Türkiye önemli, sarsıcı değişimlerin yaşandığı bir süreçten geçiyor. Kapitalist sistemin derinleşen krizi, Türkiye’nin emperyalist savaşın içine giderek daha fazla çekilmesi ve Kürt ulusal mücadelesinin geldiği düzey, burjuva düzeni bir olağanüstü rejime yönlendiriyor. Erdoğan liderliğinde bütünleşen bir burjuva kesim, sahip oldukları iktidarı elde tutmayı bir ölüm-kalım mücadelesine dönüştürdü. Bu yüzden burjuva düzenin kuvvetler ayrılığına ve denetleme mekanizmalarına dayalı olağan işleyişi, Erdoğan eliyle her geçen gün daha da fazla sekteye uğratılıyor. Faşist tırmanışa özgü gelişmeler, yani toplumu pasifize eden uygulamalar, otoriterleşmenin yükselmesi, baskılar, katliamlar Türkiye’de siyasetin temel özellikleri haline geldi.
Söz konusu faşist tırmanış, Türkiye’de daha önce yaşananlardan farklı olarak, bu kez sivil tabanı olan bir hareket tarafından biçimlendiriliyor. Erdoğan tarafından yıllardır uygulanan siyasi taktikler, manevralarla ve yaratılan korkularla kutuplaştırılan toplum kesimlerinin bir bölümü, bu kez de sivil faşist tırmanışın kitle tabanı olarak kullanılmak isteniyor. Toplumun Erdoğan’ın politikalarını desteklemeyen kesiminin çoğunluğu ise çeşitli yöntemler ve taktiklerle manipüle edilerek pasifize ediliyor, yılgınlığa sürükleniyor ve sindiriliyor. Böylelikle de politik olarak etkisizleştiriliyor. Yani faşist tırmanış bir yandan bu yükselişe destek verenleri Erdoğan liderliği etrafında konsolide ederek, diğer yandan da muhalif kesimleri baskı altında tutup, manipüle edip etkisizleştirilerek ilerliyor. Erdoğan ekibi tarafından, her iki kesime yönelik olarak sürdürülen politik propaganda ve taktikler bu amaca hizmet edecek bir çerçeve içinde geliştiriliyor.
Dolayısıyla faşist yükselişe bel bağlamış burjuvalar açısından, Erdoğan’a muhalif olan ya da uzak duran kesimlerin etkisizleştirilmesi de bu tırmanışın sürdürülebilmesi için büyük önem taşıyor. Bu bakımdan Erdoğan ve ekibinin özellikle önemsedikleri ve hedef aldıkları, CHP etrafında toplanan ya da toplanabilecek muhalif kesimlerdir. Çünkü Kürt hareketi ve demokratik talepler etrafında bir araya gelen kesimler ile CHP’nin etrafında toplanma eğilimindeki Erdoğan karşıtı kesimlerin ortaklaşabilecekleri bir muhalefet, Erdoğancı cephe açısından tehlikeli gelişmelerin önünü açacak bir potansiyele sahiptir. Bu yüzden, Erdoğan’ın karşısında yer alan kesimlerin kafalarının karıştırılması ve manipüle edilmesi, geriliklerinin beslenmesi, bu yollarla yılgınlığa sürüklenmesi ya da hareketsizleştirilmesi gerekmektedir. Amaç bu kesimlerin siyaseten bloke olmalarını sağlamaktır. Böylelikle Erdoğan ve ekibinin kurumsallaştırmaya çalıştıkları faşist rejim için yükseltilen tırmanış sırasında bu kesimlerin yaratabileceği pürüzler de ortadan kalkacaktır.
Bu politik etkinin sağlanabilmesi için, çeşitli anlaşmalar yapılarak bazı siyasi figürlerin ve ekiplerin önü açılmıştır. Kürtlere karşı yürütülen savaşın şiddetlendirilmesi, Erdoğan’ın ulusalcı yapılarla ittifaklar yapabilmesinin de zeminini yaratmıştır. Nitekim Gülen cemaati ile kurduğu ittifakın bozulmasının ardından Erdoğan, bu kesimlerle yakınlaşmış ve zamanla çeşitli konularda birlikte hareket etmeye başlamıştır. Perinçek, Baykal ve Feyzioğlu gibilerin bir süredir siyaset sahnesinde oynadıkları roller bu durumla yakından ilgilidir. Ulusalcı ve devletçi cenahın güzide kadroları olan bu isimler, siyaseten düşman olduklarını söyledikleri Erdoğan’la meşreplerine uygun işler çevirmekte, Kürt düşmanlığına dayanan politik tutumları ve devlet bürokrasisinde yeniden ağırlık kazanma stratejileri temelinde Erdoğancı kadroyla birlikte davranmaktadırlar.
