Kuşatma altındaki Kobanê halkının katliam tehlikesiyle yüz yüze olması ve bu tehlike karşısında Erdoğan’ın IŞİD yerine PKK ve PYD’ye veryansın etmesi Kürt halkının öfkeyle sokağa dökülmesine neden olmuştu. Türkiye’nin dört bir yanındaki Kobanê’ye destek ve AKP’yi protesto eylemleri, Kürdistan’da bir serhıldana dönüşürken, hükümet, barışçıl gösterilere bile tahammül edemeyip polisi ve paramiliter güçleri kitlelerin üzerine saldı ve ortalığı savaş alanına çevirdi. Polis vahşeti ve faşist saldırılar sonucunda onlarca insan öldü. Olayların çığrından çıkmasını engelleyense, AKP’nin olağanüstü hal tebdbirleri değil, can havliyle koşup yardım dilendiği Öcalan oldu. Şimdi Erdoğan ve adamları, bu aczi, ağızlarından saçtıkları salyalarla gizlemeye çalışıyorlar. Bayram namazından okul açılışına her fırsatı değerlendiren, daha doğrusu kameralar karşısına geçmek için planlı fırsatlar yaratan Erdoğan, başta Kürt hareketi olmak üzere Kobanê’ye destek verip hükümeti eleştiren tüm toplumsal muhalefete zehirli bir dille saldırıyor.
11 Ekimde Rize’de bir imam-hatip lisesinin açılışını kendisine konuşma vesilesi yapan ve şimdiden “başkan” gibi davranan Erdoğan, “Kobani’yle Türkiye’nin ne alâkası var? İstanbul’un, Ankara’nın ne alâkası var? Siirt’in, Diyarbakır’ın ne alâkası var? Kobani’deki 200 bin kardeşimiz sığınmak istedi de içeri mi almadık? Daha ne istiyorsunuz ya?” diyerek, ayağa kalkan Kürt halkına ve Kürt siyasi hareketine öfke kustu. Üç yıldır Suriye bizim iç meselemizdir diyerek Esad rejimini yıkmak için elinden geleni yapan Erdoğan’ın, “Kobani’yle Türkiye’nin ne alâkası var” diyerek hükümetin IŞİD’i kollama ve Rojava’ya düşmanlık politikasını haklı göstermek istemesi tam bir ikiyüzlülüktür. Kobanê’ye destek için sokağa dökülen Kürtlerin üzerine polisini salıp, bu saldırıya en fazlasından taş ve molotof kokteyliyle karşılık veren kitlelerin üzerine kurşun yağdıran ve onlarca insanı katleden AKP hükümetinin, rejime karşı silahlı bir isyan başlatan Suriyelilere aynı muameleyi yapan Esad yönetimini zalimlikle suçlaması da aynı ikiyüzlülüğün bir uzantısıdır.
Gezi hareketiyle ve birkaç ay sonra gelen Gülencilerin hücumlarıyla ayarları iyice bozulan Erdoğan, yaşanan kalkışmayı “istikrar ve güven ortamını bozmaya yönelik yeni bir komplo” olarak nitelendirerek gerçekleri manipüle etmeye çalışmaktadır. Erdoğan’ın giriştiği bu algı operasyonu AKP için artık klasikleşen bir ikilik üzerinde şekilleniyor: Bir yandan tabandaki olası salınımların önüne geçmek üzere “tehdit altındayız” vaveylasıyla mazlumu oynamak, öte yandan son derece saldırgan bir üslup eşliğinde “sarsılmaz muktedir” pozları takınmak! Davutoğlu’ndan Yalçın Akdoğan’a bilumum AKP sözcüleri ve kalemşorları, bu algı operasyonu için seferber olmuş haldeler. HDP, Kandil, Kobanê’ye destek isteyen Kürt halkı, sosyalistler, demokratlar, gazeteciler azgın bir saldırı kampanyasının hedefi durumundalar. Tehdit, karalama ve hakaretlerle körüklenen bu şovenist saldırganlık, bir yandan da yoğun bir polis terörüyle destekleniyor. Hükümetin “misliyle karşılık vereceğiz”, “hesabını soracağız”, “bedelini ödeyecekler” diyerek savaş dilini sertleştirmesinin ardından düğmesine basılan polis yüzlerce kişiyi gözaltına aldı, aralarında çocukların da bulunduğu 200’e yakın insan tutuklandı. Gözaltı ve tutuklama dalgası devam ediyor. Polis, Bingöl saldırısının sorumlusu diyerek bir otomobildeki 4 kişiyi sorgusuz sualsiz infaz ediyor ve başbakan olacak zat “iki saat içinde cezalandırdık” diyerek bu katliamla övünüyor. Kürdistan’ın çeşitli kentlerinde polis evler basıyor, üniversitelere baskınlar düzenliyor, faşist güruhlar Kürtlerin üstüne salınıyor. Azadiya Welad ve Gündem gazetesinin dağıtımını yapan bir basın emekçisi 1990’ları anımsatan bir şekilde sokak ortasında infaz ediliyor.
