İzlediği savaş politikalarıyla ülkeyi yangın yerine çeviren AKP hükümeti, bu politikaların tetiklediği katliamlardan da faydalanmaya çalışıyor. Yaratılan kaos ve korku ortamını elini güçlendirmek için kullanmaktan çekinmeyen hükümet, şimdiye dek sayısız değişiklik yaparak her seferinde daha da faşizan hale getirdiği baskı yasalarında yeni adımlar atmaya hazırlanıyor. 13 Marttaki Ankara saldırısının ardından “terör ve terörist tanımını değiştirmekten” ve ceza kanunlarında buna uygun düzenlemeler yapmaktan söz eden Erdoğan şunları söylemişti:
“Elinde silahı olan, bombası olan terörist ile unvanını, kalemini amacına ulaşabilmesi için teröristin emrine verenin de hiçbir farkı yoktur. Unvanının milletvekili olması, akademisyen olması, yazar, gazeteci olması o kişinin aslında bir terörist olduğu gerçeğini değiştirmez. O eylemin amacına ulaşmasını sağlayan bu destekçilerdir, bu yardakçılardır. Bu bakımdan terör ve terörist tanımını yeniden yaparak ceza kanunumuza derç etmeliyiz diye düşünüyorum.”
Erdoğan “ya bizden yanasınız ya da teröristlerden” diyerek, “terörist” tanımını “bizden olmayan herkes”e genişletmekten de geri durmadı. Toplumsal muhalefet üzerinde ağır bir baskı oluşturarak hızla faşizme doğru yol alan muktedirlere mevcut faşizan yasalar bile yetersiz görünmekte, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) başta olmak üzere tüm ceza yasalarında Erdoğan’ın buyurduğu türden bir değişikliğe gidilmesi planlanmaktadır. Bunun için de hükümetin medyadaki borazanları devreye girerek arzulanan değişikliğin yolunu açmaya soyunuyorlar. Baş borazan İbrahim Karagül, Erdoğan’ın Ankara saldırısını takiben sarf ettiği malûm sözlerin ardından şunları söylüyor örneğin:
“Ülkemize karşı iç işgale girişenlere tahammül ve sabır bu ülkenin intiharı olacaktır. İç işgali meşrulaştırmaya, masumlaştırmaya, ona gerekçeler üretmeye yönelik her söz, her savunma vatan hainliğidir. Terörle ortaklıktır, terör eylemidir, ülke düşmanlığıdır. Sokaklarımızda bomba yüklü araç patlatanlarla, bunları savunanlar, onlara yönelik kamuoyu öfkesini ve hassasiyetini körleştirmeye girişenler de teröristtir, Türkiye’ye kurşun sıkmaktadır. Onlar da terör kapsamına alınmalıdır, ona göre muamele görmelidir.” (İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 17 Mart 2016)
Erdoğan ve adamları, tıpkı Mussolini İtalya’sı ya da Nazi Almanya’sında olduğu gibi, politikalarını eleştiren, keyfi yasaklarına uymayan, hukuk tanımazlıklarını deşifre edip karşı çıkan herkesi “vatan haini” ve “terörist” addedip en ağır cezalarla sindirmek istiyorlar. Aslında yasalarda yapılmak istenen değişiklikler, çoktandır yürürlükte olan faşist uygulamalara hukuki kılıf hazırlamaktan ibarettir. Sayısız örneğine tanık olduğumuz üzere, hükümet nicedir, Kürtler, sosyalistler, muhalif gazeteciler, akademisyenler üzerinde terör estirmektedir. Sözde anayasal güvence altındaki ifade özgürlüğünün yerinde yeller esmektedir. Her türlü eleştiri ve fikir beyanı, Erdoğan’a hakaret, vatan hainliği, bölücülük, teröristlik yaftalamalarına maruz bırakılıp cezalandırılmaktadır. Meselâ barış talep eden akademisyenler teker teker işten atılırken, şimdi tutuklamalar başlamış ve üç akademisyen cezaevine konmuştur. 25 yıldır Türkiye’de öğretim görevlisi olarak çalışan ve bir Türk vatandaşıyla evli olan Chris Stephenson’un, tutuklanan akademisyenlere destek için gittiği adliye binasında, üzerinde HDP’nin Newroz davetiyeleri çıktığı gerekçesiyle sınır dışı edilmesi ise devlete hâkim olan faşist hezeyan ve pervasızlığın son örneğidir. Sosyalist bir akademisyen olan Stephenson’un maruz kaldığı muamele tümüyle hukuk dışı iken, hükümetin bu adımlara yasal kılıf uydurarak topyekûn bir saldırıya girişmenin hazırlığı içinde olduğu görülüyor. İstenen yasal değişiklikler yapıldığı takdirde, hükümetin izlediği savaş politikalarına karşı çıktığı için içeri tıkılan gazeteciler, akademisyenler artık “terörist” sayılarak ona göre cezalandırılacaklar. Elbette HDP’liler, sosyalistler ve diğer muhalifler de öyle.