Faşist yükselişin harcı Kürt düşmanlığı ile karılıyor
Kürtlere karşı yürütülen haksız savaş sırasında egemenlerin sürdürdükleri karartmalar, çarpıtmalar ve yalanlar, kitlelerin faşist tırmanışa destek vermelerinde birinci derecede önemli rol oynamaktadır. Milliyetçilik zehri sayesinde faşist tırmanışın kitle tabanı beslenmektedir. Aynı şekilde, Erdoğan’a tepki duyan, mesafeli duran kesimlerin önemli bir bölümü de bu zehirle, Kürt düşmanlığı ile paralize edilmiş haldeler. Bu kesimlerin Kürtlere karşı yürütülen savaşa destek verir hale getirilmesi, Erdoğan’ın faşizmi tırmandıran politikaları karşısında seslerinin kısılmasına, ona karşı olan muhalefetin etkisizleşmesine yol açtı. Bu noktada, Erdoğan’a yeni müttefikleri önemli katkılar sağladılar.
Yeni müttefikler, yani ulusalcılar olarak adlandırılan müesses nizamın önde gelen kadroları, kritik pek çok meselede, ona karşı muhalefeti geriletecek doğrultuda, Erdoğan’ın değirmenine su taşıdılar. 17-25 Aralık süreciyle birlikte, ama özellikle Kürtlere yönelik savaşın yükseltilmesinin ardından Perinçek; 7 Haziran seçimlerinden sonra Meclis’in bloke edilmesi sırasında Baykal; akademisyenlere karşı öfkeleri köpürtme manipülasyonları esnasında Feyzioğlu, ittifakın gereği olarak üzerlerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirdiler. Erdoğan’a mesafeli kesimlerin muhalefetini milliyetçi salvolarla sindirdiler, gerilettiler.
Örneğin, Erdoğan’ın ulusalcı müttefiklerinden gösteri yapmaya en hevesli olanı Perinçek, Erdoğan yanlısı medyada defalarca boy göstererek, “muhafazakârlarla vatan cephesini kurduklarını” ilan etti. “AKP yönetimi, açılım siyasetinden vazgeçti ve Vatan Partisi’nin yıllardır savunduğu mevziye geldi” diye yazdı. Erdoğan’a verdiği desteğin gerekçesini ise şöyle açıkladı:
“Acaba Vatan Partisi olarak ne yapsaydık, Tayyip Erdoğan ile aynı cephede olmamak için, PKK’nın ve ABD’nin yanına mı geçseydik? Yıllardır savunduğumuz Bölücü Teröre karşı devletin yaptırım gücünü etkili olarak kullanma siyasetini bırakıp, biz de CHP gibi Açılımcı mı olsaydık? Tayyip Erdoğan ile yan yana gözükmemek için, ABD’nin kara gücüyle el ele mi verseydik? Amerikancı güçlerin, PKK’nın, Fethullah Terör Örgütü’nün ve CHP’nin bizden istediği buydu. (...) Vatan savaşını kazanmak için AKP hükümetini ve Tayyip Erdoğan’ı yanımızda mı tutmalıyız? Yoksa düşmanın yanına mı itmeliyiz? Daha basit soralım; vatan savaşını Tayyip Erdoğan düşman tarafında olsa mı daha kolay kazanırız? Yoksa Türkiye tarafında olsa mı?”
Bütün bunları söylerken de özellikle CHP’nin politik taktiklerine yüklendi:
“CHP yönetiminden yayılan bir propaganda savaşı yürütülüyor. Özü şu: Bugün PKK terörüne karşı yürütülen harekâtlar, Tayyip Erdoğan’a seçim kazandırmak içinmiş! Örneğin Bekir Coşkun’a göre, «Sadece 13 yıl ateş keserek kazanan adam, bu kez de ortalığı ateşe vererek kazanacak.» (Sözcü, 29 Temmuz 2015) Bekir Coşkun, 7 Haziran seçimlerinde HDP’yi destekleyerek yola çıktı, en sonunda PKK terörüne karşı mücadeleyi «ortalığı ateşe verme» eylemi olarak görme konumuna geldi. Bu durumda Mehmetçik «ortalığı ateşe vermek için» şehit oluyor! Yine Uğur Dündar, Mehmet Türker, Emin Çölaşan da tıpkı Bekir Coşkun gibi, PKK terörüne karşı operasyonları, «Tayyip Erdoğan’a oy kazandırma» gayreti olarak görüyorlar. Binbaşılar, astsubaylar, polisler, uzman çavuşlar, vatan bütünlüğü için değil, Tayyip Erdoğan’a seçim kazandırmak için can vermiş oluyorlar (Sözcü, 29 Temmuz 2015). Bu durumda şehit ve gazi yok, yalnız Niyazi var!
