasalarını kurtarmak, marketlerin güvenliğini sağlamak, insan yaşamını önceliğe almak, yiyecek bir şey bulamayan depremzedeleri doyurmaktan daha önemliydi iktidar için. Her nasılsa yıkıntıların altındaki on binlerce insan can verdikten sonra dozerler, kepçeler ortaya çıktı ve altındaki ölüleri çıkarmadan bina enkazını kaldırma ihalesinin yandaş müteahhitlere peşkeş çekildiğini öğrenmiş olduk. Deprem yıkıntısının boyutlarının müsebbibi olan müteahhitler deprem sonrasını da “Allah’ın lütfuna” çevirdiler. Hasarlı binaların yıkım işiyle de kârlarına kâr kattılar.
İktidar ve yandaşları depremi rant fırsatına çevirirken işçi ve emekçilerin cephesinde neler oluyordu bir de ona bakalım. Neredeyse toplumun büyük bir kesimi yıllardır kendisine enjekte edilen düşmanlaştırma, kutuplaştırma politikalarının zehrini bir anda içinden atmış, deprem bölgesindeki insanların acılarına merhem olmak için seferber olmuştu. Sosyalist örgütler, mücadeleci sendikalar, demokratik kitle örgütleri iktidarın tüm engellemelerine rağmen çok kısa bir süre içinde bölge insanına yardım eli uzattılar. Nakdi ve ayni yardımlarla, sağlık hizmetleriyle, psikolojik destekle dayanışmayı örgütlediler. Peki devlet yani iktidar buna karşı ne yapıyordu? Bölgeye girmek için yola çıkmış olan yardım araçlarına el koyuyor, bölgeye girişi yasaklıyordu. İnsanlar devlete güvenmeyip, bildikleri, güvendikleri örgütler, kurumlar vasıtasıyla yardımları bölgeye ulaştırmayı tercih ederken, iktidar bunun bir suçmuş gibi algılanmasını istiyordu.
Diğer yandan iktidar kendi organize ettiği “yardım kampanyaları”nı da adeta ranta çevirdi. Birçok devlet kurumunda çalışan memurlara aylarca nakdi ve ayni yardımları zorunlu tuttu. Ben MEB’e bağlı olarak çalıştığım okulda bunları yaşadım. Birkaç ay bizden okul üzerinden nakdi olarak “yardım” yapmamız istendi. Para yatıranların listesi okul WhatsApp grubundan yayınlandı. Bu toplanan yardımlarla deprem bölgesindeki tüm ihtiyaçların karşılanmasını bekliyorduk. Ama aradan bir yıl geçmesine rağmen insanların hâlâ çadırlarda, konteynırlarda susuz yaşadığını, patlayan lağımların içinde perişan olduğunu, yanan çadırların içinde can verdiğini gördükçe oraya yapılan yardımların yerine ulaştırılmadığını anlamış olduk.
İktidar depremden hemen sonra “asrın felâketi” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştı. İşin aslı, birçok suçun, birçok yolsuzluğun yanı sıra daha fazla rant uğruna, insanlara güven içinde yaşayabilecekleri bir ev yerine mezar inşa eden müteahhitlere peşkeş çekerek ülkeyi adeta inşaat alanına çeviren bu rejim asrın felâketidir! Yaşanan depremden çıkan dersleri unutmamamız lazım! Böyle bir felâketi niye yaşadığımızı hep hatırlamamız ve hesabını sormamız lazım! Bugün o bölge insanının başına gelenler yarın bizim başımıza geleceği için değil yalnızca! İşçi ve emekçilerin bu acıları bir daha yaşamaması ve felâketler yaratan bu iktidardan da, kapitalist düzenden de birlik olup mücadele ederek kurtulmamız gerektiği için de unutmamamız lazım! Bunun için de birbirimize daha çok güvenmemiz, örgütlenmemiz şart! Çünkü yaşadığımız felâketler bize işçi sınıfının örgütlenmekten başka bir çaresinin, kendi örgütlerinden başka güveneceği bir şeyinin olmadığını gösteriyor her defasında! Gerçekten de örgütlüysek her şeyiz, örgütsüzsek hiçbir şey!
Yeni 6 Şubatlar Yaşanmasın Diye Tek Çare Devrimci Mücadele!
