“Me gotî Hîtleri mirîy, care şîn na bîtin.
Me nizanî de kure wî Bexda mezin bîtin…”
(Hitler öldü, şimdilik yeşermez diyorduk, Bağdat’ta oğlunun büyüdüğünü bilmiyorduk)
Eyaz Yusuf’un Halepçe katliamı üzerine söylediği türkünün bu satırları Halepçe katliamının acılarının büyüklüğünü anlatıyor.
Tarih 16 Mart 1988. Halepçe’de Hitler’in gaz odalarındaki katliamlarını aratmayacak bir katliam yaşanıyordu. Kürdistan’ın Süleymaniye kentinin Halepçe kasabasında çoğu kadın, çocuk ve yaşlı on binlerce Kürt kaçmaya fırsat bulamadıkları alçakça bir saldırıya maruz kaldı. Saddam güçleri kimyasal gazla olabildiğince çok kişiyi öldürmenin planlarını yapmıştı. Önce hava saldırısıyla Halepçe’de evler tahrip edilip camların kırılması sağlanmış, rüzgârın yönü kısa bir süre önce havadan atılmış kağıt parçalarıyla hesaplanmış, ölümün en fazla olacağı koşullar yakalanıp ölüm taşıyan gaz bombaları Halepçe’nin üzerine bırakılmıştı. Sığınaklar Halepçelilerin olağan yaşam alanlarıydı o güne kadar. Herhangi bir tehlike anında evlerindeki sığınma odalarına geçiyor, bombardıman bittiğinde tekrar yaşama devam ediyorlardı. Hava bombardımanlarından kendilerini korumaya alışmışlardı Halepçeliler. Ama bu defa, her bir sığınma odası Hitler’in gaz odasına dönüşmüştü. Uçaklardan atılan bombaları görenler sığınma odalarına koşuyor, çocukları yaşlıları kurtarmaya çalışıyorlardı.
Halepçe üzerine ölüm bulutları yağdırılmıştı. Zehirli gazlar her delikten içeri sızıyordu. Düşman çok sinsiydi, kalleşçeydi gelen. Ciğerlere çekilsin diye elma kokuyordu. Elma kokusunu hissedenler bu güzel kokuyu derince ciğerlerine çekiyor ve hızlı bir şekilde ölüyorlardı. Ölüm her yerdeydi. Dağlara doğru kaçanlar çırpınan serçeler gibi ölüyorlardı. Analar, güçsüz, ölmek üzere çırpınan çocukları, diğerlerini kurtarmak için yollarda bırakıyordu. Yaşlılar, kaçanları yavaşlatmamak için geride kalıyordu. Ölen yalnızca insanlar değildi; etraftaki tüm hayvanlar çırpına çırpına can veriyordu ve hatta ağaçlar… Ağaçlar sonbahardaymış gibi yapraklarını döküyordu. Saddam adeta Halepçe’yi Kürtler için yaşanmaz hale getirmeye ant içmişti.
Bu katliamdan birkaç gün sonra, Halepçe’de yaşanan insanlık dramını, çektiği resimlerle dünyaya duyuran gazeteci Ramazan Öztürk Halepçe’de yaşadıklarını şöyle anlatmış: “Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vahşet gözleniyordu. Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı atılan gazlar sonucu ölmüştü. Bütün sokaklar, caddeler insan ve hayvan ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile yaşlılardı. En katı insan bile dayanamazdı bu görüntü karşısında. Ben tarif edemiyorum. Katliam demek, facia demek hafif geliyor. Vahşet. Vahşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab’da gördüklerimizin de Halepçe’den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üstünde taş kalmamış. İnab köyü de öyle. Bir tepenin eteğinde kurulu İnab’da yaşayan yüzlerce insan, Irak uçaklarının bombalarından kaçmak için çocuklarını alıp yollara düşmüşken gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışlarındaki yolda, ağaç diplerinde, yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş. Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise, insan cesetlerinden oluşmuş bir başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allah bir daha bana böyle bir sahne göstermesin.”
Gazeteci Faruk Ölçücü de bu vahşetle ilgili şunları anlatıyor: “Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken, kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Halepçe’nin bütün sokakları, Irak uçaklarının attığı kimyasal bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Atılan sinir ve siyanit gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrip olan bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan, sokaklarda uyur gibi yatanların yanı sıra bedenleri yanmış ölüler de vardı. Koca kasabada hayvan dâhil canlı kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara, rüzgârın etkisiyle gaz bulutu şeklinde evlerin içindeki odalarda saklanmış insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim.”
Resmi rakamlara göre çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 6 binden fazla insan katledildi, on binlercesi yaralandı. Halka göre 22 bin civarındaydı ölü sayısı! Yaralananlar sonraki yıllarda ölmeye devam etti. Kurtulanlar yıllarca bu katliamın izlerini taşıdılar ve acısını başka türlü yaşamaya devam ettiler. Çocuklar sakat doğdu. Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihinde “The Sydney Morning Herald” gazetesinde yayınlanan makalesinde, Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki’nin 4-5 katı olduğunu belirtmişti. İlk etapta gözleri, boğazı ve akciğeri tahrip eden hardal gazı, sinir sistemine de zarar veriyordu. Yiyeceklere, suya ve toprağa karışıp gelecek nesillere de zarar vermeye devam ediyordu. DNA üzerinde uzun süreli ve ağır bir tahribat yaratabilen bu gazın etkileri yüzünden Halepçe’de 100 binin üzerinde sakat doğum gerçekleşmiştir.