AKP 2002’de iktidara geldikten sonra, muhtelif ceza yasalarıyla birlikte TMK’da da birtakım demokratik değişiklikler yapmıştı. Ne var ki 2006 yılından itibaren bu değişiklikler birer birer geri devşirilmeye başlandı ve o zamandan bu yana çeşitli defalar yapılan değişikliklerle birlikte, TMK, neredeyse 1991’deki ilk halini aratır faşizan düzenlemelerle donatıldı. Örneğin yasanın 6. maddesinde sayılan “suç”lar için daha önce para cezası öngörülürken, 2006 yılında bu cezalar 1 ilâ 3 yıl hapis cezasına çevrildi. Orman yangını çıkarmaktan kaçakçılığa, iş ve çalışma hürriyetinin engellenmesinden göçmen kaçakçılığına, eğitimin ve öğretimin engellenmesinden mala zarar vermeye varıncaya kadar akla hayale sığmayacak 50’den fazla ceza kanunu maddesi, TMK kapsamında “terör suçları”na dahil edildi. 2013 ve 2015 yıllarında yapılan değişikliklerle bunun da ötesine geçildi. Gezi eylemlerinin ve Kobanê direnişinin ardından yasanın 7. maddesine yapılan eklemelerle, slogan atmak, terör örgütünün amblemini, resmini taşımak, yüzünü kapatmak gibi pek çok fiilin 3-5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılması sağlandı.
Bugün gelinen noktada ise AKP bunları da yeterli görmemekte ve özünde yasanın 1991’deki ilk halinde yer alan terör tanımını geri getirmek istemektedir.[1] Bunun anlamı da, “cebir ve şiddet kullanma” unsuru olmadan da “her türlü eylemin” terör sayılabilir hale gelmesidir. Bu tür bir değişiklik yapıldığı takdirde, örneğin barış bildirisine imza atanlar, salt bu eylemleri yüzünden, “devletin otoritesini zaafa uğratmak” suçlamasıyla terörist ilan edilebilecek ve TMK gereği “üst sınırı kaldırılmış” cezalara çarptırılabileceklerdir. Aynı şekilde, örneğin Kürt illerinde olan bitenleri yazan, hükümetin Suriye’ye yönelik kirli planlarını teşhir eden, gerçekleri açıklayan gazeteciler, sosyalistler, Kürtler de öyle.
Aslında Erdoğan her türlü yasayı bir ayakbağı olarak görmeye başlamıştır ve bunun sonu, tüm yasaların rafa kaldırılacağı, diktatörün ağzından çıkan her sözün kanun sayılacağı bir faşist rejimin inşasıdır. Bu süreçte hukuk dışılıkta sınır tanınmazken ve faşist tırmanış son sürat yol almaya devam ederken, görülen en büyük engel Kürt özgürlük hareketi ve onun Meclis’teki temsilcisi HDP’dir. Bu nedenledir ki, Kürt illerinde şimdiye dek görülmedik azgınlıkta bir devlet terörü estirilirken, HDP’li milletvekilleri de dokunulmazlıkları kaldırılarak Meclis’ten derdest edilmeye çalışılmaktadır.
