Kapitalizmin tarihsel sistem krizinin belirlediği koşullarda burjuvazinin daha baskıcı, otoriter rejimlere ihtiyacı artarken, dünya genelinde bu türden rejimlere doğru gidişin örnekleri çoğalıyor. Polonya’dan Filipinler’e, Macaristan’dan ABD’ye dünyanın pek çok ülkesinde yükselen aşırı sağcı ya da faşist hareketler kervanına Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun liderliğini yaptığı Sosyal Liberal Parti (PSL) de eklendi. 2000’li yıllarda yaşanan ışıltılı ekonomik büyüme hikâyesinin ardından 2015’ten itibaren girdiği ve hâlâ etkileri şiddetlenerek devam eden krizle boğuşan Brezilya’da, faşist Jair Bolsonaro, beklenmeyen düzeyde bir oy patlaması yaparak Başkan seçildi. Seçimlerin ilk turunu yaklaşık yüzde 46’lık bir oy oranı ile önde tamamlayan Bolsonaro, ikinci turda da oyların yüzde 55’ini alarak rakibi Fernando Haddad’ı geride bıraktı. Haddad, İşçi Partisi’nin (PT) adayıydı.
147,3 milyon seçmenin bulunduğu Brezilya’da, başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Bolsonaro 57 milyon 800 bin, Haddad 47 milyon oy alırken, 42 milyondan fazla seçmen ise bu iki adaya da oy vermedi. İşçi Partisi’nin 13 yıl süren iktidarı döneminde yarattığı hayal kırıklığı ve parti liderlerine duyulan öfkenin yaygınlığı, hem daha önce bu partiyi desteklemiş seçmenlerin sandığa gitmeyerek PT’yi protesto etmesinde hem de PT karşıtı siyasette Bolsonaro’nun çekim merkezi haline gelmesinde etkili oldu.
26 eyalet ve bir federal bölgeden oluşan Brezilya’da, 7 Ekimde, Başkanlık seçimlerinin birinci turu ile birlikte yapılan Temsilciler Meclisi ve Senato seçimlerinde Bolsonaro’nun Sosyal Liberal Partisi Temsilciler Meclisindeki sandalye sayısını da 8’den 52’ye yükseltmiş, İşçi Partisi ise sadece 56 sandalye kazanmıştı. Bu sonuçların ardından, 513 milletvekilinin irili ufaklı 29 partiye dağıldığı Meclis aritmetiğine rağmen, Brezilya’nın Bolsonaro liderliğinde önemli değişimlerin yaşanacağı bir sürece girdiği aşikâr. Latin Amerika’nın belirleyici ülkesi olması hasebiyle, bu sürecin sadece Brezilya’da değil kıtanın tamamında etkiler ve değişimler yaratacağı da açık.
Bolsonaro’nun yükselişi
İşçi Partisi hükümette bulunduğu 13 yılda, egemen sınıfın en tepe kesimini oluşturan plütokrasinin gücünü zayıflatmak için hiçbir şey yapmadı. İşte Bolsonaro’nun önünü açan da bu tekelci sermaye kesimleri oldu. Sonuçta onun liderliğindeki faşist hareket ivmeli bir tırmanma süreciyle yükseldi ve nihayetinde 28 Ekimdeki seçim sonuçlarıyla birlikte Bolsonaro ipleri eline aldı.
Bu tabloyu oluşturan gelişmelere bakıldığında, sosyal demokrasinin bir kez daha uğursuz rolünü oynayarak faşizmin önünü açtığı gerçeğiyle karşı karşıya geliyoruz. İktidarda olduğu uzun yıllar boyunca, onu var eden emekçilerin beklentilerine ihanet ederek politikalarını burjuva siyasetin merkezinde oluşturan, ulusal ve uluslararası sermaye çevreleriyle anlaşan ve genel olarak onlarla uyumlu bir ekonomik program uygulayan, ekonomik krizle boğuşmaya başladığı zaman ise faturayı sermaye sahiplerine yüklemek yerine sosyal yardımları kısmaya girişen İşçi Partisi, Bolsonaro’nun zaferinin zeminini döşemiştir.
