Afganistan’da Taliban’ın iktidarı almasından bu yana neredeyse iki yıl geçti. Bu süre boyunca ülkede baskı ve yasaklar, işsizlik, açlık ve yoksulluk büyürken özellikle kadınlar ve çocuklar için hayat daha da zorlaştı. Afgan halkı sağlık, beslenme, hijyen, temiz içme suyu gibi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Çocuk işçi sayısının yanı sıra kız çocuklarını satan ailelerin sayısı da arttı. Kırıntı düzeyindeki demokratik hak ve özgürlüklerin yanı sıra kadınların tüm hakları da gasp edildi. Toplumsal yaşamdan neredeyse tamamen soyutlanan Afgan kadınlar Taliban zulmüne, yaşam haklarının ellerinden alınmasına karşı aylarca seslerini duyurmaya çalıştılarsa da pragmatizmin ve ikiyüzlülüğün kitabını yazan Batılı ülkeler bu çığlığı duymazdan gelmeyi tercih ettiler. Onyıllardır emperyalist kapışmanın orta yerinde acı ve gözyaşından başka bir şey görmeyen Afgan halkı bir kez daha dipsiz bir karanlığın içine atıldı.
İki yıl önce yaşananları kısaca hatırlayalım. ABD Başkanı Joe Biden, 2021’in Nisan ayında Afganistan’daki askerlerini geri çekeceğini, böylece ülkesinin “en uzun savaşını” resmi olarak sona erdireceğini duyurmuştu. ABD askerleri 2 Temmuzda sabaha karşı, ülkedeki en büyük askeri üssü, Afgan yetkililere bilgi dahi vermeden terk etmişlerdi. 8 Temmuzda ise Biden şu sözleri sarf etmişti: “Ülkelerinin geleceğine ve nasıl yönetileceğine dair kararları vermek sadece Afgan halkının hakkı ve sorumluluğudur.” 40 yıldır kanlı elini Afganistan’ın üzerinden çekmeyen, Taliban’ı ve ondan önceki cihatçı örgütleri ortaya çıkaran, ülkeyi cihatçı yuvasına çeviren, yüz binlerce sivilin ölümüne ve milyonlarcasının mülteci durumuna düşmesine yol açan bir ülkenin başkanının bu sözleri, mide bulandırıcı bir ikiyüzlülüktür. Afgan halkının yaşamı, hakları ABD’nin umurunda değildir ve geri çekilmenin arkasında emperyalist hesaplar vardır.[1]
2021 yılının Mayıs ayında başlayan geri çekilme insanlık dışı manzaralara yol açarak 30 Ağustosta sona ermiş, binlerce insan Taliban zulmünden kaçmak için yollara dökülmüş, havaalanlarına akın etmişti. 16 Ağustos günü ise Kabil Havaalanında tüm dünyanın gözü önünde dehşet ve utanç verici bir insanlık dramı yaşanmıştı. Dikenli tellerin üzerinden bebeklerini ABD askerlerine veren kadınlar, uçaklara binmek için birbirini ezen, hareket halindeki uçaklara tutunmaya çalışan yüzlerce insan ve bu sırada düşüp ölenler… Ancak Afgan halkını bundan daha kötü günler bekliyordu ve bunu bilmelerine rağmen Batı’nın ikiyüzlü sözcüleri yalnızca kaygı mesajları paylaşmakla yetindiler. Bu sırada Türkiye ve Çin ise Taliban’la çalışmaya ve işbirliğine hazır olduklarını hiç vakit kaybetmeden ilan ederken, Rusya “Taliban olumlu sinyaller veriyor” demekteydi. 15 Ağustos 2021’de ülke yönetimini ele geçiren Taliban, sözde ılımlı mesajlar vererek azınlıkların ve kadınların haklarına saygılı olacağını söylemişti ama beklendiği gibi tam tersi oldu. İki yıldır zulüm, baskı ve yasaklar artarak sürüyor. Özellikle kadınlar için Taliban rejimi altında nefes almak giderek güçleşiyor.