“Dokunulmazlıkları kaldıralım” dümeni
Erdoğan’dan HDP milletvekillerine yönelik fezlekeleri vakit kaybetmeden Meclis gündemine getirin talimatını alan Davutoğlu, “506 dosyada da dokunulmazlıkları kaldıralım” hamlesiyle, HDP’yi Meclis’ten tasfiye etme girişimini meşrulaştırmaya soyundu. Davutoğlu, Meclis’te şu anda beklemekte olan fezlekeler için Anayasa’ya geçici bir madde ekleyerek, değişikliğin yapıldığı tarihe kadarki tüm dosyalar için dokunulmazlıkların kaldırılmasını önerdi. CHP ise önce bunun karşısına, geçici değil kalıcı bir anayasal değişiklikle, kürsü dokunulmazlığı (yani ifadelerinden dolayı yargılanmama güvencesi) dışındaki tüm dokunulmazlıkların kaldırılması teklifiyle çıktı. HDP de aynı görüşte olduğunu ifade etti. Ne var ki CHP, 23 Martta, daha önce Kılıçdaroğlu’nun söylediği “çiftestandart olmaz, dokunulmazlıklar ya kalkar ya kalkmaz” sözünü yalayıp yutarak, AKP’ye üç seçenekli yeni bir teklif sundu. Bu seçeneklerden biri AKP’nin formülüne yakın görünüyor. Belli ki CHP, HDP milletvekillerinin şu ya da bu şekilde “terör” kapsamına sokulacak suçlamalarla yargılanmaları sürecinin önünü açma konusunda AKP ile el ele vermekten çekinmeyecektir.
Şu anda Meclis’te bulunan dokunulmazlık dosyalarının 279’u, yani yarısından fazlası HDP’li milletvekillerine ait. Üstelik neredeyse her konuşmaları hakkında dava açılmasıyla bu sayı sürekli artıyor. Sadece Selahattin Demirtaş’a ait 57, Pervin Buldan’a ait 46, Nursel Aydoğan’a ait ise 36 fezleke bulunuyor. Haklarında fezleke bulunan 112 milletvekilinin 41’ini HDP’li vekiller oluşturuyor. Öte yandan CHP’li 42 milletvekiline ait 121 fezleke var ve bunların 37’si Kemal Kılıçdaroğlu’na ait. MHP’li 6 milletvekili için 5’i Devlet Bahçeli’ye ait olmak üzere toplam 14 fezleke bulunuyor. AKP’li 22 milletvekili içinse 41 fezleke düzenlenmiş durumda.
Bilindiği gibi AKP, milletvekili dokunulmazlığının kürsü dokunulmazlığıyla sınırlı hale getirilmesine senelerdir karşı çıkıyordu. Geçtiğimiz yıllarda Burhan Kuzu bu karşı çıkışın nedenini “arkadaşlarımız bu yargı düzeninde dokunulmazlıklarının kalkmasını istemiyorlar” diyerek ortaya koymuştu. Belli ki AKP yargıdaki büyük temizlik operasyonları sonucunda artık kendini garantiye aldığını düşünmekte ve kendi yargı düzenlerine nihayet kavuştuklarına inanmaktadır. “Bağımsız” yargının, haklarında çeşitli dosyalar bulunan muhalefet ve iktidar milletvekillerini nasıl yargılayacağı bellidir ve bu nedenle de şu aşamada dokunulmazlıkların kaldırılması AKP açısından sıkıntı olarak görülmemektedir.