Bolsonaro gibi faşist liderler, emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu istismar ederek onları çıkmaz sokaklara sürüklemekte mahirdirler ve İşçi Partisi ona bu imkânı fazlasıyla sunmuştur. Yani, yükselen sol dalga, devrime ilerleyemediği, sosyal demokrasi dalga kıranıyla etkisiz hale getirildiği için, sistemin cenderesinde sıkışıp kalan emekçi kitleleri esir alan umutsuzluk, Brezilya’da da faşist bir hareketin yükselişini beslemiştir.
İşçi Partisi, burjuvaziyi ürkütmemeye özen gösteren bir politik hatta kalarak hükümetini sürdürmesine, kendisini destekleyen emekçilerin sorunlarını gidermek için radikal uygulamalardan uzak durmasına rağmen, Brezilya plütokrasisi ve ABD bu partinin daha fazla iktidarda kalmasına tahammül edememiştir. Bunun sebebi de anlaşılmaz değildir. Çünkü burjuvazinin, Brezilya’da krizin ağırlığının iyice hissedildiği bu dönemde, emekçileri sadece oyalayan değil onlara doğrudan saldıran politikaları kararlılıkla uygulama iradesine sahip bir hükümete ihtiyacı vardı ve PT’nin hükümetten düşürülmesinin ardından hızla hayata geçirilen katı “kemer sıkma” ve özelleştirme programlarının aksamadan sürdürülmesi gerekmekteydi.
Bu nedenle burjuvazi 2016’dan itibaren hayata geçirdiği parlamento ve yargı darbeleriyle sürece istediği gibi şekil verdi. PT’nin ve hâlâ önemli bir halk desteğine sahip olduğu için seçimlere katılsa muhtemelen kazanacak olan eski devlet başkanı Lula da Silva’nın önünü kesti.[*] Faşist söylemleriyle boy gösteren ve ilgiyi üzerinde toplamayı başaran Bolsonaro’nun önünü ise alabildiğince açtı ve her türlü desteği sunarak ilerlemesini sağladı.
Yeni başkan Bolsonaro, seçim kampanyasını açık faşizan söylemlerle yürüttü ve baskıları daha arttıracak, emekçiler arasında düşmanlığı körükleyecek politikaları hayata geçirmeyi vaat etti. 1964 askeri darbesini savundu. Solcuları toptan öldürmek yerine işkenceyle yetinmesinin faşist darbenin en önemli eksiği olduğunu söyledi. Başkan olursa “solcuları temizleme” sözü verdi. “Ya deniz ötesine gidecekler ya da hapse... Bu kızıl haydutlar vatanımızdan kovulacak. Brezilya tarihinde hiç görülmemiş bir temizlik olacak” ifadelerini kullandı. Kadınları aşağılayan sözler sarf etti ve eşcinsellere hakaretler yağdırdı. Göç ve göçmen karşıtı politikalar uygulayacağını, Venezuela, Paraguay, Haiti, Bolivya ve Suriye gibi ülkelerden gelecek göçmenlere kapıları kapatacağını açıkladı. Filistin’i devlet olarak tanımayacağını belirtti. Suçla polisiye mücadele yöntemlerini daha da sertleştireceğini, şu anda 18 olan hapse girme yaşını düşüreceğini, siyah Brezilyalılara yönelik sosyal politikaları sona erdireceğini, kadına yönelik şiddet ile ilgili yasaları budayacağını söyledi.
Yalan, dezenformasyon ve manipülasyon her zaman Bolsonaro gibi faşistlerin propagandasının esasını oluşturmuştur. Nitekim Brezilya’daki seçimlerde bunlar çok etkili biçimde kullanıldı. Örneğin, seçim yasasına göre yasak olmasına rağmen, Bolsonaro’yı destekleyen 150 civarında şirket 3 milyon dolardan fazla ödeme yaparak, binlerce robot hesapla Whatsapp üzerinden milyonlarca kişiye yönlendirici mesajlar yollanmasını sağladı. “PT ve Haddad kazanırsa okulların hali ne olacak” başlığıyla gönderilen videoda, altı-yedi yaşlarındaki çocukların okulda cinsel ilişkide bulunmalarının tasvir edilmesinden, Lula’nın başkanlığı sırasında eğitim bakanı olan Haddad’ın okullarda “gay çantası” dağıttırdığına ya da Haddad’ın Sao Paolo belediye başkanı iken kiliseleri kapattırdığı ve sattırdığına kadar çok yönlü ve çeşitli içeriklere sahip bu karalama mesajları, evanjelik kiliselerin mensubu yoksul emekçileri hedefliyordu. Amacına da ulaştı.
