Seçime doğru gidilirken toplumdaki eğilimleri gözlemlemek isteyen BBC Türkçe muhabirleri, AKP’nin oy deposu olan Ankara Sincan’da geziyor ve insanlarla sohbet ediyorlar. Özellikle hükümet ve HDP temsilcilerinin yaptıkları ortak basın toplantısının etkilerini anlamaya çalışıyorlar. Muhabirler gündemdeki başka gelişmeleri de sormayı ihmal etmiyor ve genel anlamda nabız yokluyorlar. Konuşulanların hemen hepsi AKP’ye oy vermiş kişiler. Oy vermeye devam edeceğini söyleyenler var, tereddütlü olduğunu söyleyenler var, artık vermeyeceğini söyleyenler de. Keza, örneğin daha önce MHP’li olduğu halde artık AKP’ye oy vermeye başladıklarını söyleyenler de var. Fakat konuşanların hemen hepsi, kendi ekonomik durumlarını esas aldıklarını, ya açıkça ya da dolaylı olarak ifade ediyorlar. İki örnek özellikle dikkat çekici:
“24 yaşındaki Halil Altan’ın yanına oturuyorum. Altan, AKP’ye oy verdiğini, gençlik kolları üyesi olduğunu söylüyor ama şimdi, ‘Kararsızım’ diyor. Gerekçesini ise ‘İşsizim. Eşime bile AKP’ye oy verdirttim ama sahip çıkmadılar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seviyorum ama bu kez oyumu belki MHP’ye veririm’ diye açıklıyor. Türbenin taşınması ve ortak basın toplantısını soruyorum. Altan yüzüme bakıyor, ‘İki aydır evimin kirasını ödeyemedim. Ev sahibi de bana ‘taşın’ dedi. Mezar taşınmış, ülke bölünmüş, çok mu umursuyorum. Şu an önceliğim siyaset değil, evdeki bebeğin maması ve bezi’ diyor.”
“Kadınlar çok konuşmak istemiyor. Sonunda Altındağ’da oturduğunu, annesi hasta olduğu için Sincan’daki hastaneye geldiğini belirten Emine Buyruk’u ikna ediyorum. Eşinin taksici olduğunu söyleyen Buyruk, ‘Eşim sıkı AKP’li ama ben bu kez vermeyeceğim. Gerçek nedenini söyleyince herkes gülüyor’ diyor. Merak ediyorum. Buyruk, ‘Eşim çok kredi çekiyor, ödemekte zorlanıyoruz. AKP, bankaların önünü çok açtı. Bu yüzden, bu kez oy yok’ diye açıklıyor.” (BBC Türkçe, bbc.co.uk/turkce)
Bu beyanlar son dönemin ekonomik durumuna dair ipuçları verdiği gibi, AKP’nin ve Erdoğan’ın ekonomiyle ilgili bazı hareketlerinin anahtarını da ele veriyor. 24 yaşındaki işsiz Altan’ın durumu, işsizlik istatistiklerinde gözlenen artışın somut ifadelerinden birini oluşturuyor. Resmi işsizlik rakamı son dönemde yüzde 10’un üzerine çıkmış durumda ve işsizlikte tırmanış eğilimi oldukça belirgin. Üstelik bu rakam, resmi olarak bir kişinin işsiz sayılmasının kriterleri AKP tarafından yine son dönemde keyfi bir hamleyle hayli daraltılmış olmasına rağmen böyle.
Diğer taraftan bir iş sahibi olanlar için de asayiş berkemal değil. Görece daha iyi durumda olduğu zannedilen sendikalı işçiler cephesinde bile yaygın bir huzursuzluk ve hatta öfke var. Başta metal işçilerininki olmak üzere, son dönemin grev girişimleri, farikalardaki direnişler, bu tür eylemlerin daha önce pek görülmediği Anadolu kentlerinde işçilerin hareketlenmesi gibi olgular, bu huzursuzluğu dışa vuruyor. Bunun farkında olan AKP, tam da bu nedenle, metal işçilerinin grevini keyfi ve temelsiz bir gerekçeyle derhal yasaklama yoluna gitti. Seçim öncesi böylesi bir grev AKP’nin fiyakasını fena halde bozma potansiyeli taşıyordu ve AKP bunu görmekte gecikmedi. Çoğu AKP’ye oy vermiş bu işçiler şimdi AKP’ye öfke kusuyorlar.
