Türkiye 7 Haziran 2015’den beri olağanüstü bir dönem yaşamakta, fiili bir darbe sürecinden geçmektedir.
Haziran 2015’teki genel seçimlerde halkın ortaya koyduğu iradeye saygı gösterilmemesinin ardından “ya başkanlık ya kaos” olarak dayatılan süreçte, katliamlarda, çatışmalarda binlerce insan yaşamını yitirmiş, başkanlık rejimine fiilen geçilmiş, parlamento işlevsizleştirilmiş, hukuk tamamen vesayet altına girmiş, bu koşullar altında kanlı bir darbe girişimi yaşanmış, bu darbenin başarısız olmasından sonra da iktidar kendi darbe sürecini sürdürmeye devam etmiştir.
15 Temmuz’da başarısız olan darbecilerin olası icraatları, 15 Temmuz sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal dönemindeki rutin uygulamalar haline gelmiştir.
15 Temmuz darbe girişimini “Allahın lütfu” olarak değerlendiren iktidarın kastettiği “lütuf”, muhalefetin bastırılması, yıllarca işbirliği yaptıkları darbecilerle ortak işledikleri suçların üzerinin örtülmesi ve kamunun farklı dini cemaatler arasında paylaşılmasıdır.
HAKSIZ HUKUKSUZ TASFİYELERE HAYIR!
15 Temmuz darbe girişimi ile somut bir bağlantısı olmadan haksız bir biçimde açığa alınan/ihraç edilen 100 binin üzerinde emekçi, haklarında bir mahkeme kararı olmadan “suçlu” ilan edilmiştir. Hukukun ilkeleri ayaklar altına alınarak “masum” olduklarını ispat etmeleri istenmektedir.
Kamuda haksız-hukuksuz biçimde işten atılanların yerine “sözlü sınav” ile, yani herkesin malumu olduğu üzere “torpil” ile personel alınacak olması, liyakatin yerini tam “sadakat” ve tam “biat” düzenini alacağının göstergesidir.
Sözlü sınavın yanı sıra sözleşmeli istihdamın da dayatılması tesadüf değildir. Amaç kamu emekçilerini tamamen güvencesizleştirmek, böylece daha ucuza, kölece çalıştırırken iktidarın politikalarına da itiraz etmemelerini sağlamaktır.
Barış talebiyle bir bildiriye imza atan akademisyenlerin üniversitelerle ilişiklerinin kesilmesi, iktidarın savaş ve baskı politikalarına karşı hiçbir demokratik itirazın istenmediğinin kanıtıdır.
Son olarak neredeyse tamamı KESK’e bağlı EĞİTİM-SEN üyesi olan 11 binin üzerinde öğretmenin sendikal faaliyetleri üzerinden fişlenerek işten çıkarılması, iktidarın kamu emekçilerinin sendikal örgütlülüğünü ve özellikle de iş güvencesini hedef aldığını bir kez daha göstermektedir.
Sendikal faaliyetler, demokratik, barışçıl eylem ve etkinliklere katılım gerekçesiyle yaşanan açığa alma ve ihraçlar, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine göre de hukuksuzdur. Bu hukuksuzluk sadece haksız olarak ihraç edilen ve açığa alınan kamu emekçilerini ve ailelerini değil, tüm yurttaşları mağdur edecek bir uygulamadır.
Tam da yeni eğitim-öğretim yılı başlarken 18 milyon öğrenciyi öğretmensiz, hastaları hekimsiz, hemşiresiz bırakma pahasına girişilen bu cadı avı, kamu hizmetlerinin sürekliliğini ve niteliğini de tehdit etmektedir.
Eğitim alanında “cemaatin temizlenmesi” adı altında süren işten çıkarmaların, laik, bilimsel, parasız ve anadilinde eğitimi savunan eğitim emekçilerine uzanması, eğitimin dinselleştirilmesi ve ticarileştirilmesi planlarından bağımsız düşünülemez.
Bizler kamuda yaşanan ve tüm yurttaşlarımızı tehdit eden bu darbeci zihniyete karşı mücadele etmenin bir hak olduğunu buradan bir kez daha ilan ediyoruz.
Eğer bu haksızlık ve hukuksuzluklarda ısrar edilirse, kimsenin kuşkusu olmasın ki her okul, her üniversite, her hastane, her kamu kurumu, emekçilerin, öğrencilerin, velilerin, hastaların, hasta yakınlarının, kısacası tüm yurttaşların ele ele omuz omuza darbeye direnecekleri demokrasi mücadelesi alanları olacaktır.
