Türkiye özellikle son bir yıldır devlet baskısı ve şiddetinin olağanüstü ölçüde tırmandırıldığı bir süreçten geçiyor. Bu süreçte artan otoriterleşme eğilimi gitgide faşizan renkler almaktadır. Demokratik hak ve özgürlüklerin her geçen gün kısıtlanıp kuşa çevrildiği bu süreç, beri yandan da Türkiye’yi sarıp sarmalayan çelişkileri dört bir yandan keskinleştiriyor ve ekonomik, sosyal, siyasal, diplomatik, askeri tüm dengeleri, sistemin denge araçlarını da tahrip ediyordu.
Bu çelişkiler, içeride tırmandırılan Kürt savaşı, dışarıda da özellikle Suriye bağlamında yürütülen maceracı emperyal politika dolayısıyla dayanılmaz bir hal almaktaydı. 28 Haziran akşamı Atatürk Havalimanındaki katliam saldırısı bu gerilimli sürecin bir uç noktası iken, ilk verilere göre 265 kişinin hayatına malolan 15 Temmuz darbe girişimi ise bir başka uç noktası oldu. Hatırlanacağı gibi AKP ve Erdoğan 1 Kasım seçimlerinde, aslında kendilerinin körüklediği savaş sürecinden ülkeyi kurtarma ve istikrar getirme vaadiyle kitleleri manipüle etmişti. Oysa AKP’nin izlediği politikalar, bunun tam tersine, Türkiye’de gerilimleri olağanüstü ölçüde arttırmış ve bu tür kanlı saldırı ve girişimleri davet etmiştir. Meclisin, cumhurbaşkanlığı sarayının, cumhurbaşkanının kaldığı otelin vb. bombalandığı, asker, polis ve istihbarat güçlerinin birbiriyle savaştığı, kalabalıkların asker linç ettiği bir tablonun “istikrar” olmadığı açıktır.
Gitgide otoriterleşen AKP iktidarının izlediği politikaların bir yönü de, devleti tek parti devleti haline getirme girişimidir. Bu durum devlet içindeki gerilim ve tepişmeyi de arttırmıştır. Şimdi yaşanan darbe girişimi bir yönüyle de bu tepişmenin ulaştığı doruk noktası olmuştur. Bu tepişme zararsız bir tepişme olmayıp halkın sırtında gerçekleşmektedir. İşçi-emekçi kitleler bu süreçte daha da köleleştirilmiş, demokratik ve sosyal haklarından daha da kaybetmiştir. Bu darbe girişiminin bastırılmasıyla, tek parti devletine giden yolda bir kilometre taşı daha geçilmiştir denebilir. Zira Erdoğan bu darbe girişimini de bahane ederek, zaten yürütmekte olduğu devlet içi tasfiyelerinin yeni bir dalgasını şimdiden başlatmıştır. Erdoğan bunu başkanlık yolunda yeni bir fırsata çevirmek isteyecektir.
15 Temmuz askeri darbe girişimi ordu içinde ve dışında yeterli destek ve güce ulaşamadığı için bastırıldı. Söylentilere göre, olması gerekenden erken ve eksik hazırlıklarla başlatılan bu darbe girişimi, çılgınca hamlelerle ilerleyerek sonunda kanlı bir macera halini almış ve çökmüştür.
Onlarca generalin de içinde yer aldığı bu darbe girişimi, hükümetin yansıtmak istediğinin aksine sadece Fethullahçı güçlerden oluşmamaktadır. Belli ki ordunun AKP muhalifi geniş bir kesimi biraraya gelmiştir ve bu darbe girişiminde ABD’nin parmağı olduğu da söylenmektedir. Ayrıca ordunun geri kalanı da saatler boyunca bekle gör tutumunu izlemiştir. Darbeci birliklere karşı diğer birlikler harekete geçirilmediği gibi ordu komutanları uzun bir süre hiçbir açıklama yapmamışlardır. Bu tür açıklamalar süreç tersine dönünce gelmiştir.
Bu darbe girişiminin halkın demokratik inisiyatifiyle önlendiği iddiası hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. Ne bildirilerinde demokrasiden bahseden darbecilerin ne de iktidarın çağrısıyla sokağa dökülenlerin demokratik bir inisiyatifi söz konusudur.
İşçi sınıfı ve tüm diğer demokrasi güçleri açısından yaşanan bu olaylar her iki ucu pis değnek anlamına gelmektedir. Bugünkü “parlamenter” rejim zaten yaşanan otoriterleşme süreci ve bunun içerdiği darbelerle çoktandır demokratik kırıntılarını tüketmiş, parlamentonun neredeyse göstermelik bir duruma indirgendiği bir olağanüstü rejim seviyesine gelmişti. Süreç daha da ilerletilerek bir tek adam diktatörlüğüne gidilmekteydi. Dolayısıyla ne bu rejimin ne de askeri darbenin savunulacak bir yanı olabilir. “Demokrasi kazandı” söylemi pişkin bir demagojiden ibarettir. Darbeyi tezgâhlayan ve uygulamaya sokan güçler de, onu bertaraf eden güçler de al birini vur ötekine kabilinden güçlerdir. Keza “seçimle gelmiş hükümet” söylemi de öyle. Seçim denilen şey 7 Haziran seçimlerine karşı gerçekleştirilen bir darbeyle yolu açılan 1 Kasım seçimleridir. Bu tür demagojilere asla prim verilmemelidir. Unutulmasın ki, askeri faşizm ile sivil faşizmin tepişmesinden demokrasi çıkması asla mümkün değildir.
link: Marksist Tutum, Askeri Darbeye de, Sivil Faşist Diktatörlüğe de Hayır!, 16 Temmuz 2016, https://marksist.net/node/5200
Kan Safsatası, Irkçılık ve Faşizm
Fransa’da Grevler ve Euro 2016