“Bu arkadaşlarımız ne yapmak istiyor, okuyucularına neyi anlatıyorlar? Bu yazılardan etkilenen vatandaş ne düşünür, nasıl davranır, hiç düşünmüyorlar mı? Okuyucu, «O ki bu savaş, Tayyip Erdoğan’a oy kazandırmak için yürütülüyor, o zaman bana ne!» demez mi? Okuyucu, PKK terörüne karşı mücadeleyi «ortalığı ateşe verme», «ülkeyi kan gölüne çevirme» olarak görünce, Mehmetçiğin arkasında millet desteği diye bir şey kalır mı? Niyetleri tartışmıyoruz, hepsi tanıdığımız, vatanseverliğinden kuşku duyulmayacak yazarlarımız. Ancak bilinçler Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla taşlaşınca, yürekler Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla mühürlenince, insanlar tanınmaz hale geliyorlar. Bu arkadaşların etkilediği insanlar, acaba haberleri hangi duygularla izliyorlar? Kuzey Irak’ta PKK mevzilerini bombalayan Türk Hava Kuvvetleri başarılı olursa, Tayyip Erdoğan oy kazanacak, öyleyse başarısız olsun! Diren PKK, Tayyip Erdoğan oy kaybetsin!!! PKK terörüne karşı mücadele, Tayyip Erdoğan’a seçim kazandıracaksa, o zaman PKK kazansın bu savaşı!!! Daha doğrusu ABD kazansın!!! Varacağınız yer başka neresidir, söyler misiniz?”
Perinçek, bu yaklaşımlarıyla, CHP’lileri “ya Erdoğan ya PKK” açmazına sıkıştırmaya çalışıyordu. Erdoğan karşısındaki muhalefeti parçalamak için etkili bir propagandaydı bu. Çünkü milliyetçilikle zehirlenmiş kesimleri susturmanın, geriletmenin en etkili yolu onları PKK’nin politikalarına hizmet ediyor oldukları kuşkusuna itmekti. Perinçek’in bu yöndeki katkısını çok önemseyen Erdoğan da, onu gündemde tutmak, etkili kılmak için her türlü desteği verdi. Perinçek’in gazetesi Aydınlık, Erdoğan’ın amiral gemisi Sabah grubu tarafından dağıtıldı, desteklendi. Perinçek kendisinden yıllarca tiksintiyle bahsedenlerin televizyonlarına konuk oldu, gazetelerinde uzun röportajları yayınlandı. Nihayetinde o da, bu röportajların birinde, “Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz” sorusuna, “Hayatımın en mutlu dönemlerindeyim diyebilirim” yanıtını verdi. Anlaşılıyordu ki, ittifak tüm taraflarını mutlu etmişti.
Baykal da, 7 Haziran seçimleri sonrasında Erdoğan’ın hükümet kurulmasını engelleme taktiklerinin uygulanmasında büyük başarılar göstererek Erdoğan’ın ulusalcılarla kurduğu ittifakta kendisine düşen rolün hakkını verdi. AKP’nin dışında kalacağı bir hükümetin kurulmasına yönelebilecek çalışmaları daha başında baltalayıp, ilginin başka noktalara kaymasını sağlayarak Erdoğan’a zaman kazandırdı. Muhtemelen de müesses nizam ile Erdoğan arasındaki ittifakın önemli kanallarından biri olarak çalıştı.
Nitekim başka kritik durumlarda da Baykal piyasaya çıkarak CHP’yi bu ittifakın ihtiyaçları doğrultusunda hizaya çekmekten geri durmadı. Örneğin, Suriye’de zor duruma düşen Erdoğan’a “Halep-Azez hattının açık tutulması için yapılan bombalamalar doğrudur” çıkışıyla destek verirken de bir yandan parti yönetiminin kulağını büküyor, “Halep Sünni İslam kentidir. Bu kenti Rusya'nın, Esad’ın himayesine teslim etmek üzerine bir politikayı çok ciddi sorgulamak lazım” diyordu. Ayrıca konuşmasına “Şiddet ve Kürt sorunu ayrımını herkes yapmıyor. Öyle bir nokta ortaya çıktı ki, bizim içimizde bazı arkadaşlar bu konuda çizgiyi HDP çizgisine taşıyan açılımlar içine girdi” sözlerini ekleyerek, partinin Erdoğan’ın çizdiği politikanın sınırları içerisinde davranmayan unsurlarına parmak sallayarak, yönetimi de bu hususta dikkatli olmaya çağırıyordu.