Hükümet bunlarla da yetinmiyor ve “iç güvenlik reformu” adı altında, yeni baskı yasalarıyla polis devletini tahkim etmek istiyor. AKP, son olayları bahane ederek, polisin yetkilerini daha da arttırmak, tutuklama işlemini kolaylaştırmak, avukatların dava dosyalarına ulaşmasını engelleyerek savunmayı zorlaştırmak, cezaları yükseltmek vb. üzere düğmeye basmış durumda. Hükümet, daha önce hazırlandığı anlaşılan bu anti-demokratik yasaları Kobanê eylemlerini bahane ederek gündeme getirmiş, üstelik hâkim ve savcıların özlük hakları vs’yle ilgili bir yasa taslağının içine gizlemiştir. Bülent Arınç gibi sözcüler, bu “güvenlik reformu”nun zorunluluğuna ilişkin açıklamalar yaparlarken, ayağa kalkan Kürtlere “dünyayı başlarına yıkarız” diye tehditler savurmayı da ihmal etmiyorlar.
Tüm bunları yaparken bir yandan da alelacele bir “yol haritası” açıklayan hükümet, Öcalan’ın “ya hükümet o zamana kadar adım atar ya da süreç sona erer” diyerek verdiği 15 Ekim tarihine iki gün kala yapılan bu hamleyle Kürt hareketini masada tutmayı amaçlamaktadır. Ne var ki “yol haritası”nda bir iki komisyon kurulması dışında var olan tek şey PKK’ye silah bıraktırma ve dağdakileri indirme adımlarıdır. Kürt sorununun gerçekten çözülüp barışın tesis edilmesi için zaman geçirmeksizin yapılması gereken demokratik düzenlemelere dair ise yine tek kelime edilmemektedir. Dağdakileri indirip topluma entegre edeceğim diyen AKP, “terörle mücadele” yasalarını daha da ağırlaştırarak “düz ovadakiler”i içeri tıkmakla tehdit etmektedir.
AKP’nin bir taraftan çözümden bahsedip öte taraftan savaş dilini sürdürmesi Kürt halkını fazlasıyla geriyor ve özellikle gençlerde bir öfke patlamasına yol açıyor. Son günlerde yaşananlar, AKP’nin izlediği “kadife eldivenle örtülü” savaş politikasının Kürt halkını nasıl patlamaya hazır bir bomba haline getirdiğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Kobané’nin ve genel olarak Rojava’nın Kürt halkı için önemini kavramak istemeyen ya da bildiği halde buna ters provokatif açıklamalar yapan, PKK ve PYD’ye yönelik savaş dilini devam ettiren bir zihniyetin birtakım oyalama taktikleriyle ya da palyatif adımlarla bu sorunu çözemeyeceği açıktır. Kürt sorununun gerçek çözümü Kürt halkının tüm demokratik taleplerinin yerine getirilip kendi kaderini tayin hakkının tanınmasından geçmektedir. Ancak AKP hükümetinin derdi, sorunu gerçekten çözmek değil, ateşkes durumunu koruyarak elini rahatlatmak ve nihayetinde en az tavizi vererek PKK’ye silah bıraktırmaktır. Gerçekte, TC’nin Kürt sorununu ortadan kaldırmak için Kürtleri ortadan kaldırmaya yönelen 80 yıllık imha ve inkâr politikasının iflas etmesinin ardından, son yıllarda AKP eliyle yürütülen oyalama politikası da nefesini tüketmek üzeredir. Fakat AKP tıpkı kendinden önceki hükümetler ve devlet aklı gibi sonuna kadar diretmeyi seçmektedir. Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşının çoktandır TC’nin sınırları içine girdiği bir ortamda bu çıkışsız politikada ısrar etmenin, bununla da kalmayıp şovenizmi dizginsizce tırmandırmanın, barut fıçısının üzerinde sigara içmekten farkı olmadığı açıktır. Bir hafta gibi kısa bir süre içinde yaşananlar, olası bir iç savaşın nasıl bir felâket getireceğini yeterince açık bir şekilde göstermiştir.
AKP iktidarının şovenizmi körükleyen zehirli dili, burjuva ideolojisinin etkisi altındaki Türk işçi ve emekçileri esir alıyor ve işçi sınıfı içine nifak tohumları ekerek barış için çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Türk işçilerin Kürt halkının ezilmesinden hiçbir çıkarı yoktur. Aksine bu ezilmişlik devam ettikçe, onun ayağına vurulan prangalar da sıkıldıkça sıkılmaktadır. Dolayısıyla Kürt halkının özgürlüğüne kavuşması, yani kendi kaderini özgürce belirleme olanağına kavuşması ve demokratik taleplerinin karşılanması, Türkiye işçi sınıfı açısından da ayağına vurulan prangalardan birinin kalkması anlamına gelecektir.
Türküyle Kürdüyle işçi sınıfının ve emekçilerin gerçek düşmanı sömürücü egemen sınıf olan burjuvazidir. Kendi çıkarları için Ortadoğu’yu cehenneme çeviren de, ezilen halkların ayağına pranga vuran da, milliyetçiliği kışkırtıp halkları birbirine kırdıran da odur. Egemenlerin şovenist dilini ve tezgâhlarını, işçi sınıfının birliği, halkların kardeşliği anlayışıyla boşa çıkaralım. Halkların özgürce ve barış içinde yaşayacağı bir Türkiye, böyle bir Ortadoğu ve böyle bir dünya yaratmak için mücadeleye!
link: İlkay Meriç, AKP’nin Kirli Savaş Dili, 19 Ekim 2014, https://marksist.net/node/3570
AKP’nin “Yeni Türkiye” Söylemi
İşçiler Ölüyor, AKP “Durmak Yok, Yola Devam” Diyor