Taksicilik yapan eşinin hesapsız kredi iştahından endişe duyan ve ayakları yere daha çok bastığı anlaşılan kadının tutumu da esasen aynı olguların başka yönden bir ifadesidir. AKP’nin kimi emekçi katmanlarda yarattığı yanılsamalar ve bunu beslemek üzere yakın zamana kadar teşvik ettiği tüketici kredileri birçok emekçi ailesi için büyüyen bir sorun haline gelmekte. Kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayısında son yıllarda belirgin artışlar yaşanıyor. Kredi kartı cephesinde bu durum özellikle net. Örneğin hükümetin geçtiğimiz yıl kredi kartına taksit yapılan ürünlerin kapsamını daraltması bunun bir sonucuydu.
AKP ve Erdoğan arzuladıkları uzun vadeli değişimleri gerçekleştirmek açısından kritik önem taşıyan bir seçime gidilirken, kitlelerin ekonomik duruma ilişkin algılarında kütlevi bir bozulma olmasını hiç kuşkusuz istemiyor. Ancak, başka belirtiler bir yana, kapitalist dünya ekonomisindeki derin kriz, mevcut konjonktürde Türkiye’yi de daha ciddi etkilemeye başlamıştır. Dış pazarlarda ve içteki alım gücünde daralma gerçekleşmekte, büyüme hızında belirgin bir düşüş yaşanmaktadır.
Bu nedenle, hiç olmazsa seçimlere kadar büyük bir bozulma algısı oluşmasın diye, Erdoğan Merkez Bankası’na faizlerin düşürülmesi için basınç bindiriyor, Davutoğlu ve ekonomi bakanları sessiz sedasız uluslararası finans çevrelerini ikna etmek üzere yurtdışı seyahate çıkıyor, kredili konut satışlarında inşaat şirketlerinin elini rahatlatan yeni yasa girişimleri gündeme geliyor… Çiftçi ve esnaf kredileri gibi alanlardaki bazı standart seçim ekonomisi adımlarını, bu tabakaların borçlarına yönelik afları vb. saymaya gerek yok.
Tüm bunların içinde Erdoğan’ın faiz indirimi için ısrarlı baskısı özellikle ön plana çıkmış durumda. Bu tutum, kendisinin fazlasıyla ilişki içinde olduğu inşaat sektörünün ve yandaş müteahhitlerin biriken sıkıntılarına kısa vadede çare bulma arzusunu gösteriyor. Yapılan yüz binlerce konut satılamadan elde kalmış durumda, borç-alacak zincirleri gittikçe uzuyor ve tıkanıyor. Bu durumda kredi faizlerinin düşürülmesi doğrudan doğruya konut satışlarındaki ve inşaat-emlak sektöründeki sıkıntıları aşmaya dönüktür.
Erdoğan’ın bu zorlaması, onun büyük oranda inşaat ve emlak alanlarıyla belirlenen ekonomi algısını yansıtıyor. Erdoğan kentsel rant ve talanın, emlak sektörünün ve çarpık kentleşmenin önemli bir yer tuttuğu Türkiye koşullarında, İstanbul gibi bir kentin belediye başkanlığından yükselen bir burjuva siyasetçi. Kendisini zihinsel olarak terbiye edecek türde bir siyaset okulundan gelmiyor ve kendine aşırı güven besliyor. Bu siyasi arkaplan üzerinde, şimdiye kadar iyi gitmiş görünen müteahhit zihniyetinin potansiyellerini olduğundan fazla görüyor.
Türkiye kapitalizminin son dönemdeki göreli canlılığını büyük ölçüde inşaat ve emlak alanına borçlu olması bu yanılsamayı besleyen bir etmen. Ne var ki kentsel arazi rantının iştahıyla gidilecek yer sınırlıdır. Türkiye kapitalizmi yapısal olarak büyük atılımlar yapmış değildir. Sözgelimi yeni buluşlara dayanan yeni teknolojiler vs. geliştirilmiş ve bunlarla diyelim bir Güney Kore örneğindeki gibi kapsamlı bir sınai dönüşüm gerçekleştirilmiş değildir. Kaldı ki, bu tür atılımlar yapılmış olsaydı bile, daha farklı bir zeminde de olsa, kapitalist dünya ekonomisinin genel ağı içinde kriz dinamiklerinden bağışık kalmak söz konusu olmayacaktı.