Erdoğan’la ulusalcı cenahın kurduğu ittifakta, Erdoğan’a bir başka belirgin destek de Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’ndan geldi. Çorum Barosu’nun 64’ncü kuruluş yıldönümünde konuşan Feyzioğlu, “Barış İçin Akademisyenler” grubuna yönelik olarak Erdoğan’ın başlattığı lince katıldı. “Şunu hep birlikte söylemek zorundayız: Devlet yıkılırsa herkes, hepimiz altında kalırız. Devlet yıkılırsa ne adaletten, ne gelecekten, ne refahtan, ne insan haklarından, ne de aydınlık bir gelecekten söz edebiliriz” diyerek devleti yıkmak isteyenlere karşı birlik olmak gerektiğini söyledi. “Bu noktada kanlı terör örgütü PKK’ya bir cümlecik dahi aleyhte konuşmadan sürekli, ama sürekli Türkiye Cumhuriyeti’ne söz söyleyenleri mütakere döneminin işgal altındaki İstanbul’un sözde aydınlarının kalıntıları olarak niteliyorum” diye de ekledi.
Kürt halkına karşı yükseltilen savaşta uygulanan zulme karşı tepkilerini ortaya koyan akademisyenlere Erdoğan hangi tondan ses veriyorsa, Feyzioğlu da aynı makamdan eşlik ediyordu. Kısa süre önce birbirine düşmüş olan bu zevat, söz konusu Kürt halkının ezilmesi olunca tereddüt etmeden aynı koronun elemanları oluyorlardı.
Velhasıl, Erdoğan’a verilen böylesi kritik destekler, Erdoğan ile müesses nizamın kadim savunucuları olan ulusalcıların bu dönemde kurdukları ittifakı açık biçimde ortaya koymuştur. Erdoğan ve ekibi savaşı körüklemekte ve buna eşlik eden anti-demokratik uygulamaları alabildiğine yaygınlaştırmakta, onun ulusalcı müttefikleri de buna hizmet edecek propagandayı yükseltmektedir. İlerletmeye çalıştığı faşist tırmanış sürecinde epeyce yol alan Erdoğan’ın eli, burjuva muhalefetin bir bölümünü kontrol etmek bakımından bu ittifak sayesinde epeyce rahatlamıştır. Kürt halkının haklarını tanımama konusunda devletin yıllardır sürdürdüğü baskıcı yöntemlere destek verse de Erdoğan’ın politikalarına mesafeli olan belirli kesimler, ulusalcıların etkisi altında pasifleşmiş, devre dışı kalmıştır.
Sonuçta ulusalcılar uğursuz tarihsel rollerini yine oynamaktadırlar. Sol görünümlü de olsalar, hatta kimileri sosyalistliği kimselere bırakmayan pozlar da kesseler, devletçilik ve milliyetçilikle malûl politikaları, yükselen faşizmin sağlam dayanakları olmuştur. Bunların sol siyasetle hiçbir ilişkisinin olmadığı da bu tutumları ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Hele, 70’li yıllarda devrimci gençlik hareketinin bir bölümünü etkileyen, sonra da yıllarca “İşçi Partisi”nin lideri olarak siyaset sahnesinde arzı endam eden Perinçek, İtalya’da Sosyalist Parti’nin yayın organı Avanti’nin başyazarlığına kadar yükselmiş ama faşist rejimin de kurucusu olmuş Mussolini’den aşağı kalmayan bir politik şahsiyet olduğunu her dönemde olduğu gibi şimdi de ortaya koymaktadır.
Hangi soslara bulanmış olurlarsa olsunlar, milliyetçi ve devletçi politik çizgiler her zaman burjuvaziye hizmet ederler. Sonuçları ortaya çıkmış pek çok tarihsel örnek de, bugün Türkiye’de yaşanan gelişmeler sırasında gördüklerimiz de bunu doğrulamaktadır.
link: Selim Fuat, Erdoğan’ın Ulusalcı Müttefikleri, 9 Nisan 2016, https://marksist.net/node/5019
“Ayaklar Baş Olmaz” mı? İşçiler Yönetemez mi?
Müzik Kimin İçin?