Kadınlar için cehenneme dönen yaşam
Afganistan, 20 yıllık ABD işgali boyunca pek çok sorunla boğuşmasına rağmen kadınların çalışma ve eğitim haklarından yararlanması konusunda kısmi ilerlemeler sağlamıştı. Taliban’ın güçlü olduğu bölgelerde olmasa bile Kabil’de kadınlar kamusal alanda, sosyal yaşamda varlık gösterebilir hale gelmişti. Kız çocuklarının okula gitme oranı yüzde 80’ler düzeyine çıkmış, üniversite eğitimi alan kadınlar kamuda ve bankacılık, medya gibi sektörlerde, sivil toplum kuruluşlarında (STK) iş bulup çalışma imkânına kavuşmuştu. Kamuda, bölgesel STK’larda ve uluslararası STK’larda çalışanların üçte birine yakınını kadınlar oluşturuyordu. Fakat Taliban’ın yeniden iktidarı almasıyla kadınların 20 yılda elde ettiği kazanımlar çok kısa sürede ellerinden alındı.
Taliban’ın ilk icraatlarından biri Kadın Bakanlığını kapatarak yerine “Faziletin Teşviki ve Ahlâksızlığın Önlenmesi Bakanlığı”nı getirmek oldu. Şiddet mağduru kadınların kaldığı sığınma evleri kapatıldı ve kadınlar evlerine geri gönderildi. Kız çocuklarının önce lise ve ortaokul eğitimi alması yasaklandı, ardından üniversitelere girmeleri engellendi. Burka giyme zorunluluğu geri getirilirken kadınların yurtdışına çıkmaları, park ve bahçelere gitmeleri, yanlarında yakın bir erkek akraba olmadan uzun yola çıkmaları, uçağa binmeleri yasaklandı. Kamuda çalışan kadınların işine son verildi. İlerleyen zamanlarda STK’larda da çalışmaları yasaklanınca pek çok uluslararası STK ülkedeki faaliyetini durdurdu. Bu durum insani ihtiyaçlara erişemeyen kadın ve çocukların sayısını daha da arttırdı, açlık ve hastalıklar yaygınlaştı, ölüm oranları arttı. Geçtiğimiz Nisan ayında ise Birleşmiş Milletler’in ülkede faaliyet gösteren tüm kuruluşlarında da kadınların çalışması yasaklandı. Son 20 yılda 300’den fazla televizyon, radyo ve gazetenin yayına başladığı ülkede yalnızca birkaç ay içinde 200’ün üzerinde basın kuruluşu faaliyetine son verdi. Yüzlerce gazeteci ülkeyi terk etti. Medya çalışanlarının yüzde 30’unu oluşturan kadınlar işlerini kaybederken binlerce gazeteci de işsiz kaldı. Kadın gazeteciler, muhalifler, Taliban’ı protesto eden kadınlar gözaltına alındı, şiddet gördü, tecavüze uğradı ve hatta öldürüldü. Taliban’dan gizlenerek hayatta kalmaya çalışan bir kadın gazeteci içinde bulunduğu durumu şöyle anlatıyordu: “Her saniye Taliban’ın kapımızı kırıp evimize gireceği, ailemi yakalayacağı ve beni de tıpkı diğer kadın gazetecilere yaptığı gibi öldüreceği korkusuyla yaşıyorum. Yarına sağ kalıp kalmayacağımı bile bilmiyorum.”[2]
Kadınların kamusal alandan dışlanması ve çalışma hayatından uzaklaştırılması, zaten mevcut olan pek çok sorunu daha da derinleştirdi. Evi geçindirme yükü çocukların sırtına bindi ve çocuk işçilerin sayısı arttı. Kadınların ve çocukların sağlık hizmetine erişimi daha da zorlaştı, kadına yönelik şiddet arttı. Yalnızca eğitim ve sağlık sektöründe çalışmalarına izin verilen kadınlar çeşitli kısıtlamalara, tacizlere, baskılara maruz kalıyorlar. Örneğin hastanelerde çalışan kadınların yanlarında, yakın akraba olduklarını belgeledikleri bir erkek olmak zorunda. Bu şartı yerine getiremeyen kadınlar istifa etmek zorunda kaldılar. Bu durum zaten az sayıda olan kadın sağlıkçıların sayısının daha da azalmasına neden oldu. Kadın hastaların yalnızca kadın sağlıkçılara muayene olması zorunluluğu da getirilince kadınların sağlık hizmetine erişimi çok daha zor hale geldi. Bu, kadınlarda ölüm oranının artması anlamına geliyor. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre Afganistan, 2020 yılında 100 bin doğumda 620 ölümle zaten Asya’daki en yüksek anne ölüm oranına sahip ülkeydi. Yeni durumda bu sayının çok daha yükselmiş olduğunu tahmin etmek zor değildir.