Bununla birlikte, kalıcı bir düzenleme ile, yasama dokunulmazlığının kürsü dokunulmazlığıyla sınırlı hale getirilmesi AKP’nin hiç işine gelmiyor. Öncelikle, haklarında fezleke düzenlenmiş olan HDP’li vekillerin tümü ifadelerinden dolayı yargılanmak isteniyorlar. Dolayısıyla, kürsü dokunulmazlığının korunması, HDP milletvekillerinin yargılanmasına ve AKP’nin amacına ulaşmasına engel teşkil edecektir. Öte yandan, önümüzdeki dönemde yolsuzluk vb. suçlardan yeni davaların açılma ihtimali karşısında AKP dokunulmazlıkların tümüyle kaldırılmasına karşı çıkarak kendini garantiye almak istemektedir. Şu anda AKP’yi zora düşürecek fezlekelerin sayısının sınırlı olduğu doğrudur. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması benzeri davaların muhatabı olan milletvekilleri bu dönem parlamentoda olmadıkları için AKP’nin elinin rahat olduğu da açıktır. Ne var ki, yaşanmakta olan çalkantılı sürecin neler getireceği belli değildir. Bu yüzden de AKP’nin işine gelen şey, dokunulmazlıkların sınırlı bir dönem için kaldırılması, kalıcı bir anayasal değişikliğin yapılmamasıdır. Eğer istediği olursa, mevcut dosyalarda dokunulmazlık kalkacak, değişiklik sonrası parlamentoya gelen bütün dosyalarda ise dokunulmazlıklar aynen korunmaya devam edilecektir.
Başkanlık sistemiyle parlamenter rejimi tümüyle değiştirmek ve buna uygun bir anayasa getirmek isteyen AKP, bugünkü Meclis aritmetiğiyle bunu yapamayacağını bildiğinden, bu aritmetiği değiştirmek için çeşitli hesaplar yapıyor. AKP’nin, arzuladığı yeni anayasayı referanduma götürmek için 330, doğrudan Meclis’ten geçirmek için ise 367 milletvekiline ihtiyacı var.[2] Ne var ki şu anda sadece 317 milletvekiline sahip. AKP’nin 330’u bulma hesapları içinde MHP’nin vekillerini çalmak da, erken seçim de, ara seçim de var. Meclis’te ara seçim kararı alınabilmesi için, üye tamsayısının yüzde beşine denk düşen 28 milletvekilinin üyeliğinin düşmesi gerekiyor. İşte HDP milletvekillerinin Meclis’ten tasfiye edilmesi bu nedenle AKP açısından büyük bir kolaylaştırıcı faktör haline geliyor. AKP, Kürt illerinde gidilecek bir ara seçimde, 13 milletvekili daha kazanması durumunda, anayasayı referanduma götürmek için gerekli 330 sayısına ulaşabiliyor. Tırmandırdığı savaşla yüzbinlerce insanı kitlesel göçe mecbur bırakarak Kürt illerinde tüm seçmen dengesini altüst eden AKP, bu olasılığı hiç de zayıf görmüyor ve daha da güçlendirmek için elinden geleni yapıyor. HDP’nin barajın altında kalması için de uğraşıyor.
Şunu iyi görmek gerekiyor: Dokunulmazlıkları kaldırma ve “terör/terörist” tanımını değiştirerek ceza kanunlarında buna uygun düzenlemeler yapma girişimleri, HDP’li vekilleri derdest etme çabasının birbirini bütünleyen parçalarıdır. İktidarın ve havuz medyasının her türlü yalan ve iftira eşliğinde terörist ilan ettiği ve hedef gösterdiği başta Demirtaş olmak üzere tüm HDP milletvekilleri açık bir siyasi linç kampanyasıyla yüz yüzedirler. AKP’nin terör anlayışını “bizden olmayan herkes teröristtir”e sıçrattığı bir dönemde, bu lince dur demek sadece devrimcilerin değil kendine demokratım diyen herkesin görevidir.
[1] TMK’nın mevcut halinin ilk maddesinde, terör şöyle tanımlanıyor:
“Terör; cebir ve şiddet kullanarak;baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”
Yasanın 1991 tarihli ilk halinde bu tanımda altını çizdiğimiz hususlar bulunmuyordu ve ilgili madde, ara kısmı aynı kalmak üzere şu şekildeydi: “Terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma …. her türlü eylemlerdir.”
[2] Şu anda Meclis’te AKP’nin 317, CHP’nin 133, HDP’nin 59, MHP’nin ise 40 milletvekili bulunuyor. CHP’den ihraç edilen Aylin Nazlıaka ise Meclis’in tek bağımsız milletvekili.
link: İlkay Meriç, Terörist İlan Edip Dokunmak!, 25 Mart 2016, https://marksist.net/node/4997
Nobel Barış Ödüllü Kolluk Kuvvetleri
Taşeron İşçilere Kadro Yalanı!