15 Aralıktan bu yana Sur’da insanlar evlerine giremez, bırakın evlerini, mahallelerine uzaktan dahi olsa yaklaşamaz hale geldiler. Cenazeleri bir yanda kendileri başka bir yanda kaldılar ve kelimenin tam anlamıyla 90’lı yılları aratır bir devlet terörüyle yüzyüze geldiler. Bir yanda Ortadoğu’daki paylaşım kavgasında öne çıkma ve iktidar hırsıyla devrilen müzakere masası, diğer yanda evlerinden barklarından edilen, gözü dönmüşçesine öldürülen yüzlerce insan! Bir de egemenler akıl almaz bir riyakârlıkla “barış” söylemlerini dillerinden düşürmüyorlar. Ama gelin görün ki barış onların dilinde adeta kanlı bir eylemi andırıyor. Gerçekten barışın olmasını yürekten isteyen insanlar da bu kanlı operasyonlarda katlediliyor. Barıştan yana olanların o bölgeye değil gitmek, o bölgeye doğru yola çıkmalarına bile izin verilmiyor. Sosyal medya platformlarındaki videolardan da gördüğümüz gibi, insanlar cenazelerini almaya dahi gidemiyor, gitseler bile askerlerin (tabii egemenlere sorarsanız teröristlerin!) ateşi altında kalıyorlar.
Bütün bunlar göz önünde olup biterken halen fütursuzca çıkıp “barış” nutukları atabiliyorlar.
Nazım Hikmet’in bir şiiri geliyor aklıma: “Unutma burjuvazi ne zaman kandırsa bizi böyle haykırır; hav hav hak tüü!” İşte onlar da böyle haykırıyorlar ekranlardan. Muhalif liberal birkaç yazarın lafı bile onlara fazlasıyla dokunuyor. Hemen gözaltılar ve tutuklamalar başlıyor. Anayasa ve sözde “bağımsız yargı” zaten çöp sepetinde. Yerine Saray’dan talimat ve buna göre uygulamalar getiriliyor.
En sonunda yasakların kaldırıldığı Sur’dan görüntüler ise gerçekten yürekleri parçalıyor. Türkiye burjuvazisi gerçekten taş üstünde taş bırakmamak tabirini ete kemiğe büründürmüş durumda. Bir tane bile sağlam ev bırakmadıkları gibi, bu illerin, ilçelerin tekrar inşasını utanmadan ihaleye açmaya soyunuyorlar.
Sur’daki katliamı bir barış harekâtıymış gibi gösteriyor ve Genelkurmay Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Başkanı Ertuğrul Gazi Özkürkçü “Operasyonlarda gösterdiğimiz duyarlılıkla övünüyoruz. Bazı Avrupa ülkelerinde ve ABD’deki yöntem uygulansaydı, operasyonlar 1 ay içerisinde tamamen bitmiş olurdu. Bu operasyonda gösterilen duyarlılığın aynısı bir Avrupa ülkesinde uygulansaydı bunu başaranlara Nobel Barış Ödülü verilirdi” deme cüretini gösterebiliyor. Zira Nobel Barış Ödülü de aslında ikiyüzlü burjuvaların birbirlerini övdükleri sözde bir armağandan öte bir şey değildir.
Burjuvazi bu kadar yalanı gözünü bile kırpmadan söyleyebiliyorken biz işçiler ne yapıyoruz? Bu konulardan ve olup bitenlerden ne derece haberdar olabiliyoruz? Yandaş medyanın, havuz medyasının bu yalanlarına ve yandaşlıklarına daha nereye kadar sabredeceğiz? Bizler biliyoruz ki işçi sınıfı örgütlenip mücadele etmediği müddetçe barış asla ama asla gelmeyecek. Eğer bugün işçi sınıfı gerçek bir sınıf örgütlülüğüne sahip olsaydı bu katliamlar asla yaşanmayacaktı. Burjuvazi de ülkenin hiçbir bölgesinde böyle istediği gibi at koşturamayacaktı. Çünkü örgütlü bir sınıfla karşılaşacaktı. İşte bu yüzden bizim yapmamız gereken hiç vakit kaybetmeden işçi sınıfının örgütlü gücünü sağlamaktır! Zira savaş artık kapımızda değil, tam üzerimizde…
link: Pendik’ten bir MT okuru, Nobel Barış Ödüllü Kolluk Kuvvetleri, 27 Mart 2016, https://marksist.net/node/4995
Kapitalist Sistem İnsanı İnsanlıktan Çıkarıyor
Terörist İlan Edip Dokunmak!