Açlık krizi büyüyor
Afganistan’da tam anlamıyla insani kriz yaşanıyor. Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) verilerine göre Afganistan’da yaklaşık 20 milyon insan şiddetli açlık yaşıyor, bunların 6 milyonu kıtlığın eşiğinde. Tahminen 875 bin çocuk ciddi seviyede yetersiz beslenmeden, 3,2 milyon çocuk ve 840 bin kadın orta derecede akut yetersiz beslenmeden muzdarip. Ülkede insani yardıma muhtaç kişi sayısı 28,8 milyona ulaştı. Ülke nüfusunun göçlerin ardından 40 milyonun altına düştüğü düşünülürse rakamların korkunçluğu daha iyi anlaşılacaktır.
Londra merkezli insani yardım kuruluşu Save The Children, 2022’de Afganistan’ın çeşitli bölgelerindeki 1400 hane üzerinden yaptığı araştırmada, Taliban’ın iktidara gelmesinin ardından ailelerin yüzde 82’sinin gelirlerinde kayıp olduğuna dikkat çekti. Gelir kaybı yaşayanların yüzde 34,8’i hane gelirinin tamamını, yüzde 26,6’sı yarısından fazlasını kaybettiğini ifade etti. En çok gelir kaybı şehirlerde yaşanırken Kabil’deki ailelerin yarısı tüm gelirlerini kaybettiğini söyledi. Bu ailelerin yüzde 18’i çocuklarını çalıştırmak zorunda kaldı. Bu da ülke genelinde tahminen bir milyonun üzerinde çocuk işçi olduğu anlamına geliyor (OCHA’ya göre ülkedeki çocuk işçi sayısı 1,6 milyon). İşsizlikle birlikte ekonomik kriz ve gıda fiyatlarındaki büyük artış, birçok aileyi yiyecek masrafını karşılayamaz hale getirdi.
Çalışanlarının yüzde 50’si kadın olan Save The Children, Aralık 2022’de STK’larda kadınların çalışması yasaklandıktan sonra faaliyetlerini durdurmuştu. Kuruluş, bu yılın başında yayımladığı bir başka raporda ise kadınların çalışmasının yasaklanmasının ardından hane reisinin kadın olduğu evlerde çalışmak zorunda olan çocukların oranının yüzde 29’a yükseldiğini belirtti. Bu oran 2021’de yüzde 19’du.[3] Çocuklar tuğla fabrikalarında, şantiyelerde ve ev içi hizmetlerde çalışmanın yanı sıra çöplerden plastik ve metal hurda topluyor, sokaklarda dilencilik yapıyorlar. Okula giden çocukların sayısı bu zorlu koşullar nedeniyle giderek düşüyor. Çöplerden hurda toplayan çocuklar çeşitli yaralanmalara, fiziksel saldırılara maruz kalıyorlar. 2022’nin Ocak ve Mart ayları arasında 134 çocuk patlayıcı cihazlar nedeniyle öldü ya da sakat kaldı.
“38 yaşındaki Zamarud, Afganistan’ın kuzeyindeki Samangan eyaletindeki özel bir bankada müfettiş olarak çalışırken ayda 7000 Afgan kazanıyordu. Taliban fermanları nedeniyle işini kaybetti ve şimdi o ve beş çocuğu, özellikle kocası öldüğü için güvencesiz bir şekilde yaşıyor. Oğulları artık okula gitmiyor, günlerini sokaklarda çöp arayarak geçiriyor. «Oğullarımın doktor ya da mühendis olmasını istiyordum ama şimdi sabahın erken saatlerinden akşam yemeğine kadar kafaları çöp ve pisliğin içinde. Eve geldiklerinde kokuyorlar. Sabun varsa yıkanıyorlar, yoksa öylece uyuyorlar» diyor.”[4]
Sağlık sisteminin çökme noktasına gelmesi ve yetersiz beslenme nedeniyle bebek ve çocuk ölümlerinde artış yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre Afganistan’da her gün 167 çocuk tedavi edilebilir hastalıklardan ölüyor. Save The Children ise, Ocak 2022’de gezici sağlık kliniklerine başvuran tehlikeli derecede yetersiz beslenen çocukların sayısının 2021’in Ağustos ayına göre iki kattan fazla arttığını belirtiyor. Kuruluşun Afganistan Direktörü Chris Nyamandi, yoksul Afgan ailelerinin yaşadığı trajediyi şöyle anlatıyor: “Burada, Afganistan’da, içine düştüğümüz durum gibi bir çaresizliği hayatımda görmedim. Her gün aylardır ekmekten başka bir şey yiyememiş ürkütücü derecede hasta çocukları tedavi ediyoruz. Ebeveynler imkânsız kararlar vermek zorunda: Hangi çocuklarını besleyecekler? Çocuklarını işe mi gönderecekler, açlıktan ölmelerine izin mi verecekler? Bunlar hiçbir ebeveynin yapmak zorunda kalmaması gereken dayanılmaz acı verici seçimlerdir.”[5]