HALKIN İRADESİNİN GASPINA HAYIR!
Darbe girişimi gerekçe gösterilerek, ülkeyi KHK’lerle yönetmek, kuvvetler ayrılığını yok etmek, tüm yetkileri Başkomutan adı altında tek bir kişide toplamak, mahkeme kararı olmadan infazlara girişmek, her türlü demokratik hakkın kullanımını ortadan kaldırmak, tüm muhalif kesimlere karşı savaş açmak darbe değildir de nedir?
Bu sürecin son adımı belediyelere kayyum atanmasıdır. Bugüne kadar defalarca denetlenmiş, denetimsiz tek bir gün geçirmemiş, buna rağmen bir suç unsuru bulunamamış belediyelere KHK ile kayyum atamak, kendini mahkeme yerine koymaktır. Cumhurbaşkanlığına ya da başka bir mevkiye seçilmiş olmak, hiç kimseye kendini mahkemelerin yerine koyma, halkın oy verdiğinin yerine atanmışı ikame etme, yani darbe yapma hakkını vermemektedir.
Bu hukuksuzluğun amaçları bellidir:
Belediyelere kayyum atanması, halkın iradesine saldırıdır.
Belediyelere kayyum atanması, kentsel dönüşüm adı altında rant projelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır.
Belediyelere kayyum atanması, belediyelerdeki işçilerin ve emekçilerinin sendikal örgütlülüğünü de hedef almakta, sendika değiştirmeye yönelik baskılar artmaktadır.
Bizler halkın iradesini hedef alan, gasp eden her türlü darbeye karşı direnmenin bir hak olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz.
OHAL DÜZENİNE HAYIR!
15 Temmuz darbe girişimi sonrası demokrasinin güçlendirilmesi yolu seçilmemiş, aksine ilan edilen Olağanüstü Hal ile hukuk, evrensel insan hakları ve hatta parlamenter demokrasi büyük oranda askıya alınmıştır.
15 Temmuz’da “paralel darbeciler” püskürtülmüş ancak tek adam diktasını dayatan süreç daha da hızlandırılmıştır.
Başkanlık sistemi adı altında tek adam diktasına geçmek için gerekli çoğunluğu sandıktan alamayanlar, OHAL rejimi ve “Başkomutan” söylemleri ile hayallerindeki rejimi fiili olarak hayata geçirmektedirler.
Olağanüstü Hal’in uzatılmasına dair son günlerde yapılan açıklamalar bir kez daha göstermektedir ki, OHAL’in amacı iddia edildiği gibi darbecilerle mücadele değil, sandık yoluyla elde edemedikleri anti-demokratik, otoriter rejim özlemlerini gerçekleştirmektir.
Bu ülkenin yurttaşları darbelerden darbe, darbecilerden darbeci beğenmek zorunda değildir. OHAL adı altında parlamentonun işlevsizleştirilmesi, yasama-yürütme ve yargının tüm yetkilerinin tek bir kişide toplanmasına karşı demokrasiyi savunmak bir haktır ve bugün burada toplanan emek ve demokrasi güçleri için bir görevdir.
OHAL adı altında ülkeye giydirilmek istenen deli gömleğini parçalamak, tek adam diktasına dayalı yeni rejimin kalıcılaşmasına karşı durmak, hukukun, adaletin, barışın hakim olduğu, laik, demokratik bir ülkeyi yaratmak için emek, barış ve demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi dışında başka bir yol görülmemektedir.
Bizler buradan bir kere daha ilan ediyoruz ki, hukuku, adaleti, barışı, laikliği, demokrasiyi kazanmak için sokak sokak, meydan meydan, mahalle mahalle, okul okul, hastane hastane, belediye belediye, işyeri işyeri kol kola, omuz omuza demokratik mücadele hakkımızı kullanacağız.
EMEK VE DEMOKRASİ İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ
link: Marksist Tutum, "Haksızlığa, Hukuksuzluğa, OHAL’e Karşı Direnmek Haktır!", 23 Eylül 2016, https://marksist.net/node/5302
Amele Taburunda Bir Asker: Manoli Aksiyotis’in Öyküsü
Kutup Yıldızı