Ankara’dan genç işçiler
6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Resmi rakamların sahteliğini bir yana bırakırsak, yüz binden fazla canımızı yitirdik. Acımız da öfkemiz de dinmedi. Aksine her geçen gün ortaya saçılan gerçekler, iktidardaki faşist rejimin yüz binlerce insanımızı bile isteye enkazın altında bıraktığını gösterdi. Peşi sıra patlak veren skandallarla rejimin lağımı yeniden ve yeniden patladı. Lağımdan dökülen her bir pislik ise rejimin sınıfsal meşrebiyle birlikte kapitalizmin işçi sınıfına ve doğaya olan düşmanlığına yeni örnekler ekledi.
Faşist rejimin “asrın felâketi” yalanıyla suçunu örtbas etmeye çalıştığı 6 Şubat depremleri toplumun belleğinde önemli izler bıraktı. Kapitalizmin ve onun koruyuculuğunu üstlenmiş faşist rejimin emekçiler için ne denli büyük bir tehdit olduğu tarif edilemez bir acıyla gösterdi kendini. Asrın felâketinin kapitalizm olduğu gerçeği de aynı şekilde ayan beyan ortaya çıktı. Bununla birlikte ortaya çıkan en önemli hakikat ise devrimci siyasetin işçi ve emekçiler için ne denli hayati olduğu gerçeğiydi. 6 Şubat gibi toplumun bağrında derin yaralar açan toplumsal kırılma anları, kapitalizmin emekçiler için yıkım yaratan doğası karşısında sosyalist dünya için verilen mücadelenin ne denli yaşamsal olduğunu ortaya serdi.
Elbette devrimci mücadele yoluna girmiş her insan kavganın tarihsel ve bilimsel haklılığını yüreğinin derinliklerinde hissettikçe bundan büyük bir onur duyar. Ancak 6 Şubat gibi bir anlamda toplumsal altüst oluş süreçleri, başka bir gerçeği daha gün yüzüne çıkartır: Devrimci mücadelenin işçi-emekçi kitleler için tabir yerindeyse cankurtaran görevi görmesini! Çünkü devrimci mücadelemizin odaklandığı en önemli hedeflerden birisi, etkileşim içinde olduğumuz insanlarda ve genel olarak toplumda sınıf bilincini, devrimci siyasal bilinci geliştirmektir. Devrimci siyasal bilincin gelişmesi toplumun doğru temellerde örgütlenmesiyle birlikte mümkün olur. Ve bu örgütlülük tarihte defalarca kanıtlandığı üzere hayat kurtarır.
Böylesi bir örgütlülük zırhını kuşanmış toplum, kapitalizmin yol açtığı ve yol açacağı felâketler karşısında çaresizce beklemez. Aksine en alt sorumlusundan en tepedeki failine kadar, felâketlere yol açan ölümcül politikaları uygulayan ve bu politikalara onay veren tüm suçlulardan hesap sorar. Ve bir daha aynı acılar yaşanmasın diye yönetme erkini elinde tutan kan emicileri, istemeye istemeye de olsa felâketleri önlemeye yönelik adımlar atmaya zorlar. Bu ancak toplumun sahip olduğu örgütlü güç sayesinde yapılabilir. Toplumsal örgütlülük olmadığı müddetçe emekçi kitleler kapitalizmin ve onun koruyucusu burjuva devletlerin insafında olmaya devam edecektir. Böylesi bir durumun neyle sonuçlanacağı da onca acı deneyimle ortadadır. Tek derdi kârı maksimize etmek olan ve mevcut haliyle felâketlerden beslenen kapitalizmin ve asıl amacı kapitalist sistemi korumak olan burjuva devlet aygıtının insafındaki kitleler, felâketlerden felâketlere sürüklenmeye, nice benzer hatta aynı trajedileri yaşamaya mahkûmdur. 1999 depreminden 6 Şubat’a emekçilerin değişmeyen feryatları, aradan yıllar geçse de birbirini tekrarlayan fotoğraf kareleri, bu gerçeği net biçimde ortaya koyuyor.
Başta da söyledik. Acımız da öfkemiz de dinmedi, aksine büyüyor. Doğa olaylarını felâketlere çeviren bu düzenin aramızdan aldığı nice canların, enkaz altında nefessiz bırakılanların, geride kalanların dinmeyen gözyaşlarının biz sınıf devrimcilerine söylediği şey daima aklımızda: Sınıf kinini kuşan ve sınıfına bu acıları yaşatanlardan hesap sormak için, kapitalizmin defterini dürmek için devrimci mücadeleye kenetlen!
link: okurlarımızdan, Okurlarımızdan: Yeni 6 Şubatlar Yaşanmasın Diye Mücadeleye!, 8 Şubat 2024, https://marksist.net/node/8186
Avrupa’da Faşist Partiler Yükselirken Faşizme Öfke de Büyüyor