İnsan haklarının zaten zayıf olduğu Afganistan’da Taliban yönetimi altında artık insan haklarından söz etmek mümkün değil. Gazetecilere, protestoculara, sivil aktivistlere yönelik baskı, şiddet ve tutuklamalar devam ediyor. Ne var ki bunların tam olarak sayısını çıkarmak mümkün değil. Buna rağmen kayıt altına alınabilenlerin sayısı bir hayli fazla. Afgan Gazeteciler Merkezinin geçtiğimiz Mayıs ayında yayımladığı rapora göre gazetecilere yönelik şiddet ve tehditler geçen yıla göre yaklaşık yüzde 65 oranında arttı. Son bir yılda en az 213 şiddet, tehdit ve gazeteci tutuklama vakası kaydedildi.[6]
Taliban zulmünden, açlık ve sefaletten kaçan Afganları gittikleri yerlerde de çok farklı koşullar beklemiyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNHCR) raporuna göre Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinin ardından 1 milyon kişi İran’a, 600 bin insan Pakistan’a göç etti. Afganistan’ın komşu ülkelerinde 8 milyonun üzerinde Afgan göçmen yaşıyor. Ancak bunların yalnızca 2 milyonunun kayıtlı olduğu belirtiliyor. Türkiye’de ne kadar Afgan göçmen olduğunu tam olarak bilmek mümkün olmasa da 2022 yılında sınır dışı edilen Afgan göçmen sayısının 66 bin 500 olduğu biliniyor. Afgan göçmenler İran üzerinden kaçak yollarla Türkiye’ye geçiş yapıyorlar ve bu sırada şiddete maruz kalıyorlar. Göç ettikleri ülkelerde korunma talepleri dikkate alınmıyor, çoğunlukla kayıt dışı oldukları için sefalet içinde yaşıyorlar, kötü muameleye maruz kalıyorlar, çok düşük ücretlerle çok ağır işlerde çalışıyorlar. Sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamıyorlar.
Savaşın kaybedeni Afgan halkıdır
Hegemonya krizinin kızıştırdığı emperyalist savaş, halklara acı çektirmeye, açlık ve sefalet üretmeye devam ediyor. ABD askerleri Afganistan’dan çekildiğinde bunu aceleci bir yorumla ABD’nin yenilgisi olarak yorumlayanlar olmuştu. O zaman şunları söylemiştik: “ABD, savaşın startını verdiği bu ülkeden askerlerini çekerken, Taliban 20 yıl önceki pozisyonuna geri dönmüş durumda. Ancak şu aşamada, bu durumun ne kadar süreceğine dair herhangi bir öngörüde bulunmak mümkün değildir. Yürüyen savaşın karakteri düşünüldüğünde, ABD’nin fitilini çekip Afganistan sahasına fırlattığı Taliban’la ve yeniden güçlendirilmesi olası görünen El Kaide-IŞİD gibi örgütlerle bölgeyi iyice istikrarsızlaştırıp, rakiplerini bu yolla zayıflatma yöntemine başvurması, hatta sonrasında bir şekilde geri dönmesi de olasılıklar dâhilindedir.”[7]
Gerçek olan şu ki emperyalist savaşın her durumda kaybedeni yoksul Afgan halkıdır. Afgan halkının çektiği acılar emperyalistlerin umurlarında bile değildir. Taliban’ın kadınların üniversite eğitimi almasını yasaklama kararını ABD “en güçlü ifadelerle” kınarken BM Genel Sekreteri “derin bir endişe” içinde olduğunu söylüyor, Almanya Dışişleri Bakanı ise Taliban’a “dünya sizi izliyor” diyordu! Evet, dünya Afganistan halkının, kadınların ve çocukların yaşadığı insanlık dramını yalnızca izliyor. Bu tutumun arkasında ise hegemonya savaşı ve emperyalist çıkarlar yer alıyor.
