Tüm dünyada silahlanma artıyor. Başta ABD, Rusya gibi büyük emperyalist devletler olmak üzere tüm kapitalist devletler, askeri savunma ve güvenlik gerekçesiyle silahlanmaya 2014 yılında 1,76 trilyon dolar harcadılar. Bu devasa meblağ, kapitalist sistemin akıldışılığının ve insanlık için oluşturduğu ölümcül tehdidin boyutlarını bir kez daha göstermektedir. Bu harcamalar sadece ülkelerin dışarıdan gelecek tehlikelere karşı olduğunu iddia ettiği harcamalardan da oluşmuyor. Ülkelerin sözde savunma adı altında özellikle düzenli ordularına yönelik yaptıkları harcamalar en büyük kalemi oluştururken, iç güvenlik gerekçesi ile polise, çeşitli paramiliter aygıtlara vb. yaptıkları harcamaların oranları da ciddi boyutlardadır.
Türkiye de silahlanma yarışında büyük emperyalist devletlerden geri kalmamaktadır. Dünyanın en büyük ordularından birini besleyen Türkiye’de yalnızca “şiddeti önleme” gibi kavramlarla meşrulaştırılan harcamaların miktarı 2014 yılında 94 milyar dolar civarındadır. AKP hükümeti, seçim döneminde asgari ücreti arttırmayı vaat eden rakip partileri yeterli kaynak olmadığı ve bunun imkânsız olduğu gerekçesiyle boş konuşmakla suçlamıştı. Oysa aynı AKP, bir yıl içinde Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 2,2’sini askeri harcamalara ayırmakta beis görmemiştir.
AKP hükümeti savaş araçları ve mühimmatları alımına tam gaz devam etmektedir. Son altı ayda güvenlik ve savunma için mal ve hizmet alım maliyeti adı altında harcanan miktar %45-50 civarında artmıştır. Silah, araç ve gereçlerinin alımlarının ise %252 oranında artış gösterdiği görülüyor. Türkiye son 14 yılda en çok silah ithal eden ülkeler sıralamasında 7. sırada yer almaktadır.
AKP hükümeti ve savaş baronları Ortadoğu’da devam etmekte olan emperyalist paylaşım savaşında kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. AKP hükümeti iktidar olduğu yıllar boyunca bu savaş araçlarını hem ülke içindeki tüm muhalif güçleri bastırmak hem de sınır ötesindeki emperyalist emellerini gerçekleştirmek için gani gani kullanmıştır. 7 Hazirandaki seçim yenilgisinin ardından ise AKP hükümetinin ve temsil ettiği burjuva güçlerin var olma ve sermayesindeki büyümeyi sürdürme zorunluluğu da buna eklenince savaş uçakları birbiri ardına havalandı. Bombalar patlamaya, savaş çığırtkanlığı artmaya, asker cenazelerinde “bir ölür, bin doğarız” histerisi tırmandırılmaya başladı.
2011’den bu yana Suriye’deki savaşın aktif bir parçası olan AKP, bu süreçte Esad rejiminin devrilmesi ve sonrasında Suriye’de ortaya çıkacak yeni durumların kazananı olmanın hesaplarını yapıyordu. MİT tırları ile IŞİD başta olmak üzere bölgedeki taşeronları olan radikal İslamcı örgütlere silah ve mühimmat sevkiyatı yaptı. Bu sevkiyatların afişe olması bir süreliğine AKP hükümetinin elini zora soksa da emperyalist hesaplarını ortadan kaldırmadı. Türkiye, MİT eliyle bölgede silahlı örgütleri yıllardır ekonomik ve askeri açıdan besleyen ve büyüten ülkelerden biridir ve Erdoğan ve AKP hükümetinin askeri harcamalarının bu kadar yüksek olmasının en önemli nedenlerinden biri de budur.
AKP hükümet ettiği yıllar boyunca gücünün yettiği her durumda düzen dışı muhalefet dinamiklerini bastırmak için şiddete başvurmuştur. Bu temelde ihtiyaç duyduğu şiddet araçlarını alırken de kullanırken de eli hep rahat davranmıştır. Bu konuda tüm sivil, askeri ve siyasi operasyonun maliyeti işçi ve emekçi kitlelere kesilmiştir. Başta işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıslarda Taksim meydanını talep eden kitlelere, devrimci ve sosyalistlere karşı kullandığı biber gazı, plastik mermi, cop ve tomaları ile maliyetten kaçmadığını göstermiştir. Ankara’da direnmekte olan Tekel işçilerine, Soma’da madenlerde iş cinayetine kurban gitmiş işçilerin ailelerine ve onlara desteğe gelenlere, Gezi protestolarına, toplu sözleşme talepleri için bakanlığa yürümek isteyen kamu emekçilerine, öğrencilerin protesto gösterilerine ve daha birçok eyleme şiddetle karşılık verilmiş, biber gazı, gazlı su gibi kimyasallarla saldırılar günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir.