AKP’nin iktidara yükseldiği 2002 seçimlerinden bu yana, siyasal gündem daima hareketli, iniş-çıkışlı olmuş, çeşitli siyasal sorunlar etrafında keskin kutuplaşmalar yaşanmış ve bu tür sorunlar AKP’ye oy veren geniş emekçi yığınların seçimlerdeki davranışı açısından belirli bir rol oynamıştır. Ancak AKP’nin oy grafiği esas olarak geniş emekçi yığınların kendi ekonomik durumlarına ilişkin algıları ve alternatifsizlik duygusu temelinde belirlenmiştir. Bugün seçim anket çalışmaları yapan birçok firma oy davranışında emekçilerin ekonomik durumlarına ilişkin öz algılarının başat bir faktör olduğunu teyit ediyorlar.
Nitekim AKP 2002’den bu yana genel bir trend olarak oy oranını sürekli olarak yükselttiği halde ilk kez 2009 yerel seçimlerinde ciddi bir oy kaybına uğradı. Bu ekonomide kriz yılıydı ve kitlesel işçi çıkarmalar yaşanıyordu. 2002’den itibaren sürekli büyüme sergileyen kapitalist Türkiye ekonomisi 2009’da büyük bir daralma yaşadı. Ancak Türkiye ekonomisi yine de diğer ülkelere göre daha çabuk toparlandı. Bu da AKP’nin oy oranlarını tekrar yükseltti.
Şimdi bir ekonomik yavaşlama söz konusudur ve Erdoğan ve AKP seçimlere kadar büyük bir kaza ve algı bozulması istemiyorlar. Bu nedenle emekçi kitlelerde giderek kötüleşmeye başlayan algının düzeltilmesi seçimler yaklaştığı için acil önem taşıyor. AKP’ye oy vermekte olan kitlenin geniş bir bölümünde bir gönül soğuması yaşanmaktadır. Destek eskisi kadar şevkli bir destek değildir. Diğer yandan bu kitle içinde AKP’ye oy vermekten vazgeçme eğilimi gösteren bir altküme de oluşmuş durumdadır.
AKP’nin otoriterleşme yönünde birbiri ardına attığı adımlar da genel olarak bunaltıcı gri bir atmosfer oluşturmaktadır. Birçok insan için, ele avuca gelir bir somutlukla tarif edilemese de, bu atmosfer huzursuzluk duygusunu pekiştirmektedir. Genel olarak gidişatın pek iyi bir yönde olmadığı hissi güç kazanmaktadır. Üst tabaka AKP camiası içinde bile Erdoğan’ın despotça zorlamaları karşısında huzursuzluklar oluşmakta olduğu pek çok işaretten anlaşılmaktadır. Bu huzursuzluklar ekonomi politikaları konusundaki anlaşmazlıklarda da kendisini göstermekte.
Şurası açık ki, AKP oylarında düşüş çok büyük olmayacak olsa bile, bu oran içinde gönülsüz AKP oylarının oranı hayli artmış olacaktır. Dahası HDP’nin 7 Haziranda barajı aşması AKP’nin parlamento gücünü sınırlayan önemli bir gelişme olacaktır. Dünyadaki genel ekonomik tablo, Türkiye’de emekçi kitlelerdeki genel hoşnutsuzlukla birlikte, daha zayıf bir parlamento gücüne sahip AKP içindeki kaynamaları da arttıracaktır. Bu durumda, işçi sınıfının zaten uç vermiş olan hareketlenmesi daha da cesaret kazanabilecektir.
link: Levent Toprak, Seçim Yolunda AKP’nin Ekonomi Kaygısı, 15 Mart 2015, https://marksist.net/node/4035
Erdoğan’ın “Hız” Tutkusu
Kapitalizm Halepçe’lerle Besleniyor