ABD için önemli olan, rakibi Çin’i sıkıştırmak üzere bölgedeki istikrarsızlığı daha da derinleştirmektir. Bu nedenle Afganistan’da yaşanan insanlık krizine bile bile göz yumulmakta, getirilen ekonomik yaptırımlar krizi ve istikrarsızlığı daha da büyütmektedir. Afganistan’ın ABD bankalarındaki hesaplarda tutulan 9,5 milyar dolarlık ulusal rezervlerinin dondurulmasındaki asıl amaç Taliban’ı insan ve kadın hakları konusundaki ihlallerinden vazgeçirmek değildir. Keza IŞİD’in Horasan grubunun (IŞİD-H) son bir yılda ülkede gerçekleştirdiği saldırıların artmasını da ABD’nin niyetlerinden bağımsız düşünmemiz için bir neden yoktur. Geçtiğimiz yıl Rusya Büyükelçiliğini, Çinli iş insanlarının bulunduğu otelleri, Dışişleri Bakanlığını hedef alan bombalı saldırılar gerçekleşti. El Kaide lideri Eymen el Zevahiri, Kabil’de kaldığı evde ABD tarafından hava saldırısıyla öldürüldü. Zevahiri’nin Afganistan’da bulunması, ABD’nin Taliban’la imzaladığı Doha anlaşmasının “açık ihlali” olarak yorumlandı. Bütün bunlar Afganistan’da kaosun ve çatışmaların sürdüğü, Taliban’ın güvenliği sağlayamadığı şeklinde yorumlanmış, ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Thomas West, bir röportajında Afganistan’da yeniden bir iç savaşın çıkma ihtimali olduğunu söylemişti.
ABD’nin bölgeyi istikrarsızlaştırıp en büyük rakibi Çin’i sıkıştırma hedefi ile Çin’in “Afganistan’da bölgesel istikrar, güvenlik ve ekonomik kalkınma” hedefi arasında özünde hiçbir fark yoktur. Her iki ülkenin amacı hegemonya mücadelesinde öne geçmektir. Çin bölgeye daha fazla nüfuz etmek ve gücünü arttırmak istemekte, bunun için Afganistan’da kendi çıkarlarına uygun adımlar atmaktadır. Her iki tarafın da Afganistan’da yaşanan insanlık kriziyle zerrece ilgilendiği yoktur. Tam da bu nedenle Batılı ülkeler derin endişelerini ifade etmekle yetinirken Çin “siyasi ilişkilerin genişletilmesi, ekonomik ve transit işbirliği” hedefiyle ülkeye ziyaretler gerçekleştirmekte, Taliban’la çeşitli anlaşmalar yapmaktadır.
Geçtiğimiz Ocak ayında Çin ile Taliban yönetimi arasında 25 yıllık bir petrol anlaşması imzalandı. Bu anlaşma Taliban’ın yabancı bir şirketle yaptığı ilk büyük enerji anlaşması… Anlaşmaya göre Çin Ulusal Petrol Şirketine bağlı Sincan Orta Asya Petrol ve Gaz Şirketine Amuderya bölgesinde 25 yıl boyunca petrol çıkarma yetkisi verildi. Afganistan’da petrol ve doğalgazın yanı sıra altın, demir, bakır, kobalt, lityum gibi değerli madenlerin bulunduğu ve bunların toplam değerinin 1 trilyon dolardan fazla olduğu belirtiliyor. Çin, bu madenleri çıkarmanın yanı sıra Afganistan’ı Kuşak-Yol projesine dâhil etmenin planlarını yapıyor.
Afganistan emiri Abdul Rahman Han 1800’lerin sonlarında Rusya ile İngiltere arasındaki güç kavgasının ortasında kalan Afganistan için şöyle diyordu: “İki aslan arasında kalan bir keçi ya da iki değirmen taşı arasındaki bir buğday tanesi misali Afganistan gibi küçük bir güç, nasıl olur da iki taş arasında toz haline gelmeden kalabilir?”[8] Neredeyse 150 yıl sonra Afganistan, bu kez başını Çin-Rusya ve ABD’nin çektiği iki emperyalist kutup arasındaki hegemonya savaşının ortasında bulunuyor. Üstelik bu kez kapitalist sistemin krizleri çok daha keskin, savaş çok daha karmaşık ve sancılı… Çok açık ki Afganistan’ın toz haline gelmekten kurtulması, bu ateş çemberinden çıkabilmesi, halkın barış ve huzura erebilmesi kapitalizmde mümkün değildir.
[1] Ayrıntılı okuma için bkz. https://marksist.net/ezgi-sanli/abdnin-afganistandan-cekilme-karari-ve-e...
link: Demet Yalçın, Afganistan’da Büyüyen Sorunlar ve Emperyalist İkiyüzlülük, 12 Temmuz 2023, https://marksist.net/node/8015
Fransa’da Nefessiz Bırakılanların İsyanı
İşçiler Neden Böyle Konuşuyor?