Sosyalistleri faşizmin tırmanışına karşı mücadele görevi bekliyor!
Olağanüstü burjuva rejimler, sert ve ağır toplumsal bunalım süreçlerinin sonucunda gündeme gelirler. Brezilya da uzun bir süredir böylesi bir ekonomik, sosyal ve siyasal süreçten geçiyor. Yaygın bir işsizlik ve artan sefalet koşullarına maruz kalan işçi sınıfı ve emekçi kitleler büyük bir hoşnutsuzluk içinde. Ne var ki bu hoşnutsuzluğun akabileceği devrimci kanallar bizzat PT tarafından önemli ölçüde tıkanmış bulunuyor. Buna mukabil, burjuva siyaset alanında da derin bir kriz yaşanıyor.
İşte bu noktada, Bolsonaro, burjuvazinin ihtiyaçlarına denk düşecek biçimde ilerleyen bir faşist tırmanış sürecinin lideri olarak Başkan olmuştur. PT önderliği bu süreçte Bolsonaro liderliğindeki faşist harekete karşı mücadeleyi tümüyle seçime ve seçim taktiklerine indirgemiştir. Oysa Bolsonaro’nun hareketinin niteliği gün gibi ortadadır. Onun sandık yoluyla başa gelmesi bunu değiştirmez. Zaten, sandık sonuçlarını umursamadığını Bolsonaro’nun bizatihi kendisi seçim sürecinde defalarca dile getirmişti. Seçimi kaybederse sonuçları tanımayacağını söylemiş, yardımcısı olan bir emekli general de böyle bir durumda ordunun yönetime el koyması gerektiğini ifade etmişti. Buna rağmen, PT yargı ve parlamento darbeleri ile yön verilen faşist tırmanışın karakterini kavramaktan uzak kör bir siyaset izlemeyi sürdürmüş ve bununla aynı zamanda işçi sınıfını da hazırlıksız bırakmıştır.
Bolsonaro seçilir seçilmez yaptığı açıklamada net bir biçimde öncelikli hedefini gösterdi ve “Sosyalizm, komünizm, popülizm ve solun aşırılığıyla flört etmeye devam edemeyiz... Brezilya’nın kaderini birlikte değiştireceğiz” dedi. Daha birkaç gün önce söylediği “bu kızıl haydutlar vatanımızdan kovulacak. Brezilya tarihinde hiç görülmemiş bir temizlik olacak” sözleriyle birleştiğinde bu ifadelerin nasıl bir saldırıyı işaret ettiği açıktır.
Brezilya’da çok sayıda çelişkiyi bünyesinde barındıran faşist tırmanış süreci gelişim halindedir. Bu sürecin hangi noktaya evrileceği, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine bağlı olarak ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, Brezilyalı sosyalistlerin faşist tırmanışa karşı güçlü bir mücadeleyi örgütlemeleri ve yükseltmeleri görevi yakıcılaşmıştır. Brezilya’da böylesi bir mücadelenin zemini olduğunu, seçim sürecinde Bolsonaro’ya karşı bir araya gelen ve anti-faşist sloganların öne çıktığı güçlü miting de dâhil pek çok eylem örgütleyen kadın emekçilerin mücadelesi de gösteriyor.
[*] Bu süreçleri değerlendiren http://marksist.net/gulhan-dildar/brezilyada-oyun-devam-ediyor ve http://marksist.net/demet-yalcin/brezilyada-neler-oluyor yazılarına bakınız.
link: Selim Fuat, Brezilya’da Faşist Tırmanış Süreci, 31 Ekim 2018, https://marksist.net/node/6520
Rahip Evine Döndü, Kriz Baki
1930’larda Bronx’ta İşsizlerin Örgütlenmesi