Elbette Kürt halkına ve onun temsilcilerine yönelik şiddetin maliyetini ayrıca hesaplamak gerekmektedir. Roboski katliamı, Kobané protestoları sırasında yaşananlar, seçim dönemindeki provokasyonlar ve şimdilerde savaş uçaklarının her gün Kürt halkının yaşadığı coğrafyaları bombalayarak yakıp yıkması… Bunlar Türkiye’nin “güvenlik maliyetinin” neden yüksek olduğunu gösteren örneklerdir.
AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın “yeni Türkiye”sinin en dikkat çeken reklâm araçlarının yerli uçak, yerli helikopter, yerli insansız hava aracı ve bilumum silahlar olması da önümüzdeki günlerin bu savaş baronları eliyle kanlı bir süreç olacağını göstermektedir. Şu ana kadar operasyon adı altında yürütülen savaşın bilançosu artarken işçi ve emekçilere her açıdan ağır bir fatura hazırlanmaktadır. Seçim sonrası Suruç katliamının ardından düğmeye basan AKP hükümetinin başlattığı savaşta ölen insan sayısı her geçen gün artarak devam ediyor. Her gece yapılan cadı avlarında polis artık insanları bulduğu yerde infaz eder hale geldi. Parti binaları, sendikalar, konutlar vb. arka arkaya devletin kolluk güçleri tarafından tarumar ediliyor. IŞİD’e, DHKP-C’ye, PKK’ye operasyon yapıldığı iddia edilerek sürdürülen saldırılarda, IŞİD unsurlarına gösterilen saygı ile, kapıları kırılarak evlerine girilen, bulunduğu yerde çatışmaya girdiği yalanıyla kurşuna dizilerek öldürülen insanların varlığı neyin savaşının yapıldığını ve kime karşı yapıldığını açık açık göstermektedir.
Havadan ve karadan yürütülen saldırılarda ölen insan sayısı her geçen gün artıyor. Gözaltı ve tutuklamalarda sayı binleri buldu. Başbakan Davutoğlu’nun “gerekirse evlatlarımızı da, kendimizi de feda ederiz” söylemi şimdi şehit cenazeleri ile hayata geçmektedir. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” nidaları ile milliyetçiliğin dozunu giderek arttırmakta olanlar kendi evlatlarını değil yoksul işçi ve emekçilerin evlatlarını feda edip emperyalist savaşta yelkenlerini şişirerek büyük kârlar ve siyasi hesaplar peşindedirler.
Birkaç haftalık savaşın maliyeti rakamların büyüklüğünden de gözle görülmektedir. MK-84 tipi 900 kiloluk bombanın tanesi 26 bin dolar, bir F-16’nın bir saatlik uçuşunun maliyeti 25 bin dolar civarında iken haftalardır sürdürülen bu haksız savaşın maliyetini varın siz düşünün. Bunun kaç milyon evsizin sorununu çözeceğinden, kaç milyon işsizi iş sahibi yapacağından, kaç milyon kötü beslenmekte olan çocuğu kurtaracağından, asgari ücretin arttırılması için nasıl işe yarayacağından söz etmeye ve kanıt sunmaya gerek var mı? IŞİD’e karşı YPG saflarında savaşırken hayatlarını kaybedenlerin cenazeleri bir haftadır tır dorsesinde tutulurken, onların analarının yüreğindeki acıların yanında, çocukları pisipisine ve TC egemenlerinin çıkarı uğruna ölüme gönderilen asker ailelerinin acılarının yanında, rakamlar buz gibi bir soğukluk yaratmaktadır.
Emperyalistlerin yürüttükleri savaşlarda milyonlarca insan ölüyor, sakat kalıyor. Milyonlarcası açlık ve sefaletin kucağına itiliyor. Egemenlerin ve onların hükümetlerinin kirli savaş politikalarına topyekûn karşı durulmadığı sürece bu acılar son bulmayacaktır. Kapitalist sistemin yarattığı emperyalist savaş cehenneminden kurtulmanın yolu, gözlerimizi açıp yazgımızı kendi ellerimize almaktan geçiyor. İçinde yaşadığımız ülkede de, Türk ve Kürt emekçilerin kardeşleşmesine bir türlü izin vermeyen TC devletinin Kürtleri sindirmeye kodlanmış ideolojisine karşı durma sorumluluğu, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin omuzlarındadır.
link: Derya Çınar, AKP Asgari Ücrete Bulamadığını Silaha ve Savaşa Nereden Buluyor?, 2 Ağustos 2015, https://marksist.net/node/4378
Savaş Politikaları, Milliyetçilik ve İşçi Sınıfı
Yanılsamalar ve Düş Kırıklıkları: Sıra Podemos’ta