Bu katliamın tek sorumlusu Saddam rejimi değildir. 1979’da İran’da rejim değişikliği olup Mollalar iktidara geldiğinde ABD’nin, Avrupa ülkelerinin, Katar ve Suudi rejimlerinin her türlü silah desteği sağladığı Saddam rejimi bu iktidara karşı savaş açtı. Yıllarca süren bu savaşta Kürtler, onlarca yıl kendilerine zulmetmiş, özerkliğini, demokratik haklarını tanımamış olan Saddam rejiminin yanında saf tutmadılar. Bu yüzden de rejim tarafından hain ilan edildiler ve bu gerekçeyle 1986-88 yılları arasında insanlık dışı her türlü vahşetin uygulandığı operasyonlara maruz kaldılar. Arapça “ganimetler” anlamına gelen Kürtleri yok etme planı olan “Enfal”, Kürtlerin “Kimyasal Ali” dedikleri ve Saddam’ın özel yetkilerle donattığı kuzeni Ali Hasan el-Mecid tarafından gerçekleştirildi. Halepçe’ye yapılan insanlık dışı saldırı, Saddam rejiminin savaşta güç kaybettiği, İran güçlerinin Irak içlerine doğru ilerlediği sırada, 15 Mart günü Halepçe’nin Kürt peşmergeleri tarafından Saddam rejiminin elinden alınmasından bir gün sonra yapılacaktı.
Saddam rejimi “Enfal” operasyonları ile Kürtlere soykırım planlarını gerçekleştirmeye çalıştı. Bu çerçevede sekiz harekât gerçekleştirdi. Sekizinci “Enfal” harekâtının sonunda resmi rakamlara göre 182 bin Kürt katledilmişti. Bu harekâtlar sırasında kullanılan silahlarsa ABD ve Batılı ülkelerden sağlanmıştı. Türkiye de akbabaların arasında kendine düşen ganimeti kapma derdine düşmüştü ve ikiyüzlü politikaları eşliğinde uğursuz rolünü oynuyordu. Saddam’ın Kürtleri katletmek için kullandığı kimyasal silahlar Belçika ve Almanya’da üretilip, fıçılar ve torbalar içinde Mersin limanına getiriliyor, burada yeniden etiketlendikten sonra tırlarla Irak’a gönderiliyordu. Aynı Türkiye katliamdan sonra timsah gözyaşları dökerek tüm dünyaya katliamdan canını zor kurtarmış Kürtlere sahip çıktığını yüksek sesle ilan edecek, fakat gelenleri açlıktan ve bakımsızlıktan ölüme terk edeceği kamplara tıkacaktı.
Türkiye saldırılardan kaçan Kürtlere sığınma hakkı vermedi. Türkiye kamplarını ziyaret etmiş olanlar, soluk benizli, halsizlikten ağlayan çocukları, aç insanları, kadınların “bizi kurtarın” feryatlarını hatırlıyor. Dünyaya ilan edilen kamplarda zulümden kaçan Kürtler unutuldu. Türk devleti, bugün Suriyeli mültecilere yaptığını, o gün Kürtlere yapıyordu. Günde bir somun ekmek, ayda 200 gram et, 15 günde bir kilo bulgurla hayatta kalmaya çalışıyordu sığınmacılar. 110 bin sığınmacının büyük bir kısmı bir müddet sonra açlıktan ölmektense Saddam’ın zulmüne dönmeyi tercih etti. Kamp dönüşlerinde de ölümler devam edecekti.
Eylül 1988’de Saddam bir af ilan etti, ama bu af yalnızca kadın, çocuk ve yaşlıların bir kısmını kapsıyordu. Eli silah tutan erkeklerse kapsam dışı bırakılmıştı. Geride dul kadınlar, yetim çocuklar, bakımsızlıktan ölüme terk edilmiş yaşlılar kaldı. Savaşın sonunda 17 bin insan kayıptı, bunların arasında evlâtlık verilen çocuklarla Arap ülkelerine satılan genç kızlar da vardı. Halepçe katliamından yıllar sonra bile Kürtler katliamın yaralarını taşıdılar.
Halepçe katliamını unutmayalım! Sorumlularının yalnızca Saddam gibi despotlar olmadığını bilelim. ABD, Avrupa ülkeleri, Türkiye ve Saddam’ı destekleyen Arap ülkeleri bu katliama çeşitli şekillerde yardım ettiler, göz yumdular, sonuçlarını seyrettiler, hiç olmamış gibi sessiz kaldılar ve sonra bu suçtan kendilerini sıyırıverdiler. ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından Saddam ve “Kimyasal Ali” idam edilirken Halepçe katliamından da sorumlu tutuldu. Saddam’ın ipini elinde tutanlar, o yaşarken de ölürken de o ipi elden bırakmadılar. Saddam’a kimyasal silah kullandırtan güçler, kimyasal silah ürettiği gerekçesiyle Irak’a saldırıp, 1,5 milyondan fazla insanın katledilmesine yol açtılar. Onlarca yıldır, Balkanlar’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Afrika’da, Kürdistan’ın dört bir yanında parça parça bu katliamlar işlenmeye devam ediyor. Milyonlarca insan ölüyor, yüz binlercesi yaralanıyor ve yine göç yollarına düşen, yer yurt arayan milyonlar ve bu yollarda yeniden yeniden yok olan insanlar… Kapitalistler ezilen halklara, işçilere, emekçilere yaşanacak bir dünya yerine bombalar ve katliamlar veriyor. Kapitalizm insanlığı yok etmeden kapitalizmi yok edelim, insanca ve kardeşçe yaşanacak bir dünya kuralım!
link: Aylin Dinç, Kapitalizm Halepçe’lerle Besleniyor, 2 Mart 2015, https://marksist.net/node/4037
Seçim Yolunda AKP’nin Ekonomi Kaygısı
16 Mart Katliamını Unutmadık, Unutmayacağız